VARLIĞIN TEMELLERİ ÜZERİNE TEZLER...4...

Özgür DENİZ - 27.04.2011

Bir defa, Kur’an’ı ve Hz. Muhammed’i (sav) inkâr etmiyorsanız, Allah’ı inkâr etmeniz çok zor ve faydasız, ancak kendi kendinize gelin güvey olursunuz, binaenaleyh önce bunları inkâr etmelisiniz, yüreğiniz ve aklınız yetiyorsa edebilmelisiniz. Hatta getirdikleri hakikatleri bırakın, Kur’an’ın ve Hz. Muhammed’in (sav) mevcudiyetine bile karşı çıkıp, mevcudiyetlerini inkâr edebilmelisiniz. Çünkü bunları var sayıpta, sonradan getirdiklerini ittihaz etmemek ve çürütmeye çalışmak gibi bir durum komik olur. Vallahi komik oluyor. Zira bunlar varsa, her akıllı insan bunlara tabi olmaktan başkaca çıkar yol asla bulamaz. Vallahi bulamaz ve bulamayacaktır badema. Sadece kuru mantıkçılıkla yok sayar ve kendini avutur, o kadar. Bilimsel safsatalarla, felsefi saçmalıklarla iştigal eder durur mütemadiyen. Dünya da tek bir kişi dahi (buna dünyanın süper beyinleri de dâhildir), Kur’an’ın, muhalifleri karşısında aciz kaldığını iddia ve ispat edemez ve Hz. Muhammed (sav) gibi bir önder asla gösteremez. Kendine güveniyorsan meydan açık, buyur çık! Ve bunlar (önder ve kitap)da bir yaratıcının varlığını söylüyorsa, haber veriyorsa, o zaman herkeste buna inanır, kasten inkâr edenleri geçiyorum. Hani bazıları diyor ya, inancın olduğu yerde felsefe olmaz diye ve felsefe sürekli aramaktır diye, yani açıkça Allah’ın varlığını ispat etmek bilimselliğe ve felsefeye aykırıdır diyor ve inkâr etmek zorundasın gibisinden saçmalıyor ya ve nihayet böyle abuk sabuk bir sebeple inkâra yelteniyor ya, işte bunları geçiyorum. Çünkü tek bir Allah kulu, bunları (kitap ve önder) ne yalanlayabilir, ne ıskat edebilir, ne de çaresiz bırakabilir. Vallahi bu olmuyor ve ilânihaye de olmayacak. Buyursun aklına ve yüreğine güvenen varsa ıskat etsin, getirdikleri hakikatlerin hayata uymadığını ispat etsin. Ama bu asla olmayacak, olamayacak. Zaten Allah’ta açıkça meydan okumaktadır ve ‘’buyurun bir benzerini getirin’’ demektedir, ardından da şunu söylemektedir: ‘’ama asla getiremeyeceksiniz.’’ O zamanda, bunların getirdiklerini, koşulsuz kabullenir insanlar. Faraza ve hâşâ, Allah yok diyelim ve bunlar yinede mevcut halleriyle hayatın içinde diyelim, yine de namuslu olan, dürüst dövüşen ve derin düşünen için peşinden gidilecek yegâne pusuladır ve önderdir bunlar. Yani öyle oluyor, çaresiz! Behemehâl teslim olmak zorundasın ey insan! Evet, burada, mevcudatın yegâne maliki ve hâkimi olan Allah’tan sonra; kullarına, kendisini ve emirlerini anlatsın ve doğruyu göstersin diye gönderdiği aziz, emin ve sıddık Elçi’sinin-Önderimizin ve Elçisi-Önderimiz ile göndermiş olduğu yegâne necat kaynağı olan Kutsal Kitabın da varlığı kabullenilmiş olmaktadır.

