POLİS-ÖĞRENCİ ARBEDESİ:
Acaba, konjonktür tamamen mevcut durumun tersi olsaydı ve aynı durum vuku bulsaydı, aynı tepkiler gelir miydi? Hatta arbede aynı şekilde mi olurdu yoksa daha sert yöntemlerle mi öğrenciler diskalifiye edilirdi? Hatta ve hatta öğrenciler böyle bir duruma tevessül edebilirler miydi? Bu sorulara dürüstçe cevap verelim lütfen. Ki bu konuda delilim vardır ve tecrübeyle sabittir. Malum zamanlarda bir kesim öğrencilerin, üstelik zerre şiddet içermeyen eylemlerinde nasılda şiddet kullanıldığını bilen bilir. Tabi emir demiri keser. Polise görev verilir o da yapar. Birbirimizi yemeyelim arkadaşlar, olaylar tamamen kandırmacadır. Olaylar derin bir organizasyon işidir. Siyonist maşası medya kullanılmaktadır. Kanal D bu işin tahrikini yapmakla görevlidir. Zevahire göre müthiş bir kin vardır teşkilata karşı bu kesimde. Zaten kanalın başındaki malum ismin kim olduğunu geçenlerde bir yazar izhar etti ve bizde daha öncelerden defaatle dile getirdik. Bizim ülkemizin nevi şahsına münhasır sol zihniyetinin kodlarını iyi tasrih ederseniz bu olayı çözersiniz. Polis, verilen görevi mevcut şartlar dâhilinde yapar ve yapmak zorundadır. Öğrencileri asla itham etmiyorum ve saygıyla karşılıyorum ama kesinlikle ve kesinlikle kullanılmaktadırlar. Hem de sonu hiç ama hiç iyi olmayan şeyler uğrunda.
Ülkemizde maalesef müthiş derecede, ruhların derinliklerine sinmiş şekilde bir Teşkilat düşmanlığı, kini vardır. Bunu kimse inkâr edemez. Bu bilinçlidir. Polise kin sürekli nüksettirilerek devam ettirilmektedir. Bu bir nevi hazırlıktır, bir şeylere karşı! MİT teyakkuzda olursa iyi olur. Şu hep söylene gelen bir şeydir. Emniyet genelde muhafazakâr bir yapıya sahiptir. İşte kırılmanın püf noktası! Bu yüzden polise karşı bitmeyen bir kin vardır. Burada teşkilatı kuru kuruya savunma psikolojisi içinde değilim ve olmamada. Ama namuslu ve dürüst olmak icap ediyor. Evet, poliste otokontrole tabi tutulsun, yanlış şeyler yapmasın, aşırı şiddete meyletmesin ama polise karşıda saygılı olunsun yani değil mi? Herhalde onlarda şamar oğlanı değil. Ama bazı sol ideologların fikirlerini okursanız polise karşı nasılda şiddet kullanılmasının, polislerin öldürülmesinin tavsiye edildiğini görürüsünüz. Polise karşı bir ittifak oluşturulmaya çalışılmaktadır derinlerde. Kim bilir belki de zamanı beklenen durumlar vardır! Yani sen taş atacaksın, molotof atacaksın ve polis bakınacak öyle mi? Sen dünyanın akıllısı, polis dünyanın ahmağı öyle mi? (Bu molotoflu, bu eli taşlı-sopalı gençlerimiz hani şu Kanal D denilen, birilerinin borazanlığını yapan, kanalda yayınlanan malum dizide ki dürüst, yiğit, saygılı, beyefendi gençler değil mi ne!?) Ha burada şöyle bir dümen de çevrilebilir: polisin içinde ki bazı yanlış tipler bilinçli olarak ve teşkilatı zorda bırakmak için yanlış davranışlar da bulunabilirler. Bu tiplerde kesinlikle tespit edilip en şiddetli şekilde tecziye edilmelidir ve ayıklanmalıdır. Olaylar sonsuz karmaşık dostlar, işin özünde.
