Oy gizli, haber kutsal, yorum hürdür.
Efsane söylediler ve uykuya daldılar, diyor Hayyam. Kiminden bir destan kaldı, kiminden bir mısra. Kimi çöldeki kum tepecikleri gibi darmadağın oldu rüzgârla. Bu tiyatronun dinleyicileri sağır. Sesini duyurmak isteyen nârâ atacak. “Discours de la Methode” nârâ, Aristo’nun tahtını deviren bir nârâ, örümcek ağlarını yırtan bir nârâ. Rousseau nârâ, Saint-Simon nârâ, Marx nârâ. Kalabalık senfoniden anlamaz. Tarih de kadın gibidir çığlığa koşar. Namık Kemal gürleyen adam. O gök gürültüsünün arkasında yıldırım yok belki ama bütün Osmanlı ülkesinde yankılar uyandıran bir haykırış Kemal. Sesini kıssa, fitili küçülen bir petrol lambası kadar zavallılaşıverir. Önce çığlık atacaksın, sonra üç beş meraklı anlatacağın masalı dinlemeye koşacak. Masal uslu çocuklara anlatılır. Çığlık herkese hitap eder. Sürüye ve tarihe.
Kiminden bir destan kalır, kiminden bir mısra. Kimi çölde bir kum tepeciği gibi dağılıverir. Kaç destan kalmış? Destanlar da dağlar gibi, mimarı efsane, yani nesiller. Rüyaları yoğuran bir büyücü çıkmış o da rüya olmuş. Homeros, Valmiki, Firdevsi… Roland’ı okutan dili, yani ecdadı asilleştiren evlatları.
Ölünce vücut toprağa karışacak, ses rüzgâra, diyor Upanişad. Peki, ben ne olacağım? Yacnavalkiya “sen amelde yaşayacaksın” diyor. Amel: Nârâ, kitap, aşk. Ve ruh şarkılar söyleyen bir kuş. Bazen bir mabedin kapısında, bazen gergef işleyen bir genç kızın başucunda şarkı söyleyen bir kuş.
İçki kanat değil uçurum. İnsan göklere çok geç tırmanabildi. Girdaplara uçmak daha kolay.
Sayfaya bulutların rengini resmetmek. Düşünceler bulutlar gibi kaprisli. Toplanıyorlar, dağılıyorlar. Ürkütmeyeceksin bu kuşları. Yoksa kaçarlar. Günün birinde bir sayfa bir nârâ olur belki. Voltaire, insan katır yükü ile ebediyete gidilmez diyor. Saint-Simon tımarhaneden kaçacaksın, diyor. Ebediyetin yolu tımarhaneden geçer. Masal söylediler ve uykuya daldılar. Ne mutlu masalını dinletebilenlere! Masal ateş böceği olur, yıldız olur. Masal söylemek: ölmemek, masalı dinleyenlerle beraber yaşamak. Ama kaç masal söylenmiş, kaç masal dinlenmiş?
Cemil Meriç, Jurnal, İletişim Yayınları, Sayfa 279
x x x
Size “has bahçe”den bir demet çiçek getirdim. Binlerce sayfadan bir sayfa…
Dünyaya az mütefekkir gelir. Ve pek azı Türk’tür. Bunlardan biri Cemil Meriç. Belki de birincisi. Başlıca işim düşünmek, diyor.
Mütefekkirler… Karanlıklara projektör tutan bilgeler… Onların gösterdiği ışığa bakmasını bilseydik… Pek çok sorunun kaynağını da, çözüm yollarlını da görebilecektik.
En büyük israf insan kaynağı, diyorlar… Gençliğin, işgücünün israfı, diyorlar. Eksik! Onlardan evvel münevver ve mütefekkir kıymetleri israf! O kıymetlerin farkında bile olmamak. Bize emanet, hatta miras bırakılmış kütüphaneler dolusu “fikir”… Altından, elmastan daha değerli “hazine ve define!”
Onlardan yararlanmamak, onları değerlendirmemek, “bilge”lerin çağlar ötesine seslenen, çağları değiştirebilecek kadar kudretli ışıklarından, dünü, bugünü ve yarını aydınlatabilecek ışıldaklarından istifade etmemek… Ne korkunç bir kayıp!
“Efsane söylediler ve uykuya daldılar.” Eğer efsanelerini dinlesek “efsane” olacaktık… “Destan” olacaktık.
Nesiller boyu aynı dertlerle cebelleşmeyecektik. Yerimizde saymayacaktık.
Yerimizde mi saydık? Belki de geri gittik!
“Ecdadı asilleştirmek” azmini göstermeyen vefasız “evlatlar”ız!
Önceki yazılar