BU ÜLKE:
Bu ülke, bütün temel dinamikleri ile çok farklı bir ülkedir. Bu ülke, çok özel ve çok güzel bir ülkedir. Bu ülke, kadim tarihe sahip bir ülkedir. Bu ülke, insanlık âlemi için seçilen son dine mensup bir ülkedir. Bu ülke, büyük düşmanlara sahip bir ülkedir. Bu ülke, küçük düşmanlara da sahip bir ülkedir. Bu ülke bağrında en çok ajan barındıran bir ülkedir. Adeta istihbarat savaşlarının merkez üssü gibidir. Çünkü bu ülke, tabir caizse dünyanın gövdesidir. Bu ülke, dış ve iç gâvurların tasallut olduğu bir ülkedir. Bu ülke, yarınları çalınmış ama çalınan yarınlarını geri almaya çalışan büyük ve şerefli bir milletin ülkesidir. Bu ülke, kanla yazılmış bir tarihin ülkesidir. Bu ülke, Hilal’in ülkesidir. Bu yüzden, bu ülkede, gâvurlar asla egemen olamadılar. Olmak için de bütün güçlerini ve tuzaklarını kullandılar. Bütün ortak değerleri kullandılar. Atatürk-vatan-din misali. Gâvurların gülümseyen yüzlerine asla aldanmayın. Onların gövdeleri kinle doludur. Ama karşılarında çelikten gövdeyle duran bütün Anadolu’dur. Bu yüzden, onlar, bu topraklara bütün hücreleriyle bağlı olan bu toprağın çocuklarını sevmezler. Ve ancak, şiddet yoluyla, bu toprağın çocuklarına egemen olacaklarını bilirler. Zira şiddet olmadan onlar birer paçavradırlar ve onları bir şey yapan şiddetleridir. Ama şiddeti reddettiklerini söylerler fakat bu kesinlikle yalandır. Şiddet, onların varoluş dinamikleridir. Şiddetsiz onlar bir hiçtirler. Bu toprağın çocukları karşısında, nehir akıntısına kapılmış bir çöpten farksızdırlar. Bu güzel ülkeye sonsuz sadakatle hizmet, emsali zor bulunan büyük bir şereftir ve herkesin harcı değildir, bu şerefe nail olmak için çalışmak; en kutsal çalışmaktır.
İşte bu yüzden, bu ülkenin, üzerinde yükseldiği temel paradigmaları çürütmek, değerler haritasını bozmak, istikamet pusulasının ayarlarını değiştirmek istiyorlar biteviye. Misal, diyorlar ki, tabiat evrime tabidir. Her şey evrim sonucudur. İnsan türü de maymundan evrilmiştir. Yaratılış diye bir şey yoktur. Yaratılış kadim acıları dindirmek için uydurulmuştur. Elbet evrim diye bir şey vardır. Her şey zaman sürecinde değişerek, dönüşerek ileriye doğru gider, bazen geriye gittiği gibi. Ama bu demek değildir ki yaratılış yoktur. Bu tamamen safsatadır. Yaratılış elbet vardır. Bunların niyetleri daha önce de ifade ettiğimiz gibi, yaratılışı, yaratanı, ölümü, ahireti ve hesabı inkâr ettirmektir. Bu dünyanın bir imtihan yeri olduğunu inkâr ettirmektir. Böylece münhasıran dünyaya ayarlı bir insan tipi ihdas etmektir. Bütün mevcudiyetini dünyaya adayan bir insan prototipi. Bütün değerlerden arınmış ve tek tipleşmiş bir insan tipi. Ama bu safsataları ileri sürenlerin maymundan geldiğine kuşkum yok, zaten kendileri de kabul buyuruyorlar. Geldikleri yere uygun modda yaşıyorlar. Yiyorlar, içiyorlar, eğleniyorlar, sevişiyorlar ve gariban insanları kullanarak savaşıyorlar. Hiçbir değer umurlarında değil. Bakar kör, duyan sağır, hisseden vicdansız değiliz elhamdülillah.
