VARLIĞIN TEMELLERİ ÜZERİNE TEZLER...2...

Özgür DENİZ - 20.04.2011

‘’Şimdi yeryüzüne geri dön. Aklın karışmış ve kalbin kararsızsa, yolu açıkça göreceğin yere, en başa geri dön.’’ Buda 

 

                Evet dostlarım! Aklımız müthiş derecede karışmış, yönümüz şaşmış ve kalbimiz kararsız kalmış durumda. Bu kesin bir gerçeklik. Öyleyse, böyle bir durumda ne yapılmalıdır? Şahsen, koşulsuz katıldığım mezkûr söze yani Buda’nın sözüne uymak gerekir. Geri dönelim köklere-en başa ve her şeye köklerden-en baştan tekrar bakalım. Zaten yeniden ve daha verimli gelişme, köklere geri dönmekten geçmiyor mu? Zira en başa-köke geri dönüp, gittiğin mesafeye bir göz atmak, ıskaladıklarını da görmene yardımcı olacaktır. Bir çürüklük varsa, bir yanlışlık varsa, bir kusur varsa, bir yön sapması varsa bu nerede aranır? Temellerde-köklerde değil mi? En basit bir işte bile, olumsuz bir sonuçla karşılaştığınız zaman, ben nerde yanlış yaptım diye, süreci tekrar baştan gözden geçirmiyor muyuz? O zaman!

 

Allah-insan-doğa, her şey bu üçgende tahakkuk ediyor. Yani öyle değil mi? Allah istemiş ve insanı halk etmiştir, doğayı halk etmiştir yani bir nevi bütün mevcudat; istemenin zuhurudur, nesneleşmesidir. Allah niye istemiş? Bize sormuş mu? İstemeseymiş gibi basit bir tepkide bulunabilirsiniz, amma bu tepki anlamsızlığa mahkûmdur. Orasını ne sorgulayabilirsiniz, ne de cevap bulabilirsiniz, zira gidilebilecek sınırlar vardır ve durmayı bilmek gerekir. Peki, Allah niye istemiş, bize sormamış diyebilecek cüreti kendiniz de buluyorsunuz da; niçin, hiç, madde, doğa, tesadüf zinciri bize niçin danışmamış diye bir şey söylemiyorsunuz? Burada bir mürailik yok mu sizce? Bundan böylede bütün keşifler, icatlar hep istemenin meyvesi oluyor artık ve insan istedikçe yaratım oluyor. Zira isteme, insanın fıtratına dercediliyor. Bu yüzden insan sürekli istemenin mahkûmudur. Çünkü ihtiyaç sahibidir. Sürekli ister ve bu isteme varoluşunun ön koşulu olan üretimini tetikler. Geçelim!

 

Allah istemiş ve vücut bulmuş bütün mevcudat, zerreden zerrata. ‘’OL’’ demek, istemek ve şeylerin zuhuru demek değil midir sanki? Belki de, kimbilir, ‘’ÖNCE SÖZ VARDI’’ ifadesinin derinliğinde de bu gizlidir. ‘’OL’’ sözden başka nedir ki? Tefekkür etmek güzeldir. Daha öncesine gidebilen varsa şayet, buyurun sizde gidin, benim safsatalarla-malayanilerle iştigale hasredecek zamanım yok. Zaten, çok büyük (!) filozoflarımızda gidemeyip, işi tesadüfe ve cansız olduğunu kabul ettikleri doğaya ya da kendisi yoklukla malul olan maddeye vermişler başlangıcı. Yani çakılıp kalmışlar ve çaresizliklerine güya çözüm bulmuşlar. Buyurun bütün filozofları tetkik edebilirsiniz. Yani tarihsel gerçeklik budur. Basite kaçmışlar ve sığlığa düşmüşler. Yani bütün mevcudatı tesadüfe bağlamak hangi akılla bağdaşır? Cansız olan maddenin can vermesi hangi akılla izah edilebilir? Kendisi de halk edilmiş olan ve normalde canlı olmayan doğa, niçin kendine hükmedecek bir canlı varlık halk etsin? Bunlar tamamen saçma sapan şeylerdir. Üzerinde izahatlar yapmaya çalışmak, bilimsel ve felsefi yönlerden tahlillere ve tetkiklere tevessül etmek mutlak şekilde boştur, sonuçsuz kalmaya mahkûmdur. Aldanıştır ve aldatmaktır.

