KİMLİK...

Özgür DENİZ - 18.04.2008

                   Şeffaf ve güçlü bir iletişim kurma için aziz üstadlarla ve sevgili okuyucularla müşerref olma babında bu yazıyı sunmayı gerekli gördüm.önce anlaşılmak sonra dövülmek isterim.adalet için.kalbimin derinliklerinden gelen sonsuz bir muhabbetle candostlar,insan güzelleri...

                ‘’var oluşum ve bu oluşum doğrultusunda gerçekleşen yaşamsal serüvenim, büyük ve benzerlerimce meçhul olan ve anlaşılamayan bir acı ve ıstıraptır. Benim görevim, yazın ve düşün kulvarında boy gösterip edebi bir kariyere ulaşarak ün kazanmak, toplumsal şöhret kapılarını açmaya zorlamak, devasa bir sermaye terakümü oluşturarak çevrem üzerinde tahakküm kurmak isteyen bir yazar olmak değil kesinlikle. Yegâne arzum ve ereğim; dünyayı içimden, özbenliğimden ve uzamsal alanımdan değiştirmektir. Ömrüm kifayet eder de başarabilirsem.’’

  
                Aziz vatanımın, aydınlık yüzlü evlatları, sevgili gönüldaşlarım! Hepinizi derin bir coşku, engin bir muhabbet, bitimsiz bir sevgi, güçlü bir dostluk, sınırsız dua, bitmeyen umut ve içten bir kardeşlikle selamlıyorum. Namütenahi teşekkürlerimi bidayette izhar ediyorum. Hepinize merhabalar. Sizlere bu yazımda âcizane kendimden bahsedeceğim ki, iletişimdeki güçlükler izale edilsin ve muhkem bir güven tesis olunsun. Lütfen bağışlayın. Engin anlayışınıza, sonsuz dostluğunuza, sınırsız muhabbetinize iltica ediyorum.
                Bir halk çocuğu olarak geldiğim bu âlemden, bir halk adamı olarak ebediyete irtihal edebilme umudu ve bilinciyle yaşadım. Her dem, halkım için okudum, düşündüm, yazdım, çalıştım, savaştım ve ağladım. Yani, halkımın umudu, saadeti, huzuru ve istikbali için halk düşmanlarıyla mücadele ederek geçti bir ömrüm. Şimdi yorgun bir vapur gibiyim. Ama tecrübelerle yüklü bir vapur. Halkımın refahı, gönenci, özgürlüğü ve tam bağımsızlığı uğruna yollar aşındırdım. Soğuk ve fırtınalı kış gecelerinde, iliklerime kadar üşüten beton duvarların kıskacında, halkımın yarınlarına dair plan ve projeler üretmeye ikdam ettim. Çünkü halkımı ve ülkemi sevdim. Halkımın ve ülkemin üzerinden nasıl menfaat elde edebilirim, halkım ve ülkem bana ne verebilir gibi süfli ve soysuz mülahazalara asla tevessül etmedim. Hiçbir zaman günübirlik yaşama sevdasında olup, halkımın ve ülkemin sorunlarına nemelazımcı bir telakki ile lakayt kalmadım. Kâinatın efendisi, insanlığın medar-ı iftiharı, canımız peygamberimiz, Yüce
ALLAH’ın aziz elçisi Hz. Muhammed’in (sav) şu derin ve aziz hadisini hep gönlümün ve beynimin en mutena köşesinde taşıdım ve her daim bu soylu bilinç ve asil şuurla yaşadım. ‘’kardeşinin derdiyle dertlenmeden, kardeşinin derdine çare aramadan uyuyanlar bizim mescidimize yaklaşmasınlar.’’ Yine, ülkemizin yetiştirdiği siyaset duayenlerinden biri olan Aykut Edibali’nin söylediği şu derinlikli sözleri hep beynimde taşıdım. ‘’Ülkemizin içinde bulunduğu durumlar karşısında, sızlamayan yürek, çalışmayan beden, düşünmeyen beyin bizden değildir.’’ Fikir mücadelemde, Remzi Oğuz Arık ağabeyin şu kıymetli ve dehşetli ifadelerini de bir umde olarak benimsedim. ‘’Örnek insanın, bir dava adamı olması da şarttır. Dava adamı tabiri ile dışarıdan hiçbir tesir olmadan, kendi kendine, bir milletin kaderi üstüne sorular soran, sorgulayan ve bunların karşılığını arayan insanı kastediyorum.’’ Yine, büyük üstadım, aziz şehit dr Ali Şeriati’nin şu ifadeleri hep bir pusula oldu düşünce ve dava yolumda. ‘’Aydın insan,  peygamberlerin varisidir. Aydın insan, dava ve eylem adamı olmak zorundadır.  Aydın insanın,  peygamberi bir misyonu vardır. O halkını bilinçlendirmeli, halkına yol göstermelidir, öncü olmalıdır. Halkla iç içe ama halkın bir adım önünde olmalıdır.’’  Bu sözleri işiten ve idrak melekelerini çalıştırarak içselleştiren bir dava adamına da elbette gerekeni icra etmek düşerdi. Ve bizde muktezası neyse yapmaya çalıştık ve de çalışıyoruz.
