ŞİMDİ KONUŞMA ZAMANI...

Özgür DENİZ - 03.08.2010

’Ya üniformalarınızı çıkarın ya görevinizi yapın.’’ Mustafa Kemal Atatürk

 

 

                ‘’Bir milletin ruhu ele geçirilmedikçe, bir milletin azmi ve iradesi kırılmadıkça, o millete egemen olmanın imkânı yoktur.’’ Mustafa Kemal Atatürk

 

 

                Evet, şimdi konuşma zamanı! Ordu kadim bir güçtür ve daima var olagelmiştir. İlk başlarda ilkel ve dağınık denilebilecek silahlı milisler şeklinde olsa da, zamanla düzenli ve çağcıl hale gelmiş ve devleti koruyan güç mertebesine yükselmiştir. Ordu bütün bir milletin nüvesidir adeta. Milletin alın teriyle beslenen bir kurumdur. Her şeyi devlet bütçesinden temin edilir. Aynı zamanda en etkili kurumdur. En güçlü kurumdur. Çünkü silahı vardır. İstihbarat ağı geniştir. Devasa insan gücüne haizdir. Savaşlarda ilk akla gelen yapıdır. Korkutucu bir özelliğe sahiptir. Binaenaleyh, özellikle komünist devletler birazda ordu devlettirler. Çünkü ordu devlet olmak Darvinizm zihniyetinin dayattığı bir gerekliliktir. Ki hayat savaş değil midir ve savaş ta silahla yapılmaz mı ve silah onu kullanacak bir al aramaz mı? Zaten komünist önderler, orduya sızmayı büyük görev addederler, bilakis başarısız kalmalarını mukadder sayarlar. Siyonizm niye dünyayı savaş alanına çevirir hiç düşündünüz mü? Çünkü silah satacaktır, çünkü savaşların zaruri olduğunu ve savaşlarda da orduların varlığının zaruri olduğunu ve buradan da silahın zorunlu olduğunu gösterecektir, çünkü ordulara çengel atmakla bir devlete çengel atmış olacaktır. Bu yüzden ülkeler arasında ki mübarezelerde, silahlı ya da silahsız, ilk dikkat edilen yer ordudur. Çünkü orduyu zaafa uğrattığınız zaman devlete en büyük darbeyi vurmuş olursunuz. Ya da orduya egemen olduğunuz zaman devlete de egemen olmuş olursunuz. Zamanımızda rejimlerin bile manivelasıdır adeta ordular. Bu yüzden istihbaratların cirit attığı yerdir burası. İlk ele geçirilmeye ve üzerinde etkin olunmaya çalışılan yerdir.

 

 

Ordu bahusus Türk Milleti nezdinde ayrı bir öneme ve değere sahiptir. Türk Milleti her zaman savaşan bir millet olduğu ve o kadar devlet yıkıp, devlet kurduğu için (bunu bir marifetmiş gibi söylemiyorum tarihi bir gerçeklik olarak ifade ediyorum), ordu konusunda uzmanlaşmıştır. Şimdi diyebilirsiniz ki; bir çapulcular sürüsünü alt edemedi sen neyden bahsediyorsun arkadaş diye: derim ki; içerisi temiz olsaydı dışarısı da muhakkak temiz olurdu. Son ihaneti anımsayın. Ordu konusunda o kadar yeniliği bu millet yaratmıştır. Savaş taktiklerinde yeteneklidir. Ve bir milletin ordusu, muhakkak, o milleti millet yapan değerlere yaslanmak zorundadır yoksa helak olması, zafiyete düşmesi ve devleti tehlikeye sokması hatta kendini diskalifiye etmesi mukadderdir. Bu konuya biraz daha ayrıntılı olarak ‘’Yüce Ordu Üzerine’’ yazımızda ve bazı yazılarımızda değinmiştik. Bu yüzden meselemiz başka. Geçelim

 

 

