MİLLİ SEFERBERLİK...

Özgür DENİZ - 11.12.2010

Bütün yazılarım, sözlerim, beynimin göklerinde çakan şimşeklerin, ruhumun en diplerinde kopan kasırgaların ürünü olduğunu bilmenizi isterim sevgili arkadaşlarım, dostlarım, kardeşlerim, üstatlarım! Asla kuru kuruya, laf olsun icabında, edebiyat olsun babında, felsefe yapmak derdiyle karalanmış şeyler olmadığının bilinmesini isterim. Her yazımın ruhumdan kan damlarcasına, gözlerimden kan fışkırırcasına, gövdemden terler boşanırcasına yazıldığını ifade ederim. Geçelim.

 

“Biri çıkıp bizim düşüncemizin tersini söyledi mi, onun doğru söyleyip söylemediğine değil, doğru-yanlış kendi düşüncemizi savunmaya bakarız. Bizi düzeltmek isteyene kollarımızı açacak yerde, yumruklarımızı sıkıyoruz. Ama ben dostlarımın bana sert davranmasını istiyorum. ‘Sen bir budalasın, saçmalıyorsun’ desinler bana. Ben, dostlar arasında açık, yiğitçe konuşulmasını isterim; dostların düşünceleri neyse sözleri de o olmalı.” (Montaigne; Denemeler).

 

                Sevgiyi kaybedeli yıllar oldu. Oysa sevgi, kuru toprakları yeşerten rahmet damaları gibi, çölleşen ruhlarımıza can veren duygu damlalarıdır. Hafızamızı da kaybettik! Oysa kişiliğimizi yapan hafızadır. Bütün mazimiz, köklerimiz, sevinçlerimiz, acılarımız, en ölümsüz duygularımız onda saklıdır. O adeta varlığımızın motorudur. Hafıza silindi mi, bizde silindik demektir ve gerçekten silindik! Birlik, zaten yoktu. Zor zamanlarda ki, zora ki oluşumlar dışında. O da konjönktüreldi! Yeni parçalanmalarla süreç devam ettirildi. Çünkü her parça siyasi bir payanda olarak telakki edildi. Paylaşıma, siyonizm ve çocukları darbe vurdu. Çünkü bu toprakların hazinelerine ve kaynaklarına el koydular, cebren ve hile ile. İmanımız-inancımız, sus paylarıyla hayal oldu. Verilen her sus payıyla inançlarımız yozlaştırıldı, imanımız ve kitabımız tahrif ve tahrip edilmeye çalışıldı. Çiçeklerimiz, kuru ayazlarla ve kahredici ihanetlerle solduruldu. Nesilleri birbirine bağlayan köprüler şiddetle imha edildi. Ve nihayet ülkemizde, halkımızda belayı buldu. Şimdi çareler peşindeyiz. İnşaallah köklerimize dönme, kaybedilen değerlerimizi ve hafızamızı yeniden canlandırma, imha edilen köprülerimizi yeniden tesis etme ve kaybolan yıllarımızı yeniden yaşama fırsatı buluruz. Ama bunun için, önce, beynimize doldurulan saçmalıkları silmemiz, öğretilen her şeyi boşaltmamız ve yeniden kadim hafızamızı tahattur etmemiz ve bu hazıfa üzerinden köklerimiz temelinde birlik olmamız icap ediyor ve topyekûn bir milli seferberlik başlatmak gerekiyor. Her şey kendi köklerinden beslenir ve kendi kökleri üzerinde dirilir, yükselir, asla unutmayın!

 