 

Burada söyle bir izahat yapabiliriz: Batı’nın temelleri de bu safsatalara göre atıldığından, Batı, sürekli yamyamlık yaparak bugünlere gelmiştir. Çünkü insanda ki ruhu inkâr eden filozoflarla beslenmiştir. O filozoflar ise, insanı sürekli ‘’gelişmiş hayvan’’ olarak tavsif etmişlerdir. Böyle olunca da akla ve manaya değil pençeye önem atfetmişlerdir. Son tahlilde; İNSAN İNSANIN KURDUDUR. Binaenaleyh, Batı, evreni orman olarak algılamış ve insanları da gelişmiş hayvanlar diye tavsif etmiş ve sürekli çatışmalarla yönünü bulmaya çalışmıştır. Batı medeniyetinin temeli hayvana göre atılmıştır. Batı medeniyeti hayvan medeniyetidir. Darvin denilen öz be öz faşistte, bunun teorik temelini atmıştır. Bu yüzden Batı medeniyetinin temelini ifade eden en güzel söz: ‘’İNSAN İNSANIN KURDUDUR’’ sözüdür. Bunu bazı filozoflarda ikrar etmişlerdir. Ve bu nedenle, Batı, sürekli, maddiyata ve güce temayül göstermiştir. Çünkü ona göre söz ve hak gücündür, dolayısıyla güçlünündür. Haddizatında, dünyadaki bütün kavgaların temelini de burada aramak iktiza eder. Faşizminde, kapitalizminde, komünizminde derin yönünü, gizemini bu detayda aramak icap eder. Zira dünya; kapitalist, faşist ve komünist baronların kıskacındadır. İşte bu yüzden batı medeniyetine ram olanlarda, sürekli insanları değil, hayvanları öncelemişlerdir. Ama hayvana bile asla değer vermemişlerdir. İnsana da, hayvana da, bitkiye de en yüksek değeri İSLAM vermiştir. İslam da; İNSAN İNSANIN CENNETİDİR ve yaratılmış olana zulmetmek zalimliktir. Geçelim!

 

Tanrı, insandan, doğadan ve ikisinin ortak eyleminden bir cümle kurmuş, yazmış. Niye böyle diyoruz? Çünkü artık, varlığı, kendinden önce olan bir varlığa koşullu olmayan, bilakis bütün mevcudatın kendisinin varlığına koşullu olduğu saf hakikat olan varlığın Allah olduğunda karar kılmış olduk. Evet, yazılan cümlede; Özne insan. Nesne doğa. İkisinin etkileşimi sonucu ortaya çıkan iş-hareket ise; eylem- yüklem oluyor. Bir cümlenin tam olması için, üç önemli öğeninde varlığı çok önemlidir. Neredeyse aynı öneme sahiptirler. Şimdi öznesiz olmaz, nesnesizde eksik kalır ve yüklemsiz de anlamsızlaşır yani cümle olmaz. Aslında bir yerde yüklem sanki daha hayati bir rol deruhte ediyor gibi. Zira yüklemsiz cümle, cümle sayılamaz. Etki-tepki meselesi. Peki, insan, işsiz, hareketsiz varoluşunu gerçekleştirebilir mi? Varolmak, hakikatte, hareket etmek değil mi? Anlaşılmıştır inşaallah? Denge yani dostlarım denge. Özne, nesneye etkide bulunup bir yaratım-iş ihdas etmek zorundadır. Yani yüklemi oluşturmak zorundadır, cümlenin tamam olması için. Bilakis, varoluş-cümle muhaldir. Yani şöyle basitçe düşünelim bir: şimdi bir cümle kurarken, o cümlenin bir öznesi mutlaka var mıdır? O özne bir nesneye etkide bulunacak mıdır? Ve etki sonucunda bir eylem doğacak mıdır, bir iş ortaya çıkacak mıdır? İşte olay budur.

 

 

 

DERİN DETAYLAR:

 

BIÇAK:

İnsan vardır. İnsan hareket eder. Her hareketin bir sebebi bir de sonucu vardır. Her harekette kazanan vardır, kaybeden vardır. Bu yüzden, ilk evvelde, insanın kim olduğunu, sonra hareketin her yönünü, en sonunda da kazananı-kaybedeni iyi tahlil etmek gerekir. Bunu bahusus politikada-politikayla ilgili durumlarda yapmak icap eder. Zira politik arenada, insanlarda, hareketlerde, kazanan-kaybeden taraflarda, politikanın işleyişine ciddi etkide bulunur ve büyük önem arz eder.

