NE YAPMALI?...8...

Özgür DENİZ - 26.02.2011

Yeni bir düşünce tarzına ve bu istikamette kurulacak yeni bir dünyaya duyulan ihtiyaç, eskimiş düşünce tarzlarının ve o düşünce tarzları ekseninde inşa edilmiş olan ve insanı sakat bırakan, tabiatı tahrip eden, dini hayatın dışına atan dünyanın iflasının işaretidir. Büyük laflar ediyor, derin sözler söylüyoruz. Ama sanki Kafdağından konuşuyoruz. Ancak birbirimizle anlaşabilecek bir dil kullanıyor ve diskurlar üretiyoruz. Bütünü kapsayan bir iletişim dilinden mahrumuz. Değişimin ve dönüşümün temel dinamiği olan, her şey değişse de asla değişmeyecek olan halkla ciddi bir irtibat ve iletişim kuramıyoruz. Halkın anlayabileceği dille konuşmayı bir türlü beceremiyoruz ya da halkın bir şey anlamasını zaten istemiyoruz. Büyük, derin ve tafsilatlı felsefi ve kelami tahliller yaparak ve halktan kopuk, halkın ruhuna dokunmayan söylemler üreterek bu işler olmaz, yürümez beyler.

 

 

 

Evet, öznesiz cümle olmaz. Ama yüklemsiz hiç olmaz. Zira halk, aydınsız da olur ve vardır ama aydın halk olmadan bir hiçtir, tıpkı insansız devletin hiçliği gibi. Aydın halkla bir anlam kazanır. Aydının varoluş sebebinin temel dinamiği halktır. Aydın kendi halk kategorisini belirleyemez ama halk katmanları kendi aydın kategorilerini belirleyebilir. Ve zaten öyle de olmaktadır. Halk, aydınsızda pekâlâ yaşamını sürdürebilir, varoluşunu gerçekleştirebilir, yolunu bulabilir. Belki aydın olmasa aydınlık sabaha daha çabuk bile ulaşabilir, kim bilir! Haddizatında aydınlar mevcut durumları itibariyle sabahı geciktirmekten başka bir şey yapmıyorlar. Bilirsiniz ki, horozu çok olan köyün sabahı geç olurmuş. Sabahımızın gelmeyişi, nasıl, niçin ve hangi yönden hangi yöne öttüğü belirsiz olan yığınla aydın horozumuzun olmasından değil midir? Asla unutmaya terk etmeyin, Kur’an-ı Kerim bir ahlak kitabıdır, insanlaştırma kitabıdır ve hayatı bütün yönleriyle ihata eder. Kur’an’sız hayat mümkün müdür? Kur’an’sız aydınlık mümkün müdür? Hayattaki bütün uğraşlarla, işlerle ilgili ahlaki ilkeler sunar yüce kitap. Zira ahlaksızda, bir insanlık projesi ve medeniyeti inşa etmek imkânsızdır. Faraza mümkün bile olsa, yani ahlakı dışlayarak ya da pasif kılarak bir insanlık projesi oluşturulsa bile, bunun insana ve insanlığa huzur, güvenlik, birlik, adalet sunması ve kalıcı olması mümkün değildir, yok olması mukadderdir. Ki, örneklerini canlı olarak müşahede ediyoruz.

 

 

 

Eğer iman amele dönüşmezse nesnel bir değer ortaya çıkmaz. Teoriler pratiğe dönüşmedikleri sürece mutlak bir değer ifade etmezler. Dünya önemlidir ama sana hükmetmemelidir. Sen dünyaya hükmetmelisin. Dünya senin değil sen dünyanın efendisi olmalısın. İyi ve güzel işler yapmaya bir vesile bileceksin dünyayı. Kötü işler yapmaya aracı kılmayacaksın. İnsan dünyaya iyilik yapmaya gelmiştir kötülük yapmaya değil. O bir tarladır, insanda bir çiftçi. Gerçek ürününü sonsuzlukta alacaktır. Tabi iyi bir ekim yaptıysa. Maddi yaşamı iyi olmayanın manevi yaşamı da iyi olmaz. Ve manevi yaşantısı kötü olan kişi harici bütün olumsuz tesirlere açıktır. Yani maddi ve manevi yaşam bir nevi iç içedir. Ekonomisiz bir medeniyet sefalet üretir. Adaletsiz bir devlet yıkılmaya mahkûmdur. Mücadelesiz bir halk esareti hak etmiştir.

 

 

 

Bir kere toplumsal iletişimimiz ve ilişkimiz çok dinamik olacak. Zihinsel devrimler pratik hayatımıza muhakkak yansıyacak ve ahlak temelli bir yaşamsal devrim gerçekleşecek. Emr-i bil maruf, nehy-i anil münker görevimizi layığı ile yapacağız. Bilakis, gelen ateşten kurtulamayacağımızı bileceğiz. ‘’Geldiği zaman, sadece zalimleri yakmayacak olan ateşten sakının.’’ Allah.

