Devlet, kavram olarak, mücerrettir yani tekabül ettiği bir müşahhas karşılık yoktur. Söyleyin var mıdır? Neye devlet diyoruz? Ancak, bünyesindeki kurumlar tavassutu ile müşahhaslık kazanır. Kurumlar aracılığı ile toplumsal yapıyı düzenleyen organizmadır bir nevi. Yani ona bir canlılık veren, anlam katan şey, kurumlardır. Misal, bir kurum, toplumsal ilişkilere müdahalesiyle, devleti müşahhas kılar. Hatta kurumda değil, o kurum kendi bünyesinde ki elemanıyla, devleti temsil eder. Kimi kurum çok güçlü şekilde temsil eder, kimi kurumda temsilde zayıf kalır. Bahusus TSK, MİT, Yargı, Emniyet Teşlikatı gibi kurumların temsiliyeti daha bir belirgindir. Çünkü bu kurumlar daha aktiftirler sosyal boyutta. Bu yüzden, bu kurumlarda ki görevlilerin, en ufak hareketi devlete mal edilmektedir. Ve devlet bundan sorumlu tutulmaktadır. Devlet düşmanlığı da buradan sadır olmaktadır. Zira devlete muhalif olanların, aslında muhaliflikleri bu kurumlar bazında tahakkuk etmektedir. Tenkitlerde sürekli bu kurumlar nezdinde yapılmaktadır. Devletin gücü de, bu kurumların gücüyle mütenasiptir. Bu kurumların işleyişi devletin bekasını tayin eder. Bu yüzden bu kurumlar hassas kurumlardır ve üzerinde egemen olunmak istenen kurumlardır. Öyleyse kurumlarımıza ve o kurumlarımızda sorumluluk üstlenen bireylerimize sonsuz dikkat edilmelidir. Zira tek bir hareket bile, devlet denilen binayı çökertebilir. Hani bir anekdotta, naldan çıkarak bir ordu kurtarılıyor ya o misal. Devletin bekası kurumlara, kurumların bekası bireylere, bireylerin bekası da beyinlerine ve ruhlarına hükmeden söze-düşünceye-değere bağlıdır mutlak şekilde.
Yer üzerinde devletsiz bir toplum yoktur. Var mıdır? Görebiliyor musunuz? Hayır, hayır dostlarım bu imkânsız. Çünkü insanların topluluklar halinde bulundukları her yerde bir devlet mekanizması muhakkak vardır. İlkel ya da modern anlamda. Aksi durumda ise, yani birey olarak bulunulan yerde ise, herkes kendi bir devlet olur ki; öyle bir şeyde yer üzerinde yoktur. Yani tek bir ferdin ya da ne bileyim beş, on ferdin yaşadığı büyük bir toprak parçası var mıdır yer üzerinde? Devletin olmadığı yerde ise, mutlak şekilde tiranlık egemendir. Her türlü melanet hâkimdir öyle yerde. Tabi tiranlar devletin olduğu yerde olmaz diye bir kaide yoktur ve oluyorlar da maalesef. Hatta devlete egemen bile oluyorlar. Ama yinede devletin olması önemlidir. Hani derler ya; en kötü devlet bile devletsizlikten iyidir diye. Ayrıca her insan bile kendi başına bir devlettir haddizatında. Organları da, kurumlarıdır. Bu organlardan biri olan kalp, beden devletinin başkentidir. Kalp sonsuz öneme sahip bir organdır. Orasının bozulması bütün mekanizmanın bozulması demektir. Oranın sağlıklı olması bütün mekanizmanın sağlıklı olması demektir. Hani önderimiz diyor ya; ‘’vücutta bir et parçası vardır, o bozuldu mu bütün vücut bozulur’’ diye. İşte o et parçası kalptir. Devlette de yargıdır bu organ. Her organın eylemi, o bedene olumlu ya da olumsuz olarak tesirde bulunur. Masiyetler arttıkça o et parçası siyahlaşır. Bir insan, nasıl, organlarının azami düzeyde bakımını yaparak ve sağlıklı işlemesini sağlayarak bedeninin zinde olmasına gayret ederse ve ömrünün uzun olmasına çalışırsa; bir toplumda kendi üzerinde etkisi olan kurumların düzenli işlemesini sağlayarak ve mütemadiyen murakabe ederek devletinin bekasını sağlar. Bilakis türap olması, payimal olması zor değildir.