 

Şimdi bir bıçaklama olayı var malumunuz. Olayda aktör kim? Güya ressam olan Bedri Baykam denilen şahıs. Yani güya sanatçı (!) vasfını taşıyan biri. Özellikle dine muhalefetiyle bilinen bir kişi. Şu ucube olayında da önde gidenlerden. Yani tenkitte boy gösterenlerden. Muhtemel bir kirli senaryo için biçilmiş kaftan. Din düşmanlığı cabası. Hani seçimde geliyor, fena olmaz. Peki, nasıl olacak bu iş? Olaya göre birini bulacaksın. Normal birini kullanmak zor iş. Her yönden bu olaya hazır biri olmalı muhtemel adamımız. Ve iş tamamdır! Seçilmiş adamımız, hedef tayin edilen adamımızı bıçaklar. Sonra elini kolunu sallayarak kaçar. Nereye kaçtıysa, kimlerle görüştüyse, belli bir zaman sonra gelir teslim olur. Ve Allah büyüktür diyerek söylenir. Sanki bilmiyoruz da, ondan öğreneceğiz. Sonrasında da bir sürü dini söylemler sayıklanır, tahmin edildiği gibi. Sanki soran olmuş gibi. Ama bir kuran olduğu aşikâr. Zavallılık ne kötü bir şeydir. Üstelik eski oyunların tutmadığını bilmemek ve tekrar etmek ne basitlik. Bu arada güya ağır şekilde çok önemsiz yerinden yaralanan adamımızın ileri geri koşturması da ilginç değil mi? Ayrıca bıçaklanan ve bana göre tamamen rol icabı bağırıp çağıran şâhısa hemen yanında duranların kapılarını açmamaları da bir garip. Yoldan geçenlerin durmaması da ilginç. Amma en ilginci biraz sonra bir taksinin gelip durması ve malum şahsı alıp götürmesi ve asistanını orada bırakıvermesidir. Hatta nasıl ağır yaralı ise, ileri geri koşturup şov yapar gibi hareketlerde bulunması da bir acayip geldi. Sanki her şey ayrıntısıyla planlanmış gibi. Üstelik sonradan, inşaallah ölmüştür demiş ya adamımız, ulan madem öyle diyorsun, öldürecek adam tam kalbe saplar ahmak (burada öldürülmesini istediğimizden değil, sahtekârlığı, iğrenç mürailiği ifşa ediyoruz yoksa vallahi öldürülmesini istemem, ahmak mıyım ben? Neme gerek). Tabi planda öldürmek yok gerçekte. Söylemde laf olsun icabından zaten. Bu arada başka şeylerde oldu tabi, bu halkın duyarsız olduğu, bu halkın insanlık yönünden öldüğü gibi şeylerde söylendi. Yani bir taşla kaç kuş vuruldu. Hem Müslüman Türk Milleti adeta lanetlenir gibi oldu. Hem dindarlar çaktırmadan sanat düşmanı olmanın yanında, ülkeyi güya esir aldıkları ve karşı tarafı düşman gördükleri gibi şeylerle töhmet altında bırakıldı. Tabi belli bir kesime de, mesaj derinlerden iletilmiş oldu.

 

Şimdi insanlar var. Hareketler var. Ve nihayetinde kazanan-kaybeden taraflar var. İnsanlar malum; güya çağdaş, güya sanatçı bir tip bıçaklanıyor. Ne olduğu malum bir zavallı, hedefe yönlendiriliyor ve verilen işi yapıyor. Kazanan sözde sanatçının tarafı, kaybedenler İslami kesim. Niye? Çünkü eylemi icra eden zavallı, Allah dedi. Allah kimlerin dilindedir, dinindedir? Müslümanların. O zaman bu Müslümanlar sanat düşmanıdır, çağdaşlık düşmanıdır, ülkede ki bütün çağdaşları kesecektir, sanatı yasaklayacaktır. Binaenaleyh, bu Müslümanların her çeşidinden uzak durulmalıdır. Tabi yerseniz! Ne kadar ahmakça bişey değil mi? Ulan, akıllı, zeki, kafası basan, kendini bilen, dinini bilen ve hatta dünyanın en medeni insanı olan bir Müslüman, gidipte bu adamı niye bıçaklasın ki? Kim bu adam? Ne iş yapar? Sanat adına ne ortaya koymuş? Toplumda hangi ağırlığı var? Sözü ne, yüzü ne, özü ne? Diye tek kişi sormaz. Hayır yani, hiç akıllı bir Müslüman’ın ya da Müslüman’ı geçin, Müslüman olmasa da kafası basan bir adamın yapacağı iş midir bu Allah aşkına?