                Sürekli olarak dolaylı yönden değindik, anlaşılmasını umduk, zira anlaşılması gereken anlaşılmadığı takdirde, yara derinleşmektedir, insanlar arasında ki lüzumsuz düşmanlık keskinleşmektedir ve gerçek’te gizli kalmaktadır. Belki bir katkı sunmuşuzdur yerlileşme ve büyük güç olma yolunda, yeniden yapılanmaya dair. Tabi bu katkılar bir anda ortaya çıkmaz, süreç işidir. Türk Ordusu düşmanlarımızın korkusuydu, kâbusuydu işte tam da bu yüzden zayıflatılmalıydı. Çünkü tarih boyunca hep böyle olmuştur. Bazı ruhu çürümüş sefiller aksini söylese de gizli garezden dolayı, gerçek budur. Sadece tarihinizde bir gezinin kifayet eder. Ama kadim Türk ordusu tarihinin hiçbir devrinde töresinden ve değerlerinin kaynağından asla taviz vermedi. Aksakallı kocaları ihmal etmedi. Güzel sözlü hocaları es geçmedi. Bunun en bariz örneklerinden birisi Fatih-Akşemseddin örneğidir. Ordu zayıflamayınca devlet zayıf düşürülemezdi. Millet pasifize edilemezdi. Öyleyse orduya el atılmalıydı. Atıldı da. Siyonistler ilk evvelde ordumuza el attılar. Ordumuzla milletin arasını açmaya çalıştılar. Halkın değerlerine muhalif hareketlere sevk ettiler ve halkla arasına mesafe soktular. Tabi bu sadece dış etkilerle olacak bir şey değildir, içten birileri dış etkilerin tesirine kapılıp ihanete yeltenmedikçe. Ve içeriden birilerini buldular, sürekli olarak içinden çıktığı halka mugayir tavırlarda bulundurttular. Az buçukta olsa dini temayülü olanları fişlettiler. Milli hissiyatı güçlü olanları işlettiler. Böylece koca bir ülkeyi piştilettiler.

 

 

                Ne oldu: orduya bu milletin değerlerine mesafeli kimseleri soktular. Halka şu bilinci aşılattılar ya da yanlış düşünceyi zerk ettirdiler. Ordu dinsiz. Bu kahpe bir tuzaktı. Tabi burada Büyük Türk Ordusunun bütününü itham etmiyoruz. Bu kutsal yapı içinde ki hainlerden bahsediyoruz ki olmayacak bir şey değil. Ki ihanette malum oldu. Hain her yerde vardır. İçeriye sızdırılanlarda, orduda ki şerefli Türk subaylarını tesir altında bıraktılar. Ve zaman için de bu iş olağanlaştı. Böylece dış istihbaratların sızması da kolaylaştı. Zira kendi değerlerini terk eden başka değerlere kapısını açmış olurdu. Orduyu oluşturan en büyük değer olan Mehmetçikler şehit olduğu halde anaları-babaları-bacıları bazı konularda gücendirildi. Misal; şehitliğe aday oğullarının törenlerini şöyle gururla izlemelerine olanak tanınmadı. Tel örgüler dışında bırakıldılar ve ağlatıldılar. Bunu vicdanlar asla kabul edemezdi. Bana kimse bu mutlak yanlış davranışın Türk’ün töresinde ve dininde yer aldığını gösteremez. Hele hele Türk’ün özü olan aziz ordusunda, Peygamber Ocağı’nda, böyle şeylerin olabileceğini vicdanıma kabul ettiremez. Dine temayülü olanlar ordudan tard edildiler. Ama katıksız ordu düşmanı olanlar dâhilde kalmayı başardılar. Atılanlar adeta açlığa mahkûm edildiler. Halkın değerlerine her zaman e-muhtıralarla darbe indirdiler. Sürekli siyasete müdahil oldular. En ufak bir siyasi harekette fikir beyan ettiler ve durduk yerde toplumsal huzursuzluğa meydan verdiler. Oysa taş yerinde ağırdı bunu bilemediler. En başta ki Mustafa Kemal’in sözünü anımsayın. Zaten tarihinde onca darbeler yaptırılarak zaafa uğratılmıştı. O darbelerle halka yapılanlar sonucunda halk adeta ordudan soğutulmak hatta orduya düşman edilmek istenmişti ve kimilerinin indinde bu başarıldı da. Ama tayin elden hedeflere ulaşmak için bu melun oyunlar devam etmeliydi ve ettirildi. Geldik bugünlere. Sonuç malum. Halk müthiş derece de gücendirilmiş durumda. Tek suçlu adeta ordu gibi görülüyor. Tabi zevahire göre bu doğal. Ama perdeyi indirdiğiniz zaman ardından başka saiklerde ortaya çıkar. Özellikle kukla siyasetçiler. Darvinizmin bu topraklarda kök salmasını sağlayan, masonların siyaset ayağı olan politikacılar esas oğlandır bu durumda. Ama bizlerin gözlerine perde indiği için olayları iyi göremiyoruz, aklımız kilitlendiği için idrak melekemiz dumura uğramış.