Bunlar, işte bu sebeplerden, bu dünyayı savaş alanı olarak görürler ve en güçlünün ayakta kalacağını düşünürler ve insan katliamlarını doğal seleksiyonun tabi bir sonucu olarak ya da Stalin gibi bir istatistik olarak algılarlar. Zayıfın düşmesini normal sayarlar. Behemehâl dünyaya hâkim olmak gerekir bunlar için. Bu yüzden de şiddet gerekir. Bu teoriye dayanan bütün fikriler imtihan olgusunu yok etmek adına savaşırlar. Faşizm, komünizm, kapitalizm, liberalizm, anarşizm vs. Düşünün bakalım güzel dostlar! Bu tür ideolojilerin peşinden gitmek kimin işine gelmektedir ve kime kazandırmaktadır? İnsanlar niçin hayatın dışarıya attığı yani kustuğu ve gerçekleşme ihtimali olmayan fikrilerin peşinden giderler? Bu hayallerin peşine insanları takanlar kimlerdir? Ve niçin bu fikirler sadece şiddet yolunu takip ederler? Bunları çok iyi tahlil ve idrak etmek gerekir diye düşünüyorum.
Bunun birilerine bedavadan iktidar ikram etmekten farkı nedir? Şimdi noluyor? Dünya hayatına ayarlı olduğunuz ve yegâne gayenizin yaşamak olduğu durumda, savaşı tek yol görüyorsunuz, savaşta şiddetsiz olmaz, kansız olmaz. İsyancı fikirler yayılıyor. İsyan edenler kimler? Muayyen bir gariban kitle. Ruhu çalınmış, değerlerden arındırılmış, ahireti unutturulmuş, imtihan olgusu yalanlatılmış bir kitle. Sadece öldürmeye ayarlanmış bir makine. Bunları yönlendiren bir avuç lord. Büyük çoğunluk bu isyanlara iştirak etmiyor. Bu demek değildir ki, bu büyük çoğunluk, hak-hukuk-özgürlük-ahlak-adalet için mücadele vermiyorlar. Hayır, asla böyle algılanmamalıdır. Mücadelenin de bir yöntemi vardır. İlahımız ve Önderimiz bu yöntemi bizlere göstermiştir. Peki, böylece noluyor? Bir avuç isyancı, bütün topluma egemen olacak bir şekilde, tiranlara, lordlara iktidar ikram ediyorlar. Haddizatında kendilerinin bile hayrına olmayacak iktidar. Bir avuç lord toplumu kasıp kavuruyor böylece. Peki, bu kimin işine geliyor? İktidara gerçekte egemen olanlar kimlerdir? Bu çok vahşi bir oyundur. Ve bundan sadece ama sadece, vallahi-billahi-tallahi siyonizm karlı çıkmaktadır. Komünist devrim hayali asla kitlelerin derdine derman olmamaktadır. Bu yolla kitleler bütün değerlerden soyutlanmaktadır. Gerçek kurtuluş geciktirilmektedir. Bir avuç isyancı sayesinde komünizm rüyası diyerek siyoniste iktidar ikram edilmektedir.
Karanlık saçan aydınlık maskeli suratlara asla kanmayınız!
İSLAMİ KADIN-ERKEK YAZARLAR:
Geneli için söylemiyorum, bazıları hücrelerine kadar komplekslidirler. Kendilerini bişeymiş gibi algılatmak adına sürekli malca fikir ileri sürerler. Gerçekleri tahrif etme derdine düşerler. Güya tarafsızlık adına yaparlar bunu! Güya kadın hakları savunucusudurlar, feministtirler, ne menem bir ist’se? Ama hayır, derin komplekslerinin ürünüdür bu. Sözde modern görünümlülere şirin görünmek adına her türlü salaklığı yapmaya gönüllüdürler. Misal, birisi KA-DER denilen kadın örgütünün içinde yer alır, ekran karşısında pozlar verir ama o örgütün başörtülü kadınların haklarına karşı duyarsız kalmalarına göz kapar. Yani söylemlerinde ki sahtekârca paradoksu görmezler. Madem kadın hakları, başı örtülü olanlar kadın değil midir? Bu nemen bir zihniyettir? Şimdi bu aşağılık kompleksinden başka nedir Allah aşkına? Yani kendiniz olsanız ne olur sanki be kadın? Size gerici diyeceklerinden mi korkuyorsunuz? Evet, korkuyorsunuz. Çünkü zavallısınız. Sefilsiniz. Siz, kimliğinizi bile açık yüreklilikle ifade edemeyecek kadar korkaksınız. Tabi ya, belki de yeni dönemlerin kadınlarısınız! Sonra da çıkıp ekranlardan bülbül gibi ötmez misiniz? Yemin ediyorum kusasım geliyor sizleri görünce.