                Devletimin büyük atılımlar yapmasına, halkımın yücelmesi ve yükselmesine katkıda bulunmak gayesiyle, uzun soluklu plan ve projeler üretmek aşk ve şevkiyle say’e sarıldım. Asla yeise düçar olmadım. Politikacı çıkarını, devlet adamı nesl-i atiyi düşünür. Her dem devlet adamı ciddiyeti ve samimiyeti ile hep ahfadın saadeti, huzuru, umudu, özlemi ve hürriyetini, ülkemin bağımsız olmasını, halkımın devasa kalkınma hamleleri yaparak terakki etmesini ve aydınlık ufuklara bakabilmesini dava edindim. Mavi şarkılar besteledim ve terennüm ettim, esrik bahar nesiminin ruha inşirah, gönüllere serinlik ve huzur veren hoşluğunda. Zincirlere bağlı hürlere ve bahtiyar esirlere inat, bin bir düşünceyle boğuştum durdum, halkımın ve ülkemin aydınlık, umutlu ve güzel yarınları adına. Çile çekerken bile gizlemeye çalışan masum, soylu ve asil Anadolu evladının çehresindeki derin çizgilerde barındırdığı yüceliği ve onuru gördüm. Bana düşüncemden, yaşamımdan, ideallerimden ve sevdalarımdan dolayı gülenlerin çehrelerindeki derin ıstırabı ve acı yalnızlığı gördüm ve ağladım. İçime akıttım acı gözyaşlarımı ve hep acılar denizinde yaşamak mukadder akıbetim oldu. Adeta acının madeni oldum. Hiçbir zaman benci ve bireyci bir telakkiye ve mülahazaya sahip olmadım. Biz anlayışına uygun olarak, kolektif bir paradigmayı eksen alarak, ama hep özgür bir birey olarak yaşadım. Tıpkı Doğu’nun ufkunda makes bulan soylu sesin sahibi
İkbal’in ifadesinde olduğu gibi: ‘’kervanla birlikte ol, fakat yalnız yürü.’’ Masum ve temiz yürekli Anadolu evlatları adına, ay yutmuş gecelerde ne karabasanlar yaşadım. Damarlarımda hep isyan ateşi dolaştı durdu. Haksızlıklara, adaletsizliklere, sınıfçılığa, sömürüye, kula kulluğa, mutlak mülkiyetçiliğe, devrimci beyinleri öldüren, devrim çiçeklerini solduran, direniş ocaklarının aydınlık meşalesini söndüren ve müritlerini karanlık odalarda istihmar eden tevhid maskeli cemaat düzenine, ihanet ve kahpeliklere inat. Karanlığın bekçilerine inat aydınlığın, öfke ve kinin bayraktarlığını yapanlara inat sevgi ve muhabbetin, vefasızlığa, mürailiğe inat doğruluğun ve dürüstlüğün, sınıfçılığa ve ayrılıkçılığa inat kardeşliğin, zulme ve zalime inat adaletin ve hakikatin mümessili, taşıyıcısı, yaşayıcısı ve kavgacısı oldum.
                Koyu bir karanlığın ardından gelecek ışıl ışıl aydınlık şafakların hasretiyle ne katran karası günler ve geceler geçirdim. Devletimi, vatanımı, milletimi, dinimi, dilimi, bayrağımı, marşımı ve bilumum maddi-manevi değerlerimi çıkarsız, beklentisiz, pazarlıksız, hesapsız ve hasbi olarak sevdim ve yaşatmak için mücadele ettim. Kimliğimi ve kişiliğimi, özgüvenimi ve özbenliğimi kaybetmemek adına direndim, yozlaşmaya, tereddiye, transformasyona, alinasyona, asimilasyona, kişiliksiz ve kimliksiz bırakılmaya ve son tahlilde eliminasyona karşı. Hiçbir surette, halkımın acıları, mukaddes gözyaşları, alın teri ve umutları üzerinden servet ve iktidar edinmek gibi ahlâksız, şerefsiz ve alçakça mülahazalar beslemedim. Yüreğimde ve beynimde bu tür soysuzluklara, pespayeliklere ve müptezelliklere asla tarafgirlik yapmadım. Üstat
