RESMİ TARİH...1...

Özgür DENİZ - 03.08.2010

Yemin olsun, inancın ve hakikatin gücü karşısında, bütün güçler yenilmeye ve eğilmeye mahkûmdur. ÖZGÜR DENİZ.

 

           

 

 

 

‘’KİŞİNİN, BİLMEDİĞİ ŞEYİ BİLDİĞİNİ ZANNETMESİ, ONURSUZ BİR CEHALET DEĞİL MİDİR?’’ SOKRATES.

 

 

 

 

 

‘’BİR ŞEYİ, ONU YAPANDAN DAHA İYİ KİM BİLİR?’’ öyleyse bizi yapan ve bizi bizden daha iyi bilene kayıtsız şartsız tabi olalım.

 

 

 

 

 

Resmi tarih iki türdür. Birincisi; yekpare dünyanın resmi tarihi, ikincisi; ülkelerin kendi resmi tarihleridir. Dünyanın resmi tarihini dünyanın yönetimini paylaşan efendiler yazar ve bu tarih yazıldığı gibi de insanlığın beynine enjekte edilir. Bu resmi tarih, her ülkenin, (küresel efendiler tarafından efendi tayin edilmiş) kendi, (küresel efendilerin kölesi olan) efendisi tarafından, kendi halkına zerk edilir.

 

 

 

 

 

(Hani İzak Rabin bir zamanlar ‘’on İslam ülkesini İsrail’in adamları yönetiyor’’ diyerek bir gerçeği ifşa etmişti ve sonrasında da Mossad ajanlarınca katledilmişti. Yani bunu bariz şekilde müşahede edebiliyoruz bugün. Mısır’ı düşünün, ne demek istediğim anlaşılır. İslam ülkelerinin kahir ekseriyetini, maalesef, zalim ve alçak firavunlar yönetiyor.)

 

 

 

 

 

Kitaplar en büyük araçtır bu mevzuda. Bahusus yazdırılmış kitaplar, resmi tarihlerin beyinlere zerk edilmesinde en güzel araçlardır. Resmi tarihin kurgulanmasının nedeni; insanların zor kullanılmadan ikna edilmesi ve siteme adaptasyonlarının sağlanması içindir. Yerli resmi tarih, kalıpsal olarak küresel resmi tarihe dayanır. Onun üzerinden şekillenir. Böylece, insanlık, hep aldanışların kurbanı olur.

 

 

 

 

 Bu işlerle ilgilenen bölüm olan USIA (Amerikan Danışma Bürosu), belirlediği hedefe ulaşmak için, çok basit bir yöntem izler. Bir kitap yazdırır. Kitabın okunması için sansasyon yaratır. Yazarla anlaşarak devletle ilgili bazı sıraları kendisine verir. Tek isteği kitap üzerinde tek kontrol sahibi olmaktır. Pek çok gazeteci çok para kazanmaya hayır demez. Ayrıca gizli bilgilere ulaşan adam olarak ün sahibi olmakta iştah kabartıcıdır. Tek yapacağı sipariş kitaba imza atmaktır.

 

 

 

 

 

Resmi tarih, müesses nizamın kurucularına meşruiyet kazandırır. Ve onların uygulamalarına karşı ortaya çıkacak tepkinin direncini kırar. Zihinleri kilitler ve işlevsiz kılar. Geçmişi karartır. Mevcudu yüceltir. Böylece değişime, gelişime, ilerlemeye darbe vurur. Her şeyi zamanda dondurur. İnsanları zihinsel kaostan kurtarır güya ve tensel kozmosu sağlar. Yani sorumluluktan kurtarır bir nevi. Böylece insanlar uyuşur. Çünkü zihinsel kaosun durması demek, insanın donması demektir. Zira, zihinsel kaos ilerlemenin, değişmenin, gelişmenin tetikleyicisidir. Zihinsel kaos içinde olanlar her daim uyanıktırlar ve gerçeğin peşindedirler. Yenilikleri keşfetmenin heyecanıyla yaşarlar.

 

 

 

 

 

Haddizatında resmi tarih, yücelişin düşmanıdır. Küresel bazda da böyledir bu, yerel bazda da.

