Öyleyse, her türlü sömürüye direnişin en gerçekçi ve yegâne kaynağı ve bireye de her türlü yaşam imkânını meşru dairede sunan yegâne sistem İSLÂM’dır.
Türk Solu’nun ünlü isimlerinden Mehmet Ali Aybar, ‘’Leninist Parti Burjuva Modelinde Bir Örgüttür’’ isimli kitabında Sovyet Sistemi’nin, hiçte, işçi sınıfını iktidara getirmediğini, tam tersine burjuva benzeri bir tür yönetici elit kadrosunun despot rejimi haline getirdiğini ayrıntılarıyla anlatıyor. Mehmet Ali Aybar ‘’güler yüzlü sosyalizm’’ in temsilcisi olarak ta bilinen bir isimdir ülkemizde. Tabi gülen ve gülebilecek bir yüzü varsa.
Yine, ABD nin pratiği de şeytancaydı. Kore ve Vietnam’a özgürlük mü götürmüştü? Körfez savaşını, Kuveyt’i özgürleştirmek için mi çıkarmıştı? Irak halkını, Saddam’ın baskısından kurtarmak için mi Irak’ı işgal etmişti? Latin Amerika’da ki kontra örgütlerini yüce ülküler için mi desteklemişti? Ve Şili’de ki Allende Rejimini demokrasi aşkına indirip, Gladio’yu özgürlük dağıtmak için mi kurdurmuştu?
Her şey evet her şey koca bir yalandı. Her iki blokta, şeytanın emrindeki ordulardı. İnsanlık üzerinde hâkimiyet kurmak ve yeryüzünün yegâne egemen gücü olmak içindi her şey. Yani, şeytanın mutlak hâkimiyeti içindi bütün senaryolar, savaşlar, örgütler, ideolojiler vs. her şey. İnsanlık aldatılıyordu ve aldanıyordu. İnsan ‘’kendini savunana’’ ise bir türlü yüzünü dönemiyordu. Yani başına ne geliyorsa yine kendi eliyle yaptıklarının ürünüydü bu.
Amerikan ya da Sovyet yönetici elitlerinin hesapları, ideoloji ve yüce ülküler üzerine değil, çıkar üzerine kuruluydu. Peki, bu çıkar normal halkın çıkarı mı idi? Asla. Savaşlar, savaşta oğullarını kaybedenlere, evlerini ve ekmeğini yitirenlere, açlığa mahkûm olanlara ne çıkar sağlayabilirdi ki? Ancak, silah tüccarları, mafya babaları, karanlık siyasetçiler bundan büyük kazanç sağlayabilirdi. Her iki blokta, politik dengeler ne kadar gerginleşirse gerginleşsin, her şeye rağmen ‘’Detant’ın zedelenmeyeceğini’’ özellikle ifade ediyordu. Zira, ‘’Detant’’ politik değil ekonomik yumuşamanın adıydı. Bu da çıkar demekti.
Haddizatında, her iki bolakta (ABD-SSCB) ve her iki zihniyetinde (KAPİTALİZM-KOMÜNİZM) asıldan gelen bir birliktelikleri vardır. İki bolğunda (abd-sscb) dayandığı paradigmalar (komünizm-kapitalizm) materyalizme dayanır. Her ikisinin de fikir babası dinin yok edilmesi fikrini ilk ortaya atan Thomes Hobbes’tir. Liberte-Egalite-Fraternite (özgürlük-eşitlik-kardeşlik) sloganıyla her ikisine de kaynaklık eden devrim ise mason locaların eseri olan Fransız İhtilali’dir. Hedefleri de, yeryüzü cennetidir. Tamamen maddeye dayandırılmış, dinden arındırılmış bir cennet. Sözde cennet.
Marks, ‘’sosyalizmin babası’’, ‘’sömürülen işçi sınıfının en büyük koruyucusu’’, ‘’materyalizmin en ateşli savunucusu’’ ve ‘’dinin en büyük düşmanı’’ idi. Proleterlere ‘’yeryüzü cenneti’’ vaat ediyor ve bu uğurda kan dökmelerini söylüyordu. Zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri olmadığını empoze ediyordu. ‘’Ya kanlı kavga ya yok oluş’’ diyordu. ‘’Biz itaat etmek için değil, ölmek için varız’’ diyordu. Aslında, bir yerde, Yahudilere çektirildiği iddia edilen acıların intikamını, insanlığı ayaklandırarak ve zımnen öldürttürerek alıyordu. Düşmanı olduğunu söylediği kapitalizmle, din düşmanlığında birleşiyordu.