 

 

 

Tevhid bilinci ve şuuru ile yaşayacağız kesinlikle. Kurtuluşun temeli burasıdır. Zira tevhid demek; ahlak, adalet ve birlik demektir. Bu da varoluş için mutlak ve alternatifsiz koşuldur. İdeallerimizi reel politiğe kurban etmeyeceğiz. Ama reel politik koşulları da sarf-ı nazar etmeyeceğiz. Zira ideallere acımasız reel koşullar içerisinden süzülerek gidilir. Özelde ülke ve millet eksenli, genelde ümmet ve insanlık eksenli düşler kuracağız, diskurlar üreteceğiz. Kaynakların toplumsallığını kabulleneceğiz (mera, su vb). Kaynakları mutlak olarak özelleştirmeye tevessül edenlerin karşısında çelikten setler olacağız. Devletin otokontrolünü kaybettiği özel sermaye teşekkülü, cehennemin davetiyesinden başka şey değildir. Yani ahlaklı ve adaletli devleti muhakkak savunacağız. Adalet ve ahlak temelinde hareket eden şurayı esas alacağız. Adalet ve ahlak ilkelerine sadakatten şaşmayacağız. Her insan topluluğu yeryüzünün bir köşesini vatan kılmıştır. Bu kadim bir gerçekliktir. Bizim de vatanımız bellidir. Ne kadar da ahlaklı-adil-barışçı ve sınırsız dünya özlemiyle yaşasakta. İşte bu vatan üzerinde bir adalet ve ahlak inkîlabı yapmak mücadelesi vereceğiz ilk evvelde. Çünkü kendini kurtaramayan insanın başkalarını kurtaramayacağı gibi, kendi ülkesinde adaleti sağlayamayan bir milletin dünya ülkelerinde ki adalet mücadelelerine bir şey vermesi söz konusu olamaz. Güven, sevgi ve dostluk gibi yüce değerler üzerinde, şeffaflık temelinde, kuşatıcı vekolektif bir mekanizma kuracağız. Güçlü bir hukuk ve kudretli bir ordu sistemi tesis edeceğiz. Bu sistemleri de ahlak ve adalet temelinde çalıştıracağız.  

 

 

 

Ayakları yere basan projeler üreteceğiz. Samimiyet, ciddiyet, erdemlilik eksenli yaşayacağız. Kesinlikle temiz niyetlere sahip olacağız. Zira niyetler sonsuz önemlidir. Her şeyde. Ve kaybettiğimiz en kritik ve mühim noktada burasıdır. Gönülde olmayanın dilde olması fayda etmiyor. Sonuçların sorumluluğunu paylaşacağız. Ben için değil biz için çalışacağız. Kolektif bir üretimden yana olacağız. Toplum ve devlet olarak güç birliği edeceğiz. Müstekbirlere karşı mustazafların saflarında yer alacağız. Ahlak ve adaletten sapanı psikolojik olarak ezeceğiz. Kanuni yaptırım gereken durumlarda zerre merhamet göstermeden kanunu işleteceğiz. Suçlulara taviz, suçu zımnen övmektir, bu da bir nevi suça teşviktir. Ve bu kahpece bir ihanettir. Bizim toplumumuzun en büyük yaralarından biriside budur. Toplumsal bütünlüğü parçalayan sağ-sol oyununu bitireceğiz. Zaten tevhid gibi yüce, yüksek ve şanlı bir düşünce bu lanetli oyuna en büyük darbedir. Tarihsel süreci çok iyi okuyacağız. İflas etmiş hareketleri tekrar etmeyeceğiz. Yeni ve dinamik bir ruh var edeceğiz. Ve bu ruhla, kuşatıcı bir vizyon belirleyeceğiz. Farkındalıkla yaşayacağız. Koşulları iyi tespit edeceğiz. Önde gidenleri çok iyi seçeceğiz. Dinimize, vatanımıza, bilumum maddi-manevi kadim değerlerimize küfreden alçakları çok iyi tanıyacağız. Toplum üzerinde baskı kuran tiranları en güzel şekilde tasfiye edebilmenin yollarını arayacağız. Bunlara, ulvi değerleri savunanlarda pek sağlam değil zannıyla ve yönlendirmeleriyle, asla yol vermeyeceğiz. Bu durumda berikine de yol vermeyelim ve şiddetle tenkit edelim ama yine de, asla, değer düşmanlarına yol vermeyelim ve vermemeliyiz. İyi niyet temelli yanlış bir hareketin nelere ve hangi kayıplara mal olacağınız çok iyi düşünmeliyiz.

