NE YAPMALI?...5...

Özgür DENİZ - 09.02.2011

Temelimizi çok sağlam atmalıyız. Adeta çelikten bir temelimiz olmalıdır. Temeli sağlam olanın gidişatı da, önü de sonu da sağlam olur.

 

Kur’an niye var? Hakem olmak için. Çünkü milyarlarca insan var. Milyarlarca bilgi var. Milyarlarca kitap var. Ve her kitap ustasının doğrusunu sunuyor. Ve her usta bizden biri. Yani yaratılmış biri. Yani nefis sahibi biri. Yani iyiliği ve kötülüğü bünyesinde birlikte barındıran biri. Bu yüzden bütün insanları kuşatacak söylemler üretmesi, ilkeler ortaya koyması imkânsızdır. Ki hayatta bunu sarahaten gösteriyor. Ustanın şurada doğru olan bilgisi, orada yanlış olabiliyor. Ve bundan dolayı usta günahkâr değil. Kasten yanlış yapması ayrı tabi ki. Çünkü o mutlak bilgiye sahip değil. O bir insan. Her yönüyle insan. Peki, insan, bunca ustanın arasından hangisinin doğrusuna inanacak? Hangisinin yolundan gidecek? Hepsi kendi doğrusunu sunmakta ve doğru bildiğine çağırmaktadır. Fakat böyle bir şey imkânsızdır. Çünkü milyarlarca hakikat olmaz. Her bilinen doğru sayılmaz. Ve hiçbir beşeri bilgi herkes için geçerli olamaz, hakikat diye kabul göremez. Ve zaten herkesi kuşatacak kadar evrensel değerler taşıyamaz. Ki hayat karşımızda ve biz içindeyiz hayatın. Hangi ideoloji bütün insanlığı kuşatacak kadar genel geçer doğruları dillendirebilmektedir. Ve bugüne kadar dillendirebilmiştir? Bilakis bunu yapması kendisinin iflasını doğurur. Zira ideolojilerde çıkar esastır. Ve çıkar gözeten herkesi kuşatamaz. Çünkü muhalife ihtiyaç duyar ve muhalife ihtiyaç duyandan herkes için çözüm beklemek ahmaklıktır. Hangi batıl din ya da ideoloji bütün insanlara hitap edecek bir ölçüte sahiptir? Teorik olarak vicdan temelinde kurulmuştur? Ve bütün vicdan sahiplerince kabul görebilmektedir? Hiç ama hiçbirisi bu şekilde değildir ve olamaz da. İşte mahlûkunu bilen Halîk herkesi mutlak şekilde mutmain kılacak ve en doğru istikamete yöneltecek ve kimsenin itirazına mahal bırakmayacak olan yüce kitabı indirmiştir. Şöyle bakın, okuyun ve tetkik edin bakalım hangi ilkesi insanlığa münafidir, hangi bir ilkesini vicdan onaylamaz? Bilakis bütün vicdan sahibi olanların tereddütsüz onaylayacağı ilkeleri münderiçtir. Hem de akılları ve vicdanları ıskat edercesine. Ve insanlar bugün yalanların, yanlışların esiri ise, zulmün ve sömürünün pençesinde kıvranıyorsa, sapıtmışsa, yolunu şaşırmışsa en yüce hakeme tabi olmayışındandır. Şimdi bütün bu yüce hakikatten sonra yüce kitabımıza şirk koşmak ve ondan başka kitap tanımak ne kadar doğrudur?