Hiçbir şey asla göründüğü gibi değil. Keşke derinler bilinse. Keşke ideolojiler sarih bir şekilde bilinse. Keşke istihbaratların yöntemleri herkese ayan olsa. Ama olmuyor be dostlar olmuyor işte. Terbiyesizlik yapmadan âcizane bir önerim var: lütfen olayları sadece göründüğü boyutuyla bizlere aksettirenlere inanmayalım. Mazlum ve masum rolüne soyunanlara kanmayalım. Yani şimdi Kanal D denilen yapı çok temiz öyle mi? O eylemci gençleri savunuyor öyle mi? Yemin ediyorum istedikleri olsun varya, o gençler tek tek kırılsa da zerre umurlarında olmaz. Adaletsizlik ha, bu ülkede bunlardan başka zalim var mı? Bunlardan başka milletin malını hortumlayan var mı? Milletin ahlakını kim bozuyor? Milletin çocuklarını kim tahrik ediyor? Teröristleri her gün ekranlardan vererek kim zımnen destekliyor? Kim ülkede ki gerilimi sürekli tırmandırma işini yapıyor? Kim terör kamplarına giderek terör propagandası yapıyor? Yani bunlar akıllı ve biz aptalız öyle mi? Bunların tek sigortası siyonistlerdir dostlar. Ve şu an ki organizasyonların hepsinin altında da siyonistin eli vardır. Geçenlerde bir yazar, şeytanın ülkemizdeki yavrusu olan Eric Edelman’ın ülkemizde ki Truva Atı’nı izhar etti. Araştırın bakalım kimmiş! Ve diğer uşakları da bilmiyor değiliz! Çok uyanık olmak icap ediyor sevgili dostlarım. Ah bir bilseniz teşkilatın daha kimlerin hedefinde olduğunu ve pasifize edilmek için derinlerden nasılda mücadele verildiğini! Yemin ediyorum sonsuz şok olursunuz.
Birde hamile öğrenci olayı varmış. Yalan ya da doğru bilmiyorum. Yüzü gizlenerek ekranlarda cirit atıyormuş! Bir hamilenin tehlikeli ve kaotik bir ortama girmesine mantığınız ve vicdanınız ne hüküm veriyor onu da bilmiyorum ama ben ahmaklık olarak görüyorum. Önce kendi hesabımı görürüm sonra toplumsal hesabımı. Önce can sonra canan diye boşuna denmemiştir herhalde? Yani senin ne işin vardı Allah aşkına orada? Burada Sayın Bülent Arınç’ın sözünü yüzüme haykırmayın, o söz zoraki söylenmiş bir sözdür. Dava deliliği galiba!!! Ve inanır mısınız dostlar, ben hamilelik olayına inanmıyorum.
Size bir bilgi sunacağım: Aclan Sayılgan’ın ‘’TÜRKİYE’DE SOL HAREKETLER’’ isimli 600 sayfalık eserini okuyun, orada, toplum kanı görünce duramaz ayaklanır zihniyetiyle, kimlerin bizatihi kendi arkadaşlarını öldürdüklerini ve faşistler öldürdü diyerek, ölüyü sokak sokak gezdirdiklerini görünüz lütfen. Aynı şeyi Hasan Cemal de ‘’KİMSE KIZMASIN KENDİMİ YAZDIM’’ kitabında itiraf ediyordu hatta yanılmıyorsam yukarıda ki kitapta bahsedilen şeyi doğruluyordu. Ah dostlarım ah! Gerçekler bir bilinse, her şey ayan beyan bir ortaya dökülse neler çıkar neler. Bizim yakın tarihimiz kirli bir hazine gibidir.