 

 

 

Köklerimize inmeliyiz ve köklerimiz üzerinden yeniden inşa projeleri yapmalıyız. Köklerimizi kesmeye çalışanların biletlerini kesmeliyiz. Bizi temsil yetkisinden ebediyen mahrum etmeliyiz. Zaten yeterince kökümüz kesilmiş ve yüce değerlerimizi kaybetmiş bulunmaktayız. Bu en büyük cezadır onlara. Ve onlar bellidir! Kesinlikle bellidir! Onlar tarihe düşmandır, onlar dine düşmandır, onlar ezana ve bayrağa düşmandır, onlar bilumum insani değerlere düşmandır. Ama müthiş şekilde kendilerini gizlemektedirler. Haddizatında onlar kendilerini belli ederler ve etmektedirler. Onlar halka da düşmandırlar. Çünkü onların indinde halk cahildir, bidon kafalıdır, göbeğini kaşıyandır. Onlar asla şiddetsiz halka egemen olamazlar, bu yüzden de sürekli şekilde kirli oyunlar tezgâhlamanın yollarını ararlar. Vallahi, billahi, tallahi, şiddetsiz, kumpassız, tahriksiz, provokasyonsuz egemen olmaları muhal ender muhaldir. Onlar filhakika gâvurdurlar. Gavurluk; yabancılık anlamında değildir. Çünkü yabancılara gayr-i müslim denir. Ülkesine, milletine, devletine, dinine ve değerlerine sadakatsizliktir, ihanettir. Kötü adama ne derler Anadolu’da? Gavur adam derler. Anlaşılmıştır. Çünkü kendi ülkesinin ve milletinin, kadim kökleri üzerinde yükselmesini istemeyen ve kadim devletine sadakat etmeyen gâvurdur. Artık bizim tek tanımamız gerekenler gâvurlardır. Gâvur sadakatsizdir, gâvur değersizdir, gâvur işbirlikçidir. Size işbirlikçi diye başkalarını gösterirler ama asıl kendileri işbirlikçidirler. Burası bizimdir ve burada söz sahibi biziz diyen ve halkın cahil olduğunu söyleyen, ancak kendilerinin yöneten olabileceğinden dem vuran yarasa kılıklı gâvurları çok iyi tanımalıyız. Bu gâvur kimi zaman aydın kılıklı bir pisliktir, kimi zaman profesör etiketli bir züppedir, kimi zaman siyasetçi görünümlü ama aslında politikacı olan bir madrabazdır, kimi zaman ihanet içinde olan diplomat ya da bürokrat kılıklı bir haysiyetsizdir.

 

 

 

Artık ülkenizin ve milletinizin yükselip yücelmesi için çalışınız. Bireysel bazda ne yapmanız gerekiyorsa yapınız. Asla yönlendirmelere aldanmayınız. Kararlarınızı muhakkak kadim değerler temelinde veriniz. Göreceksiniz asla aldanmayacak ve yanlış yapmayacaksınız. Allah sizi yanlışa sevk etmez dostlarım. Allah’ın sözü de sizin ruhunuza münafi değildir dostlarım. Artık gâvurları iyi tanıyalım. Değerlerimize sahip çıkalım. Ülkemizi büyük ülke, güçlü ülke yapmak için elimizden geleni ardımıza koymayalım. Ülkemiz çok güzel dostlarım. Milletimiz gerçekten güzel dostlarım. Sizi çirkinleştiripte, işte görüyorsunuz bu ülke ve millet çok çirkin diyen gâvurlara kanmayın. Ne milliyetinizi, ne de dininizi tahkir ve tezyif etmeyiniz. Sahip olduğu yanlış düşünceleri hâkim kılmak için, milliyetine ve dinine sahip çıkmaya çalışan insanımıza faşist, yobaz diyen gâvurlara asla aldanmamalıyız. Bu yüzden değerlerimizi yaşamaktan, hayata aktarmaktan gocunmamalıyız, aşağılık kompleksine kapılmamalıyız.

 

 

 

 

 

AYRINTI:

 

 

BİR: Bilgi Üniversitesine mason üstadının atanmasını sağlayan kimdir? Orası devletten bağımsız mıdır? Bunun izahı nasıl olur? Bu şeksiz ve şüphesiz şekilde ihanet değilde nedir? Bu ülke neresidir? Bu ülkeye kim hâkimdir? Herkesin istediği şekilde at oynattığı bir yer midir burası? Yoksa o mason mutemet birisi midir? Mason kimdir? Masonluk nedir? Masonun gerçek görevi nedir? Müslüman-Türk mason olabilir mi? Mason bir kişi, Müslüman-Türk milletine hizmet edebilir mi? Herkes haddini bilmelidir beyler! Yerini bilmelidir. Kurumlar toplumsaldır ve her kurumun attığı adım toplumun kaderine yön vermektedir. O zaman, hiçbir kimse istediği gibi tasarruf yapamayacağının idrakinde olmalıdır. Taşlar oynarsa başların yarılması mukadderdir. Lütfen küçük ve ucuz hesapların adamı olmayın. Büyük bir ülkenin ve kadim bir milletin üyeleri olduğunuzu unutmayın. Yakışan hareketler içinde olunuz!

