Bir şey daha var basiretli okur! Önce neye iman edeceğimizi de bilmemiz-belirlememiz gerekiyor. Zira imanımız, amelimizi şekillendirecektir. Malum, yukarıdaki saydığımız ahlaksızlıkların yapılıp yapılmayacağını belirleyecek olan yüreğimize hükmedecek olan imandır. Doğru amel doğru imanın neticesidir. Doğru imanda doğru kitabın sonucudur. Yoksa hep bocalıyoruz, boğuluyoruz, zehir yudumluyoruz. Mutlak bir kaosun mahkûmu oluyoruz. Burada hayatın en zor seçimi ile karşı karşıya kalmamız mutlaktır. Hak ve batıl seçimi. Şimdi önümüzde ki yemeklere bir bakalım. İslam, batıl veyahut tahrif edilmiş dinler (Hıristiyanlık-Musevilik-Brahmanizm-Budizm-Konfüçyizm vs), komünizm, kapitalizm, liberalizm, kemalizm, faşizm, anarşizm, demokrasi, siyonizm.
Şimdi, bizler, bunlardan birini seçmek zorundayız. İnsanı en iyi tanıyanı! Zira insanı tanımayanın insanlığa çözüm olması kabil-i mümkün değildir, çözüm olabilir diye düşünmekse en büyük hamakatlık örneğidir. Ki olsalar bugüne kadar olurlardı. Ve seçtiğimizin, ilk etapta var edicisini çok iyi tanımalıyız, sonra da kitabını derinlemesine okumalı, öğrenmeli, bilmeli, anlamalıyız. Getiricisini-bize ulaştırıcısını çok iyi tanımalıyız, her yönüyle öğrenmeliyiz ve izini takip etmeliyiz. Öğrettiği ahlak ile ahlaklanmalıyız. Biz bunlardan hangisini seçersek, yaşamımızda, bu seçimimiz doğrultusunda olacak. Yani amelimizi bu seçimimiz-imanımız tayin edecek. Öyle değil mi? komünizmi seçiyorsan pratiğin belli, faşizmi seçiyorsan pratiğin belli, demokrasiyi seçiyorsan pratiğin belli, liberalizmi seçiyorsan pratiğin belli vs. Ayrıca takip ettiğin kişilik belli. Tabi bunlarla mütenasip kişiliğin belli. Kişinin teorisi ne olursa pratiği de o teorinin istikametinde oluyor. O zaman seçimimizi çok iyi yapmalıyız. Seçimimizin getireceği zorlukları, kolaylıkları çok iyi hesaplamalıyız. Sunduklarını ve sunacaklarını derinlemesine idrak etmeliyiz. Fıtratımıza vurmalıyız. Zira fıtratımıza münafi olanın bizi sonu belirsiz yollara, çıkmaz sokaklara mahkûm edeceği malumdur.
Seçtiğimiz dinin kavramları da çok önemlidir ki, yaşantımızı yönlendiren yapı taşlarıdır o kavramlar. O kavramlar, seçtiğimiz-seçeceğimiz dinimizi-ideolojimizi (tabi burada din ile ideolojiyi aynı kefeye koymuyoruz ama ideolojide bir din mahiyetindedir nihayetinde) güncelleştirmede ve gündemleştirmede en büyük aracıdırlar. Kavramlar özgürlüğe açılan kapının anahtarlarıdır. Özgürlüğe açılan kapılar muhteliftir. Bu yüzden kavramları iyi öğrenmeli ve iyi tahlil etmeliyiz. Kavramlarla asla oynamamalıyız. Kavramaları kesinlikle değiştirmemeliyiz. Kavramlarla oynamak ve kavramları değiştirmek, hayatımızla oynamak ve hayatımızı değiştirmek anlamına geleceğinden çok tehlikelidir. Zira iman ettiğimiz dinin ya da siz deyiniz ideolojinin kavramlarıyla toplumsal varlığımızı bütünleştiriyor, insanlarla o kavramlar temelinde ilişki kuruyoruz bir yerde.