Bu vukuatın aynısı erkek yazarlar için de geçerlidir. Gerçekleri ortaya koyma yürekliliğinden mahrumdurlar. Sürekli konjonktürü gözlerler ve uygun söylemleri dillendirirler. Muhaliften birine olumsuz tavır takınmak yürek ister. Ekranlara çıktıklarında mıymıntılık yaparlar. Kendilerini ortaya koymaktan ürkerler. Karşıdaki duranı ille tasvip etmek gerekirmiş gibi tavır alırlar. Hep ezik şekilde dururlar. Seslerinin kısılmasına tek laf edemezler, sanki bir daha çıkmak isterlermiş gibi! Güya ortada olma tavrıdır bu. Güya objektif olma tavrıdır bu. Vay sefil vay. Bu seni uyutma ve pasifleştirme harekâtıdır görmüyor musun? Adam olacaksınız oğlum adam. Özgüven sahibi olacaksınız. Özgün olacaksınız. Sizin kendinize ait düşünceniz ve onu ifade edecek yüreğiniz yok mu? Bilakis, Defol!
ORDU:
Ordu sabittir tıpkı vatan gibi ama iktidarlar değişkendir. Bunu asla unutmayın. Bu yüzden, ordunun, sivillerin emrinde olması tehlikelidir. Derin düşünmeden bu konuda fikir ileri sürmek ahmaklığın dik alasıdır. Bu aslında bir emperyalizm oyunudur. Tabi bu demek değildir ki ordudaki bazı şahısların hatalarının örtülmesi icap eder. Hayır, bilakis, hatalar olabildiğince şiddetli şekilde tecziye dilmelidir. Hele bu kurum orduysa! İhanetlere prim verilmemelidir. Ordu mutlak şekilde milli-manevi değerleri mezcederek gövdesinde taşıyan kadroların egemenliğinde olmalıdır. Yani katıksız bir Türk-İslam ordusu olmalıdır. Ve bağımsız olmalıdır. Bağımsız olmayan bir ordunun, yarın bir gün, olmayacak bir iktidarın elinde oyuncak olmayacağını kimse garanti edemez. Zira bütün devirlerde haysiyetli, vatansever, değer sevdalısı ve milli iktidarların egemen olacağını kimse garanti edemez. O zaman dikkatli olmak gerekir diye düşünüyorum şahsen. Zira aziz ve necip ordumuzun ne hale getirildiği âlemin malumu. Üç günde olmadıya bu! Yozlaşmada, dirilme de uzun süreç işidir. Görev ağır, sorumluluk büyük, şartlar çetin, tuzaklar keskin, düşman sinsi. Fasılasız uyanıklık gerekiyor! Büyük Türkiye için güçlü orduya, güçlü ordu içinde büyük Türkiye’ye sonsuz muhtacız. Ama öncelikle, kökleri üzerinde yükselen, sağlam gövdeye sahip, kudretli ve bilinçli bir millete sonsuz ihtiyacımız vardır.
Yine ve yeniden bazı hataların yapılmakta olduğunu işitiyoruz. Lütfen daha duyarlı olalım. Lütfen vicdanları kanatacak hareketlere meydan vermeyelim. Lütfen içeriden ya da dışarıdan BÜYÜK TÜRK ORDUSUNU yıpratacak hareketleri kanunlar dâhilinde engelleyelim. Bütün bir millet olarak ordumuza sahip çıkalım. Yanlışlara yanlış diyebilelim ki, doğruları onaylama yürekliliği gösterebilelim ki büyük bedeller ödemek zorunda kalmayalım.