 

 

 

İKİ: Tuğçe Kazaz denilen şahıs, önce Hıristiyan olmuş, sonra Budist olmuş ama tekrar evine dönmüş. Yazık. İnsan cahil, zalim ve nankördür işte. Kıymet bilmez. Kendine değer vereni görmez. Gider ellerin yanında huzur arar, kıymet bekler. İslam’dan hangi yanlışı gördün de gittin başka yerlerde huzur arar oldun behey divane insankızı? Sen gidince, İslam’ın kolundan tutup gitme diye yalvaracağını mı sandın? Ya da bir Müslüman’ın zorla bir yere kapatıp göndermeyeceğini mi düşündün? Azcık kafanı çalıştırsan olmaz mıydı? Tanrı da bulunmayan huzur, tanrılarda bulunur mu behey divane insankızı? Ama tabi sende haklısın, bunca zamandır seni Tanrıdan uzak kılıp, tanrıların kulu olman için yönlendirdiler. Allah’ın kulları köklü iken, tağutların kulları köksüzdürler ve sürekli kök arar dururlar fakat bulamazlar ve harap olur giderler. Kendine dön insankızı! Evine dön insankızı! Köküne dön insankızı! Sana terk ettiğin Allah’ın gösterdiği merhameti yer üzerinde gösterebilecek tek kişi yoktur ve olamaz. Ve seni yaptığın yanlışlardan dolayı da affedecek yegâne merci terk ettiğin Allah’tır. Hadi dön ve bidaha terk etme evini! Umarım başkalarına ders olur hayatın. Bir insanın hayat hikâyesi, başkalarının hayatına bir mesajdır. Vatana dönmek, büyük saadettir.

 

 

 

ÜÇ: Behçet Ç. Diye bir dizi. Güya toplumsal bir kurumun müntesiplerini canlandırıyorlar. Üstelik Teşkilat bu kurum. Ama hiçte toplumsallıkla ilintisi olmayan müptezel tavırlarla hareket ediyorlar. Yani nedir bu rezillik canım kardeşim? Yapacağın şeyi adam gibi yapsan rahatsız mı olursun? İnsanlık-adamlık batıyor mu size? Değerli olmak batıyor mu? İlla değersizleşmek ve değersizleştirmek zorunda mısınız? Aslında devleti de anlamıyorum. Hükümetleri de anlamıyorum. Toplumu da anlamıyorum. Bir ölçü getir devlet hükümeti olarak ya da izleme toplum olarak. Bu dizilerin vb. toplumsal değerleri aşındıran tüm dizilerin finansmanı kesinlikle dış destekli içteki taşeronlardır yani gâvurlardır. Ruhları boşaltma ve insanları değersizleştirerek istendik şekilde yönlendirme taktikleridir bunlar. Çünkü hepsi ahlaksızlaştırma operasyonunun adımlarıdırlar. Ahlak sahibi olmayan bir toplum vicdandan da mahrumdur. Ve vicdansız bir toplumun dünya nimetleri ile aldatılması ve istenilen yönde kullanılması çok kolaydır. Ve bizim toplumumuz bu şekilde ileride ki kirli hedefler için hazırlanmaktadır. Kökünden koparılmaya çalışılmaktadır, ahlaktan ve vicdandan arındırılmaya çalışılmaktadır. Bilgiden ve ciddi bilgi kaynaklarından zaten uzaklaştırılmıştır. Yani beyni esir alınmıştır ve şimdi sıra ruhlardadır. Kendimize kıymayalım canlar! Ülkemize kıymayalım cananlar! İnanın, ölü dünyanın tek umuduyuz! İnanın kendimizi abartmıyorum, sadece tanıyorum!

 

 

 

Benim teşkilat mensubum: ne birilerinin (derin cemaatin) mülayim prototipi gibi uyuşuk, gösterişçi merhamete sahip ve lüzumsuz kanunculuk yapan bir tip olmalıdır, ne de ayyaş, lüzumsuz şiddetçi, merhametten mahrum karaktersiz bir tip (çağdaşların prototipi). Merhametli, ahlaklı, adaletli ama gerektiği zamanda cezalandırıcı bir kişilik olmalıdır. Milli-manevi değerlerle teçhiz olmuş, lüzumsuz kanunculuk yapmayan, olmayacak yerde merhamete yönelmeyen biri olmalıdır. Sertliği ile mülayimliği mezcetmiş olmalıdır. Gereksiz hareketler yaparak, yersiz merhamete yönelerek kendini avlatan bir avanak değildir benim prototipim. Ve ancak böyle karakterlerle sağlam bir teşkilat teşekkülü mümkün olabilir.

