Arslan BULUT, YENİÇAĞ
Bir
ara bahsetmiştim. Lisedeyken bir arkadaşımız insan beyninin ürettiği dalgaları
tespit etmek suretiyle düşüncenin okunabileceğini ve kaydedilebileceğini
söylüyordu. Bu alanda çalışmayı ve bu icadı herkesten önce yapmayı umut
ediyordu.
Acaba diyorum, böyle bir icat gerçekleştirilmiş olsa ve bu aletten yeteri kadar
üretilse, o zaman yasama, yürütme, yargı ve medya nasıl çalışırdı.
Bir düşünelim, hükümetlerde, istihbarat servislerinde, poliste, özel yetkili
savcıların elinin altında böyle aletler olsa ne yaparlardı?
Herhalde o zaman kitapları henüz yayınlamadan tutuklamak ve bilgisayarlardan
silmek yerine, daha insan beynindeyken suç saydıkları düşünceleri tutuklar veya
insan beyninden silerlerdi.
Öyle ya insan düşüncesini okuyabilmek mümkün olursa, insan hafızasını silmek ve
yerine birkaç dakika içinde yeni bir hafıza yerleştirmek de ardından gelirdi.
Böylece, bu bilimsel kapasiteyi eline geçiren güç, bütün insanları robot gibi
kullanabilirdi.
***
Aslında insanları robot olarak kullanabilmek için düşüncelerini okumaya veya
bilgisayardaki gibi hafızalarını silip yerine başka bilgiler doldurma
yeteneğine sahip makinelere gerek de yok. Çünkü günümüzde de tarih bilincini,
kimlik bilincini, beynindeki inanç haritasını değiştirdikleri insanları robot
olarak kullanabiliyorlar.
Meselâ, bir “dinler arası diyalog” sloganıyla, Müslüman gençlerin
Hıristiyanlığa hizmet etmesini sağlayabiliyorlar!
Hasan Sabah, bu yöntemi herkesten önce keşfetmiş, uyuşturucu verdiği gençleri
sahte cennetine sokup, robotlaştırmıştı. Yeniden o cennete girmek isteyen
gençler, “öl” deyince ölüyor, kendisini uçurumdan aşağı atıyor, “öldür” deyince
de öldürüyordu. Çünkü ölümsüz olduklarına inandırılmışlardı.
Büyük Selçuklu İmparatorluğu, işte bu operasyonla sarsıldı. Nizamülmülk
öldürüldü, Alparslan’a suikast yapıldı ve o da bir süre sonra öldü. Hülagu Han,
gelip de kökünü kazımasaydı, Haşhaşinler insanları robotlaştırmaya devam
edecekti!
İşte bugünkü Hasan Sabah operasyonunu, insanların algılamasını değiştirmekle
görevli, bilim adamları, yazarlar, gazeteciler ve televizyoncular yapıyor..
Kısacası, devletlere, milletlere hâkim olmak isteyenler, bunu insanları ikna
etmek suretiyle ve medya vasıtasıyla başarıyor!
Esasen, insanları medya manyağı, müzik manyağı, spor manyağı haline getirmek,
CIA, KGB gibi servislerin kullandığı yöntemlerdir.
Muhtar Şahanov, “Uygarlığın Yanılgısı” eserinde bir nevropsikolog ile
görüştüğünü ve şu bilgileri aldığını bildiriyor:
“İnsanın bilinçaltı, gürültü, ritim ve saldırgan sesleri, renk bakımından
zenginleştirilmiş hipno-renk etkilerini, herhangi bir sanatla karşılaştırma
yapılamayacak kadar büyük ve inanılmaz bir hızla benimsermiş. Bu tahriklerle
manevî zekâ körelir, bilinçaltı ve tanımayı sağlayan genetik program
bozulurmuş.”
Bütün bunları bana, Aydil Erol’un hatırlattığı, Arif Nihat Asya’nın “Sansür”
adlı rubaisi düşündürüyor:
Sessizce düşünsek, duyacaklar bir gün;
Olmazları olmuş sayacaklar, bir gün...
Onlar, bu vehimle, ellerinden gelse,
Rüyâlara sansür koyacaklar, bir gün.
***
Sahi rüyâlarımızı da sansürleyebilirler mi?
Hafızamızı değiştirebildiklerine göre rüyâlarımız zaten sansürlüdür. Çünkü
rüyâlarımız, hafızamızla sınırlıdır.. Basındaki bazı meslektaşlarımız ise artık
Silivri kâbusu görüyor!
Toplumu bu kâbustan uyandırmak mı?
Önce hafızaları tazelemek gerekiyor. Yoksa, Hatay’ın Cilvegözü sınır kapısında
iki sene askerlik yaptığı halde, Star Haber’den Osman Terkan’a “Suriye Ege
Bölgesi’ne sınırdır” diyebilen, ilkokul hafızasını bile kaybetmiş vatandaşın
verdiği oydan ne hayır gelir?