Allah, zerreye kadar her şeyi halkedendir dedik. Ve bunun inkarı da imkansızdır diye de ekledik. Bizler, tabir caizse, Allah’ın yer üzerinde ki izdüşümleriyiz, gölgeleriyiz ama kısıtlıyız, ihtiyaç sahibiyiz, aciziz, istemenin mahkûmuyuz ve daha doğarken ölümün pençesine düşmekle malulüz. Bunu kimse yalanlayamaz; buyursun birisi ben aciz değilim desin, hiçbir şeye muhtaç değilim desin, istemeden yaşayabilirim desin, kudretliyim desin, ölümsüzüm desin; var mı böyle bir yiğit? Dostlarım, kendini ve haddini bilmek=insan olmaktır. Derin düşünme sonucunda bu çıkarıma ulaşmanız kaçınılmaz oluyor, benim kanaatim bu. Bize iletilen kesin kanıtlarda (ayetler- sahih hadisler) bunu söylüyor. Zaten filozoflarda en temele kadar inmişler ve kesin bir bilgiye ulaşamayınca, her şeyin ya tesadüfen, ya doğadan, ya da maddeden (su-ateş-hava-atom vb.) olduğunu iddia etmişlerdir, önceden de ifade ettiğimiz gibi. Yani kuru mantıkçılığa yönelerek bir nevi zorda kalmışlar, Allah diyememişler ve inkâra yönelmişlerdir. Fakat bu ne kadar mantıklıdır, ne kadar gerçekçidir, ne kadar nesneldir, derin düşünüp karar vermek sizin işinizdir. Ama bizim elimizde KESİN KANITLAR mevcuttur. ‘’Biz peygamberlerimizi KESİN KANITLARLA gönderdik, insanlar arasında ADİL BİR DÜZEN kurulsun diye. Onlarla birlikte kitabı ve ölçüyü indirdik.’’ Hadid-25. Tabi kabul ya da red, bütün izahlar ve ikazlar sonucunda tercih bizim ihtiyarımız dâhilindedir. Ama vallahi ne kadar derine inerseniz ininiz Allah’tan gayri bir şey bulamayacaksınız. Ya inkar edeceksiniz, ya da şüpheler içinde boğulacaksınız. İnkârınız, kesinlikle, mutlak olarak bildiğinizin inkârı olacaktır. Şüpheniz, sırf tafra olsun diye olacaktır. Sırf inat (şeytan inadı) uğruna sapmış olacaksınız. Velâkin, biz insanlar, bu muannitliği bir şey sanıyoruz, bunca araştırmadan sonra inkârı marifet telakki ediyor ve inkâr edenleri de akıllı adam(!), bilimsel adam(!) diye taltif ediyoruz. Oysa bu çok saçma. “Biz ona yolu gösterdik; artık ister şükreder isterse nankör olur” (76/3)
Doğanın evrensel ve mutlak yasalarını koyandır Allah. Ve yasalar nedensellik üzerinde işler, sebep sonuç ilişkisi vardır. Zira sebepsiz sonuç olmaz. Tıpkı hareketsiz, her hangi bir işin zuhur etmeyeceği gibi. Hareket etmeyenler, sadece ölülerdir! İnsanın, kulluk etmesi için halk olunduğu gibi. Buyurun Rabbimizin sözlerine: ‘’Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.’’ Zariyat-56 Sebep; kulluk etmen, sonuç; yaratılman. Hani diyor ya Rabbimiz; ‘’siz içinizdekini değiştirmeden, Allah sizin durumunuzu değiştirecek değildir’’ diye, işte bunun gibi. Yani Allah’ın seni değiştirmesi gibi bir sonucun hâsıl olması için; önce, sen kendini değiştirerek bir sebep oluşturman iktiza ediyor. Her şey bu yasalar çerçevesinde tahakkuk eder ve ediyor. Buna İstesekte-istemesekte, muhalefet etme imkânımız yoktur. İnsana da, akıl, irade ve ihtiyâr vermiştir