Sözcükler! Saf sözcükler! Korkunçtur sözcükler. Berraktır, zalimdir. Kimse kaçamaz onlardan. Onlardan daha gerçek ne var? Ezer. Yönetir. Hüzünlendirir. Neşelendir. Savaşı başlatır. Barışı getirir. Kelle alır kelle kurtarır. Haddizatında düşünen insanın tek kavgası da sözcüklerledir. Zaten iman-düşünce savaşı da sözcükler üzerinden verilmiyor mu? Sömürü, adalet, ahiret vb. Çünkü hayata yön veren, insanların zihinlerini yöneten sözcüklerdir. Sevgiyi doğuranda, nefret ateşi yakanda sözcüklerdir. Sözcüklerin ıslahı, insanın ve hayatın ıslahıdır aslında. Düzenler sözcüklerin çocuğudur. Varlığın itici gücü yine sözcüklerdir. ‘’Önce söz vardı’’ diye boşuna dememişlerdir herhalde. Çünkü her şeyi başlatanda bitirende sözcüklerdir. Sözcüklerin kudretiyle kafa bulmaya yeltenmeyin. Sözcüklere ihanet etmeyin. Sadece anlayın. Allah, Âdem atamıza sözcükleri öğretmişti, Meleklerin bilmediği. İşte insan olmanın özü: öğrenmek, bilmek ve sözcüklerden bir hayat kurmak, sözcüklerle yol bulmak. Son tahlilde: sözcükler tutsak edilemezler ama tutsak ederler.
Sözcük sözden gelir. Söz insan içindir. Sözün temel taşlarıdır sözcükler. Sözü olan bunu sözcükler aracılığı ile ifade eder. Allah sözü insana söylemiştir ve öz söylemiştir. Sözü olan kulları da, şayet varsa, sözlerini benzerlerine söylemektedirler. Ama Allah sözü az ve öz söylerken, kullar sözü illede örterek ve çoğaltarak söylemektedirler. Hz. Ali diyor ki: ‘’ilim bir nokta idi, onu cahiller çoğalttı.’’ Ve ilim kayboldu, filimler çoğaldı. Çünkü sözü çoğaltmak hakikati boğmaktır. İnsan var kılındığında neyse var olma sürecinde de odur. Bu büyük hakikati göz ardı ediyoruz hep. Sözü çoğaltmak büyük hata. Çünkü söz belirsizleşiyor. Anlam kayıyor. Daha net ve insanın özüne yönelik konuşmak mümkün. Ve insanın uyanması da buna bağlı. Devrime giden yolda, felaha ulaşan yolda buradan geçer. Sözü az ve öz söylemek gerekir. Sözün sağlamlığı sözcüklerin sağlamlığına bağlıdır. Çoğaltıp, boğmamak gerekir sözü. Ama noluyor? Akademi illeti sözü çoğaltıyor lüzumsuz yere. Saf hakikati lüzumsuz çoğaltmayla boğuyor. Siz ne kazanç elde ettiniz, hangi hakikate ulaştınız akademik safsatalardan bugüne kadar? Esaretten başka ne kazandınız? İlim bir nokta idi, cahiller tek noktanın yanına binlerce nokta daha koydular. Böylece nokta değil, noktalar daha dikkat çekici hale geldi. Ve insanlar şaşırdılar. Adam, akademisyen namıyla bir makale döşüyor, bakıyorsunuz, inceliyorsunuz ve binlerce kelimenin içinde işinize yarayan, size hakikati ulaştıran, sizi felaha götürecek olan birkaç tane sözcüğü zor buluyorsunuz. Oldu mu şimdi? Arkadaşım! Yazacaksan insanların toplumsallaştıkları meydan olan yaşam meydanında işlerini kolay kılacak, daha iyi yaşamalarını sağlayacak ve onları uyandıracak, sarsacak şeyler yaz, sözler söyle. Yaz ki insanlar neyin ne olduğunu görsünler. Yaz ki insanlar uyansınlar. Yaz ki insanlar ne yapacaklarını anlasınlar. Yaz ki insanlar hayatı ve insanları tanısınlar. Yaz ki adalet nedir, ahlak nedir öğrensinler. Ama hayır, yazmayacaklar. Çünkü kazanç kapıları bu. Ve bu kapitalizmin oyunu. Sözcükle oynamak, sözü çoğaltmak ve çoğalan söz içinde hakikati boğmak, ortaya çıkmasını engellemek ve buradan nemalanmak, niyet budur. Siz az ve öz sözü, nokta sözü ancak Kur’an da bulacaksınız yemin ediyorum. Ve hakikati bütün çıplaklığıyla. Artık karar sizin!