                                                                        

Bir misalle olayı izah edeyim: benim inkârım, bunları redle başlamıştı. Çünkü bunları kabullendiğim zaman yaratıcıyı kabullenmek zorundaydım. Çıkış yolum yoktu. Çünkü bunları çürütebilen, ıskat edebilen ne tek bir kişi gördüm ve ne de tek bir kitap okudum. Vallah, billahi, tallahi görmedim de, okumadım da. Bilakis nasılda acziyet içinde kıvrandıklarını gördüm, inkâra yeltenenlerin. Hatta bizatihi varlığına tanık olmadığım liderleri bile reddediyordum, öyle birilerinin yaşadığına inanamıyordum. Bu yüzden, ilk evvelinde bunları reddedince, yani görüngüleri reddedince, bir yaratıcının varlığını, yani o görüngüleri halk edeni inkâr etmek asla zor olmuyordu. Görmediğim, bizatihi şahit olmadığım şeylere inanmam sonsuz güç oluyordu. Aklım almıyordu. Adını ne koyarsanız koyun ama böyleydi. Daha sonrasında ise tersi oldu; yaratıcıya inanmadan, Kur’an’a ve Hz. Muhammed’e-yegâne önderimize (sav) inandım ve istedikleri dünyayı idealim yaptım. Ve daha sonrasında ise hem yaratıcıya, hem kitabına hem de resulüne iman ettim. Ve bu sonuca, gerçekten derin düşünmelerim, ciddi ve samimi çabalarım ve kuru mantıkçılığı bırakmam sonucunda ulaştım. Ve böylece bugünlere geldik, inşaallah imanlı olarak, güzel ve güneşli aydınlık yarınlara da çıkarız. Sonsuz âminler olsun. Ve bişey daha ifade edeyim; bu sürecin altyapısı, hep girizgâhta bahsettiğimiz kişiler ile kitaplardır ve boğuk-belirsiz-sapık felsefedir, en önemlisi de kuru mantıkçılıktır. Şu an ki halimin altyapısı da; Kur’an ve Sünnet’tir. Aziz önderimizin, miras bıraktığı ve bunlara tutundukça asla yolunuzu şaşırmazsınız dediği yüce kaynaklar yani. Tabi yine okumaya çalışıyoruz muhtelif olarak ama temel sağlam artık. Zira temeli sağlıksız ve çürük olan yapının serencamı nice olur bilirsiniz!

 

Şimdi, yukarıda ki meseleyle ile ilgili bir durum izahı yapmak istiyorum inşaallah, konuyla bağı koparmadan. Şöyle bir durum var: yaratılış üzerinde tezekkür ederken, tesadüf diyoruz, doğa diyoruz, madde diyoruz amma Allah diyemiyoruz, acaba neden? Bunu gerçekten yapıyoruz, yani Allah deyince, bizlere bir hal oluyor amma doğa-madde-tesadüf denince sanki her şey hallolmuş gibi sükût ediyoruz. Çünkü tesadüf, doğa, madde, insanlığa bir sorumluluk yüklemiyor, bir kitapları yok, bir elçileri yok, dolayısıyla dünyayı tanzim eden kuralları yok, öyleyse dünyayı sarsabilecek kudret ve imkânları yok. Yani canlılıkları yok. Güçleri yok, bilakis güçler altında biçimlenmekte, ezilmektedirler. Amma dünyadan yana beklentileri olanlar çok. Yani, doğa-madde-tesadüf zincirinin, ne tür bir saadet zinciri meydana getirdiği çok aşikâr. Fakat Allah’ın var: elçisi var, kitabı var, dünyayı tanzim eden kuralları-ölçüleri var. Birbiriyle koşullandırdığı iki âlemi var. Ve bir âlemde ki yaşama göre, diğer âlemde vereceği ödül ya da ceza var. Dünyayı sarsabilecek gücü var. Yani canlılığı var. Meydan okuyuculuğu var. Allah’ın varlığını kabullendiğiniz vakit, artık hayvanca bir yaşam sürmeniz olanaksız. İnsanlığı kullaştırmanız imkânsız. Tanrıcılık oynamanız gülünç. Amma diğer durumlarda, hayvanca yaşamanız gayet kolay, insanları hayvan sürüleri gibi emrinize almanız kolay. Tanrılığa yeltenmeniz hiçte zor değil. Ödülü yok, cezası yok, çünkü ikinci bir dünyası yok, bu yüzden de imtihanı yok, derdi yok, tasası yok, velâkin nefsi şehvetlendiren sefası çok.