İnsan büyük bir dünya, dünya küçük bir insan diye boşuna dememişler. İnsan varlığın en kudretli, en mümeyyiz öznesidir. İşte bu yüzden, her durumda, insan örneğini vermek mutlak uygunluk arz etmektedir.
Devleti oluşturan kurumlar bazen düzensiz ve sağlıksız işleyebilir. Bu durum, o kurumlarda sorumluluk deruhte etmiş olan bireylerin ruh ve beyin dünyalarına hâkim olan zihniyetle ilişkilidir. Şimdi biz, bu durumda, kurumları ve oradan da devleti itham edip yok etmek gibi son derece yanlış bir eyleme yöneleceğimize, ilk evvelde egemen zihniyeti tenkit etmeliyiz, itham etmeliyiz. Siz kötülükler içinde boğulmuş bir insanı, düzeltmeye çalışmadan hemen öldürüyor musunuz ve bu ahlaki midir? Ve önderimizin, şu kadim ve muhkem sözünü unuttuk mu yoksa? ‘’Her çocuk İslam fıtratı üzerine doğar. Sonradan annesi ve babası onu Hıristiyan, Musevi yapar.’’ Bu da demektir ki; insanlar tertemiz doğmaktadırlar ve sonradan insanların yaşamlarını belirleyen zihniyetleridir. Ve zihniyet kötü diye insanların katli meşrulaştırılamaz. Siz o insanı kurtarmak ve tekrar fıtratına döndürmek için ahlaki bir mücadele vereceksiniz. Sizin göreviniz bu. Nasıl bizim organlarımızı, beynimize ve ruhumuza hükmeden değerler yönlendiriyorsa, devletimizi oluşturan kurumlarımızı da hâkim zihniyet yönlendirmektedir. O zaman oklarımızı önce devletin işleyiş şeklini tayin eden sisteme ve o sistemin teorisine yönlendirmeliyiz. Ama biz aksini yaparak büyük hatalar denizine yelken açıyoruz, ihanete yelteniyoruz. Yani direkt olarak kurumları ve oradan da devleti hedef alıyoruz. Devlet kötü yönetiliyorsa ve o devlet çatısı altında zulümlere maruz kalıyorsak bundan asla devlet sorumlu değildir, devlet çarkı olan kurumlara egemen olan şahıslar sorumludur hatta o şahısların zihinlerine ve ruhlarına hükmeden düşünceler sorumludur. Zira devlete egemen olan kadroları değiştirmek zorundayız ve devletimizi de korumak mecburiyetindeyiz.
Misal, devletimizin, şu an içinde bulunduğu durum neyin eseridir? Kesinlikle devletin işleyişini belirleyen zihniyetin eseridir. Ve zihniyet düzgün olmadığı için o zihniyet pratikte iflas etmiş ve devleti de zorda bırakmıştır. O zaman biz kurumları itham edip devlete küfredeceğimize zihniyetle hesaplaşmalıyız. Zaten bir sistemin ya da o sitemin temeli olan zihniyetin doğurduğu sorunlar yine o zihniyetle çözülemez demiyor mu Eflatun? Ve yine demiyor mu; sorunu doğuran şeyle, o sorunu çözmeye çalışmak ahmaklıktır diye? Ama noluyor? Sorun başkalarının üzerine yıkılıyor ve zihniyet temize çıkarılmaya çalışılıyor ve o zihniyetin taşıyıcıları can simidi olduklarını iddia ediyorlar. Bu nasıl bir mantıktır Allah aşkına? Yani şimdi buna inanacak mısınız? Bunu yiyecek miyiz? Hayır, güzel dostlarım, kesinlikle hayır, asla buna inanmayacağız ve bunu yemeyeceğiz. Zira devletimizi kurtarmak zorundayız. Zaten çözüm bu şekilde olsaydı, çözüm olarak sunulan sebep, bu sonucu tevlit etmezdi değil mi? Harbiden bizler aptal mıyız? Yoksa birileri bize aptal muamelesi mi yapıyor?