 

 

                Darvinizm, insanlığın düşmanı bir sapığın, insanlığın düşmanı bir ideolojiyi beslemek için, yani siyonizmi beslemek ve dünyaya hâkim kılmak için ortaya attığı zırvalardır. Sürekli savaşı emreden bir zırva. Sadece güçlülerin egemen olduğunu ve hayatta kaldığını iddia eden bir zırva. Ki kendisi bile zırvaladığını bazı sözlerinde kabul etmek zorunda kalmıştı. Zayıflara yardım edilmemesi gerektiği savını ileri süren bir zırva. Herbert Spencer denilen namerdin düşüncelerine bakınız. Zaten bu yüzden de ülkem hep kirli çatışmaların odağı olmamış mıdır? İlla savaşılacak bir örgüt bulunmamış mıdır? Yoksa da yaratılmamış mıdır? Ve güçlüler hep bu savaştan uzak durmuşlar ama rantını da ye-me-miş-ler midir? Söyleyin bana lütfen, kirli, kanlı ve katil savaşlarda kazanan kimdir? Ölen kim? Siz hiçbir tane zengin zibidisinin, komprador piçinin dağlarda gezdiğini gördünüz mü? Siz hiç kelli felli bir kodamanın, makam mevki sahibinin ya da eli güçlünün oğlunun vurulduğuna şahit oldunuz mu? Siz hiçbir yoksul çocuğunun Nişantaşılarında keyfi âlem yaptığına şahit oldunuz mu? Siz hiç villaların, yatların, katların önünde şehit cenazesi yıkandığına tanıklık ettiniz mi? Ekranlara bakıyorsunuz, oralarda salya akıtan soysuzlar kimin gölgesinde vur patlasın çal oynasın yapıyorlar hiç düşündünüz mü Allah aşkına? Bu ülkenin dağlarında yoksul Mehmetler vurulur, hesap yine onun anasından-atasından-bacısından sorulur ama ekranlarda başköşeye kanı bozuklar kurulur. Bu nasıl bir bozulmaz kader imiş? Bu nasıl bir kahpe düzen imiş böyle? Bu nasıl bitmez tükenmez bir savaş imiş böyle? Kardeşi kardeşe düşman eden! Bir ülkenin gücünü yiyip tüketen, bir ülkenin çocuklarının hakkını yağmalayan, umutlarını harcayan! Bir ülkenin evlatlarının yaşamlarını çalan! Yoksulları öldüren ama zalimleri güldüren! Evet, dostlar, hepsinin temelinde lanetli bir zihniyet var! Darvinizm. İnsana hayvan olduğunu söyleyen ve hayvan gibi yaşaması gerektiğini öğütleyen ve yine hayvan gibi savaşmasını dikte eden kir, kan, zehir ve ölüm kusan bir zihniyet. Türk’ün ruhuna aykırı bir zihniyet. Türk’ün çocuklarını katleden bir zihniyet. Türk ve Kürt kardeşleri perişan eden ve birbirlerine amansız düşman eden bir zihniyet. Silah baronlarını güldüren bir zihniyet. Para babalarının kasalarını dolduran bir zihniyet. Ahlak düşmanlarının dostu bir zihniyet. Fahişe fikirlilerin yoldaşı bir zihniyet. Dini yok etmeye çalışanların yegâne dostu-yardımcısı bir zihniyet.  Hülasa, İslam ve insan düşmanı olanların hayattaki tek dostu, yoldaşı, sırdaşı olan bir zihniyet.