‘’BİZİM SOL’AKLARIN BAŞLICA VASIFLARI; TERBİYESİZLİKTİR.’’ Cemil Meriç-Jurnal-135
Yukarıda ki sözü, şu görkemli itirafları yapan muhteşem bir fikir dövüşçüsünün, büyük bir aydının sözleridir: ‘’68’lere kadar insanlığın düşünme tarihini tavaf eden bir şakirttim. Düşünmüyordum, başkalarının neler düşündüğünü öğrenmeye çalışıyordum. Uzun süren bir çıraklık. Bugün bütün nas’ların peçesini sıyırmış, bütün hakikatleri tenkit süzgecinden geçirmiş, HAKİKATTEN başka tecessüsü ve yaşayış sebebi kalmamış insanım.’’ CEMİL MERİÇ-JURNAL-208. Geçelim.
Marks ne diyordu: ‘’olguların görünmeyen yüzleri olmasaydı, bilim diye bir şey olmazdı.’’ Bu acaba kendi ayaklarına kurşun mu bazılarının ne dersiniz? Ve ardından şunu tavsiye eder Marks: ‘’olayların görünmeyen yüzlerini dikkate almadan karara varmayınız.’’ Bu söz bu taraftan birilerinin olsaydı şayet höykürürlerdi ama şimdi sükût etmek zorundalar! Demek ki, uyanık olmak gerekiyor!
Yani şuna bakın ya Allah aşkına; bir bakan’a karşı yumurta fırlatıyorlar, adeta bir üniversite işgal ediliyor. Sanki PKK bütün teröristleriyle meydanlara inmiş! Ulan bir fikrin varsa söyle, dinle. Sen öğrencilik yapmaya mı geliyorsun oraya yoksa birilerinin piyonu olup terörizm yaratmaya mı? İnsaf yani be! Ve birileri de (en yüksek düzeylerde) buna çanak tutuyor ve destekliyor ki bütün şiddetiyle devam etsin. Utanmaya yüz gerek! Bu düpedüz varya denetimli, disiplinli, önceden planlı bir organizasyondur. İçinde siyasetçilerinde olduğu. Yemin ediyorum olay aynen budur. Ve maksat bellidir. Ve, maksat gerçek olursa, şu an ki işgalcilerin, maksadın hâsıl olduğu durumlarda neler yapabileceğini düşününüz lütfen aziz kardeşlerim! Kanal D nin düdüğü de öğrenciler bayağı hazırlıklı gelmişler diyor, sanki bihabermiş gibi!
Bir şey söyleyeyim: eğer bütün bu tahrikler sonunda, bütün bu tezgâhlar sonunda, bütün bu yapılanlar sonunda yıllardır gadre uğramış, daima ezilmiş, sömürülmüş, aşağılanmış, ağlatılmış, seçkin evlatları katledilmiş aziz, soylu ve necip halkımın ve çocuklarının kazanacağına inansam zerre tereddüt etmeden bende oyuna dâhil olurdum. Ama asla bu olmayacak. Her şey kaybedilmekte olan ve hatta ciddi manada kaybedilmiş olan gücün geri kazanılması adınadır. Bütün tahrikler bunun içindir. Kirli tezgâhlar bunun içindir. Akıtılmak istenen kardeş kanları bunun içindir. İnanmayın, Allah aşkına inanmayın dostlarım!
MİT liselere de duyarlı olsun. Bu alana karşıda sürekli teyakkuzda bulunsun lütfen! Bazı şeyleri otokontrole tabi tutması gereken kurumlarda görevlerini layıkıyla yapsınlar lütfen! Ne kaybedecek bir vatanımız, ne zayıflamasından haz duyacak bir devletimiz, ne de esir olmasından keyif alacağımız bir milletimiz yok, herkes bunu bilsin ve adımını ona göre atsın. Kimse itlik, maymunluk, domuzluk yapmasın. YAPILMAK İSTENEN: ÜLKEMİN GENÇLİĞİNİN TAHRİK EDİLEREK VE MEYDANLARA SÜRÜLEREK BÜYÜK BİR KARGAŞANIN ÇIKARTILMAK İSTENMESİDİR. Ve en dipteki el siyonistin elidir. Daha öncede kaç yazımızda değinmiştik. Geçelim.