Bu mahvedişte ve mahvoluşta sağ ve sol ortaktırlar. Sağ ve sol Amerika’nın iflah olmaz dostlarıdırlar. Sağ ve sol sayesinde, bu ülke, hep Amerika’nın güdümünde oldu. Sağ ve soldan bu ülkeye zerre fayda gelmez. Hiçbir zaman gelmedi de. Geldi diyen gelen faydayı göstermekle mükelleftir. Bilakis ispatsız iddia absürttür, çürüktür. Tanıksız dava utançla biter. Amelsiz söz gevşek dayanaktır, değersizdir. Ama sonsuz zararlar gelmiştir. Darbeler ne getirdi? Karşılıklı idamlar ne getirdi? En sağlam, kendi çapında idealist gençliğin, katledilmesi ne getirdi? Terörizm ne getirdi? PKK yı doğurmak ne getirdi? Değerleri yok etmek ne getirdi? Yüce Ahlakı sıfırlamak ne getirdi? Milli hissiyatın ve bilincin katledilmesi ne getirdi? Çekiç Güç ne getirdi? NATO ne getirdi? Köklerinden kopan dal kurumaya, dalından düşen meyve çürümeye mahkûmdur. Yıllardır kurutulduk ve çürütüldük. Hala da aynı kısır döngülerle kurutulmaya ve çürütülmeye hatta yok edilmeye çalışılıyoruz. ‘’Sağ-Sol Oyunu’’ başlıklı yazıyı okumanızı âcizane öneririm dostlarım, lütfen.

 

Bu ülke de Rockfeller’den ilk burs alan Solcu Türk gazeteci kimdir sahi? Halkçı ve solcu Bülent Ecevit’ten başkası değildir. 1955’ler de bu ülkede ABD eğitimli siyasi bir prens gibi arz-ı endam ediyordu. Hocaları arasında Henry Kissinger’de vardı. CIA kaynaklı kuruluşlarda ve USIS’da (Antikomünist Savaşın Propaganda Merkezi) Sosyal psikoloji eğitimi görür. 1963’de Çalışma Bakanı iken Ereğli Demir Çelik Tesisleri’nin imalat işini Amerikan şirketi Morrison’a ihale eder. 1975’de Çeşme’de Bilderberg Toplantısına katılan Türk üyesiydi. İ. İnönü ve onun döneminde CHP’nin hissedar olduğu İş Bankası, General Elekctric ve Unival gibi şirketlerle ortaklık yapar. Yalansa, araştırmak göreviniz ve yüzüme tükürmek sorumluluğunuzdur. Gerçeklerden kaçarak hiçbir yere varamayız. Varsak varsak esaret adalarına varırız. Zaten bizler gerçekte de kendini hür sanan köleler değil miyiz? “Hür olmadığı halde kendisini hür sananlar kadar köle yoktur.” Goethe

 

Yine şu bilgiye lütfen sonsuz dikkat ediniz: 22 Eylül 2003’de “resmî görev gereğince” Washington’da 17. Cadde 1150 numaralı ofisin 12. katında ABD’nin derin devlet mensuplarının en önde geleni Richard Perle’nin başkanlığındaki “İsabel Fırtınası” adı verilen çok özel ve gizli toplantıya Türkiye’den MHP’den Oktay Vural, CHP’den Hikmet Çetin, ANAP’tan Işın Çelebi, DYP’den M. Ali Bayar ve İlhan Kesici, AKP’den Cüneyt Zabsu katılmışlardı. Sevgili dostlarım ideolojik düşüncemiz ne olursa olsun teyakkuzda olmalıyız. Körü körüne her şeye kanmamalıyız. Görünen değil görünmeyen yüzleri merak etmeliyiz. Herke kendi içinde ki çürükleri çok iyi tanımalıdır. Hiç kimsenin genel bir bakışla kendisinden diye, yanlış olanı görmezlikten gelme hakkı yoktur. Çünkü dava kişisel bir dava değildir. Kendine nizam veremeyen, âleme nizam veremez. Geçelim.

 

Bizim solumuz, tarihte donmuş, eskici, kalıpçı, düşünmekten korkan bir soldur. Çağı idrakten yoksundur. Değişmez dogmaların esiridir. Toplum dinsiz olsun ister. Köklerine karşı iflah olmaz bir düşmanlık besler. Ecdadına muhalefet eder. Kitabını açıp okumamıştır. Adını sorsanız bilmez belki! Ama bütün Batı klasiklerini hatmetmiştir, Batılı hocalarını hıfzetmiştir. Tarihini 80 yıllık sanır. Batı’nın taklitçisidir. Sağ’da da iflah olmaz bir muhafazakârlık vardır. Ve bu muhafazakârlığı da, asla dinle ciddi bağı olmayanlar temsil etmiştir hep. Köklerini unutmuştur. Toplumun kuru kuruya tarihe ve dine tapınmasını ister. Kendi idrakine göre kurguladığı tarihe ve dine. Sol gibi, düşünmekten korkar. Sorgulamaktan korkar. Müthiş bir kıskançlık vardır kılcal damarlarına kadar sinmiş şekilde.  İki tarafta birbirine hükmetmek için şeytanın kucağına sığınır. Çünkü iki tarafta hazırcıdır. Kendi kendini üretmesini beceremez.