Sevgili dostlarım! Toplumun istikametini belirleyen ruh haritası diye bir şey vardır. Ve o toplum üzerinde uygulanacak her şey o haritayla uyum içinde olması gerekir. Haritayı zorla değiştirmeye yeltenmek eninde sonunda geri teper ve tepiyor da. İşte bu topluma uzun zaman ruh haritasına mugayir şeyler dikte edilmeye çalışıldı ama toplum bünyesi ittihazda sorun çıkardı. Zira dikte edilen şey haritayla uyum sağlamıyordu. Toplum, karşısında ki olguları da, bu haritaya göre seçer. Bakar ve karşısında toplumsal hayatına etki eden bir sürü olgu görür. Ve bu olgular kendisine sunuluyor, zira toplumsal yaşamı için bu şart. O zaman napıyor toplum? Sunulan olguların ruh haritası ile uyumuna bakıyor. Reddini de kabulünü de ona göre belirliyor. Toplum nezdinde kaybedenlerin de buraya dikkat etmesi gerekir. Zira niçin kaybettiklerini burada ki detay gösterecektir kendilerine.
Şimdi, bu ruh haritasının özü nedir? Ayet ve Hadis’tir. Hakeza kadim toplum töresidir. Zira binlerce yıllık bir tarihin çocuklarıyız. Müstesna kültür oluşturucu dinamiklere sahip bir milletiz-ümmetiz. Dünkü devlet, dünkü millet değiliz. Ya da siz devletsiniz, milletsiniz diye kandırılmış kabile üyeleri değiliz. Geçelim. Ve bu özden fışkıran; ahlak, adalet, özgürlük gibi ulvi değerlerdir. Bunları ıskalayan varoluşunu ıskalamış demektir. Bunları ıskalayan toplumsal itibarını ve seçilebilirliğini ıskalamış demektir. Yaşamsal idamesini ıskalamış demektir. Çünkü toplum bunları asla tolere etmeyecektir. O zaman varoluş yolu da kapanacaktır bunlara. Gerçeklere göz kapamak, gerçeği gerçek olmaktan çıkarmaz ve gerçeğin gerçekliğinden de bişey alamaz. Yel kayadan ne koparabilir ki? Haddizatında bizim devletimizin içinde bulunduğu durumun özeti de budur. Asırlık devlet geleneği çiğnenmiş ve toplumun ruh haritasına mugayir bir devlet geleneği oluşturulmuştur. Ve devletle toplum sürgit bir çatışma sürecine itilmiştir. Peki, varoluş sebebi ile çatışmak nasıl bir iştir? Halkına savaş açan bir devletin serencamı nice olur?
Bu durum yılların getirdiği bir sondur. Çarpık zihniyetlerin doğurduğu sorunlardır. Bu asla devletin değil, devlete egemen zihniyetin doğurduğu sonuçlardır. Mazlumu ağlatan, zalimi güldüren devlet olamaz. Ki bugüne kadar zalimler hep güldü ve mazlumlar ağladı. Yalan mı? Ahlaksızlığı, hükmettiği topluma yaşam diye sunamaz devlet. Ama bugüne kadar ahlaksızlık hep prim yaptı. Bütün yolardan ahlaksızlık şırıngalandı toplumun damarlarına. Yalan mı? Gençliği zehirleyen devlet olamaz. Bugüne kadar gençlik ahlaksızlıkla, eroinle, kumarla, fuhuşla vb şeytan işi pisliklerle zehirlenmedi mi? Yalan mı? Fertlerini mafyaların, çetelerin inisiyatifine terk eden devlet olamaz. Bugüne kadar bu toplumu bir yerde mafya babaları yönlendirmiyor muydu? Yalan mı? Kendi varoluş sebebi olan insanların umutlarını çalan, yarınlarını yok eden, sevdiklerini kolayca harcayan, kızlarını kodaman pezevenklerin pis zevklerine kurban eden, oğullarını eroin baronlarının sefil birer maşası kılan devlet olamaz. Olmadı mı bunlar? Yalan mı? Kardeşlik köprülerini yıkan, sevgi ırmaklarını kurutan bir devlet olamaz. Bu toplumu parçalamadılar mı? Bu toplumun milli birlik ve beraberliğine kurşun sıkmadılar mı? Yalan mı?