Ordusuz millet, duvarsız bahçe gibidir!
MÜSLÜMANLAR:
‘’Müslümanlar neden geri kaldı?’’ başlıklı yazımızda şöyle demiştik: Yahudilerin ve dünyada ki itlerinin aksine Müslümanların sahte müdafaacılara ve kaba kuvvete ihtiyacı yoktur. Zulüm, baskı, tedhiş vb gayr-i insani yani hayvani istidatlar üzerine bina edilmiş düzenler Müslüman’a söz hakkı tanımış olsa ve görseniz İslam ve Müslümanlar nasılda gönülleri fethedip, yüce İslam’ın, yegâne ve tek dünya nizamı olduğuna insanları ikna edecektir. Ama buna fırsat vermiyorlar. Müslümanlar da fırsat yaratmak için ellerinden gelen gayreti sonuna kadar kullanmıyorlar maalesef. Hadi, sesimizin duyulmayacağını bile bile dünya efendilerine haykıralım: erkekseniz ve kendinize güveniyorsanız dünyadaki mücadelede eşit şartları kabul edin ve öyle gelin. Ama buna asla yürekleri yetmez ve yetmeyecektir. Bırakınız dünya çapını, yerel çapta bile buna kimsenin yüreği yetmez. Haydi, bırakınız kanunları, yasaları ve bilmem daha neleri ve eşit imkânlarda Müslümanlarla mücadele ediniz. Bunu çatışma olarak anlamayınız. Dürüst olunuz doğru anlayınız. İlim, sanat, felsefe, edebiyat, eğitim hatta siyaset vb alanları kastediyorum. Buyurunuz işte meydan! Görelim marifetleri. Kimler gönüllere hükmediyor, kimler taltiflere mazhar oluyor izleyelim. Bırakalım şiddeti, bırakalım kumpasları, tuzakları. Herkes özgürce meydana çıksın ve derdini anlatsın ve kaderini halkın eline bıraksın. Hadi buyurun beyler var mısınız?
SUÇ İŞLEME ÖZGÜRLÜĞÜ:
Kim olursanız olunuz, hangi makamda bulunursanız bulununuz, şöhretinizin derecesi ne olursa olsun asla suç işleme özgürlüğünüz olamaz beyler. Yani velev ki, ‘’cumhurbaşkanı’’ olsanız dahi. Vatana ihanet edemezsiniz. Toplumun istikbaline suikast tertip edemezsiniz. İnsanları katletme senaryoları yazamazsınız. Değerleri imha etme operasyonu yapamazsınız. Haddinizi bileceksiniz, sonrada ciyaklamayacaksınız. Ve Mustafa Kemal Atatürk ile Cumhuriyet’in arkasına saklanmayacaksınız zavallıca. Basın özgürlüğü vardır ama suç işleme özgürlüğü diye bişey olamaz. Kusura bakmayın ama bu ülkede basın özgürlüğü ne zamandır vardır ve ne zamandır kısıtlanmıştır? Siz hangi basın özgürlüğünden bahsediyorsunuz Allah aşkına beyler? Keşke daha sarih izahatlar yapma imkânımız olsa! Yalanlara karnımız tok beyler! Bakınız bütün bunları bağımsız bir bakış açısıyla söylüyorum. Yani yanlı söylemiyorum. Zira benim bir yanım yok. Benim canımdan çok sevdiğim ve saçlarım adedince canım olsa feda edebileceğim bir vatanım, nasıl olursa olsun saygı duyduğum bir milletim ve uğrunda yine saçlarım adedince canım olsa da kurban edebilmekten imtina etmeyeceğim temiz ve yüce değerlerim var. Her şeye eyvallah çekerim ama vatana ve değerlerime ihanete asla! Vatan haini, benim gözümde, hayvandan daha aşağılık bir mahlûktur.
Ve vatan hainlerini tanımıyor değiliz!