 

Bu ülkenin sağı da solu da boştur, hem de bomboş. Katı bir realizm sinmiştir ruhlarına ve o reazlim hükmetmektedir ruhlarına, beyinlerine. Amerika’nın ve siyonizmin tesirindedir. Bu ülkede saf ve öz, bulanmamış tahrif edilmemiş islam temelli milli bir devrimsel direniş olmalıdır. Bunu da birileri yanlış yola çekip yaftalamaya tevessül etmesin. İdrak melekelerini kaybetmemişse iyi idrak etsin. Gerisi tamamen fasaryadır. İslam bizim kökümüzdür. Kim ne derse desin. Kökten sadır olmayan hiçbir kurtuluş reçetesi fayda sağlamaz. Bilakis esareti davet eder. Türk Milleti bütün tarihi boyunca Allah’a inandı, taptı ve o sayede büyük fetihlerden fetihlere koştu. Kim der ki Türk Şamanist’tir yalan söyler. Oğuz Kağan’ın duasını okuyunuz lütfen (Politika-Politikacılar yazımızda iktibas yapmıştık). Kim diyebilir ki; Türk Milleti, gerçekte tek Tanrı’ya inanmasa idi İslam’ı ittihaz ederdi? Ve bir de, tabi ki, Cemil Meriç üstadın ifadesiyle, İslam’ın bir kılıç dini olması da ayrı bir neden olabilir. Bir de eskiyi geçelim yeniye bakalım. Eskiden fayda sadır olmaz. Eskimeyen yeniler müstesna! Kur’an gibi, Hadis gibi.

 

İsmet Özel’e kulak verelim: “Bir Türkler var, yani Müslümanlar, Bir de Amerika. Kâfire, yani Amerika’ya kim karşı koyuyorsa o Türk’tür. Ya Amerikalı olacaksın, ya Türk. Bu dünyada bazı ufak aksaklıklar dışında bir sorun yoktur diyorsanız Amerika taraftarısınız. Türkçüler, Türk olmayanların uğraştığı bir şeydir. Parayı sevenler Amerikalı olmayı kabul ettiler. Amerika’yla çatışmayı göze alanlara Müslüman Türk denir.”

 

İsmail Kılıçaslan Amerika Sen Busun” kitabında diyor ki: “Hrantı öldüren, Türkiye’de Amerika’dır. Diyarbakır’da 10 yaşındaki çocuklara molotof attıran da Amerika’dır. Bunu Çin’deki Amerika, Mısır’daki Amerika şeklinde çoğaltabilirsiniz. Amerika kendi amaçları için kan içmeye, kan istemeye devam ediyor. Sadece coğrafî bir ülke olarak değil Amerika, dünyadaki tüm Amerikalar yapıyor. Batı adıyla ifade ettiğimiz Amerikan bir zihniyettir” diyerek, kılık ve imaj değiştiren Amerikan emperyalizminin devam ettiğini kalp kulağımıza üflüyor. Tabi idrak edebiliyorsak! Bizim ülkemizi de yıllarca mahveden, kardeşliğimizi hançerleyen, ilerlememizi sabote eden, değerlere düşman olanları sürekli destekleyen, kurumları yerli uşakları eliyle mahv-ı perişan eden, bu ülkenin öz yerli çocuklarını, yabancılaştırarak kendine uşak eylediği yerliler eliyle ezen hep Amerika denilen Siyonizm köpeği alçak şeytandır. Bütün melanetlerin altında, kendini dünyanın jandarması olarak gören alçak ve aşağılık şeytan vardır. Ve bu şeytanın muhtelif ülkelerde ki yavruları vardır.