Nurettin Topçu ağabeyin ‘’Ahlak Nizamı’’ isimli kıymetli eserinden hıfzettiğim şu satırları her dem ilke edindim ve her hareketimde bu sözü tahattur ettim. ‘’Din, mecburi inançlardır. Bu mecburilik vicdana bağlanır ve böylelikle ferdi mesul kılar. İşte, bu mesuliyet, insanı sonsuzluğa doğru götüren iradenin kaynağıdır. Bu mesuliyetin adına ALLAH KORKUSU derler. O her görünüşünde, vicdanı sonsuzluğun huzuruna çıkaran kuvvettir; ondan korkan hiçbir şeyden korkmaz; hiçbir faniliğin huzurunda eğilmez. O, irademize hayat veren kuvvettir.’’ Evet, ne muhteşem bir tefsir değil mi sevgili gönüldaşlarım, canım kardeşlerim, canım abilerim, canım ablalarım ve bacılarım? Kalbinde, beyninde ve tüm hücrelerinde derin bir samimiyetle ALLAH KORKUSU’nu duyumsayan, hisseden bir insan, menhus bir zihniyetin ve rezil bir ahlâkın taşıyıcısı, savunucusu, yaşayıcısı ve kavgacısı olabilir mi? O ulvi korkuyu yüreğinin ve beyninin derinliklerinde taşıyan insan Kâinatın şerefli ve izzetli efendisinin ulvi ifadesinde de belirttiği gibi ‘’EMİN’’ insandır. Herkesçe kendisinden emin olunan.
                Her lahza, sömürüye ve istibdada karşı ittihad’dan, adaletten, müsavattan, hürriyetten, barıştan ve kardeşlikten yana tavır koydum. Zira, üstat
Said Nursi’nin ifade etmiş olduğu bedihi hakikati biliyor ve bunu gerçek ve kamil necatın yegane adresi olarak görüyorum. Üstad diyor ki: ‘’necatımız ve hayatımız ittihad-ı milletle kaimdir.’’ Ülkemdeki iç ve dış odakların, fitne ve fesat yuvalarının, ihanet şebekelerinin halkımın, ülkemin ve gençliğimin aydınlık istikbali adına teşrik-i mesai yapmalarına, kirli ve pespaye kumpaslar tezgâhlamalarına asla razı olmadım. Hiçbir lahza gaflet ve dalalet içerisinde bulunmayarak her daim müteyakkız oldum. Emellerimi, gayelerimi, ideallerimi asla ve kata müstevlilerinkiyle tevhit etmedim. İkbal meftunluğuyla bu rezil ve namussuz oyuna gelenleri de tensip ve tasvip etmedim. Şahsiyetiyle, varlığı muvacehesinde duyduğu derin hassasiyetiyle, sahip olduğu kimliği ve kişiliğiyle âlem-i insanlık dairesinde temayüz etmiş ahfadıma karşı kirli ve süfli duygu ve düşünceler besleyen ve ölümcül tuzaklar hazırlayanlara karşı çelikten sarsılmaz bir kale ve demir bir yumruk olmaya ikdam ettim.
                  En ateşli direniş türkülerini terennüm ederken bile barış içinde kardeşçe yaşamayı gerçekleştirme hayalleri kurdum.
Her lahza bu hayatında bir sonu olacağını, bir gün ışıkların söneceğini, dostların birer birer terk edeceğini, göç davulları çaldığı zaman ebedi yolculuğun başlayacağını, hiçbir kötülüğün yapanın yanına kâr kalmayacağını ve iyiliklerin ilelebet payidar olacağını tefekkür ettim durdum ve bu minvalde insanca bir hayat yaşamaya gayret ettim. Şerefle ikmal edilmesi iktiza eden en ağır ve çetin yolculuğun HAYAT YOLCULUĞU olduğunu idrakiyat içerisinde oldum ve insanca bir hayatı intihap ettim. Kendim, ailem, halkım, ülkem ve yekpare insanlık adına. Her dem hakiki dostlara, pazarlıksız ve beklentisiz dostluklara, münhasıran rıza-ı ilahi’yi eksen alan dostluklara, saf tebessümlere, ardından davul çalınmayan iyiliklere, ta gönülden verilen selamlara, delice bir neşe içinde yapılan soluksuz muhabbetlere, hep bir ağızdan terennüm edilen direniş türkülerine, tek can ve tek fikir olarak gerçekleştirilen kalkınma hamlelerine özlem duydum taaa derinden. Daima hasretle kucaklayıp sarabileceğim, her ahval ve şeraitte itimat edebileceğim dostlar aradım durdum mütemadiyen. Natürel ve saf duygularla örülmüş aşkları hayata geçirme, yaşama ve yaşatma adına mücadele ettim. Tevhidin, adaletin, özgürlüğün, barışın, uhuvvetin, müsavatın, tesanütün, sevginin, dostluğun, muhabbetin, kolektivizmin ve tam bağımsızlığın sözcüsü, savunucusu, yaşayıcısı, taşıyıcısı, kavgacısı olmaya gayret ettim.