 

Son tahlilde; basit bir senaryodur benim mutlak kanaatimce.

 

‘’Kargaşalıklar çıkacak ortamlar yaratın.’’ Komünist Kurallar

 

LİSELİ:

Aynı şekilde ülkenin gündeminde olan, sözde ‘’Liseli Devrimciler’’ olayı da aynı bunun gibidir. Aldatılmış gençlik kirli hedefler uğruna kullanılmaktadır. Hatta bekleyin ve görün; bir iki gencin, olaylar iyice yoğunlaştığı sırada, bizatihi eylem dâhilinde bulunan derin ellerin adamlarınca katledilmesi bile düşünülebilir. Zira geçmişte olmadı değil. Yoldaş KUSEYRİ yi kim öldürdü sahi? Yakın zamanda ki sol tandanslı aydınları katledenler gerçekte kimlerdir hiç düşündünüz mü? Kazanan kim olmuştur, kaybeden kim düşündünüz mü? Ve kan kaosu tetikler. Ve kanı sevenler vardır. Tahrik edersin, daha da zorlarsın ve büyük isyanların fitilini ateşlersin. Ama toplum yutar. Zira yutturacak kadar etkin ve güçlü medya vardır. Ve o medyanın içinde, kan sever mutemet elemanlar mevcuttur. Komünist önderlerin çok mühim tavsiyeleridir; orduyu ve medyayı ele geçirmek. Zira topluma egemen olmakta en etkin kurumlardır. Bir manşet, bir söz bütün toplumun dalgalanmasına kifayet edecektir. Akıllı olmak iyidir. Gençliğini hiç uğruna heba etmemek, düşünen beynin marifetidir. Zaten meydanlara inip, bomboş hareketlerde bulunanların, toplumsal mülkü talan edenlerin ve bunu marifet telakki edenlerin düşünceyle işi yoktur. Onlar düğmeyle yönlendirilen robotlardır. Aptal değiliz bebeğim! Geri zekâlı da değiliz! Kör de değiliz emin ol!

 

‘’Ayaklanmayı şakaya almayın. Fakat patlak verdiği zaman da sonuna kadar gidin.’’ Marks-Lenin

 

FAŞİZM:

Faşizm, milliğe, yerliliğe kurulmuş hain bir tuzaktır. Gençliğin beynine saplanmış bir hançerdir. Ruhlara enjekte edilmiş bir zehirdir. Bu damgayla, gençlik öz değerlerine yabancılaştırılır. Milli duygu ve düşüncelerden uzaklaştırılır. Zira kendisine faşist denilmesinden korkar. Çünkü faşist kabadır, yabandır, yobazdır, değerlerine tutkundur, çağdaşlıktan uzaktır. Ve işte bu yafta boynuna asılmasın diye kendi kendine yabancılaşır. Ve bu yabancılaşma ileri boyutlara vardığı zaman, kendini bütün değerlere düşmanlık yüzüyle ortaya çıkarır. Artık insanımız-gencimiz ülkesine, devletine, milletine ve dinine düşmandır. Güya faşistlikten azade olmuştur. Aslında bilmez ki, insanlıktan çıkmıştır.

 