Dostlarım! Laiklik kılıfıyla kendi temellerini oyamaz bir devlet. Laiklikle yatıp, kalkmıyoruz. Laiklikle yiyip, içmiyoruz. Adalet yok laiklik var neme gerek. Adalet var laiklik yok kaybım nedir? Birazcık akıllı olmak gerekmiyor mu? Adalet olmayan yerde insan şerefi nerede olur Allah aşkına? Ahlak olmayan yerde insan haysiyeti nerede olur Allah aşkına? Bugüne kadar laiklik kılıfıyla bütün milli ve manevi değerlerimiz çürütülmedi mi? Yalan mı bu? Bugüne kadar laiktik kazancımız ne oldu? Toplumun durumu malum, insanlarımızın durumu malum, devletimizin durumu malum. Yani bunlar gözümüzün önünde değil mi? Gerçeği nereye kadar gizleyebilirsiniz ve gizlemekle ne elde edersiniz? Azcık akletsek ne olur Allah aşkına? Tolstoy niye ’’laiklik kurallarını çiğnemeyin öcünü çabuk alır dememişte; ahlak kurallarını çiğnemeyin öcünü çabuk alır’’ demiş? Kavimleri helak eden laikliğe mugayir davranmaları mıdır yoksa şedit ahlaksızlık mıdır? Sevgili önderimiz niçin ‘’güzel ahlakı tamamlamaya geldim’’ demiştir? Dostlarım! İnsanlığın, ahlaktan ve adaletten başka kesinlikle kadim temel ve ortak değeri yoktur. Ve insanları, bu değerler dışında hiçbir değer bağlayamaz.
Sevgili dostlarım! Bütün bu sorunları doğuran, devlete egemen zihniyet değil midir? O zihniyeti bu toplumun gövdesine zerk edenler değil midir? Ve hala birileri kalkıp utanmadan aynı zihniyeti savunmakta değiller midir? Çocuklara bilimsellik kılıfı altında darvinist fikirlerin verilmesini dikte etmekte değiller midir hala koca koca adamlar. Kendileri ne görmüş ki, bu toplum ne görecek çürümüş ve iflas etmiş zihniyetlerden? Yani ancak bu kadar kör olunabilir! Hayır, bir faydası varsa gösterin. Bugüne kadar tek bir kazancımızı gösterin. Eyvallah çekmezsem namerdim.
Sevgili ve canım dostlarım! Bu ülkeye, bu devlete, bu millete, darvinizm, komünizm, kemalizm, sosyalizm, anarşizm, liberalizm, kapitalizm, pozitivizm, faşizm, demokrasi vb. uymaz. Mustafa Kemal Atatürk ne diyor? ‘’Türk’ün tabiatına en uygun din, İslam’dır.’’ Evet buyurun! Ruh haritamız bunları kusar. Bunlar bizim ne kadim kültürümüzde ne de kadim tarihimizde yer alır. Yoktur. Olamaz da. Bütün Türk-İslam Âleminin çocuklarına terstir bu zihniyetler. Vallahi, billahi, tallahi terstir. Hep dışarıdan şırınga edilmiştir. Bozmak, bölmek, yozlaştırmak ve yok etmek için. Hiç olmazsa esir almak için. Ki görüyoruz da neticelerini. Bu çürümüş ve iflas etmiş zihniyetlerin toplumumuza dikte edilmesinin neticelerinin ne kadar da acı olduğu gün gibi aşikâr değil mi? Geldiğimiz son durum malum değil mi? Gözlerimizin nuru mu söndü yoksa? Kalplerimiz de ki hislerimiz mi öldü yoksa? Beynimizin işlekliği mi durdu yoksa?