 

Önder niye var? Doğruyu göstermek ve doğru yola yöneltmek için var. Menzile götürmek adına pusula görevi görmek için var. Önünden gittiği insanların mutluluğunu öncelemek için var. Saf hakikati göstermek için var. Gerçekleri anlatmak ve ışık olmak için var. Ve insanlar aydınlığa kavuşmak için önderlerini takip etmek zorundadırlar. Gerçekten mutlu olmak istiyorlarsa önderlerinin izini sürmeleri gerekir. Dünyada sayısız lider mevcuttur. Peki ama, hangisi bütün insanlığı kuşatabilmektedir ve bütün gönüllere hükmedebilmektedir? Hangisi bütün vicdanların onaylayacağı bir yaşam yaşamaktadır? Hangisinin sevgisinin derinliği ölçülemez? Hangisinin adaleti bütün mevcudatı kuşatmaktadır? Hangisinin ahlakı genel geçer ahlaktır? Hangisinden düşmanı emin olabilmektedir ve en mukaddes şeylerini bile tevdi etmekte tereddüt etmemektedir? Hiçbirisi için geçerli değildir bunlar. Çünkü hepsinin dayanakları boştur, çürüktür, kendi mantıklarının ürünüdür ve çıkar üzerine, hesabilik üzerine kuruludur. İnsanlar, onların kirli çıkarlarını elde etmeleri için basit birer araçtırlar. İnsanların hayatları bu çakma liderlerin umurlarında bile olamaz. Bütün vicdanların onaylayacağı bir yaşamı yaşamak bunlara sonsuz ağırdır. Bunlar vicdanlardan doğan yüce duygulara sağırdır. Bunlarda ahlak yoktur, adalet ise tatile çıkmıştır. Bunlar için hayat bir savaş meydanıdır ve tek geçerli ilke; şiddettir. İşte bu sebeple, vicdan sahibi insanların takip etmekte zorlanmayacağı yegâne şahsiyet,  insanların tek önderi olan, Hz. Muhammed’dir (sav). Elinizi vicdanınıza koyun ve konuşun Allah aşkına. İrade buyurduğu adalet ilkeleri hangimizin arzusuna muhaliftir? Tamamlamak üzere gönderildim dediği ahlak ilkelerini hangimiz tasvipte güçlük çekeriz? Ya da o ilkeler hangimize bir zarar verir? Göğsünde ümmetine karşı beslediği yüce ve büyük sevgiyi kim inkâr edebilir? O mütevazı ve ideal yaşamı karşısında kim olumsuz söz edebilir? Kim bu teori ve pratik bana uymaz diyebilir? Şimdi bütün bu yüce hakikatten sonra önderimize şirk koşmak ve ondan başka önder tanımak ne kadar doğrudur?

 

Allah niye var? Olmak zorunda olduğu için. Çünkü bütün mevcudat onun eseridir de ondan. O olmasaydı mevcudat olmazdı. Ve biz olmazdık ve bu yazı yazılmazdı. Çünkü O yaratandır ve O’ndan gayrı ne varsa halk edilmiştir. Allah umuttur. Ezilenlerin, çar naçar kalmışların, kimsesizlerin, itilenlerin, horlananların umududur. Söyleyin bana Allah olmasaydı bu insanlar kime iltica edip kimden medet umacaklardı? Zaten bir eden olsaydı etmiş olurdu ve onlar da bulundukları durumda bulunmazlardı değil mi? Ruhsuz dünyanın ruhudur Allah. Zira bu dünya Allah olmasaydı olmazdı, gayesi kalmazdı. Manasızlaşıveririrdi. Bu dünyaya hareket kabiliyeti veren, bu dünyaya bir gaye yükleyen, bu dünyanın var kalmasını manalandıran Allah’tır. Allah, anlamsız dünyanın anlamıdır. Tıpkı küçük dünya olan insana anlam katan şeyin kalbi olduğu gibi. Kalp dursa insan ne olur? Başlangıcını ve sonunu tayin eden ona bir misyon yükleyen Allah’tır. Yoksa bu dünyanın var olmasının da bu dünya üzerinde yaşayanların dünyayla ilgili hayal kurmasının da değeri olmazdı, zaten olanlar olmazdı. Var olmanın dayanılmaz sancısının dindiricisidir. Allah’sız var olma serüveni tam bir işkence seansına dönerdi. İntikam alamayanların ve içlerinde bundan dolayı derin ızdırap yaşayanların intikamcısıdır ve ızdıraplarının dindiricisidir. Zulme uğrayan, zaafa uğratılmış, sömürülmüş, alaya alınmış, hakkı çalınmış insanlar neye dayanacaklardı? Neyle teskin olacaklardı? Elbette Allah’ın varlığıyla. Çünkü Allah’ın varlığı demek, onlar için gönül sükûneti demektir ki, öçlerinin elbet bir gün alınacağı umudunu yükler onlara. Bilakis zaten onları koruyacak biri olaydı korurdu. Onlarda koruyucuya ihtiyaç duymazdı. Sessizliğin mahkûmlarının sesidir. Elbet bir gün onların sesi en gür çıkacaktır. Çünkü yanlarında Allah’ı bulacaklardır. Ve en güçlü onlar olacaklardır. İşte sessizliğimiz bundandı diyeceklerdir. Allah yerdedir, göktedir, denizdedir. Bütün yönlerin sahibi O’dur. Zerreden zerrata bütün mevcudatı ihata etmiştir. Bütün mevcudat O’na inkiyad etmiştir. Her olguya bir kader tayin eden O’dur. Allah acele edenlerin ecelidir. Zulümde, fitnede, soysuzlukta, hayâsızlıkta, adaletsizlikte, ahlaksızlıkta. Allah’sızlık; ahlaksızlıktır, anlamsızlıktır, umutsuzluktur, mutsuzluktur. Allah hiçbir şeyi olmayanların her şeyidir. Her şeyi olanların hiçbir şeyidir. Allah’ın size ne kadar yakın olduğunu fark etmek istiyorsanız, kendinizin Allah’a ne kadar yakın olduğunuzu fark ediniz. Çünkü O size, sizin O’na yakınlığınız kadar yakındır.

