ANA

Özgür DENİZ - 11.05.2008

                 ''Ana gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz'' derler ya hani atalarımız mazinin derinliklerinden, istikbalin kalbine. Lakin sevgili dostlarım, bizatihi müşahede etmekteyiz ki; analık gibi yüce bir duyguyu ayaklara düşürdük. Evliyalar diyarı, kardeşlik köprüsü Bağdat'ımız aşağılık ve vahşi emperyalizmin ve bu adi mantalitenin mümessili olan barbar Batı'nın işgali altında. Hilal'le, kadim ve bitmeyen kavgası olan Salip'in eli kanlı haydutlarının kirli postallarıyla vandallık kokan bir şekilde çiğneniyor bütün Türk-İslam coğrafyaları. Ne diyordu mazinin derinliklerinden hal'in ve istikbalin engin ufuklarına seslenen Kâinat Güneşi (asm) ''Cennet, anaların ayakları altındadır. '' Sevgili kardeşlerim, Cennet'in bile ayakları altına serildiği kutsal varlıklar olan analarımız, bugün süfli ve pespaye duyguların tatmininde bir araç derekesine indirilmiştir. Hâlbuki ulvi duyguların bünyesinde içtima ettiği muazzez insanlardır onlar. Ne acı ki; bugün bu alem-i insanlığın nadide fertleri, cennet çiçeklerinin ölümsüz mimarları, varlığımızın mayası, hayatımızın manası ve medeniyetimizin dinamiti olan bu mümtaz şahsiyetleri yad etmek yılın bir tek gününe sığdırılmış ilgilere ve riyakar tebessümlerle süslü ruhsuz paketlere konulmuş manasız hediyelere mahkum edilmiştir. Maddeci dünyanın ve bu dünyanın felsefik temelini teşkil eden ilkel ve adi kapitalist iştihanın hazin bir semeresi olan bu soysuzluklar, maateessüf zihnimizi kuşatmış durumdadır ki; bu kuşatmadan kurtulmadığımız ve meselelerimize medeniyetimizin öz kavramlarıyla bakmadığımız müddetçe yapıcı, kuşatıcı ve kapsayıcı çözümler getirmemiz muhaldir.

                   Analarımız ki; bizi şefkatle emzirmiş, merhametle masuniyetleri altına almış, sevgileriyle büyütmüş. Ama ne yazık ki, onlar bizlerden hiçbir iyiliği esirgemedikleri ve etrafımızda bir iyilik meleği gibi pervane oldukları halde biz yaşlılıklarında şefkati de, merhameti de, sevgi ve saygıyı da çok görmüşüz onlara.

                   Fakat yüce kitap KUR'AN ne diyor: ''Annesinden ya da babasından biri yanında kaldığı halde Cennet'e giremeyene yazıklar olsun.'' , ''Anneniz yanınızda kalsa bile of demeyin. O ki, sizi dokuz ay karnında taşıdı, ne sancılar çekti, onunla yumuşak ve tatlı konuşun.'' Yine En Sevgilimiz, Büyük İnsan, İki Cihan Serveri (asm) ne diyor: ''Ananın gazabı ALLAH'ın gazabı gibidir.''

                   Analarımız ki; çölleşen ruhlarımıza rahmet yağmurları, kararan kalplerimize hidayet duaları ve madde dünyasında bunalan bedenimizin sığınaklarıdır. Karanlıkta yolumuzu şaşırdığımız âlemimize bir Güneş, ağır ve amansız yalnızlıklarımızda sadık bir eş, soğuk kış gecelerinde üşüten beton duvarlar içinde sımsıcak ateştirler ve bizim için dünyanın bütün servetine eştirler.

                   Analarımız ki; âlemdeki biricik sığınağımız olan yuvamıza eşik, vuslatsız sevdalarımıza beşik, bizzat damak tadımıza müheyya kıldıkları yemeklerimize kaşıktırlar. Hayatın ağır ve acımasız çarklarında yorgun gövdelere saye, Firavun’un sarayında büyüyen Musa’ya Asiye, ayakları Cennet kokulu hediyedirler.