Küçük adamların küçük taktikleri ile bu ülke mahvedildi. Sırf iktidar için, yol verilen kirli ve kanlı örgütleri el altından desteklemek, o örgütler hakkında olumsuz yayınlar yapmamak adına teşvik, masum insanları karalamak, bu vatanın ihtiyacı olan bilim ve siyaset adamlarını şehit etmek, mezhepsel tahriklerle toplum içinde fitne tohumları ekmek, ayrılıkçı kanlı örgütler tavassutu ile iç çatışma provaları yapmak ve daha nice küçük taktikler. Ne büyük ihanettir bu Allah aşkına? Hangi vicdan eyvallah çekebilir buna Allah aşkına? Şayet kapkara kararmamışsa. ‘’KÜÇÜK ŞEHİR-KÜÇÜK ADAM’’ başlıklı yazımızı okumanızı yürekten öneririm canım dostlarım.
EV HAPSİ:
Sonsuz tehlikelidir. Laf olsun diye savunulmamaktadır. Önceden planı kesinlikle yapılmıştır. Hangi hamlelerin kotarılacağı da düşünülmüştür. Bir defa bu insanlığa ihanettir. Vatana ihanettir. Ahlaka ve adalete ihanettir. Hiçbir vicdan bunu ittihaz edemez. Ayrıca barışa da en büyük darbe olur! Kürt kardeşlerimizin de tasvip edeceğini sanmıyorum kesinlikle. Metazori düşünce beyan edenleri ayrı tutmak gerekir. Zira kanlı ve kirli örgütün, içeride ki dili ve eli olan yapının, Kürt kardeşlerimiz üzerinde ki baskısı tahmin edilemez boyuttadır. Bin düşün, bir söyle! Laf salataları ile oyalanmak ahmaklıktır. Bir tipte teklifte bulunmuş. Hakikaten yürek sahibi iseniz şehitlere iyilikte bulununuz beyler. Hiç, şehitler için böyle güzellikler düşündünüz mü bayım? Onca yuvasız şehit ailesi var bu toprakların dört bucağında. Bence utanın! Tabi ya, ‘’hayâ imandan idi.’’
DÖNÜŞ:
Özgürlük olsa da gelsem diye bekleşen derin yolculara da dikkat edilmelidir bence. ‘’Koca kurt avda tecrübelidir’’ der Sadi Şirazi. Kanlı ve kirli örgüt ile aralarında ki soğukluk ta bilinçli bir yönlendirmedir ve kirli bir muvazaadır diye düşünmeden edemiyorum. Anlayışla karşılanmak istiyorum. İnşaallah aksidir. Daha derin ve ileri planlar adınadır dönüşler diye kuşku duyuyorum. Herkesin bir oyunu varsa Anadolu’nun da bir oyunu olmalıdır. Kadim sözdür ve kesinlikle hafızalardan çıkarılmamalıdır: ‘’su uyur, düşman uyumaz.’’ Bu demek değildir ki herkesi düşman olarak algılayalım. Hayır, asla, sevgili dostlarım. Evet, iyi niyetli bakalım, kötü düşünceleri silelim ama teennili olmayı da bırakmayalım. Barış güzeldir, kardeşlik güzeldir ama keşke temiz ve iyi niyetlerimizi hep koruyabilsek ve hançerlerimizi zımnen bileylemesek.