 

Ve insanlar niye Allah’a tapmak zorunda? Çünkü Allah mahlûku gibi görünür değildir. Zira görünür olan her şeyin özünde bir menfaat gizlidir. İyi yönde ya da kötü yönde. İşte insanlık üzerinde de, insanlığın önüne çıkan liderlerin çıkarları vardır. Çünkü mevcut dünyada, mevcut olan her insan, mevcut olanı kullanmak ister. Yani hissettiğimiz şu âlemde büyük çıkarları olanlar küçük gördükleri insanları kullanırlar. Hile, kumpas, tezvirat vs. yollarla. İnsanları asla doğruya, iyiye kanalize etmezler. Ama Allah mekândan münezzeh olduğu için insanlardan bir umuru olamaz. İnsanların yapıp ettiklerinden bir faydası söz konusu değildir. Ve zaten bütünüyle kullarının mutluluğunu ister. Onların cennette yaşamalarını ister. Bu yüzden de insanları-kullarını kullanması söz konusu değildir. Ve yine bu yüzden en doğru yolu gösterici, üstelik insanın bizatihi kendi menfaati yönünde olacak şekilde doğruyu gösterici, Allah’tır. Allah sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Tağutlar farklı farklıdır. Düşünceleri, yaşamları, duyguları, istekleri farklıdır. Asla birleştirici olamazlar. Tağutlar sizi aydınlıklardan karanlıklara doğru sürükler. Tağut önünde eğilen, kendi benzeri önünde eğildiği için gururu kırılır ve alçalır. Ama Allah tektir. Yegâne birleştiricidir. Görünmez. Bu yüzden Allah’ın önünde eğilen yücelir, yükselir. Ve Allah’ın huzurunda iken insan kendini daha özgür hisseder. Şimdi bütün bu yüce hakikatten sonra ilahımıza şirk koşmak ve ondan başka ilah tanımak ne kadar doğrudur?