 

Şu an, ülkemiz, bir kırılma noktasındadır. Tehlikeli bir kırılma. Ve bu, birilerini, çok feci şekilde rahatsız etmektedir. Bahusus malum şeytanı çıldırtmaktadır. Tekrar kısır döngülere mahkûm olmamızı isteyenler vardır. Geleceğimizi düşünmemizi, kendi projelerimizi oluşturmamızı engellemek isteyenler vardır. Yine kendi içimize gömülmemizi ve suni gündemlerle iştigal etmemizi isteyenler vardır. Bakınız, bu ülkeyi, onca zamandır, siyonist güdümünde köşeyi dönen, ülkemin çıkarlarını beş paraya değişen, konforlu koltuklar, şuh kadınlar için devletimizin onurunu yerlerde süründüren (Osman Yüksel Serdengeçti ağabeyin 1950 de yazdığı muhteşem bir makale vardır haysiyet aşkına bulun ve okuyun lütfen) ve istikbalimizin baharlarını kışa döndüren, doğmamış çocukların yarınlarını bloke eden, mason kuklası, siyonist dönmesi, şeytan yavrusu kompradorlar, aydın taslakları, taşeron siyasiler mahvetti. Bu ülkeye egemen oldular. Her şeyi yerle yeksan ettiler. Ülkemizin ilerlemesini durdurdular. Milleti birbirine düşürdüler ve bir iç kavga çıkararak yıllarımızı o kavgayla resmen yediler. Suni gündemlerle enerjimizi heba ettirdiler. Askeri, polisi, aydınları katlettiler. Ülkenin üzerine öyle bir çöreklendiler ki kaldırmak ne mümkün. Cumhuriyetin banisi Mustafa Kemal Atatürk’ü maske olarak suratlarına geçirdiler, resmini yakalarına ilikleridir. Her kurumu işgal ettiler. Bütün pisliklerini Mustafa Kemal ismiyle örtbas ettiler. Artık bu tasalluttan, bu kıskaçtan, bu kementten, bu virüsten bir an önce kurtulmak şarttır. Fakat bunun için milli bir seferberlik zaruridir. Namusluca, şereflice, kargaşasız, kumpassız. Ama dikkatli ve uyanık olarak.

 

Bakınız, bunların tekrar egemen olması demek; bu ülkenin ve bu milletin mefluç olması demektir. Baharlarımızın ebedi kışa çevrilmesi demektir. Nesillerin imhası demektir. Değerlerin daha acımasız şekilde imhası demektir. Rüyaların katli demektir. Geleceğin ebedi ipotek edilmesi demektir. Devletin tarumar olması demektir. Daha ağır ve fasılasız zulümlerin start alması demektir. Bu sefer bütün kaynakların yağmalanıp dışarıya kaçırılması demektir. Vallahi de billahi de gerçek budur dostlarım. İdeolojik körlüğü terk etmeliyiz. İdeolojiler zihnimize giydirilmiş deli gömlekleridir, bizleri delirten. Bana ideolojik olarak kızabilirsiniz ama biliniz ki ben ideolojik konuşmuyorum, hatta hiç konuşmadım. Allah şahidim olsun yüreğimden kan damlayarak, gözelerimden yaşlar boşanarak yazıyorum bunları. Eğer en ufak bir siyasi hırsla, düşünceyle yazıyorsam gerçekten namussuz ve şerefsiz yaftasını kabul ediyorum.  Vallahi billahi değil. İnanın lütfen. Benim ideolojimde, siyasetimde; ülkem, devletim ve milletimdir.

 

Bakınız dostlarım! Bugün, sanki bu ülkede ki siyasi manzara değişirse her şey değişecekmiş gibi bir resim çizmeye çalışıyorlar. Yalan, sonsuz yalan. Niye şimdiye kadar değişmedi o zaman. Tayip’i falan geçelim arkadaşlar. Mesele Tayip meselesi değil. Daha 8 yıl öncesine kadar Tayip mi vardı Allah aşkına? Devlete, kurumlara kimler egemendi? Hadi dobra dobra konuşalım: eğer Tayip ya da onun Hocaları egemense, nasıl partileri kapatılabiliyordu? Nasıl onların kitleleri susturulup ezilebiliyordu? Sanki Tayip giderse her şey muhteşem olacak. Yalan hiçbir şey teoride ki gibi değil dostlarım. Eski dümenler çevrilmeye çalışılıyor. Yine gençlik ön saflarda yerini alıyor. Ama ölenler kesinlikle kompradorların çocukları değil, zaten hiç öyle olmamıştı. Kurtlar Vadisi’nin son bölümünde ki PKK nın siyasi dili olan kadının uyuşturucu işi yapan oğlunun ve PKK’dan kopan gencin konuşmalarını anımsayınız. Bu ülkede hiçbir kaosta, kargaşa da kompradorların ve derin aktörlerin çocukları harcanmaz. Hepsi gariban Anadolu çocuklarıdır. Hadi PKK da dağlarda çarpışan bir tane komprador çocuğu gösterin, ya da bir tane komprador oğlu Mehmet gösterin şehit olmuş. Vallahi zerre tereddüt etmezler harcamakta ki harcadılar da yıllarca. Olayları inceleyin isterseniz. Öne sürülen zavallılar kim arka perdeden yönetenler kim? Gelmeyin oyuna dostlarım, gelmeyelim. Artık bu tür namussuz oyunları bozalım. Geleceğimize kıymayalım.