 

 

 

 

Kurtuluş için, işe, öğretilmişleri silerek, öğretilenleri reddederek ve her şeyi yeniden öğrenmeye başlayarak başlanmalıdır.

 

 

 

 

Yoksa, kendimizi özgür sansak ta köleyiz ve bu hep böyle sürüp gidecek. Yalanların mahkûmu olacağız ve yaşantılarımızı yalanlar şekillendirecek. Bir şeyler bildiğimizi iddia edebiliriz ama gerçekte bomboş olduğumuzu yok edemez bu.

 

 

 

 

Dünya resmi tarihinin belli başlı büyük yalanlarından bazıları şunlardır:

 

 

 

 

ABD (kapitalizm-sağ) – SSCB (komünizm-sol) mücadelesi

Hitler Faşizmi-Yahudi Soykırımı

Aya gidiş

Pearl Harbor baskını

Birinci Dünya Savaşı

Körfez savaşı

Irak işgali

 

 

 

 

Ülkemizin, resmi tarihinin, belli başlı olaylarını ise zaten biliyorsunuz. Ne olduklarına ve izahlarına girmeyeceğim.

 

 

 

 

Yazımızın gelişim seyri içerisinde, Dünya Resmi Tarihinin yalanlarından bazılarına değineceğiz. Bahusus, SSCB (komünizm-sol) ve ABD (kapitalizm-sağ) mücadelesine geniş yer vereceğiz. Çünkü, halen, dünyamızı ve yaşamımızı derinden etkilemektedir. Tabi, ben, kalıptan ziyade öze yönelik ayrıtılar vereceğim. Zaten, özü idrak edenin, kalıba gereği olmaz. Ayrıca, gelişim seyri içinde Hitler Faşizmi ve Yahudi Soykırımı ile ilgili de andırmalarda bulunacağım. Körfez Savaşı ve Irak İşgali zaten bizim yaşadığımız sürecin ürünleri olduğu için herkesin malumu. Tabi, yinede, isteyen kitaplardan araştırabilir daha geniş bilgi için. Aya Gidiş ve Pearl Harbor Baskını ile ilgili ayrıntı sayılacak bilgilere Harun Yahya’nın kitapları ile Aydoğan Vatandaş’ın ‘’Armagedon’’ isimli kitabına ve başka kitaplara başvurabilirsiniz. Farklı olarak ta, Kontrgerilla-Gladio örgütüyle ilgili olarak ayrıntı bilgiler sunacağım.

 

 

 

 

Burada, kısaca, Birinci Dünya Savaşı’na değinip geçeyim diyorum: bu çok planlı ve derin bir küresel operasyondu bendenize göre dostlar. Osmanlı İmparatorluğu parçalanmalıydı. ‘’Hilafet’’ tesirsiz kılınarak ‘’İslam Dünyası’’ başsız bırakılmalıydı. Çünkü güçlü bir hilafet makamı demek ‘’İslam Âlemi’’nin tevhit halinde ve çok güçlü olması demekti. ‘’İsrail Devleti’’ kurulmalıydı. Türklere kement vurulmalıydı. ‘’Mezopotamya’’ adı verilen bölgedeki hedeflere ulaşmak çabuklaştırılmalıydı. İnanın bu kanıya tamamen hiçbir kaynağa başvurmadan bireysel düşünce egzersizleriyle ulaştım ama Kemal Tahir’in galiba ‘’Kurt Kanunu’’ ya da ‘’Devlet Ana’’ kitabında ayrıntı olarak gördüm. Bu doğrultuda bir düşünce veriyordu sanki. Okumanızı öneririm. Yanlış olmadığıma eminim. Değişik kaynaklarda da bunu görebilirsiniz. Hülasa; Birinci Dünya Savaşı, özünde bir paylaşım savaşıdır.

 

 

 

 

Ciddi araştırmalara kendimizi adamış olsak, bunların hepsinin derin ve alçak bir yalan olduklarını görürüz. Ama bizler aldanmayı seviyoruz. Konforumuza kıyamıyoruz. Bilmekten korkuyoruz. Bilmenin beynimizi felç edeceğini, güzel giden yaşantımızı alt üst edeceğini düşünüyoruz. Öylede oluyor, ama, insanca yaşamanın da bir bedeli olmalı değil midir ki?