 

‘’Her nefis ölümü tadacaktır.’’ Niye? İnsan, hayatını, her şeyi imkânları dairesinde tada tada yaşıyor. Fakat her insan aynı şeyleri tadamıyor. Zira, bir imkan meselesidir bu. Zaten bu yüzden de mutlak eşitlik muhal değil midir görünür dünyada?  Aynı şeyi bütün canlıların tadacağı yegâne şey: ölümdür. Ölüm mutlak eşit olunan, herkesi eşitleyen şeydir. İnsanlar o eşit olma halindeyken adım atacaklar ikinci yurda. Bu yüzden Allah bütün nefislerin ölümü tadacağını, ölümle yüzleşeceğini bildiriyor. Bir anlamda da had bildirme durumudur ölüm. Azgınlaşan, zulüm üstüne zulüm yapan ama ne olduğunu bir türlü görmek istemeyen insanoğluna haddini bil şamarıdır. Sen aciz ve ölümlü bir mahlûksun hatırlatmasıdır. Bir adalet mekanizmasını düşünün: dışarıdayken farklı olan bütün insanlar o mekanizma karşısında eşittirler. Çünkü hesapta ayrımcılık olmaz. Bu adalete mugayirdir. Fıtrata münafidir. Ne kadar yaşarsanız yaşayın, sıfatınız ne olursa olsun, rolünüz ve konumunuz, servetiniz ve şöhretiniz ne olursa olsun ölümden kaçış yok diyor Allah. Bu yüzden haddinizi bilin diyor. Bu dünyada iken süratle kaçtığınız ve hiç yakalanmayacağınızı sandığınız şeyler mutlaka başınıza gelecektir ikazını yapıyor.  Hakeza, bu dünya fanidir, sonludur ve ikinci bir dünya ile tanışacaksınız diyor, ki; ‘’tadacaktır’’ kavramının özünde bu gizlidir. Tadacaktır ve sonra farklı bir âleme adım atacaktır, yaşam yeniden başlayacaktır. Bu yüzden de herkes öbür âleme herkesi eşitleyen şeyi tadarak geçecektir. Zira öbür âleme farklı modda geçmek yoktur. Çünkü, öbür âlemde farklı modlarda hayat yoktur.

 

Ölüm ki; bir avcıdır. Dolanır durur peşimizde biteviye. Bekler ki, punduna getire ve ala kollarına acımadan. İnsafsızdır o. Kader çizgisinin bitiş noktasında her faninin mukadder akıbetidir. Ne çelik gövdeler direnebilir ona, ne de demir yumruklular. Amansız ve keskin bir oktur o. Yayından boşanıverdi mi acımaz deler geçer. Ne saray dinler ne de kral. O kollarını açtığı an hepsi naçardır. Ebedilik ümidi, sonsuzluk sevgisi, diriliş umudu ve gidenlerle buluşma sevinci korkunun muhalifidir ölümün acımasız ve haşin kollarında. Tuzağından kurtulan görülmemiştir insanlık tarihinde. Bir tek tanık yoktur kurtuluşa dair. Varsa buyursun, işte meydan!  

 

                DETAYLAR:

 

SEÇİM PROVAKASYONLARI:

Bu seçim gerçekten ilginç bir seçim olacak. Benim için farklı bir yönü var. Ve orası bende saklı. Çok merak ediyorum. Bazıları için hayat-memat durumu söz konusu olabilir ama benim için gerçekten öyle bir durum yok. Ben çok farklı boyutlardan bakıyorum. Yıllar önce bir şeyler söylemiştim. Fakat o istikamette tek adım görmedim. Tek eyleme tanıklık etmedim. Göreceğiz atılan tohumları. Göreceğiz yeşeren ürünleri. Göreceğiz toplanan meyveleri. ‘’Herkese çalıştığı vardır’’ der yüce ve kadim yasa. Siz yasalara uygun davranmazsanız, yanlış yollara girmek zorunda kalırsınız ve kaza yaparsınız, ya mevta olursunuz ya gazi. Ama aklı olan buna tevessül etmez ve etmemelidir. Sağlıklı yaşam dururken kim sağlıksız yaşamayı ya da yarım yaşamayı tercih eder iki gözüm?