PROFÖSÖR DOKTOR NECMETTİN ERBAKAN:
Sayın Erbakan’ı yakinen tanımam. Ama doğal gözlemlerimi ifade edebilirim. Erbakan’ın bana göre en bariz özelliği sürekli olarak mütebessim halde olmasıydı. Hiç somurtkan halini görmedim. Bir de en acımasız muhalefet yapanlara bile son derece mütevazı ve beyefendi tavırla mukabelede bulunmasıydı. İnatçıydı. Son derece şık giyinen biriydi. Karizmatikti. Gerçekten hatipti. Zevzeklik yapan bir hatip değil hakikaten söz söyleyen bir hatipti. Adeta bir savaşçıydı. Son nefesine kadar da savaştı, tabir caizse. Hiçbir insan kusursuz değildir, tabiatıyla merhumunda ufak tefek kusurları elbet olacaktır ama önemli olan; bir insanın hayatında kusurlar mı belirgindir yoksa kendini adadığı ülküler mi, asıl ona bakmak gerekir bence. Eğer ülküleri belirginse o insan gerçekten takdire şayan bir insandır ve merhum Erbakan Hoca da, ülküleri ön plana çıkan ve ülküleri uğrunda verdiği mücadelesi kusurlarını örten bir siyaset adamıydı, adeta bir idoldü, gerçekten liderdi. Zira zat-ı âlilerinin yetiştirdiği şahısların ülkemizin yönetiminde olması da bunun en belirgin hüccetidir. Yani bugün Sayın Cumhurbaşkanımızın ve Sayın Başbakanımızın siyasette varoluşları Sayın Erbakan Hocanın eseri değil midir Allah aşkına?
Bu arada, daha dünlerde, Sayın merhum Erbakan Hoca’ya neredeyse ana avrat küfretme cüretinde bulunanlar, ona kurumlar tavassutu ile her türlü zorbalığın yapanlar bugün merhum Erbakan’ı milli kahraman yaptılar. Bu ne sahtekârlık, bu ne utanmazlık, bu ne kızarmayan yüz beyler? Madem öyle, zulüm yaparken siyonistin emriyle mi yaptınız? Kuşkum yok ama laf olsun icabında soruyorum. Hiç utanmadan onca alçakça ve iğrenççe galiz küfürleri yaparken milli kahraman olduğunu hiç düşünmediniz mi? Yoksa kirli planlarınıza alet mi ediyorsunuz merhumu? Vallahi insanım diyen kusar bu onursuzluğu, ikiyüzlülüğü. Yukarıda ‘’Müslümanlar’’ başlığı altında yazdıklarımı tekrar okumanızı öneririm dostlarım.
Ayrıca, yüce ordumuzun merhum hakkında ki duygularını takdirle karşılıyorum. Ama keşke kurumlarımız hep kıymet bilen, takdir edebilen aziz şahsiyetlerin yönetiminde olsa da böyle güzellikler zamanın da yapılsa. Ülkemizde, milletimizde kaybetmese. Yarınlarımız çalınmasa. Umutlarımız seraba dönüşmese. En azından, yanlışlılar, zamanında dile getirilse ve istişare edilse. Direkt olarak vurulasıya, yok edilesiye. İnşaallah bundan böyle olmaz diyelim.
Allah rahmet etsin. Taksiratını affetsin. Mekânını cennet etsin. Önderine komşu eylesin. Zevcesine kavuştursun. Kalanlara da sabır ve hayırlı ömür ihsan eylesin. Ülkemizin, Türk-İslam âleminin ve ailesinin başları sağolsun. Siyasetini takip edeceklere istikamet versin, basiret versin, kirli tuzaklara ve derin planlara karşı uyanık olmalarını nasip etsin. Sonsuz âmin.
Bilinmeli ki; merhumla ilgili bazı tavırlar, derin oyunlara matuf hamleler olarak geliyor bana. Müteyakkız olmak, çok derin düşünmek icap ediyor. Merhum hakkında çoğu söylenene asla inanmamak gerekir. Zira münafık karakterli tiplerin samimiyeti muhkem değildir ve olamaz.