 

 

 

DÖRT: Ezel denilen dizi de yine Ülkücülere saldırmışlar bilmem ne gibi. Sürekli şekilde, zımnen, İslami değerlere saldırdıkları gibi. Bu da moda oldu. Yeni moda: Ülkücülere saldırmak. Ne alıp veremedikleri var anlamıyorum hakikaten. Körü körüne Ülkücüleri savunduğum zannedilmesin. Adaletsizliği ve ahlaksızlığı reddediyorum, o kadar. Ülkücüler sana ne yaptı kardeşim? Hani sen çok temiz olsan eyvallah çekecem ama sizler ellerine su dökemeyeceğiniz insanları karalamaya yeltendiniz mi beni delirtiyor bu. Şahsım adına, ben vasıflı adamı severim, takdir ederim. Takva ehli olan, yani adam gibi adam olan insanları sever ve takdir ederim. Bu kim olursa olsun, adresi neresi olursa olsun fark etmez. Yeter ki insan olsun. Gerçeğe sadakatli olsun. Haysiyetsiz olmasın. Hain olmasın. Bile bile hakkı batıl ile gizlemesin. Köküne ihanet etmesin. Kadim değerlerine küfrü marifet sanmasın. Sokrates’in oğluna verdiği öğüt: İNSAN OL!

 

 

 

BEŞ: İslam ve Demokrasi: Allah’a iman etmiş biri, Allah’ın bildirdiğine karşı gelebilir mi? İman etmiyorsa ayrı mesele, sorumuz ona değil. Öyleyse soralım: öldük, ikinci dünyaya gittik, mahkeme-i kübraya çıktık, hesap başladı: Allah, adil davrandınız mı diye mi soracak yoksa demokratik davrandınız mı diye mi soracak? Sözü eğip bükmenin âlemi yok, lütfen net cevap veriniz. Yorum gerektirecek bir soru da değil. Allah hiçbir ayetinde demokrat olunuz dememiştir ama sürekli adil olunuz, adaletten ayrılmayınız demiştir. Adalet demokrasiyi kuşatır ama demokrasi adaletin tek kenarını bile saramaz. Yani demokrasi olmayınca zulüm olacak diye bir şey yoktur. Baskı olacak diye bir şey yoktur. Özgürlükler çalınacak diye bir şey yoktur. Ama insanlar kasıtlı olarak korkutulmaktadır. Sırf demokrasi denilen illeti ittihaz etsinler ve müşrik olsunlar için. Adalet demek çok mu zor sahiden? Aslında derinlerinde demokrasi parçalayıcı bir düşüncedir! Siz şu bazı despot ülkelerin demokrasiden uzak oldukları için mi o halde olduklarını sanıyorsunuz? Bu alçakça bir kumpastır ve dayatmadır sevgili dostlarım. Alçak firavunların tasallutuna düçar olmuş ülkelerin o hallerinin yegane sebebi; ahlaksızlık ve adaletsizliktir. Gayrısı vallahi yalandır. Eğer Allah’ın bizim için seçtiğini beyan ettiği din olan yüce ve ekmel İslam, demokrasi denilen lanetle uyuşuyorsa Allah beni kahretsin. Vallahi uyuşmaz, billahi uyuşmaz. Misal: şimdi ben bir ülkeyi idare eden yöneticiyim, ülkemde ki muhtelif insanların düşüncelerine saygı duyuyorum ve onları yaşamlarında özgür bırakıyorum, bu benim demokrasiyi işlettiğimin kanıtı mıdır yani? Hayır asla. Bu benim ahlakı ve adaleti temel aldığımın en yüce kanıtıdır. Tabi bu demek değildir ki; toplumu ve nesli ifsat eden, kardeşliği hançerleyen zehirli ve aşağılık hareketlere izin vermem gerekiyor. Hayır dostlarım! Bu alçakça ve kahpece bir aldatmadır. Vicdanlı ve hissederek düşünmek icap ediyor. Kuru mantık oyunlarına kanmamalıyız!

 

 

 

ALTI: Erevizyon şarkı yarışması varmış yine ve ülkemi İngilizce söyleyen tipler temsil edecekmiş. Ülkem bence bu saçma sapan yarışmadan çekilmelidir. Kimse de Türkiye adına katılamamalıdır. Katılan kendi adına katılmalıdır, becerebiliyorsa. Devlet tek kuruşluk destek vermemelidir. Kim ne halt edecekse etmelidir. Yoksa ben küfrediyorum görevini yapmayanlara! Düşünebiliyor musunuz? Birileri çıkıyor ve benimle zerre alakası olmayan şeylerle beni temsil etmeye yelteniyor ve devlet buna destek veriyor. Böyle rezillik olmaz arkadaş! Devletim dahi yapmış olsa bile!