dedik. Mutlak iman sahibine göre böyledir. Her şeyin (mülk-iktidar-din) mutlak sahibidir Allah, bunu bildik, ikrar ettik ve iman etik artık. Yani söyleyin sahibi olmadığı bişey var mıdır? Ya da insanın mutlak olarak sahibi olduğu bir nesneyi göstermeyi kim ister? Mutlak yasayı koyandır demiştik. Güneş gündüz doğar, akşam batar; işlemediğin topraktan ürün alamazsın; havadan bıraktığın bir taş yere düşer; her doğan ölür; çalışmazsan aç kalırsın; yaratılmış şartlar oluşunca yağmur, kar vb. yağar vs. Mevcudatın sahibidir, canlı-cansız bütün yarattıkları üzerinde hüküm, yetki, tasarruf sahibidir. Her oluşum ve dirilim, O’nun bir ‘’OL’’ demesine bakar. Din O’nundur. Dininde ruhbanlığı kabul etmez Allah. Dininin ruhbanlığı; cihad’dır. ‘’Her dinin bir ruhbanlığı vardır; benim dinimin ruhbanlığı da, cihaddır’’ derler aziz, emin, sıddık Önderimiz (sav). Ne dininde, ne iktidarında, ne de mülkünde şirke izin vermez Allah. Şirki asla affetmez. İnsansa, mutlak yasa temelinde kendi kaderini; kendi aklı, kendi iradesi ve kendi ihtiyârı ile çizendir. Kendi kaderini çizerken de toplumsal kaderi etkileyendir. Zira insan toplumsal bir varlıktır ve topluma dair sorumlulukları vardır. Birbirini etkileyen bütün ve parçadır, toplum ve insan. Tolum insansız olamaz zaten ve insan da toplumsuz yaşayamaz. İnsan ve toplum, hayatla ölüm gibi iç içedir mutlak olarak. Keza, doğayla insan, beden ile kalp gibi. Zaten toplum demek, insanların toplamı demektir.
Doğa nesne, insan öznedir. Doğasız insan, insansız doğa anlamsızdır dedik. Ama asıl anlam; ikisinin ortak eylemindedir diye de söyledik. Çünkü varoluş, etki ve tepkinin neticesidir. Ve bu etki ve tepki de, isteme sonucunda meydana çıkar, varlığını idame ettirmeyi isteme ve buradan da, ihtiyaç duyduklarını elde etmeyi isteme. Zira istemeyince bir şey olmaz. İstemenin bittiği noktada da hayat biter ve zaten eminim ki öyle de olacaktır. İnsan istemeyle vardır ve istemenin mahkûmudur. İnsan şeyleri istemekle aslında yaşamayı istemektedir ve yaşamayı istediği içinde yaşar. Siz hep bir şeyler isteyerek ve o şeyleri elde etmek için çaba göstererek var olursunuz. Var olmayı istersiniz ve hareket edersiniz, iş üretirsiniz, böylece hayatta kalırsınız. Hayır, böyle değilse söyleyin dostlarım! Doğa insanın hizmetindedir. Doğa, iş alanıdır. İnsanın kendini ve rızkını ürettiği merkezdir. Çünkü insan iş yapan bir canlıdır ve işe yönelik eylemlerini de, doğa vasıtasıyla hayata geçirir. İnsan etkendir doğa edilgendir. Doğa masumdur, insan değil. Allah dengeyi emreder. Burada şöyle net bir misal verebiliriz: insan hem kendisi için çalışır hem de içinde yaşadığı toplumu için çalışır, mücadele eder. Ne yalnız kendine ayarlayabilir varlığını, ne de yalnızca topluma. Hem bedenini doyurmak için çalışır ve üzerine bastığı topraktan rızkını elde eder, hem de ruhunu doyurmak için göklere yönelir ve el açıp dua eder.