 

 

 

 

Resmi tarihler, dilin koparılmasını, kökün kesilmesini ve güneşin kaybolmasını sağlar. Böylece toplumlar dilsiz, köksüz ve güneşsiz kalarak zincirlere vurulur. Ta ki, uyanıp ta zincirleri kırıncaya ve asıl özüne dönünceye kadar.

 

 

 

 

 

KONTRGERİLLA-GLADİO…

 

 

 

 

 

Kontrgerilla, ‘’masonluğun’’ yasadışı sokak gücü organizasyonudur. Dünya Siyonizm’inin dünyayı şekillendirmekte kullanmak için NATO aracılığı ile kurdurduğu karanlık ve vahşi bir örgüttür. Dünyayı iyilik yoluna yöneltmek için mücadele edenlerin katledilmesi her zaman bu örgüt eliyle gerçekleştirilmiştir.  Mutedil fraksiyonlar arasında yer bulamadığı için radikal fraksiyonlar içinde yer edinmiştir. Komünizm ve faşizm gibi. Bu yüzden, bu fraksiyonların pençesine takılmış gençler kontrgerilla ağına kolayca takılırlar. Kendileri farkında olmazlar ama takılırlar ve kullanılırlar. Bunu, ancak, tepeye dikilmiş kiralık baş kuklalar bilir. Ama, dolgun ücretini aldığı ve keyfi tam olduğu için düşünmeden yürür çizilmiş yolunda. Bu ideolojilerin örgütlenmeye, genişlemeye, silahlanmaya, gerektiğinde silahlarının saklanmasına, yakalandıklarında kaçabilmeye ihtiyaçları olduğu için ve kontrgerilla tam da bunu sağladığı için kolayca tuzağa düşerler. Bu ideolojiler şiddete dayandığı için, bu ihtiyaçlara daima gereksinim duyarlar. Tabi bu gereksinimleri karşılayacak derin bir yapıya da. İşte bu örgütlerin ihtiyaçlarına cevap verecek yapıdır bu yapılanma.

 

 

 

 

 

Bu karanlık ve vahşi yapı, bazı duygulara sahip gençlere, mafya artıklarına, para, kadın ve süfli zevklerini ve işkence gibi adi duygularını tatmin edecek ortamı sağlar. Gladionun bu yüzünü gören aydın ve bürokrat kesimi ‘’eğilmeyen kırılır’’ ve ‘’bükemediğin bileği öp’’ mantığıyla zamanla bu yapının elemanı olurlar. Böylece derinden derine bütün toplumda tesirini hissettirir kendini kontrgerilla-gladio.

 

 

 

 

 

Fransız İhtilali’nin lider kadrosunu oluşturan ve hemen hepsi mason olan jakobenler aynı zamanda bir tür kontrgerilla örgütünün lideriydiler.  

 

 

 

 

 

Mesela, İtalya Başbakanı Aldo Moro, yaptığı işlerden dolayı aldığı tehditlere rağmen ‘’tarihsel uzlaşma’’ adını verdiği sol ve sağ partileri birleştirme politikasına hız vermişti. Aynı yıllarda Türkiye de bu işi Abdi İpekçi yapmaya çalışıyordu. CHP-AP koalisyonu için çabalıyordu. Petrol baronlarının çarklarına çomak sokuyordu aynı şekilde. Sırf terör ortamından çıkmak, rahat bir nefes almak için. Kamuoyu desteği aranıyordu. Fakat iki kişi de hedefe kondu ve yok edildi. Aldo Moro ittifakı sağlayacağı günden önceki gün öldürüldü. Ölüm emrini, Müslümanların en azılı düşmanı olarak bilinen Henry Kissinger’in verdiği malumdur. Tabi bütün dürüst iş yapanlarında düşmanıdır bu alçak Siyonist. Kontrgerilla’nın bu işi Kızıl Tugay’lara gerçekleştirttiği bilinmektedir. Kızıl Tugaylar ise Mossad’la derin ilişki içinde olan bir örgüttür.