                   Analarımız ki; Hazreti Fatıma nurdan mayalı, Rabia Hatun gibi aşktan ziyalı ve onlar ki; örtüleriyle hayâlıdırlar. Asım’ın Nesli’ne toprak, başımızı gölgesiyle serin tutan bir yaprak, Nene Hatun ve Kara Fatma gibi birer al bayraktırlar. Yuvayı yuva yapan kuş, dertlerimize derman olan baş, hayatın geçit vermez ağlarında en gerçek düştürler. Âlemimizi kirlerden ve küflü kokulardan arındıran serin bir yel, zor demlerimizde, çaresizliklerimizde uzanan şeffaf bir el, aile otağımızı süsleyen en güzel güldürler.

                   Analarımız ki; âlem-i insanlığın ve kadınlığın en yüce mertebesi, hakikate sağır kulaklarımıza nasihat küpesi, tomurcuk yürekli torunların en sevimli ebesi, ruhsuz bedenimizin en temiz elbisesidirler. Harman- hasat mevsiminde keskin birer orak, vatan savunmasında Mehmetleri şahlandıran korkusuz birer yürek ve Albayrağı semalara yükselten direktirler. Göçer demlerimizde otağ, özlü sözleriyle karanlık beyinlerimizi tenvir eden çerağ, ana yurdu bir baştan bir başa saran birer demir ağdırlar.

                    İnsanlık Tarihi şahittir ki; dünyanın en çileli, en fedakar, en cefakar, en yiğit, en yorgun ve en güzel kadınları, insanlık bahçesinin en mümtaz çiçeklerini yetiştiren ve insanlığın hizmetine sunan analardır. Bir Diyarbakır atasözü der ki: ‘’Ana, ne doğurandır, ne de doyurandır. Doğurduğunu terbiye ile yoğurandır.’’ Evet, analığa şayan şahsiyetler insanlığa ne mümtaz ve nadide değerler armağan etmişlerdir, mazi bunun en keskin hüccetidir. Bizim medeniyetimizin en önemli öğesi de ana’dır. Bizim tarih boyunca banisi olduğumuz bütün devletlerimiz bu yüce insanların omuzları üzerinde yükselmişlerdir. Birer birey olarak bizim üzerimizde de en büyük hakka haiz varlıklar birer nezaket abideleri olan analarımızdır. Tarlada çalışan, cephede cephane taşıyan, erkeğinin yanında bir başarı pusulası olan, gece-gündüz demeden cennet çiçeklerini yetiştiren yine analardır. Katil ve kahpe savaşlarda ağlayanlar ne yazık ki, yine bu muazzez varlıklardır. Seferberlikte giden gelmiyor ağıtları yakanda, vatan ve din uğrunda şahadet şerbetini içen şerefli evladını kutsal ve yorgun omuzlarında taşıyanda yine muazzez analarımızdır. Ne hazindir ki, ruy-i zeminde gözyaşları hiç eksilmeyende analarımızdır. Dünyanın her köşesinde toprak ananın merhametli göğsünden,  mavi göklerin enginliğine hala anaların içli ağıtları, yürek yakan feryatları yükselmektedir.