İnsan üsttedir, doğa alttadır. İnsan alıcıdır doğa vericidir. Allah mutlak güç sahibidir. İnsan kullanıcıdır. Doğa kullanılandır. İnsanın bin bir hali vardır, doğanında bin bir biçimi vardır. Bir tarafta insan, bir tarafta doğa, en üstte ise Allah vardır ama bütün mevcudatı da ihata etmiştir, O’nun çizgisi dışına kimse çıkamaz. Zaten Allah kendisi de demiyor mu: ‘’haydi benim sınırlarımın dışına çıkabiliyorsanız çıkınız diye?’’ İnsan, Allah ile münasebet kurandır. Allah müdahale edendir. Ama bu müdahale yine insanın mücadelesine ve münasebetine bağlıdır. Siz kendinizi değiştirmek adına mücadele ederseniz, Allah duruma müdahale eder ve sizi değiştirir. Allah doğayı insanın inisiyatifine bırakmıştır ama ölçüyü de belirlemiştir. Çünkü kesin kanıtlarla gönderdiği peygamberleriyle birlikte ölçüyü de gönderdiğini ifade etmiştir (Hadid-25). Dengeyi bozmak, ölçüyü kaçırmak varoluşu sıkıntıya sokar. Dengeyi bozan en önemli unsur; hırslardır ve insan hırslarının kurbanı olmamalıdır. Ama ne hazin ki, olmaktadır! Bu hırsta, bütün şartları ele geçirme ve bu yüzden de kendi sınırlarını aşarak diğer sınırlara müdahale etme bencilliğidir. İnsan gerçekten bencildir. Ve bu bencilliğini kontrolü eline geçirerek, kendi dışındakilere hükmetme şeklinde gösterir. Haddizatında diyalektiğin özü de sanki burasıdır. Zira kişi kendi varoluşunu gerçekleştirmek ve varlığının idamesini sağlamak amacıyla diğer yaşamlara müdahale etmektedir ve bu haksız müdahale de çatışmayı tevlit etmektedir. Oysa herkes haddini ve hududunu bilse ve çalıştığıyla iktifa etse, sınırlara müdahale etmeyi bıraksa dünya huzurun merkezi olurdu.
Evet, Allah-insan-doğa temeldir ve bu temeller üzerinde mülk-iktidar-din ilişkileri toplumsal boyutu etkiler dedik. Yani toplumun regüle edilmesin de temel dinamiklerdir bu olgular. Allah, insanı, kesinlikle özgür yaratmıştır ama ittiba etmesi gereken mutlak yasaları da tayin etmiştir. Yani sınırları çizmiştir. İnsan elbet tabiyet altına girebilir toplumsal ilişkiler düzleminde, ama burada mutlak bir itaat asla söz konusu olamaz, ahlak ve adalet temel olmalıdır. İnsanın özgürlüğüne müdahale yaratılışa müdahaledir. Özgürlüğe darbe vuran her şey fıtrata mugayirdir. Allah, Kendisine şirk koşulması emredildiğinde, ebeveyne bile isyanı emrediyor. Üstelik normal şartlarda kendilerine isyanın, Kendisine isyanla eş olacağını söylediği halde. Hani diyor ya Önderimiz (sav): ‘’ananın gazabı, Allah’ın gazabı gibidir’’ diye. Fakat İlahımız (cc) da buyuruyorlar ki; ‘’anneniz, babanız, sizleri Bana şirk koşmaya zorlasalar da, onlara itaat etmeyiniz’’ diye. Yani sınır ve ölçü esastır varlıkta. Zira özgürlük, varoluşun ve muhakkak olan imtihanın mutlak koşuludur. Bilakis, insanın en mümeyyiz vasfı olan ihtiyarı (seçme yetisi) manasız kalırdı. Çünkü seçim, özgür olanların işidir. Esirler seçemezler. ‘’Allah sizi hür yarattı, kendinizi zincirletmeyin’’ demiyor mu imam Ali halifemiz?