‘’Yahudi dini edebiyatında, Mesih, öç alan ve adaleti icra eden kişi olarak övülmektedir. Yahudi adaletinin esas tutumu işte budur. Burada, yani dünyada ki, cennet fikri, özünde Yahudi’dir ve sadece içeriği bakımından değil, kaynağı itibariyle de öyledir. Bu kalıbı, Aziz Augustin Hıristiyanlığa, Marks ise sosyalizme intibak ettirmiştir.’’ (B. Russel, The History of Western Philoshopy)
‘’Yeryüzünde cennet isteyen bütün ihtilaller, ütopyalar, sosyalizmler ve diğer akımlar, özünde, Eski Ahit’ten (Tevrat) ileri gelmektedir. Yahudi mahreçlidir.’’ (Aliya İzzet Begoviç, Doğu ve Batı Arasında İslam)
Sosyal bilimci Karl Popper’de, Marks ile Eski Ahit arasında ki paralellikten söz eder. ‘’Marksizm’in ortaya attığı türden kehanetler, mantıksal nitelik açısından, çağdaş fiziğin kehanetlerinden çok, Eski Ahit’in kehanetlerine benzemektedir.’’ (Bryan Magee, Karl Popper’in Bilim Felsefesi ve Siyaset Kuramı. Sh.137)
‘’Gençlik dönemlerinde, Berlin Üniversitesinde, Karl Heinrich Marks, kin duygusunu depreştiren çok tehlikeli törensel bir tür satanizme ilgi gösterirdi. O günden sonra yazdığı şiirleri ‘’Oulanem’’e adadı. ‘’Oulanem’’ şeytan için kullanılan mistik bir isimdi.’’ (Malachi Martin, The Keys of This Blood. Sh. 200) Ama Marks’ın renkli kişiliği bunlarla sınırlı değildi.
Sosyalizm-Kapitalizm birlikteliğinin ilk örneği belki de Marks’tır.
Lenin ‘’Ne Yapmalı?’’ isimli eserinde şöyle der: ‘’sosyalizm teorisi, mülk sahibi sınıfların eğitim görmüş temsilcileri tarafından, aydınlar tarafından geliştirilen, felsefi, tarihsel ve iktisadi teorilerden doğup gelişmiştir. Toplumsal konumlarıyla, modern bilimsel sosyalizmin kurucuları, Marks ve Engels’in kendileri de burjuva aydın katmanındandır.’’ (Ankara 1998 5. baskı, sh. 38)
Çok garip ama gerçek ki, ateşli burjuva düşmanı Karl Marks, İngiltere’nin en büyük burjuvası Yahudi banker Rothschild ve benzerleri ile derin ilişkiler içindeydi.
‘’Komünist derneğini yöneten illümine masonlar, Karl Marks’tan, Bavyera İllüminelerinin programını bir manifesto şeklin de hazırlamasını istediler. Marks 1847 Aralık’ında çalışmalarına başladı. Çalışmanın adı da ‘’Komünist Manifesto’’ oldu. Marks’ın burada yaptığı Bavyera İllüminelerinin kurucusu olan Adam Weishaupt tarafından 70 yıl önce geliştirilen devrimci prensip ve programlarını gün ışığına çıkarıp düzenlemekti.’’ (Jacgues Bordiot, le Pouvoir Occulte, Fourrier de Comminisme. sh. 102-103)
‘’Komünist Manifesto’yu Marks ve Engels ile birlikte hazırlayan üçüncü bir kişi de yine Yahudi olan Jean Laffite idi. Gerçekte Komünist Manifesto’nun başlangıcı üç zengin burjuvaya dayanıyordu. Marks, Engels, Lenin.’’ (İbid, sh. 120-131)
Marks bir yandan büyük bir Yahudi sempatizanı iken, bir yandan da ‘’para Yahudi’nin ilahıdır’’ diyerek Yahudi aleyhtarlığı geliştiriyordu. Nasıl bir sahtekârlık bu dostlar. Nasıl inanıyoruz bu hainliklere?