KÜRTÇE:
Bu durumda bilinçli ve yönlendirmeli bir inadın neticesidir. Yoksa kimin Kürtçe bilip bilmediği gün gibi aşikârdır. Haldun Dormen denilen zevat bile güya Kürtçe müzikal yönetiyor ama sorduklarında tek kelime biliyorum demektedir, hiç sıkılmadan. Ve bu büyük sanatçı (!) öylemi? Sanatın bizim ülkemiz kadar ucuz olduğu ve basitleştirildiği bir ülke daha var mı acaba? ‘’Sanatçının tek vazifesi vardır bence: insanları birbirine sevdirmek. İki insanı veya iki milyar insanı. Sanat bir heyecan seyyalesiyle kilometrelerin ve asırların ayırdığı kalpleri birleştiren büyüdür.’’ CEMİL MERİÇ-JURNAL-64. Peki bizde ki sanatçı denilen soytarıların yaptıkları nedir? İnsanları ayırmaktan, insanları birbirlerine karşı kin torbasına dönüştürmekten ve insanları kendi kimliklerine-yüce değerlerine yabancılaştırmaya çalışmaktan başka? PKK nın dili olan partinin tepesindeki isim bile hatta yoldaşları bile doğru düzgün Kürtçe bilmemektedir-ler. Bu olay tamamen AB, ABD ve SİYONİSTLERİN ve dahi içimizdeki ipi çözülmüş itlerinin yönlendirmesiyle bir inat haline getirilmektedir ve illa üzerine gidilmektedir. Çünkü bu küresel mihraklar bu olayın sürekli gündemde tutulmasını dikte etmektedirler. Enerjimizi heba etmek ve bu işle meşgul olunurken bazı şeyleri kotarmak adına.Bu olayı sürekli gündemde tutanlarda sadece onlar adına gündemde tutmaktadırlar. Bu tarafta ki bazıları da soytarılık yapmaktadırlar (Mümtazer Türköne vb sefiller gibi). Hatta hükümette bu konuda yanlışlar içerisine düşmektedir. Gerisi laf-ı güzaftır.
İşçi Partisi lideri, Silivri tutuklusu, Doğu Perinçek bile bu işin imkânsızlığını ifade etmektedir. Üstelik BDP denilen partinin yönetici tabakasının da durumları herkesçe malumdur dil konusunda. Çocuk gibi kursa yazılmaktadırlar. Elbet insan öğrenebilir ve öğrenmenin yaşı yoktur ama işin temelinde bir samimiyet olur değil mi? Bu vakte kadar niye öğrenmedin diye sorarlar adam. Herhalde var mıydı da öğrenmedik diyecek kadar küstah değillerdir. Zira devlet hiçbir zaman evlerin içine müdahalede bulunmadı bu ülkede. Sen hem canını dişine takarcasına bir mücadele vereceksin ama mücadele verdiğin şeyden yana bir bilgin olmayacak. Yani ancak bu kadar olabilir. Trajedi ve komedi bir arada. Yani şimdi irrasyonel bir şey mi söylüyorum? Yo, gayet mantıklı. Öyle değil mi ama?
Bu konularda da çok şeyler söyledik ama bir defa daha bir şey söyleyeceğim: eğer BDP ve PKK, Kürt kardeşlerimiz adına bir mücadele veriyorlarsa bende insan değilim! Ve şayet istenilen olsun, Kürt kardeşlerimizde doğup doğacaklarına bin pişman olmazlarsa şerefsiz evladıyım. Görüp görebilecekleri zulümlerin en ağırına mahkûm olacaklarına adım gibi eminim. Sayın Hayrettin Karaman Beyin, Yeni Şafak’ta ki 2-3 ve 5 Kasım tarihli yazılarını lütfen okumanızı şiddetle öneririm dostlarım. Orada, Doğu bölgemizde doktorluk yapan bir Kürt kardeşimizin duygularını ve gerçekleri göreceksiniz. Lütfen ihmal etmeyiniz. Yukarıda ki, Marks’tan iktibas yaptığımız sözü bir daha anımsayınız lütfen. Geç kalınmadan bu şerli ve kirli oyun tesirsiz kılınmalıdır en uygun şekilde.