Tarihsel süreç içerisinde, insan ilişkilerinin regüle edilmesi ihtiyacı hâsıl olmuştur ve buradan da devlet otoritesi-toplumsal uyum yasaları tevlit etmiştir. Zira Tanrı, nasıl insanların ruhlarının bütünü, toplamı ise; devlette bütün insanların ortak iradesinin ürünüdür ve öyle olmalıdır. Devlet, bireysel ve toplumsal hayatı regüle ederken kesinlikle mutlak yasaları temel alarak cüzi yasalar belirlemelidir. Mutlak yasalardan bağımsız tanzim edilen ve münhasıran beşer aklının ürünü olan yasalar, hırs ve çıkar üzerine müesses olduğu için bütün toplumu kuşatamaz ve bu yüzden kolay kolay tolere edilemez ve toplumu parçalar. Zira insanlık tarihi, bunun en güzel şahididir. Zaten ne kitap ne de aklımız, ilahi otoritenin, bizi başkalarının sınırsız iradesine tabi kıldığı yönünde hiçbir şey söylemez. Ve bu fıtrata da münafidir. Hatta şirktir. Haddizatında bu kadim bir sorundur da. İnsanlık her zaman, iktidarın kime ait olduğunu tartışa gelmiştir. Olup olmadığını ya da nereden geldiğini değil. Ama iktidar mutlak manada Allah’a aittir ve bu kesin kanıtlarla bildirilmiştir. Fakat yeryüzünde insana emanettir. Ve bu emaneti mutlak yasalar temelinde tanzim etmek sorumluluğundadır insan. ‘’Allah’ın indirdikleri ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir.’’ Maide-44. Kamu adına hareket eden ve bütün toplumu kuşatan otorite, asla bireysel özgürlüğe darbe vurmamalıdır. Ama bireyde özgürlüğün sonsuz-sınırsız olmadığının idrakinde olmalıdır. Zira bu tür bir özgürlük, ancak hayvanlara mahsustur, hatta onlar da bile sınırlıdır bir yerde. Zira doğalarında, dengeli şekilde dercedilmiştir, yani sınırsızlık içinde sınırlıdırlar haddizatında. Peki, insana noluyor da haddini aşıyor ve ölçüyü çiğnemeye tevessül ediyor? İnsana, ne ifratta ne tefritte bulunmaması, bilakis ortada durması emredilmiştir. Bu çok önemlidir. ‘’Sizi vasat bir ümmet kıldık.’’ Bakara-143. Zira ortak mutluluk ve huzurun garantisidir bu. Geçelim.
USAME BİN LADİN…
Allah, hakkı, eğip bükmeden ve hiçbir alçak kâfirden ürkmeden ortaya koyanlardan eylesin. Âmin.
Usame Bin Ladin, Arap milletinin bir ferdi. Din olarak, İslam. Evet, normalde, milliyet olarak bir bağımız yok, din olarak olsa da. Coğrafya olarakta bir bağımız yok. Yani üzülmesek bile lanet okumamıza sebep bir şey yok. Eğer gerçekten İslam olarak görünüpte, İslam’a zarar veriyorduysa, alçak-aşağılık-şerefsiz ABD’ne hizmet ediyorduysa kahrolsun. Çünkü gerçeğin ne olduğunu net olarak bilemiyoruz ve kâfirlerden gelenlere de inanacak değiliz hemencecik. Amma yine de onun şeytan eliyle öldürülmesini asla istemezdim. Fakat hizmet etmiyorduysa, söylentiler yalandıysa da gerçekten üzücü. Fakat insan doğru bilgiye tam vakıf olamıyor. Zira dünya medyasına egemen olanlar malumdur. Yerli medyalara egemen olanlarda malumdur.
