Kalem feryâd eder, ağlar mürekkep,
“Beni cahil eline verme Ya Rab!
Lütfunla âlime çevir yolumu,
Kırma n’olur kanadımı, kolumu.”
Lâedri
Bir toplumu içten içe kemirerek yıkan en
tehlikeli hastalık rüşvettir. Batı dünyası, bugünkü gücünü, rüşvete dayalı
devlet çarkını temizleyerek elde etti dersem hata yapmış sayılmam.
Bir zamanlar dünyanın en güçlü devleti olan Osmanlı Devleti de rüşvet yüzünden
çöküşe geçti.
Peki rüşvet, nasıl girdi o sistemin içine?
Bununla ilgili ilginç bir hikaye vardır. Padişah 4. Murat döneminde yazılmış
olan Nevadır-ı Süheyli'ye de yansıyan bu hikayeye göre olay şöyle olmuştur:
Bugün Üsküdar'da adına bir camisi de bulunan Şemsi Paşa; İsfendiyaroğulları
soyundan gelen bir Osmanlı paşası idi. İsfendiyaroğulları Beyliği;
Candaroğulları diye de bilinir ve bugünkü Kastamonu-Sinop hattında kurulmuştur.
Bu beylik, Fatih Sultan mehmet zamanında tamamen Osmanlı topraklarına katıldı.
İşte Şemsi Paşa; atalarının elinden beyliği alan Osmanoğullarından öç almak
derdinde idi. Osmanlılar; Şemsi'yi küçüklükten Topkapı Sarayı'na almış ve
Enderun'da eğitmişlerdi. 1580'de ölen Şemsi Paşa, Yavuz Sultan Selim zamanından
başlayarak devlet kademelerinde göreve başlamış, zamanla yükselmişti. Bu paşa,
bir gün sarayına çok sevinçli biçimde dönmüş; adamları bu sevinci sebebini
sorduğunda u cevabı vermişti: 'Benim atalarımın topraklarını ele geçirerek
onları haritadan silen Osmanoğullarından bugün öcümü aldım. Padişah
hazretlerine bugün rüşvet verdim. Değil mi ki rüşvetin tadını aldılar bundan
sonra kolay kolay iflah olamazlar.'
Şemsi Paşa, padişah 3. Murad'a hediye altında rüşvet vermiş; bunun karşılığında
da devletin görevlerini rüşvet sahiplerine bölüştürmüştür. Öyle ki kısa süre
içinde bir görevin yılda iki kez rüşvet karşılığı satıldığı görülmeye
başlanmıştır.
Demekki büyük ozan Fuzuli'nin bulunduğu Kerbela'da, 'Selam verdim rüşvet
değildir deyü almadılar!' diye yakındığı rüşvet, ondan 30 sene sonra artık
Topkapı Sarayı'nın surlarını da yıkarak Divan-ı Hümayun'u da esir almıştır.
Ve sonra koskoca imparatorluğu yıkıma sürüklemiştir...
Yakıştı mı sayın Birand
Cuma akşam haberlerinde Kanal D'yi izliyorum. Haber uzmanlarımızdan Mehmet Ali
Birand, Türkiye'de açılan Avrupa Parlamentosu'nu anlatıyor. Gerçekten güzel bir
haber. Avrupa Birliği ülkelerinden gelen 200 genç İstanbul'da bir hafta boyunca
konuştu, tartıştı, kararlar aldı. Kızlar erkekler güzel günler geçidiler.
Ülkemizin tanıtımı açısından da çok önemli bir etkinlik. Gençlerimiz, ülkemizde
düzenlenen bir gençlik etkinliğinde Avrupa Birliği'ne girmiş, hatta o
parlamentonun başkanlığını yürütüyor. Peki kim yapıyor bu önemli işi; nerede
yapıyor?
Birand gibi usta bir gazeteci nasıl olar da bu büyük etkinliği düzenleyen
kuruluşun adını
anmaz?
Haydi ben söyleyeyim: MEF Okulları...
Katıldığım o etkinlikle ilgili izlenimimi de yazacağım...
Habercilere önerim, böyle güzel işler yapan kuruluşları teşvik etmeleridir...
