Oy gizli, haber kutsal, yorum hürdür.
İlahîdeki “Gerçi yanlış söyleyenler çokdurur” hesabı, “Milliyetçilik” kavramı da yanlış tanınıyor, üzerine farklı anlamlar yükleniyor.
Bilerek veya bilmeyerek “ırkçılık”la karıştırılıyor... “Kafatasçılık”la itham ediliyor… “Saldırganlık” zannediliyor… “Nazizm” veya “faşizm”e kadar götürülebiliyor.
Bunların hiçbiri “Milliyetçilik” değil… Hatta bizim milliyetçilik anlayışımız bütün bunları reddeden, lanetleyen bir anlayıştır.
X x x
Bugünlerde, sevinerek görüyoruz ki çok okunan basının yazarları “Milliyetçilik” konusunda bizim hassasiyetlerimizi paylaşıyorlar… Milliyetçiliğe, millî kültüre sahip çıkıyorlar.
Hürriyet yazarı Cüneyt Ülsever, 10 Ekim tarihli “Ali Bulaç: Irkçılığın yeni mi zuhur etti?” başlıklı yazısında şunları dile getiriyor: “Referandum sonuçlarını yorumlarken ilk defa bir ırkçı (faşist) yaklaşım görünce Ali Bulaç'a karşı hoşgörüm bir Rumeli Türk'ü olarak duraklama dönemine girdi ve aklıma şu sorular takıldı:
1) Yaradılanı Yaradan'dan dolayı seven Ali, bu ‘dışlayan’, “ötekileştiren” yazını yazarken zerre kadar akıl ve vicdan ölçüleri kullandın mı?
2) Yazında kullandığın ‘kökeni sahiden Türk’ ve ‘etnik Türk’ terimlerini hangi bilimsel veriye dayandırarak uydurdun? Kafatası mı ölçtün, soyağacı mı çıkardın? Kim ‘kökeni sahiden Türk’, kim ‘mahsusçuktan Türk’tür?”
Buradaki, bireysel olarak “Türk”lüğüne sahip çıkma hassasiyeti, bizim hassasiyetimizden zerre kadar farklı değildir.
x x x
Yine Hürriyet yazarı Mehmet Y. Yılmaz da; 06 Ekim 2010 tarihli “Evladı fatihan nedir bilmez onlar!” Başlıklı yazısında, Ali Bulaç’ın yukarıda bahsi geçen yazısını eleştirirken,
“Dedem bu sözleri okumuş olsaydı şöyle derdi: ‘Haydi vre, sen kim oluyorsun da bizim Türklüğümüzü tartışıyorsun!’
Bana ‘Bu adama bir mektup yaz’ derdi, “evladı fatihan diye bir şeyi duymuş mu?” diyor.
Yılmaz
“Türk realitesini’ kabul edecekler mi?” başlıklı, 09
Ekim tarihli yazısında ise; “Bild, haberinde Özil’den söz ederken ısrarla ‘Müslüman Alman’ tanımlamasını kullanıyor.
Etnik kökeni İtalyan ya da Hırvat olsaydı büyük olasılıkla bu hiç gündeme
gelmeyecekti. Nitekim Polonya asıllı oyuncuları var, ondan söz ederken ‘Katolik Alman’ demedikleri gibi, etnik durumuna da hiç vurgu
yapmıyorlar.
Belli ki ‘Türk olmak’, Almanya için hâlâ kolayca kabul edilebilir bir durum değil.
Benzeri bir tanımlamayı biliyorsunuz Yunanistan da Batı Trakyalı Türkler için
kullanıyor. Onlardan ‘Türk’ diye değil, ‘Müslüman Yunanlılar’ diye söz ediyor.
Bakalım, Avrupa günün birinde ‘Türk realitesini’ kabul edebilecek mi?”
İşte bizim milliyetçilik anlayışımız budur; “Türk realitesi”ni herkesin kabul etmesi ve “evladı fatihan” şuurunun dile getirilmesi…
x x x
Sabah yazarı Refik Erduran, 11 Ekim tarihli “Günay'a kolay gelsin” başlıklı yazısında “Milliyetçilik insanın kendi kişiliğine duyduğu saygıdan kaynaklanır. Kendi işini iyi yapma özeni de girer o kişiliğin içine.”
Valla, ne diyelim; eline, kalemine sağlık üstat! Biz de milliyetçiliği aynen böyle tanımlıyoruz; milletini sevmek, Erduran’ın deyimiyle “kendi kişiliğine duyulan saygı” ve milletinin yükselmesi için çalışmak, yine ustanın deyimiyle “kendi işini iyi yapma özeni.”
Erduran 12 Ekim tarihli “Zeytinyağlı zırva” başlıklı yazısında ise “Kusturica hikâyesi festival sorunu olmaktan çıktı, başka boyutlara ulaştı.
Aklın yolu birdir ya; SABAH'ta o yolda birleşmenin çarpıcı bir örneği sergilendi. Dünyada başka filmci yokmuş gibi o adamın Antalya'da onurlandırılmasını skandal diye niteleyen Hıncal Uluç'tan sonra Haşmet Babaoğlu ve Hasan Bülent Kahraman'la birlikte aynı gün ortak yönde görüş açıkladık.”
Bizim milliyetçilik anlayışımızın bir önemli yönü de dünyadaki Türk, Müslüman ve elbette bütün insanlara yapılan zulüm, vahşet, tecavüz ve katliamlar karşısında “hassasiyet” göstermek.
Bu yazarların “hassasiyetimizi” paylaşması bizi memnun etti. Milliyetçiliğin hak ettiği yere geldiğini, yükseldiğini, daha önemlisi doğru anlaşılmasına yardım ettiklerini memnuniyetle gördük. Her birine ayrı ayrı teşekkür ediyorum.
Tabii ki bu konuda duyarlılık gösteren daha pek çok aydın var. Sözü uzatmamak için bu kadarını veriyoruz.
x x x
TÜRBAN’A VAR DA AFİŞE NEDEN YOK?
Hoşgörü, diyorum…
Hürriyet, diyorum…
Türbana var da bir afişe neden yok?
Türban artık çözüldü. Derslere türbanla girenleri hocalar dersten çıkarmayacaklar.
İyi, güzel, hoş…
Peki, parasız eğitim talebini dile getiren afiş açanlara da aynı kural uygulanacak mı?
Hayır!
Onlar karga tulumba dışarı atılacak, üstelik gözaltına alınacaklar.
Hani özgürlük?
Nerede hoşgörü?
Nerede ileri demokrasi?
Hem bir kız öğrenciyi ne hakla “erkek polisler”; ağzını kapatarak, orasından burasından tutarak, çekiştirerek karga tulumba götürüyorlar?
Hadise, Yıldız Teknik Üniversitesinde yaşandı…
Buna ne hakları var?
Aynı şey bir başörtülü kıza yapılsaydı “yandaş”, “dindar” ve “demokrat” medya ve dahi hükümet böyle sessiz kalır mıydı?
Kıyameti koparmazlar mıydı?
Türbanlılar, daha önce binlerce eylem yaptılar… İdarenin, polisin en ceberut olduğu dönemlerde bile böyle bir muameleyle karşılaşmamış, kıllarına erkek polis eli değmemiştir. Doğrusu da odur.
Kimin daha hoşgörülü, daha demokrat ve özgürlükçü olduğunu bundan daha iyi anlatabilecek hadise olabilir mi?
Daha doğrusu, şimdiki “ileri demokrasi”cilerin demokrasiden ne anladıklarını açıkça gösteren turnusol kâğıdı aransa, bundan daha saydamı bulunabilir mi?
Önceki yazılar