 

 

                Gelelim politika ayağıyla ilgili izahata. Şöyle ki; masonlarla teşrik-i mesai yapan bazı yapılar bir şekilde Türk subayına kancayı takıp ona tesir etmişlerdir ve zehiri akıtmışlardır. Apo itiyle kucak kucağa yatan, Aponun itlerine gülücük saçan ve vur Türk ordusuna diyenleri hatırlayınız lütfen. Darvinizm zehirini fasılalı olarak akıtmışlardır. Bunu özellikle kanca takılmış, sonrada zehirlenmiş Türk kızları vasıtasıyla yapmışlardır. Bazılarının bazı hareketlerini anımsayınız. Dernek görüntüsü altında ihanet edenlerin hareketlerini düşününüz. Ve zehir yayılabildiği kadar yayılmıştır. Nihayet bütün bir ordu zehirlenmeye çalışılmış ve birkaç kişinin egemenliğine girmesi yolunda ciddi mesafeler katedilmiştir. Artık karar merci o kişiler olmuşlardır. Bütün güç onların tekeline geçince de istedikleri gibi hareket etmişlerdir. Türk-İslam zihniyeti terk edilmiştir. Bu zihniyet terk edilince halka sırt dönmek kolay olmuştur. Zaman içinde bu zihniyet- yol üzere olanlar ordudan tasfiye edilmişlerdir. Ve bu minvalde ki siyasi hareketler karşısında hep bu gücü bulmuşlardır. Ve atılacak adımlar akamete uğratılmıştır. Ordu tek karar merci olarak gösterilmek istenmiştir ve siyaset adeta ordunun hegomanyasına girmiştir. Tabi buda birilerinin işine gelmiştir. Yazının başlarında bahsetmiştik ordu ele geçmeyince devleti ele geçirmek ve zaafa uğratmak imkânsızdır diye. Bazıları –darvinist zihniyetini bu topraklara sızdıran siyasiler ve aydınlar- da farazi olarak ordudan çekiniyor görüntüsü altında orduya muazzam güç vehmetmiş ve bu toprağın ruhuyla beslenenlerinde çekinmesini sağlamıştır.

 

 

                İstenilenin tam kotarılması için de daha sonraları bir PKK denilen illet çıkarıldı. Bu da bir nevi darbelerin meyvesiydi. Ordumuzu sürekli meşgul etti. Bu yüzden silah baronları Karunlaştılar adeta. Doğu bölgemiz adeta askeri ablukaya alındı. Ve orada ordu bünyesinde ki bazı kişilerin indi ve fevri hareketleri orduya muhalefet zemini yarattı. Ve bazı soysuzlarda -aydınlar ve siyasetçiler- PKK‘yı güya bir Kürt hareketiymiş gibi sundular ve zamanla halka kabul ettirdiler büyük oranda. Oysa PKK denilen şerefsiz örgütte bilinçli olarak çıkarılmış ve Darvinist zihniyete yaslanan bir örgüttü. Apo denilen itte, itlerini bu zihniyetle besliyordu. Şu zehirlere bankız lütfen: ’’hayvanın en ileri sosyalleşmiş biçimi insandır. En vahşi hayvandır insan, en acımasız hayvandır.’’ (Kürt Hümanizmi ve Yeni İnsan, İstanbul, Nisan 2001, s.106) ‘’Bizim ortamımızda sosyalizmin ve komünizmin ölçüleri egemendir. Sosyalizmde herkese emeği kadar verilir. Bu, parti (PKK) içinde de geçerlidir. Bu, komünist toplumun kuruluşuna kadar geçerli olacaktır.’’ (Tasfiyeciliğin Tasfiyesi, s.153) ‘’Lise dönemlerinde büyük felsefik bunalımı yaşadım. Tanrı ile savaşı verdim, bu savaştan başarı ile çıktıktan sonra yarı Tanrı oldum.’’ (Özgür Yaşamla Diyaloglar, Ekim 2002, s.257)

 

 