                Günübirlik ve yoz sevdalardan, münhasıran cinselliği temel alarak bütünsellikten, doğallıktan ve anlamdan yoksun yaşanan naif ve nahif aşklardan, menfaat eksenli kurulan ve mürailik kokan dostluklardan, sahtekârca tebessümlerden, cılız, içtenliksiz ve gayr-ı samimi merhabalaşmalardan, değerler ve kutsallar gibi ulviliklerin süfli ve sefil gayeler uğruna sömürü aracı olarak istimal edilmesinden, haksızlıklar muvacehesinde seslerin keskinleşmemesinden, hak yerine kuvvetin, rıza yerine menfaatin, barış yerine cidalin eksen alınmasından içtinap ettim ve iğrendim. İnsanlığı, aşağılık ve kişisel çıkarları uğruna istimal eden, akıllarına ipotek koyan, devrimci fikirlerini öldüren, direniş ocaklarının aydınlık meşalesini söndüren, daha baharındaki devrim çiçeklerini karanlık odalara kapatarak solduran, beşerlikten bireyliğe doğru ilerleyen mücadelesini akamete uğratan, insanları tevhide, özgürlüğe, birliğe, beraberliğe, dayanışmaya, yardımlaşmaya, kardeşliğe, sosyal adalete, kolektif telakkiye ve sevgiye çağırmayıp; insanlar arasında
polarizasyon ihdas ederek (parçalanma, bölünme ve ayrılık yaratarak), kendi umdelerine (ilke ve kurallarına) kulluk yapmaya ve ram olmaya davet ederek kula kulluğun kapısını aralayan partilerden, hiziplerden ve cemaatlerden iğrendim ve isyan ettim. İnsanlığın umutlarını, sevinçlerin, sevgilerini, aşklarını, ideallerini ve külliyen hür yarınlarını çalan aşağılık, ilkel, vahşi, iğrenç ve kahpe emperyalizmden nefret ettim ve amansız düşmanı oldum. Bütün umudum kendimde dedim ve namerde muhtaç olmadan yaşamak için çabaladım ve elhamdülillah muvaffak oldum. Her lahza, insanları meraklandırmayı, düşündürmeyi ve heyecanlandırmayı görev edindim.  
             Yıllarca her hizip, klik, parti, cemaat, cemiyet vs. hiyerarşik yapılanmalar halkların ve insanlığın polarize olmasından nemalandı durdu insafsızca ve namussuzca. Bitip tükenmeyen meta ihtirasları, lüks yaşama hazları ve mevki-makam-şöhret düşkünlükleri uğruna. Böyle menhus bir zihniyetin ve bu zihniyetin tevlit ettiği müptezel ve pespaye ahlâkın taşıyıcılarından, yaşayıcılarından ve kavgacılarından iğrendim ve yok edilmesi uğrunda amansız ve sürgit bir mücadele verdim. Binaenaleyh, insanların aklına ipotek koyarak onların hür birer birey olmalarını ve kendi yağıyla kavrulup, kendi ayakları üzerinde durabilen haysiyetli birer şahsiyet olmalarını engelleyenlere karşı amansız bir mücadele verdim ve biteviye direndim. Şimdi her türlü acıya, ıstıraba ve çileye karşı ilânihaye devasa bir sabırla behemehal direnen bu gövde adeta yorgun bir vapur gibi, ama tecrübelerle yüklü bir vapur.
Bacon diyor ki: ‘’bilgi azaptır, bilgi aynı zamanda güçtür ve bilgi arttıkça huzursuzlukta artar.’’ Goethe diyor ki: ‘’bilgi arttıkça kuşku artar.’’ Ama en keskin ve zamana hükmeden bir şekilde ekmel ve ulvi kitap KUR’AN diyor ki: ‘’hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?’’ Amenna, el hak doğru tanımlamalar. Bilgi azabı da, huzursuzluğu da, kuşkuyu da çoğaltsa, güce de egemen kılsa akabinde bilinç ve şuur kazandıracağı da muhakkaktır ve yüce kitapta ifade edildiği gibi bilenle bilmeyen asla bir olmayacaktır. Artık ne yapalım, gülü seven dikenine katlanırmış. Hayat korkudan kurtulunca başladığına, korkunun panzehiri de bilgi olduğuna göre bilmeye devam edeceğiz ve bilmeyenlerden ayrılacağız. Mütecessis olduğumuz müddetçe soracağız, sorduğumuz müddetçe okuyacağız, okuduğumuz müddetçe bilgi sahibi olacağız, bilgi sahibi olduğumuz müddetçe korkmayacağız, korkusuz yaşadığımız müddetçe de özgür ve bağımsız olacağız, özgür ve bağımsız olduğumuz müddetçe de kula kulluktan kurtulup münhasıran YÜCE ALLAH’a ram olacağız. Ve bu istikamette de hayatımızı, tevhid-adalet-özgürlük aşkı, emek-vatan-bağımsızlık kavgası uğrunda, hak sözün hâkim olması yolunda, ülkemiz, halkımız, milletimiz ve dinimiz yararına istimal (kullanmak) edeceğiz ki, ulvi ve mukaddes MESULİYET DAVASI’nın mümessilleri olan şahsiyetleriz.     Cehaletin mahkûmu olup, şunun bunun oyuncağı haline gelip sürü olarak güdülmektense, bilginin erdemiyle şerefli bir birey olarak yaşamak daha azizdir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi ‘’hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?’’ diye boşuna –sümme hâşâ ve kella- söylememiştir herhalde yüce ALLAH. Şimdi, hiçbir ilkel ve adi emperyalistin, kan emici vahşi siyonistin, müptezel ahlâkı hürriyet sanan ahmak liberalistin, ekmel ve ulvi din İslâm’ı rant kapısı olarak gören, dini afyonlaştıran ve kula kulluğun kapısını aralayan dar kafalı cemaatçinin, insanlığı polarize ederek ırkçılığa yelken açan sefil beyinli faşistin, devletçiliği zorbalık aracı olarak görüp halkın malına metazori olarak elkoyup halkı sefaletin mahkumu kılan ve birkaç kodamanın sultasını ikame eden sahtekar komünistin, cumhuriyetin banisi Mustafa Kemal’in vasiyeti olmayan ve onun hayatında asla icra etmediği bir fikri teşekkül oluşturarak ve bu doğrultuda oligarşik bir yapılanma ihdas edip halkın üzerinde tahakküm kurup ve bu fikir altında halka kendi sapkın ve süfli fikirlerini metazori olarak dikte eden, hatta halk bu zevzuhur tiplerin niyetlerini anlayıp karşı çıkınca da, halkı Mustafa Kemal muhalifi olarak gösterip toplumsal dokuyu parçalara ayırarak kendi çıkarlarını temine yönelen mürai ve bukalemun kemalistin, münhasıran çıkarını düşünen kumarbaz politikacının, ahengin güzelliğini idrakten yoksun olan ve başıboşluğu yücelten zavallı anarşistin, insanlığın aklına ipotek koyarak ve varlıklarından nemalanarak palazlanan ve mukaddes değerleri sömürü aracı olarak istimal eden dinci bezirganların tezviratlarına aldanmıyor, kumpaslarına gelmiyor, mugalatalarına kanmıyor, sloganlarına esir olmuyor, gösterdikleri yoldan gitmiyor, mebzul miktarda ibzal ettikleri sahte, basit ve yoz tebessümlerine aldanmıyor ve ardı sıra gitmiyorsam, hak yolunda ve halk uğrunda özgür, bağımsız, şerefli, kimlikli, kişilikli, haysiyetli ve namuslu bir BİREY olarak yaşamayı becerebiliyorsam, alnımın teriyle ve mukaddes emeğimle gecemi gündüzüme katarak, bitevi bir mücadele nihayetinde (yüce RABBİM’in izn-i ilahisi ile ve bizatihi irade ve tercihimle) kesbettiğim bilgimin ve yaşadığım engin tecrübe hamulesinin sayesindedir. Ve dahi en sadık dostum ve sırdaşım olan KİTAPLARIM’ın desteğiyledir. Ve bugün insanlık sefaletin dehlizlerinde, esaretin girdaplarında, zulmün karanlığında, sefil beyinli tiranların sultası altında süfli hazlarının kurbanı olarak yaşıyor, cehaletin ve tefrikanın kurbanı oluyor, hürriyetin tadına varamıyorsa KİTABA olan mesafesinden ve BİREY olarak yaşamayı beceremeyişindendir. Kurtuluşu hep kitapta gördüm. Çünkü; toplumları cehaletin karanlığından ve sapıklığın bataklığından çekip alacak olan, zorba, zalim ve ceberut tiranların sultasından özgürlük iklimine mülaki kılacak olan ve temizliğin ve aydınlığın zirvesine taşıyacak olan bilginin ve ahlakın kaynağı kitaptır. Bugüne kadar olan yaşam serüvenimde bütün kitapları okudum, bütün fikirleri öğrendim, bütün önderleri tanıdım, bütün tanrılarılara dair bilgi sahibi oldum. Her nevi sapkın fikri tanıdım, okudum, öğrendim ve yaşadım. Muhtelif cemaat yapılanmalarının içinde bulundum, her cihetten tahlil ve tetkik ettim ve devasa bir sömürü düzeneği tesis ettiklerini, dini afyonlaştırdıklarını, hakikati örttüklerini, münhasıran statükonun ve kompradorların sömürü çarkının dönmesini sağladıklarını tespit ettim. (burada aydınlık beyinleri tutsak eden, kişinin bireyliğe giden yolunu tıkayan, özgür düşünceyi katleden ve din alıp din satan dinci cemaatleri kastediyorum yoksa hakikati eksen almış tevhit-adalet-özgürlük ve emek-vatan-bağımsızlık aşkıyla yanan muvahhit ve dindar cemaatleri değil) En şumüllüsününde ABD mahreçli küresel sermaye desteğinde, diyalog ve hoşgörü tezviri ve ihanetiyle insanlığı aldattığını bedahetle ve her cihetten tespit ettim. Müritlerinin duygularını en ufak bir vicdani sızı duyumsamadan ve hissetmeden nasıl istismar ettiklerini, kişiliklerini nasıl öldürerek kayıtsız şartsız itaat eden birer köle haline getirdiklerini, himmet toplantılarıyla alın terlerini sömürdüklerini, ceplerine göre insanlara muamele yaptıklarını, insanları köle gibi kullandıklarını, toplumda kast sistemi tesis ettiklerini bizatihi derinlemesine müşahede ve tespit ettim.  