Şu detayı sonsuz ve mutlak dikkatle tefekkür etmeliyiz canım kardeşlerim. Şimdi şeytan bidayette ne demişti: ‘’and olsun kullarının doğru yoluna oturacağım ve onları saptıracağım, onların çoğunu sapmış olarak bulacaksın.’’ Evet, bütün gelişmeler bu kadim vakadan sonra zuhur etmiştir. Bütün ideolojiler bu kadim vakadan sonra tarihin meydanına fırlamıştır. O zaman iyi düşünmek icap ediyor. Bu ideolojiler kimin icadıdır, niçin icat edilmiştir doğru düşünmek ve okumak gerekiyor. Yoksa hep aldanacağız ve daima sapanlardan olacağız. Ya bu düşünceler kasıtlı olarak icat edilmişlerse ve sizin hakikate dönmenizi ve saf hakikat uğrunda mücadele vermenizi engellemek için varlarsa ne olacak? Ki böyle olduğu bütün akılları ve vicdanları ıskat edecek kadar sarihtir, nettir. Zerre şüpheye mahal yoktur dostlarım.
Son tahlilde; şimdi zaman, içi boşaltılmış, handiyse çökertilmiş devletimizi kurtarma, yeniden dizayn etme zamanıdır. Ve artık namusluca sahip çıkma anıdır. Ama ilk evvelde zihniyetimizi değiştirmek mecburiyetindeyiz. Kadim kültürümüze ve tarihimize geri dönmek zorundayız. Yani yüce dinimize ve kadim töremize dayanmalıyız. Bu kadim temel ve ortak değerler üzerinde yenilenmek, ileriye bakmak, güçlü hamleler yapmak zorundayız. Ahlakı ve adaleti ikame etmek zorundayız. Aynı şekilde, vatanımıza da, milletimize de olabildiğince kararlılıkla ve cesaretle sahip çıkmalıyız. Milli ve manevi değerlerimizin bekasını sağlayacak düşüncelerle beslemeliyiz ruhumuzu ve beynimizi. Ve hiç kimse bu devlet çatısı altında yaşamaktan gocunmamalı ve devlete sadakatten şaşmamalı, ihanete bulaşmamalıdır. Devlet ortak aklın ve vidanın eseridir. Her kafasına esen her istediğini yapamaz.
Sayın devletim! Bu satırları, kesinlikle emin olabilirsin ki, içsel ve dışsal olarak derin ağlamalar eşliğinde yazdım. Lütfen evlatlarını koru. Artık güneşli güzel günler görsün insanların. Acısız hayatlar yaşasın. Çiçekli baharlar görsün. Kaderlerine karanlıklar yazılmasın canım devletim. Artık senin bağrında yaşayan insanlarında başka ülkelerin insanları gibi değerli olsun. Canları için bütün mevcudiyetini ortaya koyduğunu görsünler ve sana sadakatten şaşmasınlar insanların. Bağrında beslenen ve sana sadakatsizlik yapan, evlatlarına zorbalık yapan zehirli yılanları itlaf et sayın devletim. Yüce Koruyucu’nun ruy-i zemindeki gölgesi ol. O’nun adıyla yücel ve yücelt evlatlarını. Kıyma ve kıydırma evlatlarına. Acımasızlara karşı sende acımasız ol. Evlatlarına yapılan ihanetleri affetme. Evlatlarını başkalarına muhtaç etme ve başkaları karşısında acze düşürme. Partiler muvakkat, sen muhakkaksın sayın devletim. İnsanlarına kutsal ve doğuş hakkı olan özgürlüklerini vermekten imtina etme. Ama hudutsuz özgürlük saçmalığıyla iştigal edenlere de kulak asma. Lütfen derin oyunlara ve ihanetlere dikkat et sayın devletim. Lütfen sayın devletim, lütfen…
DETAYLAR:
Askerlik her insanın sorumluluğudur. Devletine karşı sorumluluğudur. Vatanına ve milletine karşı sorumluluğudur. Kim demiş, nereden çıkmış bu sorumluluk demeyin dostlarım. Yani bu vatanı, bu milleti Allah’ın izni ve inayetiyle koruyan asker değil mi? Ve bu görevin yapılması gerekmiyor mu? Yapılmadığı zaman büyük tehlikelerin sadır olması kaçınılmaz mı? Peki, bu askerlik sadece yoksulların işi mi? Bu ülkenin zenginliğinden yoksullar mı daha çok istifade etmektedir? Peki, daha çok istifade edenler zevk içinde yaşayıp yoksullar askerlik mi yapacak? Askerlik sorumluluğu ucuz tartışmalara kurban edilecek kadar ucuz bir şey değildir. Herkes konuşurken dikkatli konuşmalıdır. Bugün yer üzerinde askersiz bir toplum ve askerlik sorumluluğunu ifa etmeyen bir birey yoktur. Bu tür iştigaller askerlik sorumluluğunu yozlaştırmaktır. İşte yaz tatilinde askerlik yapsınlar, taksitle askerlik yapsınlar, parası olan şu kadar versin, olmayan şu kadar versin demek ne demektir? Ben susayım adını siz koyun bunun. Bazılarının bu konudaki söylemleri kesinlikle ciddiyetten uzaktır. Türk Milletinin asli unsurlarından biri olan Mehmetçiği bu tür şeylere karıştırmak yanlıştır. Herkes bu sorumluluğu ifa etmelidir. Evet, kısmi düzenlemeler yapılabilir ama bu şekilde ucuz polemiklerle değil. Şu kadar parası olan şu kadar, şu kadar parası olmayan şu kadar verir demek askerliği yozlaştırmaktır. Hiçbir vatan evladı bu tür iştigallere kulak vermemelidir. Bedelli askerlik saçmalığı şehitlere ihanettir. Had ve hudut bilmek iyidir. Son tahlilde; bedelli askerlik olmamalıdır. Ama devlette askerlerine ciddi şekilde sahip çıkmalı ve insanlarını askerliğe karşı soğutmamalıdır. Birilerinin eline koz vermemelidir.
BİR: Japonya’ya büyük geçmiş olsun diyorum. Allah yardımcıları olsun. Âmin.
İKİ: Çanakkale şehitlerimizi sonsuz rahmetle anıyorum. Allah oradaki ölümsüz ruhu idrak etmeyi nasip etsin aziz şehitlerin biz torunlarına. Âmin.
ÜÇ: İstiklal şairi merhum Mehmet Akif Ersoy üstadımızı da sonsuz rahmetle anıyorum. Allah mekânını cennet, ruhunu şad eylesin. Âmin.
DÖRT: sayın devletim bazen özgürlük yıkıcıdır. Özgürlüğünde bir hududu vardır. Hudutsuzluk isteyenler hudut dışına defolsun gitsin. İlla insanı çıldırtırlar yani.
BEŞ: bazı dillerde ki Allah sözüne aldanmayın. Ve bazı yakalarda ki Hilal’e de aldanmayın. Bir ömür uğranmayan hatta harab edilmesine çalışılan yerlere sığınılmasına da kesinlikle inanmayın. Çünkü artık toplumu kendi değerleri ile vurmaya başladılar. Dikkat edilmelidir. Birileri çok güzel şekilde sahip çıkamıyor diyerek illa göbekten düşman olanların saflarına iştirak edemeyiz. Bu ahmaklıktır. Şimdi toplum diliyle konuşuyorlar ama kendi dillerini gizliyorlar ve tekrar aldatabilirlerse o zaman kendi dillerini ifşa edeceklerdir ama iş işten de geçecektir.
ALTI: birilerinin bir yerlere getirilip sonradan tasfiye edilmesi gibi durumlar tehlikeli kumpaslardır. Toplum nezdinde yitirilen itibarı geri kazanma hamleleridir. Sonsuz müteyakkız olmak icap ediyor. Topluma yıllarca hiçbir şey veremeyenlerin bundan gayrı verebilecekleri zerre kadar bişeyi yoktur.
YEDİ: BDP denilen parti üzerinden derin oyunlar oynanmaktadır. Yıllar önce ve kısa zaman önce söylemiştim. Baraj olayı derin bir oyun diye. Hala aynı düşüncedeyim. Birgün gelecek büyük ihtimalle niceleri bu oluşumla ittifaka gidecek. Vatan, millete, devlete büyük kumpas kurulduğunu düşünüyorum. Dikkatlerine sayın devletim! Sen büyük ve kadim ulvi değerleri olan insanların sayesinde varlığını idame ettirirsin ancak sayın devletim. Evlatlarına tarihini ve dinini öğretmelisin muhakkak sayın devletim!