Komünist felsefenin gelişiminde, Anarşizm’in babası sayılan Proudhon’un da büyük etkisi vardır. Proudhon, anarşist bir bireycidir. Anarşizmi, hiyerarşik ilkel toplumların var oluş koşulu olarak görür. ‘’Mülkiyet Nedir?’’ kitabı, felsefesinin (Anarşist Komünizmin) ana kitabıdır. ‘’Her anarşist sosyalisttir ama her sosyalist anarşist olamaz’’ sözü ona aittir. Her sosyalist önder gibi masondur. Kişi üzerinde ki bütün otoriteleri reddeder. Bu otoriteler bahusus; din, devlet ve ahlaki kriterlerdir. Hâkim zümrenin maşası olan devlet yıkılmalıdır. Yerini halkın tümünü temsil eden rejime bırakmalıdır. Bu da anarşist komünizmdir. Bunu gerçekleştirmenin yolu ise, ihtilaldir. ‘’ Tanrı şerrin ilkesidir’’ diyerek dine karşı şiddetli bir savaşım verir. ‘’Eğer yaratıcı varsa onu yok etmek gerekir’’ sözü onundur.
Marks, Proudhon’u, Hıristiyanlık ile çarpışıp onu yok etmeye cüret edebilmiş tek sosyalist Fransız olarak tanıtır.
Aynı şekilde, Proudhon’un fikir yoldaşı Bakunin de Anarşizmin önemli isimlerindendir. Lenin’in bile, Marks’tan ziyade fikir kaynağı Bakunin’dir. Bakunin’e göre devrim, siyasi değil, metafizik ve teolojik bir fenomendir. Aynı zamanda bir satanistti Bakunin.
Marks ihtilalin batı da olacağın öngörmüş ama tersi çıkmıştı. İhtilal Rusya da gerçekleştirildi. Gerçekleşmedi. Çünkü, Rusya’nın toplumsal ve kültürel yapısı bu rejime uygundu.
Gary Allaen, ‘’sermaye ve sosyalizm’’ kitabının 27. sayfasında, sermaye sahipleri ile ihtilaller arasında ki ilişkiyi şöyle açıklar: ‘’hiçbir ihtilal, teşkilatsız ve parasız gerçekleştirilemez. Sömürülen yoksul kitleler, bunlardan birincisini kısmen sağlar ama parayı asla! Sermaye sahipleri ise, her ikisinin de üstesinden gelebilir.’’
İfade edildiği gibi, Rus İhtilali’nin maddi desteğini sağlayanlar dünya çapında faal olan büyük Yahudi bankerlerdi. Bunların başında ihtilal de en az Lenin kadar rolü olduğu söylenen Jacop Schiff gelmektedir. Lenin’i, Almanya’dan 5-6 milyon markla Rusya’ya gönderir.
Radikal hareketler, büyük parasal güç ve dış destek olmadan gerçekleştirilemezler. 20. yüzyılın büyük tarihçisi Oswald Spengler, solun, düşman görülen ve gösterilen sermaye sahiplerinin kontrolünde gerçekleştiğini fark eden ve gören bilim adamlarından birisidir. Burada ülkemizde ki sol resim aklımıza gelsin, niye büyük sermaye sahipleri hep sol tandanslı partilerin saflarında yer almaktadırlar acaba? Hakeza medya?
Oswald Spengler ‘’batı’nın çöküşü’’ isimli eserinde şöyle der: ‘’sermayenin yönlendirmediği hiçbir proletarya hareketi, hatta komünist bir hareket şimdiye kadar görülmemiştir. Bu hareketler, idealist liderleri, arasında böyle bir şüphe dahi uyandırmaksızın sermaye sahiplerince yönlendirilmiştir.’’
‘’Lenin’in programı büyük zenginlerin programıdır. Çünkü, o, bütün özel mülkiyeti kaldırır ve devlet kontrolüne verir. Devlet ise, büyük sermayedarlar tarafından kontrol edilir. İşte komünist dünya düzeni.’’ (İbid, sh. 45) Bu malum gerçeği, haddizatında birilerinin ifşa etmesine lüzum yok, ahmak olmayan ve beyni işleyen herkes bunu görür. Bütün dünya da sistemlerin rengi ne olursa olsun kontrolü elinde bulunduranlar hep zenginlerdir. Bunu göremeyen zaten katıksız salaktır.
