Ahmet B. Ercilasun, Yeniçağ, 15 aralık 2010
1905-1975 yılları arasında yer küresinde Atsız adlı bir yiğit yaşadı. Tarihin derinliklerinden kopup gelen bir ruh 1905’te maddeye bürünüp Hüseyin Nihal oldu. Türk kavramı Hüseyin Nihal’in bedeninde büyüdü, olgunlaştı; Türk ülküsüne dönüştü. Atsız, Türk ülküsünü yazdı, anlattı, yaşadı.
Atsız bir tarihçi idi; tarihin içinde yaşamış bir tarihçi. Tanrıkut Motun’un ordusunda bir er, İlteriş Kağan’ın ordusunda bir bağımsızlık savaşçısı, İkinci Murad’ın sarayında bir Oğuz bilicisi idi. O tarihçi değil, tarihin kendisi idi.
Atsız romanlar yazdı. Kür Şad’ı, Urungu’yu, Deli Kurt’u, Burkay’ı, Şeref’i, Selim Pusat’ı yazdı. Onlarla yürüdü, at bindi, kılıç salladı, tartıştı. Roman diye yazılanlar zamana karıldı, zamanla birlikte akmaya devam ediyor; destana çevrildi, destanlar gibi kat kat olup yayılıyor. Atsız destancı değil, destanın kendisi idi.
Şiirler yazdı; şiire ruhunun, ülküsünün damgasını vurdu. Şiire, edebiyata sevdalandı; onlarla kanatlandı. Toprağı, maziyi, ülküyü, kahramanlığı, kaderi şiirleştirdi. Atsız bir şair değildi, şiirin kendisi idi.
Ülküyü söyledi, ülküyü yazdı, ülküyü yaşadı. Destanlar çağından kapıp geldi ülküyü, nazlı bir sevgili dedi ona ve nazlı yüzünü bize de gösterdi. Sonra sevgilisini alıp destanlara karıştı. Ülkü, destan; Atsız, ülkü oldu; ülkünün kendisi oldu.
Atsız diyor ki:
“Dünya bir çarpışma alanıdır. Yaratıcı kuvvet, dünyayı bir çarpışma düzeni içinde yaratmış, yaratılanlar çarpışma düzeni içinde yaşayıp bugüne erişmişlerdir.”
“Millî ülküler toplulukların yaratıcı kuvvetidir. Bütün yaratıcı güçler gibi de aykırılıkları yok etmek özelliğine maliktir. Türk yaratıcı gücü, yani Türk ülküsü, yüzyıllardan beri prensip hâline gelmiş, uğrunda çarpışılmış, birkaç kere gerçekleşmiş bir düşüncedir. Ona hayal diyenler, hayal içinde gevşeyip tembelleşmiş olanlardır.”
“Ülkü ilk önce insanların gönüllerinde, gönüllerinin derinliklerinde, şuuraltında, hayallerinde doğar ve kendini önce destanlarda gösterir. Sonra şuura geçer, büyük kılavuzlar tarafından açıklanır. Daha sonra da büyük kahramanlar, onu gerçekleştirmek için büyük hamleler yapar. Bu hamle sırasında da ülkülü millet, kahramanlar ardından gönül isteği ile koşar. Bütün bu uğraşmalar arasında da millet yürür, önce manen, sonra maddeten ilerler, olgunlaşır, erginleşir.”
“Ülküler, gerçekle hayalin karışmasından doğmuş olan, düne bakarak yarını arayan, milletlere hız veren ve uğrunda ölünen büyük dileklerdir. Milletler ölebildikleri kadar yaşama hakkına sahiptirler.”
“Türkiye’deki insanlar ‘Türkiye halkı’ olarak anıldığı zaman yalnız çalışıp kazanan, şuraya buraya giden, oturan ve eğlenen bir yığın akla gelir. Aynı insanlar ‘Türk milleti’ olarak ele alınınca geçmiş yüzyıllardan kopup gelen, zafer ve kültür yaratıcısı olan, gelecek için ülküsü bulunan, bunun için savaşa varıncaya kadar her fedakârlığı göze alan güçlü bir topluluk söz konusudur.”
“Bir ülkünün çerçevesinde toplanmak ve onun için ölümü bile göze alarak savaşmak ne güzel şeydir!”
“Bugünkü kaba maddecilik arasında Türk ülküsü sararmış, biraz küllenmiş gibi görünüyor. Maddecilik hastalığı geçtiği zaman o yine parlayacaktır.”
* * *
Yurt ve şeref uğrunda sen seril de toprağa
Varsın hiçbir dudakta anılmasın er adın!
Kan sızarak göğsünden huzuruna varınca
Istırabı dinecek belki o gün Kür Şad’ın.