 

KIBRISTAN GELEN ULUMA SESLERİ:

Kıbrıs. Yavru vatan. Kim ne derse desin ülkemiz için hayati öneme haiz bir yerdir. Ve hep öyle de kalacaktır. Bir iki şerefsiz başkaldırdı diye vazgeçilecek değildir. Kaldırılan başlar elbet gün gelir eğilir. Dik olan ama dikleşmeyen başlar ne yücedir. Bizden olanların da yaşadığı bir yerdir aynı zamanda. Kaynaklarımızı gocunmadan aktarırız, hem de başından beri. Ama ne hazin ki, kuklalar tarafından ruhsuzlaştırılan bir gençlik var karşımızda. Türkiye’ye, Türk milletine ve İslam dinine katıksız düşman kılınmış bir gençlik var. Kendini besleyene zehir kusan bir gençlik. Benliğine yabancılaşmış bir gençlik. Kimliğine, dinine yabancılaşmış bir gençlik. Rum’un kucağına oturmaya teşne bir gençlik. Tabi şunu açıkça ifade edelim ki yanlış anlaşılmasın sözlerimiz: geneli kastetmiyoruz burada. Bir avuç haddini bilmezden söz ediyoruz. Evet, besleme değiller ama beslendikleri de bir hakikat. Kim yalan diyebilir buna? Yani yılda beş yüz trilyona yakın nakit paramız gitmiyor mu oraya? O zaman haddini bileceksin arkadaş! Kendine geleceksin arkadaş! Ha şunu zırvalayabilirsin: ne kendini, sen paranı, ne emrini, ne de askerini istemiyoruz diyebilirsin ki dilin kemiği yok. Ama orasına senin aklın ermez yavrucuğum. Birilerinin ağzına soktuğunu kusmakla ancak bişey yaptığını zannedersin o kadar. Boyunu aşacak işler vardır ve aşar yavrucuğum. Hadi yavrum otur, daha yaşın küçüktür, büyüyeceksin, adam olacaksın ve öğreneceksin bazı şeyleri. Ya da büyüklerine sor bazı şeyleri. Aslında burada küfredilecek kahpe dölleri biliniyor ama işte dil bazen lal oluyor!

                              

BİR ADAM VE BİR HIYANET:

Bir adam. Tahrikçi. Tam bir ajitatör. Süper bir yalancı. Gerçek bir düzenbaz. Mağdur kadın pazarlayıcısı. Ama böyle bir karaktere sahip zevat tutmuş âleme nizamat vermeye yelteniyor. Mukaddeslere küfrediyor. Mukaddeslerin müntesiplerini tahkir ediyor. Mukaddes takipçilerini takip edip afişe etmeye yelteniyor. İçki âlemi yapan toylara sitayiş. Mukaddeslerin gereklerini icra eden toylara sövgü. Yazıklar olsun topunuza. Sonra da çıkıp vatan üzerine nutuk çekmezler mi. Tabi yerseniz! Ama maalesef yiyoruz. Bir iki şehit haberini duygusal bir modda verdi mi, teröre göstermelik bir lanet okudu mu bu tipleri kahraman ilan ediveriyoruz. Ne garip bir milletiz gerçekten! Oysa mühim olan dilin ucuyla söylenenler değil, mühim olan üzerimizi örten şeyin parlaklığı değildir. Mühim olan sözlerin yürekten fışkırmasıdır. Mühim olan özlerin parlak olmasıdır. Eşek atlastan çul giydi diye eşeklikten çıkar mı güzel dostum? Hayvan her zaman hayvandır. İnsanda her zaman insandır.

 

BİR KADIN, BİR ADAM VE ÖLÜM:

Defne öldü. İlişiği kesildi hissettiğimiz dünya ile. Ötesi bize meçhul.  İstenmeyen bir şekilde oldu son. Hazin ve ibretlik. Sürekli âleme nizamat vermeye tevessül eden bir zatın oğlu ile beraberken veda etti sevenlerine ve sevdiklerine. Hakikaten renkli, neşeli, coşkulu ve yaşam dolu bir insan imajı çiziyordu ama her çizim doğru çizim olmuyor. Son zamanlarda sefil ve rezil bir programda yarışıyordu. Namus nedir tanımayan bir program. Ha tabi bazıları için bir kadınının orada ki durumu normal görülebilinir! Bizler için anormaldir. Yobazlık var serde naparsın gardaş!