KADİM KAVGA:
Bu ülkede ki kadim kavga; milli olanlar ile gayr-ı milli olanlar arasındadır. Bu ülkede, bu ülkeye kirli tezgâhlarla egemen olmuş ve millilik düşmanı tayfa ile bu ülkede kendi olma mücadelesi, varoluş mücadelesi, veren yerli insanlar arsında sürüp giden bir kavga vardır. Zuhur eden olayların hepsi bu kavganın yansımalarıdır. Ama milli olmayan bütün unsurlar tasfiye edilecektirler inşaallah eninde sonunda ve bu ülke milli yapıya kavuşacaktır yeniden. Milli devlet, gerçek adalet, kadim ahlak, yeniden toplumun ruh haritasının çizilmesine temel teşkil edecektir inşaallah, kesinlikle inanıyoruz. Bu yüzden bazı laflara aldanmayınız. Misal, ‘’yargı bağımsızlığı’’ gibi. Yargı ne zaman bağımsız oldu ki Allah aşkına? Yani hakikaten bizler aptal mıyız? Evet, olsa keşke ama bu kabil değildir. Ne eski dönem de kabildi, ne de yeni dönemde kabil olması zordur. Burada mevcut durumu savunma psikolojisi içinde değiliz yani, genel konuşuyoruz. Hiçbir kurum bağımsız olamaz yani, en azından ortak temel değerlerden yana bağımlı olmak zorundadır. Milli ülkülere bağımlı olmak zorundadır, olmuyorsa tasfiyesi kaçınılmazdır, zira bu bir beka meselesidir. Ayrıca, oralarda görev yapan insanlar melek değildirler. Bir karar birine göre adildir, diğerine göre değildir. O zaman ne yapılacak? Yapılabilecek bişey yoktur. Yani ihanet eden biri yakayı ele verdi mi ve kodese tıkıldı mı hemen avanesiyle birlikte yargıyı itham edecektir ama böyle durumda başka ne yapılabilir? Demek birilerine göre bağımsız olan yargı birilerine göre bağımlıdır. Bunu engellemek muhaldir. O zaman bir yargının temelleri, kendisi adına karar verdiği milletin temel paradigmalarına, ruh haritasına ve istikamet pusulasına aykırı kararlar vermemesi olmalıdır. Önemli olan budur. Gayrısı angaryadır. Her sese kulak verilecek olsa duyma yetimizi yitirirmemiz kaçınılmaz olurdu.
EMNİYET TEŞKİLATI:
Lütfen teşkilatın neferlerine karşı alçakça saldırı da bulunanlara aman vermeyin beyler. Ayıp oluyor. En şiddetli şekilde karşılık vermelisiniz. Zarara rızasıyla girene merhamet edilmezmiş. Ve merhamet taşımayana merhamette ne demek hemi? Herkes haddini bilecek, yola gelecek, düzgün duracak. Adalet aramak, hak aramak ayrıdır, birilerinin köpekliğini yapmak ayrıdır.
KISA KISA:
Tekrar söylüyorum, 1 MAYIS’a kesinlikle dikkat edilmelidir.
Seçim döneminin çok çetin geçme ihtimali vardır ama teşkilatlar eski teşkilatlar değildir, lakin her durumda sonsuz teennili olmak gerekiyor.
Büyük, bağımsız, güçlü ve yerli TÜRKİYE için biteviye yürümeye devam edilmeli, engellere takılıp kalınmamalıdır. Hiçbir vatan evladı da derin manipülasyonlara kesinlikle kanmamalıdır.
Alevi ve Kürt kardeşlerimiz derin oyunları görmelidir. Şu an da kendileri hakkında akıl hocalığı yapanlara asla inanmamalıdırlar. Alisiz aleviler ve siyonist uşağı bölücüler muhakkak bilinmelidir.
Kurumların gücünü suiistimal edenler, muhakkak, en şiddetli şekilde tecziye edilmelidirler. Hangi kurumda olurlarsa olsunlar. Yoksa devletin çöküşünü engelleyemezsiniz.
Son tahlilde; bizim dinimiz, milliyetimiz ile imtizaç etmiştir. Etle tırnak gibidir. Ayırmak kabil-i mümkün değildir. Ayırmaya çalışmak parçalanmaktır. Köklerinden kopmaktır. Yutulmaktır. Ne milliyetimizi inkâr edebilme imkânımız vardır ne de dinsiz yaşayabilme. İnsanı da, toplumu da, devleti de, insanlığı da ayakta tutan; kökleri fıtratta münderiç olan öz değerlerdir. Değerleri ıskalamak, varoluşu ıskalamaktır. Lütfen teennili ve müteyakkız olalım sevgili ve can dostlarım!
Mevcudiyetimiz, kadim ve ulvi değerlerimize, bu ülkeye ve bu millete feda olsun!