 

Ne yapıyorlar? Kendileri başa geçiyorlar. Bir halt etmiyorlar. Toplumsal kaynakları soyup soğana çeviriyorlar. Komprador pislikleri, alçakları adeta Karunlaştırıyorlar. İşsizliği tavan yaptırıyorlar. Terörü azdırıyorlar. Devletin kasasını boşaltıyorlar. Milleti ezim ezim eziyorlar. Milleti kendilerinden tiksindiriyorlar. Hiçbir hizmete imza atmıyorlar. Sonra da iktidarı kaybediyorlar. Bu seferde başlıyorlar nara atmaya: devletin ekseni kayıyor, devlet İslamlaşıyor vb şeylerle toplumu korkutmaya çalışıyorlar. Meselem Tayip falan değil dostlarım. Namussuzum değil. Tayip’te umurumda değil, bir başkası da ırgalamaz beni. Zira bu hükümetinde çok yanlışları var ama diğerleri de sütten çıkmış ak kaşık değil. Olan bizlere oluyor. Bizim hanelerimiz acıyla doluyor. Yüreklerimiz kavruluyor. Madem öyle, adam ol arkadaş. Adam gibi hizmet sun. Milletle, değerleriyle kavga etme. Hedefin iktidar olmaksa, buyur gel ama namusluca hizmet et. Ülkemi, devletimi soydurma. Benim hakkımı yedirme. Beni ezdirme. Kendin bişey yapma, İslamcı dediklerinden biri geldi mi hemen bas yaygarayı. Bu olmaz kardeşlerim. Bu iğrenç bir oyun. Üstelik kendin yıkama. Bir sürü kumpaslarla, derin örgütlerin kirli eylemleriyle, aldatılmış gençliğin cehaletleriyle yıkmaya çalış. Ben tükürürüm böyle ihanetin, dalaverenin içine. Ban karşı dürüst ol arkadaş! Bugün kü gençliğin ayaklanması spontane bişey mi sanıyorsunuz siz dostlarım? Vallahi de, billahi de değil. İşte Sağ-Sol Oyunu tam anlamıyla budur. Bu lanetli oyun bütün hayatımızı berbat ediyor.

 

Söyle bakıyoruz da yabancı toprakların zakkumlarına verdiğimiz kıymeti kendi topraklarımızın kardelenlerinden, gelinciklerinden esirgiyoruz. Marks neyimiz oluyor? Lenin kim? Stalin nereli? Mao dedemiz mi? Hitler neyimiz? Musollin nereden çıktı? Aguste Comte kimdir Allah aşkına? Nietzsche necidir? Dostoyevski amcamız mı? Ya da daha başkaları! Ama hayatında yalan söz söylememiş, hayatında vefasızlık yapmamış, bu topraklar için aç kalmış, sürgün yemiş, zulme uğramış insanlarımızı lanetliyoruz, görmezden geliyoruz. Bir Mehmet Akif’i, bir Nurettin Topçu’yu, bir Cemil Meriç’i, bir Erol Güngör’ü, bir Sezai Karakoç’u ne kadar tanıyoruz, ne kadar okuduk, ne kadar idrak ediyoruz? Yazık yemin ediyorum yazık. Bu milletin tarihinin hiçbir safhasında âşık olmadığı, aşina olmadığı zakkumları ısırmakta ve onu toplum tarlasına kusmakta zerre tereddüt etmiyoruz. Sanki beynimiz, mazimiz, hatırlarımız boşaltılmış ve yeni verilerle doldurulmuş. Yanlış besinlerle zehirlenmişiz adeta. Sihirlerle efsunlanmışız. Sahi can gardaşlarımız Doğu Türkistanlı soydaşlarımızı katledenler kimlerdir, kimin torunlarıdırlar ve neyle beslenmişlerdir? Sahi Kırımlı soydaşlarımızı Sibirya’ya sürenler kimlerdir, kimin torunlarıdırlar ve neyle beslenmişlerdir? Ve şu an meydanları hallaç pamuğu gibi savurmaya, tozu dumana katmaya yeltenen bu evlatlarımızı neyle besledik biz? Yazık!