SEKİZ: bu devlet çatısı altında yaşayan hiçbir grup, kişi, topluluk vs. zaaflarını kirli, kanlı ve karanlık oda ve odaklara kullandırtmamalıdır. Lütfen birlik olalım. Birlik güçtür. Sürekliliktir. Ayrılık yıkımdır. Yokluktur. Paylaşılmayan ne var ki? Her kafamıza eseni yapacağız ya da yaptıracağız diye bir şey yoktur ve böyle saçmalıkta olamaz. Ve bu yüzdende bütünü kuşatan değerlere düşman olunmaz.
DOKUZ: sayın devletim, kendi üstünde güç tanımamalısın. Ama sende ahlakı ve adaleti temel yapmalısın. Zira varlığının idamesi buna merbuttur. Hiçbir baron iti, hiçbir mafya senden güçlü olamamalıdır. Bu derin güven kaybına yol açar. Herkese haddini bildirmelisin. Senden habersiz hiçbir çete oluşumu olmamalıdır. Bu yola girenleri acımasızca yok etmelisin. Sana ihanet edenlere kesinlikle hadlerini öyle bir bildirmelisin ki bir daha böyle şeye tevessül edemesinler. Hududu ve haddi aşan itleri gebertmelisin. Asla acze düşmemelisin. Kimse kendini devlet ilan edememelidir. Bu felakettir. Ülkenin dört bir köşesinde senin sözün hüküm olmalıdır. Ama kesinlikle ve kesinlikle ahlak ve adalet temel olmalıdır bütün yaptırımların. Bilakis seni sahiplenmek, seni desteklemek sonsuz zor olacaktır. Saygılarımla sayın devletim.
ON: YABANCI ÖĞRETMEN olayı kesinlikle ama kesinlikle hiçbir tartışmaya mahal bırakmayacak şekilde vatana ihanettir. Bunu ne beyin onaylar ne de vicdan kaldırır. Bilakis kusulacak bir şeydir. İğrenç bir şeydir. Senin çocukların evinde ve zoraki meslek dışı çalışma yerlerinde öğrendikleri ilmi unuturken ve en tabi yaşamsal hakkında mahrumken sen başka iklimlerin çocuklarına yağacaksın. Bu ne demek ya! Hiç zerre akıl kırıntısı var mıdır bunda? Duyar duymaz midem bir hoş oldu. Kusasım geldi. Çok özür dilerim canım dostlarım sizlerden. Bu kesinlikle affedilmesi imkânsız bir ihanettir ve birilerin bu ülkeye zarardan başka bir şey veremeyeceğinin keskin hüccetidir. Sayın devletim buna müsaade etmemelisin. Sayın cumhurbaşkanım, sayın başbakanım buna müsaade etmeyiniz lütfen. Bunun izahı olabileceğini de sanmıyorum.
ON BİR: KADDAFİ denilen haydudun hareketleri tamamen bilinçli ve yönlendirmeli hareketlerdir. Efendilerinin istekleri doğrultusunda hareket etmektedir. Gayrısı yalandır. Git diyende, kal ve biraz zorla diyende siyonist denilen şeytandır, ABD dir. Ta ki istedikleri olsun ve istediklerini alabilsinler. Her şey bir damla petrol içindir. Her şey maddedir. Çörçil denilen maymun soylu aşağılık mahlûk değil miydi; ‘’bir damla kan, bir damla petrol’’ diyen? Hakeza, ‘’Türklere karşı atom bombası kullanılabilir, zira Türkler Müslüman’dır ve insan değillerdir’’ diyen şerefsiz domuzda bu değil miydi? Olayın derin izahına lüzum yok, her şey sarahaten ortada. Aaah, ahhh…
ON İKİ: İBNİ HALDUN un iki ciltlik MUKADDİME isimli muhteşem eserini muhakkak okumanızı öneririm sevgili dostlarım. Hatta küçük çaplı bir DEVLET isimli kitabı da var piyasada. Bulup okumanızı istirham ederim. Sonsuz istifade edeceğiniz muhakkaktır.