BİZ GAZETECİ DEĞİLİZ

İsmail Hakkı CENGİZ - 27.09.2010

Oy gizli, haber kutsal, yorum hürdür.


İyi ki de değiliz!

TV ekranlarında tartışırken, kökten gazeteci olan kimi “köşe yazarı”, sonradan “köşe” sahibi olanı küçümsüyor. Onun kendisi kadar isabetli “analiz” yapamadığını, olayları iyi değerlendiremediğini ileri sürüyor.

Sonradan “köşe” sahibi olanların çoğu da bu küçümsemelere karşı boyun büküyor, biraz da mahcup bir hale bürünüyor.

Bize göre de “gazeteci”lik bir ayrıcalık, Yaradan’ın bir büyük lûtfu…

“Gazeteci”siniz!

Olaylardan ilk önce sizin haberiniz oluyor… “Haber” sizin namusunuza tevdi edilmiş bir “emanet!” Onun için “haber kutsaldır!” Haberleri halka siz duyuruyorsunuz!

“Gazeteci”siniz!

Aydınsınız! Milleti aydınlatıyorsunuz!

“Gazeteci”siniz!

Mütefekkirsiniz! Derin düşündüğünüz için olayların ardındaki hakikatleri görüyor ve vatandaşa gösteriyorsunuz. Onun için “yorum hürdür!”

“Gazeteci”siniz!

Muhalifsiniz! Yönetimde gördüğünüz hataları, yanlışları, adaletsizlikleri yazıyor, idareyi uyarıyorsunuz!

“Gazeteci”siniz!

Halkın sesisiniz! Halkın dert ve sıkıntılarını dile getiriyorsunuz. Yerel ve genel idarenin görmediği, göremediği aksaklık ve eksiklikleri yazıyorsunuz. Yetkililerin görmek istemediklerine, yanlış uygulamalarına ısrarla dikkat çekiyor, düzeltilmesi için takipçisi oluyorsunuz.

Böyle bir gazeteci tanıyor musunuz?

Kaç tane kaldı?

“Mum”la arıyoruz!

Onun için “iyi ki gazeteci değiliz!” dedik.

Eğer günümüzde gazeteci olsaydık;

Ahaliymiş, dertmiş, sıkıntıymış umurumuzda bile olmayacaktı!

Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakan ve Büyükşehir Belediye Başkanlarını övmekle “görevli” olacaktık…

Bu sayılan zevatın karşısında, kâh tek başımıza, kâh 3’lü 4’lü gruplar halinde esas duruşta oturacak, dudaklarımızda ruhsuz bir sırıtmayla hayran hayran ağızlarına bakacak, önceden verilmiş soruları soracak, sonra bunun adına da, bir “gazetecilik” terimi olan “röportaj” diyecektik.

Daha sonra o “röportaj”ı ballandıra ballandıra günler boyu sütunlarımıza taşıyacak, kendimizi “gizlice”, malûm zevatı da açıkça, köşeler dolusu övecektik.

Veya meselâ; herkes sizi Başbakan’a “hıçla” dolu zanneder ve siz  “gazeteci”liğe 1957’de başlamakla övünürken, o yıllarda 3 yaşında olan, şimdiki Başbakan’ın, ilk aramada sizi bulamadığını yazarak egonuzu tatmin edecek, ardından ikinci aramada Sayın Başbakan’la bol “efendim”li, efendi telefon görüşmenizi methede methede bitiremeyecektiniz!

Ve bunun adı da “usta” gazetecilik…

“Duayen” gazetecilik olacaktı…

Bu gazetecilikse biz gazeteci değiliz!

Almayalım biz… Böyle iyi!

x   x   x

MÜNEVVER MUHALİFTİR

“Münevver” ağır, okkalı muhterem bir zattı. Eğip, bükemezdiniz onu… Onunla asla alay etmeye, eğlenmeye kalkışamazdınız.

“Münevver”, önce “aydın”la aşınmaya uğradı…

Sonra, onu “entel” yıktı, bitirdi…

Tabii gerçek manada “aydın” da, “entelektüel” de kendi kafasıyla düşünen, bağımsız, fikir öncüleridir.

Bu öncülerin “muhalif” olmaktan başka bir istikameti olamaz!

Aydın muhaliftir…

Vakıa, bizim köşe sahibi “aydın”lar da “muhalif” olmaktan dem vuruyorlar!

Ama kime?

Sisteme!

“Sistem”e muhalifler lâkin AKP’ye, Erdoğan’a, Gül’e, Topbaş ve Gökçek’e yan ve hayranlar…

Bu “aydın”lar; Gül, Erdoğan, Gökçek… Vs.nin “sistem”in ta kendisi olduğunu, senden benden iyi bilmezler mi?

Bilmemelerine imkân var mı?

Bu nasıl “aydın”lık!

 x   x   x

ÜSTATLARDAN

Gölgeme bıçak soksan,

Sıcacık kanım damlar…  

Gir de bir bak ülkeme,

Başsız başsız adamlar!

Necip Fazıl Kısakürek

 

Önceki yazılar

Tarih: 27.09.2010 Okunma: 654

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?