Kürt kardeşlerimizle ordumuzun arasını iyice açtılar. Şerefsiz propagandalarla bunu sürekli katmerleştirdiler. Burada ki asıl mesele şuydu: Türk Ordusu PKK denilen şerefsiz ve kukla örgüt nezdinde yenilmiş gibi sunulacaktı. Burayı iyi okuyun lütfen. Çünkü Ordu-PKK mübarezesinde ki en kirli ve kahpe oyun işte budur. Yani büyük Türk ordusunun çapulcular sürüsü karşısında aciz kaldığını güya göstermek. Bir ordu bile üstesinden gelemedi, artık dikkate almanız gerekir bu örgütü denilecekti. Devletle bu şerefsiz örgüt masaya oturtulmaya yeltenilecekti. Apo denilen itin devlet nezdinde dikkate alınması sağlanacaktı. Özellikle adeta bir zehirli yılan görevi görüp toplumun damarlarına zehrini enjekte etmekle görevli taraf gazetesi denilen paçavranın yazarı olan Ahmet Altan isimli şahsı düşünün. Her konuştuğunda bu ifadeyi kullanmıyor mu? Bu önerileri dikte etmiyor mu? Ve yine güya Türk medyası olarak kendini sunan bazı siyonist borazanı medyaları düşünün. Darvinizmin bu ülkede ki ayağı olan ve şakşakçılığını yapan ve sürekli lağım akan kanalizasyonlarda ki Darvinist propagandaları düşünün. Ve böylece muazzam bir mesafe kat edilmiş olacaktı. Ordu içinden de bu işin kıvama ermesi için bu şerefsiz örgüte destek çıkanlar var edildi. Ve üç beş çapulcuyla yıllarca mücadele edildi onbinlerce vatan evladı şehit düştü. Bu haklı bir infiale yol açtı sürekli, toplum nezdinde. Kürtler düşman edilmişti, şimdi de Türklerin orduya mesafeli olması sağlanmalıydı. Bu da başarıldı. Burada kesinlikle halkın suçu yoktur. Çünkü halkın zerre etki gücü yoktur dönen dolapları, kahpece tuzakları ekarte edebilmesi için. Sadece oyunu, o kadar açık oynandığı halde, sezememekte kusuru vardır, o kadar. Ayrıca özel birlikler diskalifiye edildi ve dağlar tecrübesi olmayan Mehmetlere emanet edildi adeta ve bu şehitlerin artmasına neden oldu. Birde siyaseti yönlendiren malzeme oldu ayrıca bu lanetli oyun.

 

 

Son tahlilde; kahpe bir zihniyetin ve o kahpe zihniyetin yönlendirdiği bir lanetli oyunun kurbanlarıyız sevgili dostlar. Artık uyanmalıyız. Hakikate dayanmalıyız. İslam ahlakı ile boyanmalıyız. Kadim hesabı görmeli defterleri dürmeliyiz ve kem talihi döndürmeliyiz.  Yakılmış olan lanetli ateşi söndürmeliyiz. Masum Anadolu’nun masum çocuklarını güldürmeliyiz.

 

 

Artık, kim olduğumuzu bilmenin ve o doğrultuda yaşamın zamanı gelmiştir. Artık bu ülkede ki Darvinist zihniyetin baronlarını ve o baronların ağzı olan lanetli basınları görmeliyiz. Onların hiçbir haberlerine asla inanmamalı ve güvenmemeliyiz. ‘’Fasıklardan gelen haberlere itimat etmeyiniz.’’ Allah. Artık kimin kim olduğunu ve neyle görevlendirildiğini fark etmeliyiz. Bu ülkede medya denilen yazılı kâğıt parçalarının nasıl zehir akıttıklarını ve ülkeyi nasıl parçalamaya çalıştıklarını ihsas ve idrak etmeliyiz. Artık banka adı altında bu ülkenin kaynaklarını sömüren ve aynı zamanda bu ülkenin aleyhine organizasyonları destekleyen ve ülkeme küfrettiren kanı bozukları görmeliyiz. Artık bu ülkenin çocuklarının alın terini çalarak büyüyen ve derin organizasyonlar teşekkül ederek her hayırlı işleri akamete uğratan kodamanlar zümresinin yarattığı devasa yılanın başını ezmeliyiz. Artık sanatçı kimliği altında bu milletin çocuklarına ve değerlerine küfreden şerefsizlerin kim olduklarını ve neye çalıştıklarını görmeliyiz ve ürettiklerinin birer kusmuktan ibaret olduğunu görmeliyiz. Artık Türk Ordusunun gerçek düşmanlarının kim olduğunu, Türk Emniyet Teşkilatının kadim düşmanlarının kim olduğunu, Milli İstihbarat Teşkilatını kimlerin bugüne kadar yönlendirdiğini, Milli Eğitim Teşkilatına kimlerin musallat olduğunu görmeliyiz. Türk Adalet Teşkilatını kimlerin felç ettiğini, Türk Üniversitelerini kimlerin ilim mabedi olmaktan çıkardığını ve film seti haline döndürdüğünü muhakkak görmeliyiz ve tedbirlerimizi acilen almalıyız.