 

 

 

YEDİ: İSYANLAR DA Kİ DERİN YÖN: yıllar önce, diktatörlükler devriydi. Tarihlere göre, 70’li, 80’li yıllar. Derin olaylarında yaşandığı zamanlardı o zamanlar. Birileri, bulundukları ülkelerde ki yönetimleri ele geçirirken, birileri şiddetli şekilde eziliyordu. Ve ezilenler de, bir gün için, yani bugünler için, adım adım yürütülüyordu. Ve geldi çattı an ve sıkıldı ilk kurşun. Şimdi zaman, kaybedilenleri geri alma zamanıydı ve kanırta kanırta almaktadırlar zamanında kaybedenler, kaybettiklerini. Tabi evrensel planlar doğrultusunda ve şeytanın tahrikleri ve yönlendirmeleri minvalinde. Şimdi de, şimdiki zamanda kaybedecek olanlar, adım adım büyütülecekler, şimdiki kazananların, kaybetmesi gerektiği zamana kadar. 

 

 

 

Kim ne derse desin: Siyonist Yahudi, insanı iyi tanıyor. Zaaflarını iyi biliyor. Zira şeytanın yeryüzü mümessili. Ve bütün planlarını, insan psikolojisini göz önünde tutarak yapıyor. Allah’ını unutan insan da kolayca oltaya takılıyor. Şimdi, onca yıllar ezilmiş olan muhalif kesimi isyana sürüklüyor, zamanın da içlerine monte ettiği ajanları sayesinde. Ve sahayı terk etmeye hazırlanan kesimi de, sahaya yerleşmeye çalışan kesime karşı kinle dolduruyor, zamanla büyüteceği kinle. Şimdi isyan edenleri zamanın da doldurduğu gibi. Çünkü günü geldiğinde o kin lazım olacak! İsyanlar gerekecek, hem de daha şiddetli şekilde. Zira o isyanlar, komünizm adına olacak yani siyonizmin mutlak diktatörlüğü adına. Ve göreceksiniz, zamanla, komünizm propagandaları ortalığı kasıp kavuracak, zaten başlamış durumda. VE GÖRECEKSİNİZ İLK DEVRRİMSEL PATLAMA DA BÜYÜK KAPİTALİST ÜLKELERDE PATLAK VERECEK VE MUHTEMELEN AMERİKA DA DEVRİM OLACAK, SİYONİST YAHUDİNİN DEVRİMİ. Bu bir öngörüdür dostlarım. Ama temelsiz bir öngörü asla değil! İzleyip göreceğiz.

 

 

 

Çünkü şu an ki dönüşümler, demokratik liberalizm adına kotarılan dönüşümlerdir. Bunu, isyan dalgalarının yayıldığı ülkelerin önde gelen simaları da ifade etmektedirler. İçi boşaltılmış dinin payanda yapılacağı demokratik liberalizm hâkim olacak. Bu ne demek? Artık herkes istediği gibi yol bulacak. Sömürü daha da derinleşecek muhtemelen. En azından derinleşmesi için çalışılacak, kaybedenlerin daha da kinlenmesi ve komünizme kayması için. Zira tek sömürü karşıtı düzen olarak komünizm enjekte edilecek. Çünkü ezen düzenin, şu an ikame edilen düzenin, din destekli demokratik liberal düzen olduğu propagandası yapılacak. Ve kitleler dine amansız düşman kılınacak. Böylece komünizm dalga dalga yayılacak ve insanlığı esir alması sağlanacak. Yetiştirilmiş Marksist ajanlar müthiş bir fikir dalgalanması yaratacak, komünist örgütler beslenip büyütülecek. Darvinizm sürekli genç beyinlere enjekte edilecek. Ve kimse buna ses edemeyecek, zira liberalizm demek sınırsız özgürlük demektir! ‘’SAĞ-SOL OYUNU’’ başlıklı yazımızın sonunda da bahsetmiştik bundan. Keza ‘’BİR DEVİN UYANIŞI: 11’’ yazımızda da değinmiştik, dünyanın yöneldiği istikamete. Hakeza ‘’KARANLIĞIN PERDESİNİ YIRTIYORUM’’ yazımızda biraz daha açmıştık aynı mevzuu. Bunu bişey sanmak basitliktir ama öngörülerimizde de yanıldığımızı kimse söyleyemez.