 

 

 

 

 

‘’Kızıl Tugay üyeleri, Ortadoğu’daki kamplarda Almanya’nın Baader-Meinhof grubuyla beraber eğitiliyor. Ortadoğu’daki bu kamplarda Mossadlı subaylar eğitim veriyor.’’ (Time, 27 Mart 1978)

 

 

 

 

 

‘’Tutuklanan Kızıl Tugay lideri Rento Curcio, Mossad tarafından eğitilmiştir.’’ (Nokta, 8 Şubat 1987)

 

 

 

 

 

Bütün fail-i meçhul cinayetlerin en derin noktası şudur ki; hedef olan isim, hem toplumsal infiale sebep olabilecek bir kişilik olmalıdır, hem de çıkar çarkına çomak sokan biri. Bu hedefin yok olmasıyla hem toplum infiale gelsin hem de çark dönmeye devam etsin. Üçüncü bir kazanımda, maktulün temsil ettiği ideolojisi, hedefmiş gibi gösterilerek toplumda taban elde etmesi sağlansın. Yani fail-i meçhul cinayetlerin hepsi, orijinal ve operasyonel cinayetlerdir. Bu cinayetleri, bir grup kendi başına asla yapamaz. Hatta yerel bazda da yapamaz. Ardında küresel örgütler olması gerekir. İslami kesim ise, yapamamayı bırakın aklından bile geçirmez, geçiremez. Çünkü, yüce ölçüyü çiğnemiş olur. Ama bu cinayetlerde İslam tandanslı karakterler kullanılabilir. Bununda, ne İslam’la ne de Müslümanlarla alakası olabilir. Alaka kuranda katıksız bir haindir. ‘’Büyük oyuna’’ hizmet eden gizli bir piyondur.

 

 

 

 

 

 

1.Misal; Uğur Mumcu katledildi. Sonuç: toplumda büyük bir infiale sebep oldu. İslam’a küfredildi. Derin ilişkiler ifşa edil-e-me-di ve çark dönmeye devam etti. Müntesibi olduğu ideoloji ivme kazandı, taban kazandı, palazlandı geçici de olsa. Toplum korkuların esiri oldu. Vehimlerle yaşamak zorunda kaldı. İslam’a ve Müslümanlara tavır konuldu. Yani, toplum, derin uykuya yatırıldı.

 

 

 

 

Aslında, olayın, Uğur Mumcu’nun temsil ettiği ideolojiyle kesinlikle en ufak alakası yoktu. Tamamen PKK boyutluydu. Petrol boyutluydu vs.

 

 

 

 

Bakınız, K 24 te 7 Şubat 2010 da saat 22.00 de ‘’Uğur Mumcu Belgeseli’’ yayınlandı. Bulun ve izleyin. Göreceksiniz, yazdığı yerle, ölmeden önce kendini destekler görünen ve öldükten sonra da sahip çıkıyormuş gibi görünen siyasetle yemin ediyorum organik bir bağı yok. Bu aynı zamanda kendi yanlışı da tabi. Şayet bugün olsaydı bunları lanetlerdi. Zira orada kendisi konuşturuluyor. Savundukları şeyleri bir dinleyin sonra karara varın derim. Ve dostlarım diyerek dünya da sarıldığı bazıları da katilleri ya da azmettiren odakları tanımıyorsa dünyanın en şerefsiz insanıyım. Ayrıca bugün ardından ağıt yakan, mezarı başında anmaya yeltenenlerinde sahtekâr olduğuna, timsah gözyaşları döktüğüne inanıyorum. Yemin ediyorum gerçek bu. Belki bir iki kişi çıkabilir samimi olarak. Zira gerisi alçaklık yapıyor.

 

 

 

 

 

Belgeseldeki şu sözler ona ait:

 

 

 

 

 

‘’Bu düzen, yılgınlığa, sömürüye ve alçaklığa dayanır.’’

 

 

 

‘’Ben hiçbir şeyin uzmanı değilim, ben eski Marksistlerin uzmanıyım!’’

 

 

 

 

 

Ve daha ne sözler. Bugün ardından ağlıyor görünenlerin asla savunamayacağı sözler.

 

Tarih: 03.08.2010 Okunma: 649

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?