Oy gizli, haber kutsal, yorum hürdür.
Aklımın erdiği 1960’lardan 2004’lere gelinceye kadar; bir generalin bırakın tutuklanmasını, gözaltına alındığını bile duymadım.
Demek ki eskiden generaller suç işlemiyordu(!).
2004’e geldiğimizde eski Deniz Kuvvetleri Komutanı, İlhami Erdil isimli Oramiral’in önce tutuklandığına, bilahare hüküm giydiğine şahit olduk.
Sonra arkası geldi.
Sayısız general-amiral soruşturmaya uğruyor… Bazıları tutuklanıyor…
Tabii bu olağanüstü bir vaziyet! Hal böyle olunca insanın kafasına sorular üşüşüyor!
Aklımıza gelen ilk soru; 2004’e kadar “sıfır” problemli olan general-amiral sınıfında “suç unsuru” nasıl birden bire bu derece patladı?
Hüküm giymemiş olanların “masumiyet” karinesini kabul edelim ve onları geçelim.
Hapisle cezalandırılan ve “ordudan tart edilen” oramiral üzerinde düşündüğümüz vakit aklımız ziyade karışıyor.
Deniz Kuvvetleri Komutanlığı yapmış olan bu kişi, yaklaşık olarak yarım asır üniforma giymiştir. Emekliye ayrıldığı güne kadar hakkında hiçbir şaibe yoktur. Deniz Kuvvetlerinin en seçkin subayıdır! Muhakkak öyledir ki Deniz Kuvvetlerinin başına kadar yükselebilsin!
Şimdi, düşünün…
Yarım asır “şerefle” üniforma giyen bir kişi, o üniformayı çıkardıktan birkaç sene sonra; ağır bir suçla itham ediliyor ve hakkında hüküm veriliyor… Suçu ne zaman işlemiş? Silahlı Kuvvetlerde gelebileceği, getirildiği en yüksek mevkide… Ne yapmış? Yolsuzluk!
Burada zihnimiz kısa devre yapıyor… Yani İlhami Erdil; Kuvvet Komutanı olana kadar tertemizdi… Kaya gibi sağlamdı, dürüstlük timsaliydi de o yüce makama gelince mi birdenbire bozuldu?
Hayatı boyunca onur ve haysiyetini özenle koruyan bu şahıs, 60 yaşından sonra mı “şeytana uyuverdi” aniden?
Yoksa haddizatında bütün vazifeleri esnasında görevini kötüye kullandı da ancak son görevinde, o da ayrıldıktan sonra mı yolsuzluğu ortaya çıkarılabildi?
Aklımıza gelen en vahim düşünce-soru ise şu: Bir kurumun en tepesindeki kişinin yolsuzluğa bulaşması o kurumun daha alttaki mensuplarını nasıl etkiler? Hepsinin ahlâkı üzerinde menfi tesirler bırakmaz mı?
Kafamıza üşüşen soruların hepsi birbirinden kaygı verici…
Büyük endişe içindeyiz… “Aklımızı, şuur ve idrakimizi korusun” diye Allah’a dua ediyoruz.
x x x
İÇİMİZ GEÇMİŞ
Avrupalılar, gençlik sonunun ortalama 43 yaş olduğunu düşünürken, Türk insanı 34 kabul ediyormuş. Demek ki ortalama Avrupalıdan 9 sene önce kendimizi bırakıyoruz.
Bu konuda Yunanistan’dan ise neredeyse bir kuşak gerideyiz: Çünkü onlara göre gençlik 52 yaşında sona eriyor…
Bizim insanımız yaşlılığı 55’te başlatırken Avrupalı, yaşlılık 65’ten sonradır diyor(Doç Dr. Cem Başlevent, Radikal, 08 Kasım 2010).
Demek ki biz 35 yaşımızdan sonra kendimizi bırakıyoruz. Gençlik artık bitti diyoruz.
İşin garibi; bu konuda bizden 400 sene önce yaşamış olan atamız Kâtip Çelebi’den de geriyiz. Kâtip Çelebi bu mevzu üzerinde kafa yormuş ve bir sonuca varmış… Ona göre; insanın doğal ömrü 120 sene… Bunun ilk 40’ı çocukluk, 40-80 arası gençlik ve ancak 80’den sonrası orta yaşlılık ve ihtiyarlık.
Vakıa, Çelebi, 80’i, 120’yi falan görememiş, 48’inde Hakkın rahmetine kavuşmuş. Ama araştırma sonucu ve görüşü yukarıda yazdığımız gibi…
Öyle genç düşünceli bir bilginin torunları olarak 35 yaşımızda kendimizi bırakmak bize yakışmıyor.
Kendini erken bırakmanın mahzuru ne?
Kendini bıraktığın anda artık sosyal hayata katılmıyorsun. Kendini bıraktığın anda, “kendini dinlemeye” başlıyorsun… Vücuttan sürekli hastalık sinyalleri alıyorsun… Ruhen ve bedenen çürümeye başlıyorsun.
İçin geçiyor!
Önceki yazılar