 

 

 

Bunu durduracak yegâne yol, adres; İslam’dır. Dinimizi iyi bileceğiz, derinlemesine idrak edeceğiz, ana mesajını iyi kavrayacağız, ruhumuza indireceğiz, teorisi ile pratiğini mezcedeceğiz. Toplumu uyarı görevimizi de ihmal etmeyeceğiz ama önce kendimiz yaşayacağız mümkün mertebe. Çünkü kendisini kurtaramayan insandan başkasına fayda gelmesi kabil değildir. Bakınız NİKOLAYEF yoldaş ne diyor: ‘’KENDİ HAYATINI YAŞAMAK İSTEYEN İNSANA, YER YOKTUR BOLŞEVİK DÜZENİNDE.’’ İster kabul edin isterse reddedin gerçek budur dostlarım. Söyleyende laf olsun olarak değil, bizatihi o dönemi hissederek tatmış bir insandır. Herhalde ondan daha iyi bildiğini iddia edecek bir kıt akıllı yoktur!

 

 

 

İnsan aldanıyor, küçük dünyasını düşünmüyor ve büyük dünyanın akışına kendini kaptırıyor. Oysa bu meyanda, zaman nehri biteviye akıyor. İnsan kendini kurtarmalıdır. Şöyle bir örnekle izah edeyim meramımı sevgili dostlarım: şimdi ben kendimi unutup, zamanımın tümünü, dünya ile ilgilenmeye hasretsem ve kendi kurtuluş hamlelerimi sürekli ertelesem ne olur? Hiç bişey olmaz. Zira bir etkim olmaz. Çünkü bir rolüm yok, dolayısıyla etkim olamaz. Ama bu arada kaybeden ben olurum. Zira zaman nehri akıp gider ve ben yıkanamadan dünyayı terk ederim. Böylece ne dünyaya bir faydam olur ne de kendimi kurtarmış olurum. Nihayetinde kaybedenlerden olurum. O zaman önce kendimi yıkamalıyım. Tabi kendimizle ilgilenmek dünya ile ilgilenmemeyi gerektirmez ama önceliği kendime vermeliyim. İnsanın aldandığı en mühim noktalardan birisi burasıdır. Herkes ülkesini ve dünyayı düzeltmeyi çok sever ama kendini düzeltmeyi hiç akıl etmez! Oysa kendini bir düzeltse, düzeltmek istediği ülkesi ve dünya zaten düzelmiş olacak. Andre Malraux’un güzel bir sözü var: ‘’eğer herkes, hükümet şöyle ya da böyle olsun diye sarf etmiş olduğu gayretin üçte birini kendini düzeltmeye sarf etmiş olsaydı, yaşanabilecek bir yer olurdu İspanya.’’ Olay budur dostlarım!

 

 

 

Ömrünüzde bir defacıkta olsa, size, sizi anlatan kitabı açıp okusanız ölür müsünüz can dostlar? İnsan umudunu beslemezse sürekli kaybeder. Boş umut, boş hayal, insana yüktür. İnsan, eğer umut ediyorsa, hayal kuruyorsa eylemleriyle beslemelidir, umutlarını ve hayallerini. Dostlarım biz bizi gerçekten kurtaracak limana sığınmalıyız. Diğer limanların hepsi sahte. Hepsi tehlikeli. O limanlarda ne sağlıklı yük alabilirsin ne de sağlıklı yük boşaltabilirsin. Bilakis, zehir yüklenip zehir boşaltırsın. Dikkat etmeliyiz. Allah bizi apaçık olarak felaha, aydınlığa, nura çağırırken; bizler, ille de tağutların, sahte tanrıcıkların karanlık dünyalarına yönelmemeliyiz. Hayat sizin, tercih size ait, kaderiniz sizin ellerinizde, Allah’ın yardımıyla. Şeytanın izini bırakalım ve suyun akışını değiştirelim!

 

 

 

Son tahlilde; değişim, dönüşüm güzeldir ama onu muhkem temellere göre yönlendirmek daha da güzeldir, önemlidir. Bu yüzden dikkat etmeli, kardeşlerimize yardımcı olmalıyız, onlar için dua etmeliyiz ama önce kendi ülkemizin temellerini çok sağlam şekilde atmalıyız, İslam ahlak ve adaleti temelinde, milli birlik temelinde, kadim tarih temelinde. İnşaallah Suudi Arabistan’da ki Batı köpekleri de yıkılır, yok olur gider. Ama mühim olan onların yıkılması, yok olması değil, yeni düzenin temellerini İslam ahlak ve adaletine göre atmaktır. Bilakis daha feci kaybedişler kaçınılmaz olacaktır.

  

 

 

BU ARADA; İslam ülkelerinin gerçek bayrakları da gün yüzüne çıktı. Demek ki, Batının kara yüzlü cellâtlarınca saklanıp, yasaklanmıştı. Ne bayraklar ama? Hilaline, yıldızına kurban olduğum nazlı nazlı dalgalanan asil ve görkemli bayraklar. Uğrunda canlar feda olasıca hürriyet sembolü bayraklar.