Halkın milli ve manevi bilincini nasıl dumura uğrattıklarını, milli sezgiyi ve hissiyatı nasıl katlettiklerini, dini duyguları nasıl istismar ettiklerini ve gerçek dini nasıl gizlediklerini, hakkı batılla nasıl örttüklerini bedahetle ve sarahatle tespit ettim. Direniş türkülerini susturduklarını, parlak devrimci fikirleri öldürdüklerini, direniş ocaklarının aydınlık meşalesini söndürdüklerini, daha baharındaki devrim çiçeklerini karanlık odalarda nasıl soldurduklarını, sıkılmış yumrukları nasıl gevşettiklerini, sert adımları nasıl yavaşlattıklarını son tahlilde TAM BAĞIMSIZLIĞIN eceli olduklarını bütün çıplaklığıyla çıldırırcasına gözlemledim.  Kur’an dan yüce bir kitap, İslâm dan ekmel bir fikir, peygamberden daha büyük bir önder, iman dan daha kapsamlı ve derin bir hakikat,  ALLAH tan büyük, güçlü ve yüce bir tanrı görmedim. Ey insanoğulları! Bakın, görün, okuyun, düşünün, anlayın, kavrayın, özümseyin, inanın, iman edin, yaşayın, savunun, taşıyın, tebliğ edin. Kırın cehalet zincirlerini. Kendinizi bilin, haddinizi bilin, kendinizi bulun, ALLAH ınızı bulun, bilin, tanıyın ve ram olun. Özbenliğinize sahip çıkın. Şahsiyetli ve haysiyetli olun. Kimlikli ve kişilikli olun. Aydınlık istikbalinizi muhkem temeller üzerine inşa edin. Kendi hür ve güzel yarınlarınızın ve berrak dünyanızın banisi olun. Aklınızı başkalarının cebine koymayın ve uymayın da aklınıza ama kullanın aklınızı, iyiliği emretme, kötülükten menetme ve hayır yolunda. Bir gün hayatınızın tanık, kendinizin sanık olacağınızı asla unutmayın. Hiç kimseye kin duymayın, kimseden nefret etmeyin, dostunuzu düşmanınızı iyi tanıyın, ülkenizi, milletinizi ve değerlerinizi daima sevin ve koruyun. Dininizi yaşamaktan imtina etmeyin ve vazgeçmeyin. Kompleksli olmayın ve umudunuzu asla yitirmeyin. İnsanlığa faydalı olun. Herkes için iyilik ve güzellik dileyin. Sevginizi, sevincinizi, acılarınızı, doğan günü ve ekmeğinizi paylaşmasını bilin. Kolektif yaşamı içselleştirin. Emek-vatan-tam bağımsızlık kavgasından asla vazgeçmeyin. Aşksız bir hayat yaşamayın. İçinizdeki kompradoru söküp atın ve insanlaşın. İnsanların birliğinden, kardeşliğinden, yardımlaşmasından ve muhabbetinden mutluluk duyun. Sevgi ve muhabbet fedaisi olun. Dostluk köprüleri kurun. Alın terinizle yaşamayı kabullenin. Başkasının emeğinde ve namusunda gözün olmasın kesinlikle. Harama asla el uzatmayın, aç kalsanız dahi. Hakkınızı almak için savaşım verin. Özgür bir birey olmak için mücadele edin. Yüce RABBİM kimseyi açlıkla imtihan ve terbiye etmesin. ÂMİN. İnsanların haklarını haksız yere gasp edecek şekilde aşağılaşmayın. Bir eser bırakın ki, ebediyen yaşamayı hak edesiniz. Zira, bu âlem ve içindekiler anlamsız, boş ve saçma. Bir anlık zevklenmek ve eğlenmek için. Belki, olsa olsa sonsuzluk âlemini kazanmak için vesile olabilir. Çift dünyalı olabilme bahtiyarlığına erişin. Bilin ki, tek dünyalılar için hayat tam bir cehennemdir. Onun için her şey sonlu olduğu için yaşam bitevi acı ve ıstırap sunar. Bu da akıp giden hayatta yaşamın sunduğu zevklerden ve lezzetlerden tat alamamayı intaç eder. Son tahlilde insanı uçuruma sürükler. Asla deruni bir sükûnet, huzur ve dinginlik bahşetmez. Denizlerin fatihi koca Barbaros Hayrettin Paşa ne güzel söylemiş:
                                        