‘’Ağzındaki sözün hâkimi, ağzından çıkan sözün esirisin’’ Hz. Ali (rh)
‘’Sözcükleriniz, umutlarınızı taşıyan kuşlardır.’’
ÇOK ÖNEMLİ NÜANSLAR…
ORDU:
Ordumuz yeniden yapılandırılmalı ama Türk-İslam paradigmasına göre yapılandırılmalı fakat asla sarsılmamalıdır. Ordusuz olmayacağı ve olmadığı aşikârdır. Ordu bir nevi kaledir ama o kalenin taşları yüce hakikatin birer cüzü olmak zorundadır. Ve cüzlerin birliğinden doğacak gücü devirmek hiç kimsenin harcıda, haddide olamaz. Fertler tek tek hiçbir şey yapamaz. Ama bütün oldular mı kaleleri bile zapt edebilirler. Hangi sistem gelirse gelsin muhakkak bir ordusu olacaktır. O zaman bu ordu Türk-İslam ordusu olmalıdır. AKP hiçbir şahıstan ve kurumdan imtina etmeden yüreğini ortaya koymalıdır ve gerekeni yapmalıdır. Öyle malayani ile iştigal etmemelidir. Malayani ile iştigal maksadı geri bırakır ve hezimete neden olur. Bu ülkenin ciddi bir hezimet daha yaşaması kesinlikle türabına neden olacaktır. Bu yüzden her zamankinden daha hassas olunmalı ve dikkatli olunmalıdır. Müslüman Türk milleti zincire vurulmak istenmektedir. Bu sonsuz aşikârdır. Gizlenemez. Her olayda her eylemde bu durum açık olmaktadır. Bugün Müslüman Türk milletine karşı derin ittifaklar yapılmaya çalışılmaktadır. Bu durumu fark eden etmektedir. Emin olun bu ittifakın içinde bütün yabancı unsurlar dahi vardır. İçerideki ihanet unsurları, uşaklıklarını yaptıkları hariçtekilerle, hâkimiyet zamanının paylaşım kavgasını vermektedirler.
Ey bu vatan çocukları! Varlığınız ve gücünüzü önemseyin, siz ve ülkeniz dünyanın mihenk taşısınız. Hiçbir itin tahrikine ve tezvirine aldanıpta, dininizi, değerlerinizi ve milliyetinizi hakir görmeyin. Bu konuda zımni ve keskin propagandalar yapılmaktadır ama şeytanın görevi budur. Sizler inadına sahip çıkmalısınız maddi-manevi değerlerinize. Size yobaz diyebilirler ki diyeceklerdir ve diyorlar. Size faşist diyebilirler ki diyeceklerdir ve diyorlar. Asla umursamayacaksınız! O pisliklere, faşizmin ve yobazlığın ne olduğunu soracaksınız? Bunlar gerçekte kimin icadı diye soracaksınız. Ve o pislikleri odun yutmuşa döndüreceksiniz.
Vatan tehlikede iken particilik ve hizip kavgaları içine düşmekte sonsuz tehlikelidir. Birileri milleti bu yöne bilinçli olarak sürüklemektedir. Vatan tehlikede, millet tefrika bataklığında dendi mi sanki ‘’korku politikası’’ yapılıyormuş gibi ve söylenenlerin aslı yokmuş gibi veryansın edilmektedir ama tehlikeler gerçektir bunu yanlış şekilde aksettirenler ihanet içindedirler. Korku politikasıyla yaşanmaz diyenler, sizleri uyutmaya ve duyarsız kılmaya çalışanlardır. Ve bizim ki korku değil, endişedir ve bu endişeler karşısında teennili olmak gerektiğini ifadeye çalışmaktır. Dikkat, her zaman ve her şeyde çok önemlidir. Yaşatır!
Kimisi bugün islam kılıfı altında komünistlik yaparak, kimisi aynı şekilde Mustafa Kemal maskesi altında toplumu Hıristiyanlaştırmaya gayret ederek bu toplumun dibini oymaya çalışmakta ve tefrikayı keskinleştirmektedir. Kimisi de Ermenicilik oyunu oynamaktadır. Yani her şebeke bir taraftan işinin-görevinin gereğini yapmaktadır. Bütün cephelerde Müslüman Türk’e karşı bir kin büyütme harekâtı vardır zımni olarak. Uyanık ol, uyanık kal ey vatan çocuğu!