 

 

 

 

 

KISA KISA GEÇELİM:

 

 

MELİH GÖKÇEK: Belki normalde şık olmayan bir davranış ama layık olana da yapmak icap eder. Ve yapıldığını da duyduk. Ağız da sakızla karşılayıp, uğurlama olayı malumumuz. Eyvallah sayın başkan. ‘’MEN DAKKA DUKKA.’’

 

 

 

FAHRİYE ERDAL: Ölüm haberi geldi galiba. Mukadder son. Şok yok. zira bütün delikler tıkamıştı. Ve derin sır deşifre olacaktı ki sır ebediyen sırlandı. Tabi yazık oldu. Aslında bu karanlık düzenleri ve karanlık adamları açık eden bir durumdur. Karanlıkta kaybolmak kaçınılmazdır. O zaman aydınlığa koşacaksınız. ‘’Bir kişiyi öldürmek bütün insanlığı öldürmektir’’ diye seslenen büyük aydınlığa! Öldüren ve öldürttüren değil yaşatan ve yaşattıran aydınlığa!

 

 

 

1 MAYIS: Bu güne artık dikkat edilmelidir. Geçen seneki kutlamalar için yazmıştık: bu kutlamalar gelecek seneye avans niyetine olabilir diye. Ve çok neşeli, sakin, kurşunsuz geçebilir demiştik. İşte geliyor yine. Çok dikkat edilmelidir. Zira büyük ihtimalle kirli tezgahlar kurulmaktadır, ihtimal dahilindedir.

 

 

 

GENÇLİK: Lise gençliği üzerinde ki av zamanı gelmiştir belki! Uzak zamanlar adına şimdiden start verilmiş olabilir! Sahiplenmezsen sahiplenirler biliniz! Ve avlanacak hedefler ve atılacak oltalar tespit edilmektedir. Gerekli organlar teyakkuzda olmalıdır. Şöyle bir dolaşınız bakalım çevreyi görünmez adamlar! Neler göreceksiniz bakalım. Yapmak eylemine uzağız ama uyarmak eylemi elimizden gelir!

 

 

 

            YARATILIŞ: diyorlar ki bazıları: maymundan geldik. Doğrudur, kuşkum yok. Zira her varlık atasının izini takip eder! Genel manada atasından tevarüs eden değerlerle yaşar! Ve bunu diyenlerin durumları da malumumuz! Ama biz çok kısa şekilde bir izahta bulunacağız: şimdi, zımnen zihinlere kazınmaya çalışılan maymundan geldik fikirsel zehri; önce yaratılışı, sonra Allah’ı, daha sonra dini, en sonunda da ahireti inkar demektir ve bunun kabulü için bu zehir akıtılmaktadır. Böylece geriye ne kalmaktadır? Sadece dünya. O zaman tek gayemiz; yaşamak olacaktır, dünya hayatı da çok çetin olduğu için ve bu anlayışa göre kurt kanunu egemen olduğu için; yaşamak adına savaşmak gerekecektir. Öyleyse güçlü olan zayıf olanı ezecektir. Hayat adeta cehennem olacaktır. Ve kazanan şeytan olacaktır. insan ve insanlık toprağa gömülecektir. Peki, canım dostlarım! Allah, ahlak, adalet aşkına ellerinizi vicdanınıza koyunuz, beyninizi vicdanınızın sesine adapte ediniz ve lütfen söyleyiniz: böyle bir yaşam mümkün müdür ve bu yaşam insan yaşamı mıdır?

 

 

 

                PARTİ: bir partide ki, teoride ki derin hamleler pratiğe dönüşmüş durumdadır. Önce baş kısmı tasfiye edilen eksenin şimdi de ayak kısmı tasfiye edilmek üzeredir. (Lütfen yanlış anlaşılmasın, kimseye baş-ayak nitelemesinde bulunmuyoruz, sadece izahat adına böyle konuşuyoruz, zira terbiyesiz değiliz.) Bu benim indi mülahazamdır. Zira parti geleceğe göre şekillendirilmektedir. Ve muhtemelen Marksist bir temele oturtulacaktır ve daha çok sosyalist diskurlar üretilecektir bundan böyle. Yeni hedefler belirlenecektir. İllegal yapıların uzantısı olan sözde legal yapılarla işbirliğine gidilecektir muhtemelen. O yapılar toplum nezdinde iyice kanıksandıktan sonra. Ya da o yönde kanıksandığına dair güçlü algılar oluştuktan sonra. YEDİNCİ maddede ki bahsettiğimiz hedeflere matuftur bu hamleler. Dizayn sonsuz derinlerden yapılmaktadır güçlü kanaatle. Göreceksiniz ve göreceğiz! Zaman aydınlıktır!

 

 

 

 

 

Tarih: 26.02.2011 Okunma: 703

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?