                    Buradan büyük insanlık adına af diliyorum bütün analardan. Yüreklerimiz küçüldü, dünyalarımız kirlendi, sevgilerimiz yok oldu, kalplerimiz karardı. Bizlerden esirgemediğiniz şefkati ve merhameti çok gördük size. Adam olduk zannettik büyümeyi. Affedin bizi analarımız… Saçlarınızı yüreğimizin sıcaklığıyla okşayamadık… Nasırlı ellerinizi öpen dudaklarımız kirliydi… Cennet Bahçeleri’nde gezinen sizlere, yorgun gövdelerimizi taşıyan ayaklarımızda derman kalmayana dekmiş sevgimiz… Bağışlayın bizi… Size olan sevgimize sınır koydu, yürekleri maddenin tasallutuna ve işgaline uğramış madde perest, esfel-i safilin derekesine alçalmış soysuzlar. Tayin edilen muayyen zamanlarda uğrar olduk semtinize, uzak şehirler uzaklaştırdı, soğuttu bizi sizden. Semtinize uğradıysak bile uzaklaştık açmadan kapınızı. ‘’Ana hakkı, ALLAH hakkı’’ diyen dinin emrini unuttuk. Hakkınızı ödemeyi ruhsuz bir paketle mukayyet kıldı zihinlerimizi parlak neon ışıklarıyla ve teknolojinin cazibeli görüntüleriyle ve pespaye reklâmlarıyla işgal eden maddenin mahkûmu olmuş, şahsiyet ve şeref yoksunu çağdaş köleler… Üç yüz altmış beş günden münhasıran bir gün düştü payınıza. O bir günü de bir ruhsuz paketle ambalajlayıp fırlattılar yorgun gövdenize. Yapaylıklara boğdular dünyamızı ve kirlettiler bize dair güzel düşlerinizi, tahdit ettiler bizler adına beslediğiniz en güzel hayallerinizi.

                     Oysa bizler biliyor ve inanıyoruz ki; vatanımız, dinimiz, milletimiz, bayrağımız, ezanımız, marşımız, dirliğimiz, birliğimiz, düzenimiz, sazımız, ozanımız, imanımız, camimiz, kızımız, kızanımız, canımız cananımız aziz evlatlarımız ve daha nice değerlerimiz varsa, yaşıyorsa, ayaktaysa ve direniyorsa zamana ve soysuzlara inat varolmak adına, hepsi her şey sizlerin yüzü suyu hürmetinedir analarımız. Bizim nazarımızda her gün sizin gününüz, her dem sizin düğününüzdür. Bizleri affedin, hakkınızı helal edin, dualarınızı esirgemeyin. YÜCE ALLAH’A EMANET OLUNUZ. Bütün analarımızın nasırlı ve kutsal coğrafyamızın çamuruyla yıkanmış ellerinden kemal-i hürmetle öpüyorum. Yüreğimin en meçhul derinliklerinden gelen tarifsiz, bitimsiz ve sarsılmaz bir SEVGİYLE

Tarih: 11.05.2008 Okunma: 768

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?

erdal köse

13.04.2008 - 01:24

her okuma yazma bilenin yazar kesildiği bir ortamda kimse aradaki okunurları farkedemiyor.Edebiyatçılar çoğunlukla bunu yaşar benzer dönemsel dil biçimleri, öznel beğeni nedeniyle çehov'dan tutunda en inanamayacağımız niceleri aynı tekerürü yaşamıştır.Fakat köşe yazarlığını bu durumdan ayrı yere oturtmamnın doğru olacağı taraftarıyım bir edebi eserle aynı kefeye konulmaz.İyi bir yazının, daha doğrusu uslubu ayrı duran ne varsa üzerini isted,iğiniz yerlere örtün yine okunur yine kitlesini bulur.Direk kulağa göze hitap eden sanat dallarında dahi bu kadar zevksiz, boca edilen ve üstlenilen eserleri görmekte bile zorlanan bir ülkede çok normal. Başarılar, size gönülden katılıyorum

erdal köse

13.04.2008 - 01:24

her okuma yazma bilenin yazar kesildiği bir ortamda kimse aradaki okunurları farkedemiyor.Edebiyatçılar çoğunlukla bunu yaşar benzer dönemsel dil biçimleri, öznel beğeni nedeniyle çehov'dan tutunda en inanamayacağımız niceleri aynı tekerürü yaşamıştır.Fakat köşe yazarlığını bu durumdan ayrı yere oturtmamnın doğru olacağı taraftarıyım bir edebi eserle aynı kefeye konulmaz.İyi bir yazının, daha doğrusu uslubu ayrı duran ne varsa üzerini isted,iğiniz yerlere örtün yine okunur yine kitlesini bulur.Direk kulağa göze hitap eden sanat dallarında dahi bu kadar zevksiz, boca edilen ve üstlenilen eserleri görmekte bile zorlanan bir ülkede çok normal. Başarılar, size gönülden katılıyorum