Haddizatında bu, Milli-Yerli olan insanımıza Darvinistlerce kurulmuş bir tuzaktır. İnsanlar bu yaftayla, zımnen Darvinizme yönlendirilmektedir. Zaten SOL dünyaya baktığınız zaman, Marksist olmayanların tümü faşisttir, peşinen. Hayata bakınız kafi! Yani insanlar gerçekte bu yaftayla Darvinizme yönlendirilmektedir, dolayısıyla Marksizm’e. Oysa asıl faşist, hem de faşizmin babası Darvin’dir. Şöyle ki; Türkleri barbar, aşağı bir ırk olarak gören ve muhakkak elimine edilmesi gerektiğini söyleyen kendisidir. Keza, güçlünün güçsüzü yok etme hakkının olduğunu ve bunun bir doğa yasası olduğunu söyleyen bizzat kendisidir. Peki, faşizm nedir sahiden? Yani bu faşizm değilse, faşizm nedir? Ülkesini sevmek, milletine bağlılık, devletine sahip çıkmak, dinine sadakatli olmak mıdır faşizm? Gerçekten bizi geri zekâlı mı sanıyor, bu geri zekâlılar? Oyuna gelme vatan evladı! Değerlerin yaşarsa sen yaşarsın! Değerlerin ölürse, senin canlı kalma imkânın sıfırdır! Bırak sana faşist desinler, hatta kısa kesip faşo desinler. Zerre gocunma, gocunursan sen mutlak bir zavallısın. Hatta de ki; faşistim ulan ne olacak? Gel beraber takılalım, azcık toprağının kokusu sinsin üzerine de. Hayır yani, birileri sana faşist dedi diye, sen ülkenden, milletinden, dininden, devletinden vazgeçecek kadar mal değilsindir herhalde? Zaten sana faşist diyen zavallı da, senin öyle olmadığını biliyor amma seni ne kadar değerlerinden uzaklaştırabilirse o kârıdır onun. Asıl derdi de odur zira. Sen, toprağının kokusu, ciğerlerine sinmiş olan aziz vatan evladı, kıymetli mütefekkir NURETTİN TOPÇU ağabeyini iyi idrak et, iyi anla ve izini takip et. Tükür gitsin, yazık olsa da tükürüğüne, seni senden koparmak isteyenlerin boş, bomboş rezil sözlerine.

 

SOKAK İSYANLARI:

Gördüğünüz resmin özü; komünizmdir dostlarım. Zira yıkmak, yok etmek, talan etmek, kargaşa çıkarmak, öldürmek, her şeye saldırmak komünizmin özündedir. Ama buna fırsat veren kirli ve karanlık adamları da iyi fark etmek icap etmektedir. Zira ateşlenecek isyan için önce bir kıvılcım çakılması iktiza eder. Ve o kıvılcım hiç ummadığınız yerden çakılır. Bu yüzdendir sürekli, insana önem atfetmekteyiz ve devletimizi uyarmaktayız, kadrolarını adam gibi adamlardan teşekkül ettirmesi için.

 

ÖNDER LENİN YOLDAŞ der ki; ‘’TERÖRDEN VAZGEÇMEYE İMKÂN YOKTUR.’’

 

Sokakta ki gençlik kimdir? Alelade baktığınız zaman, hak aradığı sanılan Müslüman Kürt gençliği olarak algılarsınız değil mi? Ama zerre alakası yoktur. Zira Müslüman bir Kürt gencinin böyle boş ve lüzumsuz taşkınlıklarla, saçma sapan şeylerle, toplumu zarara uğratacak hareketlerle, toplum malını yağmalayacak kadar gözü dönmüşlükle alakası olamaz. Bunlar PKK nın içeride ki bindirilmiş kıtalarıdır. Kullandığı zavallı gençliktir. Ve PKK nın kim olduğu meçhulümüz değildir. Zihniyet örgüsünü Darvinizm inşa etmiştir. Yukarıda ki sözü tekrar düşününüz. Çok özür dilerim peşinen, insan kusar ama kustuğu yine yediğidir. İşte PKK sokaklarda kusmaktadır ama yediği neyse onu kusmaktadır ve yediği bellidir: DARVİNİZM. Gençlik bu fikirle zehirlenmiştir. Bu fikirle zehirlenenin nasıl davranacağı meçhul değildir. Onun için hayat savaştır ve daima savaşmalısın. Yıkmalı, kırmalı, vurmalı, yok etmelisin. Zira hak gücündür, güçlünündür. Ve kazanmak istiyorsan gücünü göstermelisin yani pençelerini.

 

Dünyayı yöneten baronlara bakınız. Faşist-Komünist-Kapitalist baronlar dünyayı idare etmektedirler. Ve bunların kökeni Darvinizme dayanır. Darvinizm olduğu müddetçe bu fikirler kendilerine at koşturacak saha bulacaklardır daima. Ve güya bunlar birbirlerinin düşmanlarıdırlar! Ah bu düşman maskesiyle gezip, arkada perdede dost yüzüyle kadeh tokuşturanlar varya, insanlık gerçeği bir görse, sefaletten gebereceklerdir eminim. Zira taktıkları maskeyle, insanları aldatmaktadırlar ve kanlarını, terlerini, gözyaşlarını emmektedirler. Tabi suç, sadece onların değil!