 

Altangillerin derin gücü aşılabilirse olay net olarak aydınlatılabilir. Karanlık bir olay kesinlikle. En azından manzarada bir sıradanlık yok. Örnek alınacak ya da gösterilecek bir durum da yok. Her adım sona giden yolu tayin eder. Bu yüzden atılan adımlara ve adımların doğrulduğu yöne dikkat edilmelidir. İnsanoğlu fanidir. Kuş misali uçuverir ve kayboluverir. Siz siz olun canım dostlarım kartel denilen pislik yuvasının tezviratlarına aldanmayın. Aslında bu genç hayatların daha baharlarında yok olup gitmesinde bu kirli ve karanlık yuvanın sonsuz rolü vardır. Altangiller bile belkide ahlaksızlık yolunda katkı sunmalarının bedelini ödüyorlardır. Zira bu toplumun manevi yönden çöküşünde büyük rolleri vardır. Tolstoy boşuna söylememişti değil mi şu meşhur sözünü: ‘’ahlak kurallarını çiğnemeyin, öcünü çabuk alır.’’

 

                Bir de içki boyutu var olayın. Kartel denilen kirli ve karanlık yuvanın sürekli gençliği kullanması yönünde teşvik ettiği bir nimet(!), şifa deposu(!). Ayrıca Ahmet Altan denilen adamında sürekli özgürce içilebilmesi adına mücadele verdiği bir kutsal içecek(!). Ne dense boş, ne dense faydasız.

 

                BİR ADAM VE KÂĞITTAN KULE:

                Alışmış kudurmuştan beterdir derler. Hakikaten doğruymuş. Sen hayatında hiç çalışarak kazanmazsan ve hep başkalarının sırtından geçinirsen elbet gün gelir geçim kapın kapanmak zorunda kalır. Zira doğal yasalar vardır ve zamanla kendini hissettirir. Ama hissettiğin an işin işten geçtiği andır. Ve o seni besleyenlere ateş etmek zorunda kalırsın. Niye? Çünkü o besleyende illallah etmiştir artık. Birazda kendin çalış kardeşim demiştir. Ben bütün toplum için varım, sadece sizin için değil demiştir. Ama hayır kardeşim sen bizim içinsin denmektedir.  Sen hangi toplumdan bahsediyorsun arkadaş? Bizden başka toplum mu var ki? Senin özünü karıncalar yemiş ve küt kalmışsın arkadaş!

 

                Hayat böyledir işte dostlarım! Kendine güveneceksin. Ortak hazineden harcayamazsın sürekli. Sonra da bu hazine çok kirliymiş gibi zırvalayamazsın. Her şeyin bir sonu vardır. Sonsuz olan ne var ki sonlu olan âlemde? Ve birilerine dayanmayacaksın. Zira dayandığın yerde senin gibidir. Fanidir. Var olan şeyleri sınırlıdır, süreksizdir. O zaman kendi bileğine güveneceksin arkadaş! Kendi eylemlerine güveneceksin. Çalıştığının karşılığına razı olacaksın. İşte böyle dostum! Tabi anlayabilecek kapasiteye sahipsen!

 

MISIR VE DİĞERLERİ:

Ülkem buralara dikkat etmelidir. Etmek zorundadır. Zira kardeşlerimizdir. Ortaklıklarımız vardır. Bu yüzden bir kalem erbabının da dikkat çektiği gibi büyük soygunlara karşı duyarlı olmak gerekmektedir. Zira Mısır basit bir ülke değildir. Kadim bir ülkedir. Hazine deposudur. Tarih yüklüdür. Alçak firavunun inmekte gecikmesi kasıtlıdır. Zira bu arada netameli işler yapılıyor olabilir. Ve zaten büyük babaları ile birlikte terk edecektir ülkeyi. Ayrıca yeni yönetim konusunda da ülkem destek vermelidir. Dolaylı ya da dolayısız olarak. Ve o kardeş ülkelerde ki hiçbir Müslüman şahıs yapılan ihaneti asla unutmamalıdır. Yüreğinde bir ok gibi taşımalıdır. Ve o oku muhakkak çıkarmalıdır. Çıkarmanın yolu bellidir. Yaraya merhem sürmeden yara iyileşmez. Ve her yaranın merhemi farklıdır. Dökülen kan asla kurumazmış! İbret olacak izler önemlidir! Zira ardı sıra gelenleri uyarmak büyük bir sorumluluktur yerinde kalanlar için! Hedefin bulunduğu yer önemli değildir, o hedefi takip eden çelik nokta önemlidir. Herkes haddini bilecek. Kimsenin köpekleşmeye hakkı yoktur. Hele hele bir köy köpeği olupta kendi köylüsünü ısırmaya hiç ama hiç hakkı yoktur. Yoksa ona kuduz tedavisi uygulamak boyun borcudur!

 

İHANET, ÇAĞDAŞLIK, MASKELİ YÜZ:

Lazımlıklar vardır. Gerektiği zaman kullanmak için. İşte bazı çağdaş dünya müntesipleri de böyle lazımlıklar bulup zamanı geldiğinde kullanıyorlarmış. Konjonktüre göre. Ve eğitiyorlarmış işine göre. Kaynak bolmuş. Bulan bulmuş. Veren vermiş ama ille de ihanet dermiş. Ve bizden görünmek için maske takanlar bizden olmayanlara hizmet edermiş. Gariplerin tekneleri geceleri alevlenirmiş. Gündüz beyaz duran gece olunca ateşte kavrulur sabaha kapkara çıkarmış. Ve evler teknesiz kalınca çocuklar ekmeksiz kalırmış.

 

Bizler gerçekten masum, garip ve onurlu insanlarız. Her görünene kolayca aldanırız. Hele bir iki süslü nutuk çekildi mi dayanamaz eririz. Oracıkta canımızı veririz. Hele birde büyük etiket sahibi ise höykürenimiz, başka türlü severiz. Onun uğruna kendi özümüzü döveriz. Hiç durmadan bizden olana söveriz. Hiçbir zaman görüntü ve etiket aldatmamalıdır bizleri can dostlarım! Ne üstünde ipek kumaş olan vardır ama domuz özlüdür. Ne büyük etiketi vardır ama altından ihanet fışkırır. Ve şu bilinmelidir ki; toplumsal bazda, birileri, o domuz özlüleri ve büyük etiketlileri yükseltti diye onlar yükselecek değillerdir ve bu bizi aldatmamalıdır. Kendi aklımız var düşünmek için kifayet edecek miktarda. Öyle değil mi? Padişahın bile kusuru vardır! Ne atlastan ve ipekten giysi, ne de mareşal rütbesi kusurları örtmeye yetmez.

 

İŞBİRLİĞİ:

Herkes işbirliği edebilir. Bu doğaldır. Kimisi ihanette, kimisi de sadakatte işbirliği edebilir. Herkes seciyesi mucibince eylemde bulunur. Suçlamak yerine gardını almak daha akıllıcadır. Karanlığa küfredilmez, ışık yakılır ve karanlık, ışığın yokluğunun adıdır. O zaman ihanetlere kızma, sadakatte birleş! Yollar birleştiricidir. Her yolun yolcusu bulunur. Gittiğin yolu bileceksin gardaş! Sonra şikâyetçi olmayacaksın. Ve durama göre hareket edeceksin. Koşman gerekiyorsa koşacaksın. Koşman gerektiği halde yürüyorsan yok olmaya mahkûmsun! Bak kimse durmuyor!

 

VALİ:

                Valiyi halk seçsin gibi şeyler duyuyoruz. Umalım yanlış duymuş olalım. Zira felaketin fişengidir bu. Akıllı olmak iyidir. Düşünerek hareket insanı düşürmez. Tahrik edilme sonucunda tevessül edilen eylemler insanı uçuruma sürükler.