 

Bugün bizim gençliğimiz maalesef müthiş bir romantizm mengenesindedir. Feci bir romantizm hastalığına düçar olmuştur gençlik. Sloganların, kurgulanmış mazilerin, sihirli sözcüklerin, hamasi nutukların ve galeyana getiren müziklerin romantik esrikliğiyle adeta narkozlanmışlardır ve narkozlanmaktadırlar. Oysa bu romantizmin ardında büyük gerçekler saklanmaktadır. Kör gözünü bir açsa ahhh! Bu sloganlar, nutuklar, müzikler bir hap gibi kullanılmaktadır gençliğe karşı. Oysa hiçbir derde deva değildir. Yıllardır atılan sloganların, dinlenilen müziklerin, adrenalini yükselten nutukların ülkeye hangi katkıyı sağladığı, milletimizin hangi acılarını dindirdiği meçhuldür. Gençliği yöneten yegâne güç romantizmdir. Ne ulvi bir değerdir. Ne rasyonel bir siyasettir. Ve bu durum kullanılmaya sonsuz müsaittir. Ki kullanılmaktadır da, hem de hoyratça.

 

Arkasında siyaset, medya ve komprador gücü olmayan hiçbir öğrenci eylemi yankı bulamaz, hatta hiçbir öğrenci eylemi olamaz. Buna da ancak rakiplerini kendi ruh ve beyin güçlerini kullanarak diskalifiye edemeyecek kadar çapsız, kültürsüz, kifayetsiz olanlar tevessül edeler ama olan ülkeye olmaktadır. Gerçi ülkeyi kim düşünür? Ülke düşünmek gerçek bir ruh yüceliği ve muhkem bir beyin sağlığı gerektirir. Ayrıca bu toprakların suyunu içmiş, ekmeğini yemiş, çamuruyla kirlenmiş, değerleriyle beslenmiş olmayı gerektirir.

 

Âlimler, münevverler, siyasetçiler akıllarını başlarına almadıkça, sürekli mülk peşinde koştukça, gerçekleri gizledikçe, hakkı olduğu gibi haykırmadıkça her türlü bela yağmur gibi yağmaya devam edecektir. Aslında bütün olanların altında birazda bu duyarsızlıklar, sahtekârlıklar, haysiyetsizce duruşlar var. Ağır takılanlara da kızıyorum. İlhami güler, Hayri Kırbaşoğlu vb gibi. Şimdi ağır takılmanın sırası mı be kardeşim. Bırakın akademik söylemleri, geçin sessiz eylemleri. Aydınlandıkça aydınlatın. Haram olmasın yaşamak. Duran yok oluyor. Ağır kelamlarla hayat yürümüyor hala anlamadınız mı? Aydınlık ve baharlı istikbal, büyük lafların değil, anlaşılır kelimelerin ürünüdür.

 

Âlim denilenlerin halini biliyoruz. İçler acısı. Aydınımsılar zaten tam anlamıyla sefil birer zibididirler. Sol derin kumpaslarla, büyük kaoslarla toplumu germe ve iktidarı ele geçirme derdinde. Sağ yıllardır mahrum kaldığı, el uzattırılmadığı mülke uzanma derdinde. Yazıklar olsun.

 

Sizlerde, inandığınız taptığınız ideolojilerinizin, teorikteki gibi bir pratiği olacağını sanmayın ey insanlar, ey gençlik! Teorikte uygulayanlar farklıdır. Pratikte ise meydanlara hâkim olacak olanlar geri takımlardır. Ve o geri takımların, yobaz takımların ellerinde birer oyuncak olacaksınız. Namusunuz, şerefiniz beş paralık olacak. Bütün değerleriniz yağmalanacak. Ölen siz olacaksınız, keyiflenenler başkaları.