Aynı durum YARGI SİSTEMİ içinde geçerlidir, hatta burası daha da önemlidir sanki.
MİT:
MİT kesinlikle Türk-İslam paradigması temelinde bir teşkilatlanmaya gitmeli. Personelin zihni ve ruhi yapısı sonsuz önem arz ediyor. Lütfen hassas olunsun. Bu ülkenin yarınları için çok mühim bir şans bu. Yeniden yapılandırmanın emarelerini ihsas etmekteyiz. Sayın başkan olabildiğince hassas olmalıdır. Eleman seçimine sonsuz önem vermelidir. İster almadan önce olsun, ister aldıktan sonra olsun elemanları hakkında teferruatlı tahkikat yapmalı, yaptırmalıdır. Mutlak yerli olmalıdır her şeyiyle. Artık Truman izleri silinmelidir teşkilattan. Keşke ‘’Milli İstihbarat Teşkilatı’’ başlıklı yazımızı okusa derim haddimi bilerek, terbiyesizlik etmeden. Nihayetinde şahsımız için yazan insan değiliz. Varlığımız büyük varlığa armağandır. Vatan deriz, millet deriz, devlet deriz, din deriz. Denecekler dendiler, bilinenler ve yapılacaklar bellidir efendiler!
YİNE LİBERALLER:
Bunların özel görevleri vardır. Güya özgürlükçüdürler ve genelde tasvip görürler ve yön vermekte güçlüdürler ya. İşte bu yüzden an gelir bir gün vuracaklarına öyle bir destek verirler ki âlem şaşırır. Ama bu muazzam destek vuracakları şamarın tantanasına kan olsun, can olsun. Ve insanlar yav kardeşim görüyor musun işte bilmem şu kadın, şu erkek falan destekliyorlardı bunları, demek ki bir yanlış gördüler ki şimdi vuruyorlar desinler ve bu geri zekâlı tayfasının peşine takılsınlar. Onlarda zil takıp oynasınlar. Olayın özeti budur ve bu bir psikolojik savaştır dostlar. Liberaller dine ve dindara dost olamazlar. Milliyete ve milliyetperverlere dost olamazlar. Liberaller insanlık düşmanlarıdırlar. Vatan vb ulvi değerlerin düşmanlarıdırlar. Bu kesinlikle bilinmelidir. ‘’Zehirli Bir Yılan: Liberalizm’’ yazımıza bakılmasını öneririm haddimi bilerek. İşte bugün ‘’Altanların-Daltonların’’ yaptıkları şey tam anlamıyla budur. Ki bunu bir yazımızda ifade etmiştik. Göreceksiniz ‘’Taraf’’ isimli paçavra bölücülerin safında ve yeni organizasyonda yer alacaklar diye yazmıştık.
TAYİP’İ ANLAMAK:
Şimdi anketlere bakıp diyorlar ya hani: kardeşim millet hem işsizlikten, şundan bundan bahsediyor hem de gidip yine Tayyip diyor, bu nasıl oluyor? Kardeşim şunu anlamalısınız bir defa: defaatle dile getirdik, en sarih olarakta ‘’CHP-MHP-AKP’’ başlıklı yazımızda izah ettik. Kardeşim bu topraklarda seçimi ‘’değerler’’ tayin eder. Asla şu, bu değil. Siz isterseniz bu halkın önüne bütün maddiyatı yığın şayet değersizseniz yani değerlere göre hatt-ı harekâtınızı tayin etmiyorsanız size yüz vermez bu halk. Yani bu durum için iyi desenizde, kötü desenizde gerçek budur. Ayrıca Hz. İsa (as)demiyor mu: ‘’insan sadece ekmekle yaşamaz’’ diye? Eee… bunu idrak edemiyorsanız ben size ne diyeyim? Siz bu toplumun ruhunu alsakta, çalsakta, aş iş verdik mi istediklerimiz çantada keklik diyorsanız ancak boyunuzun ölçüsünü alırsınız! Önce tarihini bileceksin ahmak. Kaybettiklerini ve kaybettirenleri bileceksin. Yaşananları bileceksin. Yaşatanları bileceksin. Sonra da adam gibi analiz yapacaksın. Yanılmayacaksın. Hak yenilmez, batıl yenilgiye mahkûmdur.