 

Allah’ın varlığı, kâfirlerin, müşriklerin hırslarını dizginliyor, zevklerini acılaştırıyor, biteviye öleceklerini fısıldıyor sağır kulaklarına. Saltanatlarını sarsıyor, efendiliklerine darbe vuruyor. Kullaştırdıkları zavallı insanları şuurlandırıyor, bilinçlendiriyor. Yani uykularını kaçırıyor, servetlerini tehlikeye sokuyor, istedikleri gibi kazanmalarının yollarını kesiyor. Basit, zavallı küçük tanrıcıkları, kullaştırdıkları insanlarla eşitliyor, insanlıkta-kullukta eşitliyor. Hülasa; dünyaperestlerin tahtlarını feci sarsıyor. Kapitalistlerin, komünistlerin, faşistlerin yalancı saltanatlarını, sömürücü düzenlerini, çatışma tezi temelinde kurgulanan savaşçı stratejilerini zir-ü zeber ediyor. Ahlaktan ve adaletten söz ediyor. Kitaptan ve ölçüden söz ediyor. Bir önderden söz ediyor. Bilinçleri uyandırıyor. Şöyle düşünelim lütfen: bütün putperestler, peygamberlere niçin karşı çıkıyorlardı? Çünkü Allah’ın sözünü taşıyorlardı, eski düzenleri ref ediyorlardı, yerleşik ata dinlerine meydan okuyorlardı, putperestlerin statükolarını temellerinden sarsıyorlardı. Bütün peygamberlere bakınız, hepsi aynı nedenle, aynı muhalefeti karşılarında bulmuşlardır. Yani Allah; doğa ve madde gibi sessiz, güçsüz, cansız, tesadüf gibi saçma ve anlamsız değildir ve emretmektedir, uyarmaktadır. Elçisi ve kitabı vardır. İŞTE ALLAH DİYEMEMENİN, EN DERİNLERİNDE YATAN, SAF GERÇEK BUDUR. Aslında bu gerçek; kâfirlerce, müşriklerce bilinmiyor değildir amma dünyalarının ellerinden kayıp gideceğinden korkmaktadırlar ve bu çok iğrençtir. Kirli ve iğrenç arzularının tahakkuku adına, gerçeği ters yüz etmek ne büyük bir ihanettir, zalimliktir, zulümdür? İnşaallah anlaşılmıştır.

 

Peki, bir soru: Allah, gök benimdir, yeri size verdim, istediğiniz gibi yaşayabilirsiniz deseydi, Elçisine-Resulüne de topluma müdahale etme yetkisi vermeseydi, kitabıyla ölçüyü indirmeseydi, inkâr eden, isyan eden olur muydu? Vallahi olmazdı, bilakis daha çok yaklaşmak için can atarlardı. Ahlak ve adalet davasında samimi, dürüst olan hiçbir insan Allah’ı inkâr etmez. Bilakis, Allah, samimi ve dürüst insanlar için mutlak felahın adresidir. Allah’ı inkâr eden hiçbir kişi, ahlak ve adalet davasında vallahi, billahi, tallahi samimi değildir. Bu olmaz, olamaz. Allah’sız ahlakta olmaz, adalette olmaz. Allah’ın yolundan gayrı yoldan gidenlerin, her halükarda emperyalizm denilen pisliğe bulaşmaları ve onun adına çalışmaları kaderleridir. Bilerek ya da bilmeyerek ama bu olacaktır. Ahlak ve adalet davası güdenlerin, Allah’ın yolunda birleşmeleri mutlak koşuldur. Ve siz, başka yerlerde ahlak ve adalet arayıpta ve bir de kendilerine Allah’ın dinini payanda kılanlara zerre inanmayınız, güven duymayınız. Zira böyle bir şey asla olamaz ve yoktur.

 

Haddizatında, kâfirlerde, Allah’ın varlığına kesinlikle iman ediyorlar amma bunu ikrar edemiyorlar. Çünkü ikrar etmek, dünyalarının çökmesi demektir. Dünyalıklarını da, ezdikleri, aldattıkları, sömürdükleri, kullaştırdıkları insanlar üzerinden elde ediyorlar. İşte bu yüzden de, aydınlarıyla, bilim adamlarıyla, politikacılarıyla insanları aldatıyorlar. Bunları, dini, güya inkâr ettirmek için kullanıyorlar. Ne bahtsız bir girişim. Kaybetmek kader oysa böyle bir yolun sonunda. Şerefim üzerine temin ederim, her şey sırf dünyalık adınadır. Yani oyun derindir, büyüktür, iğrençtir. Bu tanrıcıklara, asla inanıp aldanmayın canım kardeşlerim.

Tarih: 27.04.2011 Okunma: 614

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?