 

 

Artık Türk-İslam saltanatına oturup; Darvin sıpasının kuyruğundan tutup, Darvinizm sopasını eline alıp ve ilerlemenin önünü nasyonal komünizm tıpasıyla tıkayarak halkın bahtını karartanları diskalifiye edip, halkın karanlık bahtını aydınlatma zamanı gelmiştir. Topraklarımızın canlanması, al bayrağın mavi göklerde nazlı nazlı dalgalanması, hanelerimizin huzur bulması, çocuklarımızın gülmesi, güzel vatanımızın dört bir bucağında kardeşçe türkülerimizin söylenip halaylarımızın çekilmesi, horonlarımızın tepilmesi, işsizliğin gerçekten temelli şekilde sonlanması, aşsızlığın son bulması, eşitliğin ve paylaşımın egemen olması, lanet sınıfçılığın son bulması, adalet çarkının tıkır tıkır işlemesi Allah-Kur’an-Muhammed şahit olsun ki Darvinizm zehrinin safralardan boşaltılmasına bağlıdır. Yemin ediyorum her tülü belanın sebebi budur. Artık oyun bozulmalıdır. Nasıl insanların sağlıklı ya da hastalıklı olması beslenmeleri ile doğru orantılıysa maddi hastalıklarında sadır olması Darvinizmle ilgilidir. Çare İslam doktorunun reçetelerine kayıtsız şartsız uymaktadır. Nasıl kanser, verem, veba, sıtma vb hastalıklar iç bünyede ki yetersizliklerin dışa vurumu ise, fuhuş, içki, kumar, eroin vb hastalıklarda maddi hastalıkların dışa vurumudur. Darvinizimin yegâne panzehiri İslam’dır. Zaten mücadele de İslam ile darvinizm arsındadır. Hak ile batıl arasındadır. Tevhid ile şirk arasındadır. Muvahhit ile müşrik arasındadır. Küfür ile iman arasındadır.  İnsanımızın dinden bu denli uzak kalmasının da, kimliğinden kopmasının da, dünyaya bu derecede tapmasının da, fani ve süfli zevklere aldanmasının da ardında darvinizm denilen zehir vardır. İşsizliğin, aşsızlığın, eşitsizliğin vb bütün melanetlerin yegâne sebebi bütün değerlerim adına yemin ediyorum bu zehirdir dostlarım. Ve bu zehir ile zehirlenenler asla bu toplumun derdine derman olamazlar. Zaten bütün melanetleri ve dertleri yaratanda bu zehir ile zehirlenmiş olanlar değil midir?

 

 

Artık, Tam Bağımsız, Güçlü, Aydınlık, Özgür ve Büyük Türkiye’yi yeniden inşa etme vaktidir vakit. Büyük Türk Ordusunu kadim zamanlarına döndürme zamanıdır zaman. Haydi, kadim kardeşler, Müslüman-Türk-Kürt evlatları görev sizi bekler!

 

 

Ülkemin bağımsızlığına, milletimin özgürlüğüne, gençliğimin umutlarının gerçek olmasına ömrümü adadığım için bahtiyarım. Ve bu yolda son nefesime kadar dövüşmeye kararlıyım. Ne bir mevki derdindeyim, ne şöhret arzum var. Ne de mülk yarışındayım. Sadece son nefesimi verdikten sonra baki hayatımda bana faydası dokunacak azıcık bir iyilik peşindeyim. Allah’ım utandırmasın, uyutmasın, saptırmasın. Amin.

               

 

 

 

 

 

Tarih: 03.08.2010 Okunma: 640

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?