AKP üniversiteleri
Her yerde polis... Üniversiteleri rektörler değil polisler yönetiyor; bol bol
biber gazı kullanarak...
Şu Çevik Kuvvet denilen polise bir bakın. Üniversiteli gençlik ağzını açmaya
kalkışsa, kafasını gözünü yarıyor, yetmiyor gazla boğuyor; yetmiyor yerlerde
sürüklüyor, gerekirse kafasına silah dayıyor.
Aynı polis, sokakları savaş alanına çeviren PK'lılar karşısında süklüm
püklüm...
İşte yeni polis bu...
Ayıp değil mi çevikler, ayıp değil mi? Gücünüz silahsız, masum gençlere mi
yetiyor. Eğer adam dövmek, insanları ezmek istiyorsanız gidin biraz da
suçlularla uğraşın.
Haberal ve vicdan
Televizyonda haberleri izliyorum: Diyarbakır sokakları savaş alanı gibi. Terör
örgütü yandaşları her yeri ele geçirmişler; polisle çatışıyorlar ama hiçbirisi
yakalanıp içeri alınmıyor.
Aynı haber bülteninde tıp doktoru Başkent Üniversitesi'ni sıfırdan yaratan bir
bilim insanı olan Mehmet Haberal'ı tutuklu biçimde yargılayan 9 yargıca Sayın
Haberal'ı haksız biçimde tutuklu bulundurdukları için tazminat cezası verildiği
de duyuruluyor.
Bir yanda sokakları yangın yerine çevirenler, polise-askere saldıranlar; onları
öldürmeye çalışanlar. Bir yanda da ABD'nin saygın doktorlarının bile ödül
verdiği bir bilim adamı Mehmet Haberal... Terörist dışarıda;
Haberal içeride...
Ergenekon dalgasını soruşturan savcı ve hakimlere diyorum ki: Yargılayın,
yargılayın da sadece kitabın işinize gelen maddelerine değil vicdanlarınıza da
bakın diyorum.
Başbakanımızın nezih üslubu
Bu yeni dünyada, en büyük öğretmen, siyasetçidir. Özellikle çocuklar ve
gençler; siyasetçilerden çok etkilenip onları taklide kalkışırlar. Öğrenme;
davranış değiştirme yoludur. Siyasetçiye bakarak davranış değiştiren bir genç,
siyasetçiyi öğretmen yapmış sayılır.
Günümüzün en büyük öğretmeni de kuşkusuz Sayın Tayyip Erdoğan'dır. Hem en büyük
partinin lideri hem de başbakan olduğu için çocuklar ve gençler farkında
olmadan onu taklit ederler.
Geçenlerde Sayın Erdoğan, kötü örnek oluyorlar diyerek muhalefet parti
liderlerinin üslubunu eleştiriyordu.
Bu eleştirilerini yaparken de 'Kılavuzu karga olanın... misali,' biçiminde
konuşuyordu.
Herkes biliyor ki bu atasözünün sonu, 'burnu b.ktan kurtulmaz.' biçimindedir.
Muhalefet parti liderlerini yakışıksız konuşmakla suçlayan Başbakanımız, bu
kargalı-b.klu atasözü ile onlara nasıl kibar konuşulacağını da göstermiş
oluyordu.
Sayın Başbakan'ımızın nezih üsubu gazetecilere, 'maydanoz oluyorlar.' demesiyle
de doruğa çıktı. Bilindiği üzere bu deyimin baş kısmı da 'Her b.k'a...' biçimindedir.
Sayın Başbakan; dün de il başkanlarına konuşurken, muhalefet liderlerini edebe
davet ederek onlara edepsiz demiş oldu. Bu nezih üslup yaygınlaşırsa insanların
birbirlerinin boğazına sarıldığını, sokaklarda kavgadan geçilmediğini
görebiliriz. Yine de 21 Ağustos 2009'daki 'Kürt açılımı ABD projesidir diyenler
bunu ispatlayamazlarsa alçaktırlar, namussuzdurlar!' sözüne göre bir düzelme
var gibi... Aman siz siz olun Başbakan'ı taklit etmeyin...
O söyler zarafet olur, dinleyenler alkışlarlar; siz aynısını söylersiniz suç
olur; suç olmazsa bile dayak yersiniz...
Arşiv