 

‘’Gençlik muhalefet demektir’’ böyle buyurmuş hanfendi. Güya TÜSİAD isimli derinliği meçhul, arkası meçhul komprador örgütünün başkanı hanfendi böyle buyurmuş. Acaba hangi gençlik muhalefet demektir birde onu izah etseymiş keşke. Çocuğunu düşürdüğü iddia edilen ve nihayet öğrenci olmadığı faş edilen bayan arkadaş ve tayfası mı muhalefettir yoksa çocuğunu gerçekten düşürmüş olan ve başörtülü olduğu için insandan sayılmayan hanımefendi mi muhalefettir? Bütün değerlerim adına yemin ediyorum İlhan Selçuk başörtünün insanlık hakkı olmadığını yazmıştır. Yemin ediyorum yine aynı kulvardan biri başörtülülerin insan olmadığını ifade etmiştir. Hatta bir ara dikkatinizi çekmiştir, başörtülüler domuz olarak karikatürize edilmişti, kendisi daha çok benzeyen biri tarafından. Arşivimde ikisi de vardır. Ah dürüstlük! Ama işte işler böyle dönüyor, oyun böyle yürüyor. Sen dine muhalefet edeceksin, millet senin muhalefetine gidecek, sonra o gittiği yer yanlış içine düşecek tekrar sana gelecek ve böylece öğütülen millet olacak, yiyen de sol ve sağ’ın kabadayıları, kaymak tabakası ve büyük patronları olan sefiller sürüsü olacak! İğrenç bir oyun. Ve iki tarafta sonsuz suçlu. Artık bu kirli, şerli ve lanetli oyunu bitirin Allah ve insaniyet aşkına.

 

Bu hanfendi acaba şu sorularıma bir cevap verse nasıl olur?

 

Bu ülkede Apo’yu kim keşfetti, kim dışarıya çıkardı, kim finanse etti ve besledi? Bu ülkede PKK yı kim dizayn etti, kim teçhizatını sağladı, içeride ki eylemlerinde kim kol kanat gerdi? Bu ülkede bütün darbelerin altında siyonistlerin hangi köpekleri vardı? Bu ülkede ülkücülerin katline alkış tutan ama sol katliamlara kulak kapayan kimlerdir? Bu ülkede sol aydınları gerçekte katledenler kimlerdir? Bu ülkede devlet diye diye bir hal olan, devletin verdiği görevleri ifa ettiğini (yanlış ya da doğru meselemiz orası değil) cümle âlemin dile getirdiği Çatlı’yı boynunu kırarak kimler öldürttü? Bu ülkede bütün kaotik ortamları kimler hazırladı? Bu ülkede güya dine göre hareket ettiği söylenen bir Hizbullah üreterek insanları katlettirip, işte din budur gibi bir zihniyeti beyinlere enjekte etmeye çalışanlar kimlerdi? Elan PKK ve BDP ile teşrik-i mesai yapan gerçekte kimlerdir? PKK lı üniversite gençlerini uygun zamanlarda kullanmak için kimler besledi burslarla? Bu ülkeyi soyanlar, soyup kaçıp doyanlar, üstelik vergi vermeyenler kimlerdir? Bu ülkede işsizliği gerçekte artıranlar kimlerdir? Uygun zaman yaratmak için Petrolu pahalandıran, borsayla oynayan ve ekonomik türbülanslar yaratan kimlerdir? Ve yine şu an ki toplumsal dalgalanmaların ardın da kimler vardır?

 

Son tahlilde: Kimse kusura kalmasın, ne aptalız, ne şerefsiz. Bizler bu ülke uğruna canlar feda olsun diyen erleriz. Bu vatan yükselsin, bu devlet güçlensin, bu millet yücelsin diye terleriz.

 

“İnsanları yasa ve ceza ile yönetirseniz, onlar bir daha yanlış yapmayacaklar, ancak şeref ve utanma duygularına da sahip olmayacaklardır. İnsanları erdemle ve ahlak kuralları ile yönetirseniz, o zaman onlar hem utanma duygusuna sahip olacaklar, hem de doğruyu yapmaya çalışacaklardır.” Konfüçyüs

 

 

Tarih: 11.12.2010 Okunma: 643

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?