Âlimin biri için, bir it demiş ki: arkadaş bu adamı yenemezsiniz, öldürün, gebertin, yok edin gitsin: âlim demiş ki cevaben yazdığı yazısında (çünkü bu sözü işitmiş ve eden kişiyi de öğrenmiş): yenemediğiniz ben değilim, beni ben yapan yüce hakikat demiş. Siz batılın saflarında durdukça yenilmeye mahkûmsunuz. Olay bu kadar basittir beyim. Haddini bileceksin! Hakikate geleceksin. Ha burada Tayip haktır, hakikattir demek istemiyorum hâşâ amma yenilmezliğinin sırrının nerede aranması gerektiğini söylüyorum. Bu milletin ruhunun derinliklerinde ki duyguları anlamak gerek beyim. Vallahi anlamak gerek. Yoksa daha çok şaşkınlaşırsınız. Şaşkınlaştıkça da taşkınlaşırsınız. Yaniciğime can dostlar! İşin özü Tayyip falan değil. Tarih, tarih, tarih. Tarihe bakın ne demek istediğimi anlarsınız!
DEVLET:
Devlet muhakkak adaletli olmalı. Güçlü olmak istiyorsa. Zira gücün anası da-babası da adalettir. Hem fertler tek başlarına öksüzdürler. Haksızlıklara karşı kendilerini korumaları imkânsızdır. Sömürüye karşı direnmeleri imkânsızdır. Bu yüzden devlet çocuklarını asla yalnız, savunmasız bırakmamalıdır. Yani bugün şartlar karşısında naçar kalmış bir vatan çocuğunu düşünseniz ya: ne yapar kendi başına kurtlar sofrasında kalmışsa? Nasıl geçim sağlar? Nasıl huzurlu olur? Bu ne yaman zulümdür Allah aşkına? Yani bütün görevlerini eksiz ifa ettiği devleti onu yalnız, çaresiz bırakmış. Yaşam karşısında güçsüz düşmesini engellemiş. Kurtlar sofrasına yem etmiş. Bu ne insafsızlıktır? Bu ne vicdansızlıktır? Bu ne azim bir adaletsizliktir? Böyle bir devletin temellerinin sarsılmaması mümkün müdür? Yapma sayın devletim! Evlatlarını mahrum koyma, garip koyma, çaresiz bırakma! Çünkü sen bütün evlatlarının emrindesin, hepsinin zenin üzerinde hakkı vardır. Sen bir zümrenin malı değilsin.
YÖNETİM:
Bu ülkede yerli görünümlü yabancı tohumları, asla, yerlilerin yönetimi altında bulunmak istemiyorlar. Kuduruyorlar. Bu yüzden kendilerini maddi-manevi değerlere sahip karakterlerin yönetmesini asla sindiremiyorlar. Bu tür yönetimleri devirebilmek için bütün kumpaslara yol veriyorlar, bütün hainlere el veriyorlar. Bu ülkeyi babalarının çiftliği olarak telakki ediyorlar. Yerliler sadece hizmetçi olarak kalsın istiyorlar. Yerlilerin hayatlarını kendilerinin tanzim etmelerini arzuluyorlar. Kendilerinin çizdikleri sınırlar dâhilinde yaşanmasını dikte ediyorlar. Artık bu toprağın çocukları uyanmalıdırlar, silkinip kendilerine gelmelidirler. Mutlak hâkimiyetlerini büyük ittifaklarla ilan etmelidirler. Ve bütün gâvur tohumlarına hadlerini bildirmelidirler. Bu toprakların yegâne sahibi olduklarını hatırlatmalıdırlar.
APO:
Bu sefile de bazı sözler kasıtlı olarak kullandırılmaktadır. Birileri tehlikeli oyunlar oynama peşindedir. Ve oynamaktadır da. Buna müsaade edilmemelidir. ‘’Beni öldürürlerse savaş çıkar’’ sözü bilinçli ve hedefli olarak söylettirilmektedir. Çünkü öldürmeyi düşünmektedirler. Ve istiyorlar ki, öldürüldükten sonra bir iç savaş çıksın. Ve bunun da işaretini bizzat güya PKK’yı Ada’dan idare ettiği söylenen sefil vermiş olsun. Ve ardından da istendik hedefler tahakkuk etsin. Lütfen herkes olabildiğince teennili ve sorumlu hareket etsin. Zaman, ahmak ve geri zekâlı olma zamanı değil! Dönen dolaplar o kadar aşikar ki, ihsas edemeyen zavallılara yazık.