İnsan odur ki; koya her yerde bir eser,
                                         Eseri olmayanın yerinde yeller eser.
                Gerçek yaşantımızdan el çektirilen ve romanlarda, filmlerde, masallarda unutulan aşkları, sevgileri, yüksek ve yüce duyguları yaşayın ve yaşatın. Gücün sözüne değil sözün gücüne ram olun. Sözlerin yol göstericiliğine itimat edin. Ben attığım her adımı sözlerin yol göstericiliğinde attım ve hayatım boyunca asla keşke demedim ve pişmanlık duymadım, bilakis her dem bahtiyar oldum, ödülümü aldım. Tabi, burada mühim olan sözün kendisi yahut söyleyen şahıs değil, sözlerle ifade edilen, atıfta bulunulan hakikatlerdir. İlmin kapısı, ALLAH’ın aslanı, kâinat güneşinin damadı sıddık ve aziz insan Hz. ALİ (ranh)  efendimiz ne diyor: ‘’siz hikmeti alınız, geldiği yere bakmayınız.’’ Bize düşen, öğrenmek değil, anlayıp idrak etmek, bakmak değil derinliğini görmek ve eyleme dönüştürebilmektir. Hatta, özümsediklerimizi başkalarına da aktarıp paylaşarak bilginin çoğalmasına hizmet etmektir. Heraklit diyor ki: ‘’öğrenmek başka, anlamak çok daha başkadır.’’ Yine bir başkası diyor ki: ‘’bakmak başka, görmek çok daha başkadır.’’ Anlayınız ve görünüz. Sözlerin gölgesine iltica ediniz. Kitaba sarılınız ve ahlakı temel alınız, sadece ALLAH’tan korkunuz. Son tahlilde sözlerin en ekmeli ve en ulvisi olan YÜCE ALLAH’ın sözüne ram olunuz ve mutlak necata eriniz. ‘’Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol.’’ Mehmet Akif Ersoy. Yani sana armağan olarak bahşedilen ömür sermayeni şerefinle, hak yolunda, halk uğrunda ikmal et.
                Evet, çok kıymetli sevgili dostlarım ve muazzez gönüldaşlarım
‘’BEN KİMİM?’’ diye bir soru sordum ve bu cesur soruya sizler için cevap vermeye gayret ettim ve ‘’BEN BUYUM’’ diyerek, kimliğimi sizlere arz ettim. Ama beni anlamanızı isterdim ben anlatmadan beni.
                Dünya denizinde yüzen
Türkiye gemisinin yolcuları olarak kaptanlarınızı mutlak bir tetkik, tahlil ve murakabe ile intihap edebilmeniz dileği ve umudu ile.
                Sonsuz ve amansız yalnızlığa mahkûm müptedi bir şair ve çelik yürekli, demir yumruklu, özgür ruhlu, keskin sözlü, ateşli bakışlı,
özgür ve bağımsız bir devrimci olarak sizleri, duygularımın olanca yoğunluğu, düşüncelerimin olanca keskinliği ve dostluğun dayanılmaz özlem ateşiyle mükerreren selamlıyorum sevgili ülkemin ve soylu halkımın muazzez evlatları. 
                Dar-ı dünyadan dar-ı ahirete giderken, ardımda sevgiyle örülmüş, muhabbetle, dostlukla süslenmiş, samimiyetle ve fedakârlıkla perçinlenmiş bir dünya bırakacağım. Sevgimin ve fedakârlığımın gücü unutulmayacak. İnanan ruhların güneşli bahçesi olacağına iman ettiğimiz
CENNET YURDU’nda buluşabilme umudu ve inancıyla.
                Lütfen kitapsız yaşamayın. Kitapsız yaşamak; kuru, sığ, sıradan ve alelade yaşamaktır. Sıradanlaşmaktır. Herkesleşmektir. Ahlaksızlığa yakın olmaktır. Kitaplarla hemhal olmaksa ancak aykırı ve yüksek ruhların başarabileceği bir erdemliliktir ve erdem kentinin,
ALLAH ve ahlâk nizamının işçiliğine talip olabilmek yürekliliğini gösterebilmektir.
                Sevgiyle, muhabbetle, dostlukla, barışla, kardeşlikle, mutlulukla, özlemle,
AHLÂK’la ve KİTAP’la kalınız dostlarım.
             