ŞU SÖZLERİ NE OLUR HARF HARF OKUYUN VE İYİCE ÜZERİNDE DÜŞÜNÜN: ‘’Önce devamlılık ve kesintisizlik üzerinde durayım. Lenin, “proletarya diktatörlüğü kanun tanımaz bir diktatörlüktür” diyerek Stalin’in yolunu açtı. Bunu kendine destur edinen Stalin, pratikte en iyi biçimiyle uyguladı. Öylesine uyguladı ki, sonunda proletarya diktatörlüğünü benimseyen komünistler de bu diktatörlük tarafından biçildiler. Stalin, Hitler’den bile çok fazla sayıda komünist öldürmüş bir diktatördür. Bolşevik partisinin bütün eski muhafızlarını ölüme yolladığı gibi kendi taraftarlarını, hatta kendi bekçi köpeği NKVD-GPU kadrolarını bile (Anatoli Ribakov’un Arbat Çocukları romanında ölüme yollanan NKVD kadrolarının sayısı 20 bin olarak veriliyor) biçti. Tarihin, günümüze kadar gördüğü en korkunç ve nefes alınmaz diktatörlüğüydü bu. Hitler’in diktatörlüğü onun yanında hiç kalır. Evet, ama Lenin ve Troçki’nin Ekim devriminden hemen sonra yaptıkları ve 1920’lerin ortalarına kadar süren uygulamaları bu diktatörlüğün taşlarını döşememiş midir? Muhalefeti yasaklamak, Sovyetleri bir süs haline getirmek, tüm iktidarı Bolşevik Partisi polit bürosunun elinde toplamak, tüm özgürlükleri ilga etmek, grev yapan işçileri hapse atmak, hatta yerine göre sabotaj yapıyorlar iddiasıyla kurşuna dizmek, köylülerin ürünlerine zorla el koymak, Çeka adlı gizli polis örgütünü olağanüstü yetkilerle donatmak ve halkın arasına salmak, basın özgürlüğünü ortadan kaldırmak, saymakla bitmeyecek devrim ve özgürlük düşmanı uygulama, sonunda bir Stalin doğurmazdı da ne doğururdu? Bolşevikler böyle yaparak kendi sonlarını da hazırlamış oldular. Döşenen bu taşlardan yürüyen Stalin onları da ortadan kaldırdı.’’ GÜN ZİLELİ-bir komünist duayen (komünizmi bu kişiden daha iyi bildiğimizi iddia edecek halimiz yok herhalde değil mi dostlar? O kadar küstah olamayız, zira kendini ciddi manada bu ideolojiye vakfetmiş ve ideolojiyi damar damar yutmuş bir eski komünist, yeni anarşisttir-www.gunzileli.com
Bu sözleri hem Türk, hem Alevi, hem Kürt kardeşlerim sonsuz bir dikkatle, sonsuz bir ciddiyetle okusunlar lütfen ama lütfen. Ve şimdiye kadar bu ideoloji hakkında söylediklerimizde de yanılmadığımızın resmidir bu. Ve bizim ülkemizde ki nevi şahsına münhasır solun (PKK-BDP dâhil) arzuladığı yegâne sistemde budur ki, bunu da ifade etmektedir Gün Zileli. Yine iki eser ismi vereceğim: George Orwel’in ‘’HAYVANLAR ÇİFTLİĞİ’’ ve ‘’1984’’ isimli eserlerini okumanızı âcizane haddimi aşmadan öneririm dostlarım. İşte bazılarının özlemiyle yanıp tutuştuğu düzen yukarıda ki Stalinist düzendir. Teyakkuzda bulunmak insanlık görevidir. Hayatlarınızı kendi ellerinizle ve yanlış kararlarınızla mahvetmeyin güzel ülkemin güzel insanları.