 

DEVRİM BİLİNCİ:

Şimdi burada garip bir durum var. Bazıları devrim olsunda nasıl olursa olsun havasındalar. Dostum devrim dediğin şey basit bir şey değildir. Bu yüzden mutlak bilinç temelinde gerçekleştirilmelidir. Yoksa acı doğurması mukadderdir. Şöyle ki: insanlar kendilerinden bile olsa, şayet muktedir olan zulüm yaparsa, yapılan zulmü görebilmelidir ve tepkisini koyabilmelidir. Ama kendinden diye zulüm yapana tepki koyabilecek bilinçte olmazsa zorbalara gün doğmuş olur. Ve zaten devrim uzun süreli iktidar demektir ve bu süre içinde zorbalar inim inim inletirler toplumu. Bu yüzden devrimin oluşum süreci ve devrimi yapan bilinç temeli sonsuz önemlidir. Ve burada gerçekler hayati öneme haizdir. Gerçekler anlatılmalıdır topluma. Olabildiğince doğal şekilde. Ve insanlar doğru bilgi temelinde doğru eylemlere yönlendirilmelidir. Yanlış bilgi yanlış eylemi doğurur ve bu da insanları yanlış iktidarların tutsağı kılar. Bilgi-bilinç-özgürlük-farkındalık ve şuurlu başkaldırı sonsuz önemlidir.

 

SANAT-ÇI:

Herkes sanatçı olamaz ve sanat icra edemez. Bu yürek işidir. Beyin işidir. Ama sanatın ne olduğunu ve kimin sanatçı olduğunu pek kestiremeyen bir milletiz galiba. Geneli tenzih ederim. Ortalıkta, kendini nimetten sayan, adam hesabına koyan sanatçı bozmalarının cirit attığını görüyoruz. Tıpkı aydın bozmaları gibi. Önüne konanı hüp diye yutan ve domuz gibi böğüren aydın bozmaları gibi.  Oysa bir halt olmadıkları başından beri belli. Ama çapsızlıkları aşikâr olunca tırlatıyorlar. Gerçek sanatçılar meydanda görünmeye başlayıpta kendilerinin lazımlık olduğunu anlamaya başladıkları için toplumu aşağılamaya yelteniyorlar. Ulan siz kimsiniz ki? Ne ürettiniz ki bugüne kadar? Ne verdiniz ki istiyorsunuz halktan? Toplumu soysuzlaştırmaktan başka ne halt ettiniz? Hangi insani duyarlılığa sahipsiniz? Bu toplumla müttefik olduğunuz hangi yön var? Hangi dokunuz bu toplumun özü ile uyuşmaktadır? Sizler bu toplumun sırtına yapışmış kenelersiniz oğlum. Hiçbir şey değilsiniz. Hiçsiniz hiç. Koskoca bir hiç. Adam mısınız? O da değilsiniz. Zira adam olsanız bir yerinizden belli olur değil mi? Toplumu bitiren siz sanatçı ve aydın bozmalarısınız oğlum. Dünyanın en kaşarlı mahlûklarısınız. Benzerlerinize benzemezsiniz! Benzemezlerinize benzersiniz! Çünkü siz sureten benzerleriniz gibi olsanız da sıreten benzemezleriniz gibisiniz!

Tarih: 09.02.2011 Okunma: 779

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?

Osman GENÇ

02.12.2010 - 13:51

İsmail bey...Şimdi biz ABD nin parmak uclarında dansmı yapıyoruz dersin... Şimdi sen eğer kuruluş felsefeni CFR denen kuruluştan alırsan Seni seçcen milletin şerriden

Osman GENÇ

02.12.2010 - 13:51

İsmail bey...Şimdi biz ABD nin parmak uclarında dansmı yapıyoruz dersin... Şimdi sen eğer kuruluş felsefeni CFR denen kuruluştan alırsan Seni seçcen milletin şerriden