HEDEF: Tam Bağımsız Türkiye
             
KİTAP: Ali Şeriati, Cemil Meriç, Nurettin Topçu, Galip Erdem, Dündar Taşer, Necip Fazıl, Nihat Genç, Kenan Kalecikli, Mustafa İslamoğlu, Fikret Başkaya, Rene Guenon, Martin Heidegger, Seyyid Kutup,  Nuri Pakdil, İsmet Özel, Erol Güngör, Sezai Karakoç, Frantz Fanon okuyabilirsiniz
             
SON SÖZ: Kur’an bilgisi + Kur’an ahlakı = sınıfsız, sömürüsüz, huzurlu, adil, özgür, bağımsız birey-toplum-devlet
                                      
‘’bilgiyle dirilenler ölmezler.’’ Hz. Ali (ranh)
                SİZ kıymetli, aziz ve sıddık dostlarıma kendimi ifade ettiğim bir şiirimi de sunayım âcizane. Engin hoşgörünüze ve derin anlayışınıza istinaden.

 

 


                                                  BEN…
                                 Düşlerim uzaklarda 
                                 Umutlarım zamanın avuçlarında
                                 Sevdalarım beyaz gülüşlerde gizli
                                 Muamma yüklü bir hayatın yolcusuyum
BEN.


                                 İhanetlerin kıskacında azatlı bir köleyim
                                 Berrak fikirlerim beynimde tutsak
                                 Aşkımsa yüreğimde kelepçeli
                                 Tehlikeli oyunların sergüzeştiyim
BEN.


                                 Bizdendir diyerek anlarlar
BEN’i
                                 Bir zümreye mahsussa neyleyim bu teni
                                 Yekpare bir kafile sararsa son demde kefeni
                                 Bilin ki; insanlığın davacısı, hürriyetin ve adaletin kavgacısıyım
BEN.
               

                  

 

Tarih: 18.04.2008 Okunma: 635

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?