Bolşevik İhtilali, dünyan en zengin ve güçlü kimselerince desteklenen bir harekettir. Hareketin görünür deki amacı; Rothschild’ler, Rockefeller’ler, Schiff’ler, Warburg’lar, Morgan’lar, Milner’ler gibi devasa sermaye sahiplerinin mallarının ellerinden alınarak devletleştirilmesi anlayışına yönelik görünüyordu. Fakat gerçekte olan şuydu ki; bu kişiler Komünizmden asla korkmuyorlardı! Bu hareketi finanse eden ve böylece onu kontrol altında tutan sermayenin ondan korkması için hiçbir neden yoktu. Rothschild ve ekibinin, bir buçuk asırdır aynı yöntemle boğuşma içinde olan iki düşman grubu (komünizm-kapitalizm), aynı anda destekledikleri inkârı imkânsız bir gerçektir.
Komünistlerin, birer ansemitist oldukları da, büyük bir palavradır. Lenin, antisemitizmi sosyo-politik bir şeytan olarak görmüştür. Başa gelir gelmez Yahudileri koruyan birçok kanun çıkarmıştır. Aynı zamanda Yahudilerin haklarını koruyan partiye bağlı bir örgütte kurdurmuştur. Yahudiler için özel bölümler açtırmıştır. Yahudilere derin bir sempatisi vardı. Çünkü Yahudi’ydi. Her zaman savundu Yahudileri. Mason locasına da kayıtlıydı.
Lenin Wladimir Oulianof: 1914 öncesi Paris’teki Fransız Büyük Doğusuna bağlı Union de Beleville Locası’na kayıtlıydı.
Türkiye’de ki Yahudiler’in çıkardıkları Şalom isimli gazete 3 Mayıs 1992 tarihli sayısında ‘’Şimdi de Lenin’de Yahudi Kanı’’ başlıklı yazıda şunları dile getirir: ‘’ yıllardan beri sadece antisemitler tarafından iddia edilen Lenin’in Yahudi kökenli olduğu tezini son günlerde daha geniş kitleler de kabul etmeye başlamıştır. Bura da ilginç olan ise Stalin’in bu gerçeği bilmesine rağmen ifşa edilmesini engellemiş olmasıdır. Ayrıca Davido da büyük Sovyet liderinin Yahudi kökleri ile ilgili hikâyesi kendisine hatırlatıldığında şöyle cevap verir: ‘benim için önemli olan Lenin’in büyük babasının Yahudi olması değil, bunu bilen ve açıklamak isteyen kız kardeşinin Stalin tarafından engellenmiş olmasıdır’ bu mevzu tarihin saklanmış önemli parçalarından biridir ve ben de bunun mümkün olduğunca çok insan tarafından bilinmesini istiyorum.’’
Yine aynı gazete (Şalom) 16 Aralık 1987 tarihli sayısında şu ilginç olayı anlatır: ‘’Lenin katıldığı bir toplantı da, Yitzhak Steinberg’e (ihtilal kadrosunda ki bir Yahudi) aniden dönerek; ‘’Yitzhak, minhayı söyledin mi? Git hemen duanı yap, yoksa geç kalacaksın ‘’ der. Bu Yahudilik dinine bağlılığın keskin bir işareti değil de nedir Allah aşkına?
Ünlü Rus yazarı Soljenitsin, Time Dergisine şu demeci verir: ‘’ Lenin tam bir zalimdi. Kimseye acımazdı. Halka yaklaşımında da en ufak bir insanı yön yoktu. Kitlelere de, kendisini takip etmediğini düşündüğü tek tek bireylere de zalimdi.’’ (Tercüman, 2 Ağustos 1989) Evet, Lenin bir kesime zalim değildi ve olamazdı da, o da Yahudilerdi.
Stalin de tıpkı Lenin gibiydi.
‘’Sovyet generalleri de kabul ediyorlar ki, Stalin Yahudi asıllıdır.’’ ( Los Angeles Jewish B’nai Brith Messenger, 3 Mart 1950)