 

MEDYA:

Güya bir takım medya el değiştiriyormuş ve yabancıya değil yerliye(!) gidiyormuş. Deseler de inanmayın dostlarım. Zira bu ülke ne çektiyse yabancılardan değil yerlilerden(!) çekmiştir. Bu millete kan ağlatan, bu devleti zayıflatan, bu ülkeyi satan, bu dini yıkan yerlilerdir(!). Daha doğrusu yerli sandıklarımızdır. Eğer yalansa buyurun yalancısın deyin. Yalansam, sırf belli bir niyetle söylüyorsam şerefsiz evladıyım. Gerçek neyse onu söylüyorum. Söyleyin, siyaseti mahveden kimdir? İktidar kurup iktidar deviren kimdir? Bu halkın kanını emen kimdir? Dini-dindarı sürekli tahkir ve tezyif eden kimdir? Dini yok etmek için tuzak üstüne tuzak kuran kimdir? Terörü besleyen ve sürekli ekranlardan tahrik eden kimdir? Darvinizmi yayan kimdir? Ve benzeri yığınla melanetleri bu topraklarda filizlendiren, besleyen, büyüten kimdir Allah, kitap, vatan, namus aşkına? YABANCILAR MI? kendi kendimizi aldatmayalım dostlarım. Ama ne hazin ki aldanmaktan hoşlanıyoruz. Gerçekten hoşlanıyoruz. Cellâtlarımıza adeta aşığız, tutkunuz. İnanmayın dostlarım. Şayet YABANCIYA gitseydi, yerlinin vereceği zararı vermesi imkânsız olacaktı. Zira aziz ve necip milletimiz şiddetli tepki verebilir ve sunulanları yutmayabilirdi. Bu yüzden yerliye gitmesi muhteşem bir taktik icabıdır. Yerli görünümlü yabancılaşmış derinlerin müdahalesidir bu. Zira emin olun ki sözde yerliye gitmesi adına zorlamışlardır, düşünüp taşınmışlardır hep birlikte, hem de küresel düzeyde ki babalarıyla birlikte. Zira aziz ve necip milletimizin yönlendirilmesi gerekmektedir ve yönlendireni de kendinden bilmesi icap etmektedir. Öncekinden ne gördünüz ki, yenisinden bişey göresiniz? Ne olacak? Güya yerli olmuş olacak. Ama sunumlar tamamen yabancıya ayarlı olacak. Bu millet aldatılacak. Aynı stratejilerle ama güya yeni yüzlerle devam edecek oyun. Yüzler değişse de özler aynıdır can dostlarım. Bunların hiçbirine vallahi inanmayın. Bunlar yalandır yalan. Sefalettir, yıkımdır, katliamdır bunlardan geri kalan. Her şeyleriyle yalandır bunlar: özleriyle, yüzleriyle, sözleriyle. Kendinizdendir diye aldanmayın. Onlar hiçbir zaman sizden olmadılar ki, şimdi olsunlar. Siz onların tümünün gözünde, her zaman faşist ve yobazsınızdır. Bunu kabulleniyorsanız, buyurun cellâtlarınıza gülümseyebilirsiniz, boyunlarınızı büyük ve arzulu bir şehvetle uzatabilirsiniz, sunumlarını tatmadan yutabilirsiniz.

Son tahlilde; sevgili dostlarım vuku bulan olayların arka perdesine göz atmadan asla inanmayın. Kimlikleri iyi deşifre edin. Kazanç kimin hanesine yazılmaktadır iyi görün. Hangi düşünceye sahip olursanız olunuz, şayet hakikaten niyetinizde bile isteye aldanmak yoksa KUR’AN okuyunuz derim. Ve kendinizden olanların sıcacık ruhlarına sığınınız derim. Nurettin Topçular, Cemil Meriçler, Erol Güngörler, Seyit Ahmet Arvasiler, Sezai Karakoçlar, Osman Yüksel Serdengeçtiler, İsmet Özeller, Necip Fazıllar, Peyami Safalar, Galip Erdemler, Abdürrahim Karakoçlar ve benzerleri ne güne duruyorlar? Zehirlenmeyi seviyorsanız elbet diyeceğim olmaz. Zira herkes, bir yerde kendi kaderini kendisi çizer. ‘’ÇÜNKÜ SEN DEĞİŞMEZSEN, DEĞİŞTİRİLMEZSİN.’’

Tarih: 20.04.2011 Okunma: 604

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?