Dünyada milyonlarca insanı katleden aşağılık şeytana bişey diyemeyenler, onlara şiddetli cevaplar veremeyenler şimdi derin ohlar çekiyorlar. Yazıklar olsun demek asla hakkaniyete aykırı olamaz. Hayır yani, Usame Bin Ladin, Türk-İslam dünyasına hangi zararı vermiştir diye sormak gayet tabidir. Ve öldüren domuzlar kimlerdir? Onların insanlığa verdiği zararın kaçta kaçını vermiştir acaba bu adam? Bir havlayana göre, barışın en büyük düşmanı imiş. Ulan pislik, dünya barışına tahminsiz zarar veren kimdir? Siyonist denilen pisliktir. Ama sen onun itisin değil mi? Hayır arkadaşım, bu adam ABD denilen alçak şeytan tarafından kullanılmıştır da, diğer bütün insanlar pürü pak mıdırlar? Hayır, soruyorum namusluca, kimleri kullanmıyor şerefsiz şeytan?
Ve bu adam şimdiye kadar niçin öldürülmemiştir? Niçin bugün beklenmiştir? Bunu iyi düşünmek icap etmektedir. Olayın üzerine öyle hemen lavuk gibi atlamak nasıl iştir? Hakikaten merak ediyorum. Yani bu adam hakkında doyurucu ve sahih bilgi sahibi miyiz? Hadi buyursun sahip olan anlatsın bize. GÜNEŞ GİBİ ŞAHİT OLMADIĞIN ŞEYLER HAKKINDA KESİN KARARINI VERME diyen ÖNDER kimdir? FASIKLARIN GETİRDİKLERİ HABERLERE, ARAŞTIRIP SORMADAN İNANMAYIN diyen İLAH kimin İLAH’I dır?
İnsan gerçekten üzülüyor. Şeytan nasılda yön veriyor her şeye. Ve bizler nasılda hemen sazan gibi atlıyoruz. Sırf İslam’a düşmanlığımızdan hemen seviniyoruz, alkışlıyoruz. Peki, ALLAH ne tavsiye ediyor böyle bir durumda? ÖNDER ne derdi ve nasıl tavır alırdı böyle bir durumda? Ve bizler kimleriz? Hangi TÜRK’ÜN kanını döktü Usame Bin Ladin? Evet, buyurun söyleyin ve lanet okuyalım gerçekten.
Hayır, namussuzsa elbet belasını bulurdu. Ve zaten bulacaktı da. Fakat alçak şeytan tarafından katledilmesi bence acı ve ağır. Ve üstelik okyanusa atılması ayrı bir kahpelik. En azından bir Müslüman olarak bana ağır geldi. Ve ALLAH’ ımın bildiğini kulundan gizleyemem. EVET, gerçekten kızıyordum, hatta küfrettiğim bile olmuştur. Çünkü ne kadar kahpece katliamlar varsa, kaç Müslüman gözyaşlarına boğulduysa BU ADAM sebep gösterildi. İşte bu nedenle çok kızdığım oldu, küfrettiğim oldu. Lanet ettiğim bile oldu. Amma yine de vicdan diye bişey vardır değil mi? Bir MÜSLÜMAN-TÜRK evladı olarak, kahpe dölü, domuz dölü olan şeytan tarafından böyle katledilmesi ruhuma dokundu arkadaş. Ve sevinenlere yazıklar olsun diyorum. Hele hele bazı sevinenler var ki, makam olarak müstesna yerdedirler, onlara yazıklar olsun diyorum. Dıştan sevinme sevineceksen de içten sevin. Amma göreceğiz yarın o sevinenleri, şeytanın başka katliamları karşısında nasıl tavır alıyorlar bakacağız.
Eğer alçak ve vahşi ŞEYTAN tarafından cidden kullanılıyorduysa da, İslam’a bilerek zarar veriyorduysa da CEHENNEMİ boyladı ve diğerlerine de ders olsun. Zira şeytan kullanır ve sonra katleder miadını doldurunca kuklalar.
Amma gerçekten kesin bir bilgi sahibi değilim ve bu yüzden ALLAH SONSUZ RAHMET ETSİN ve MEKANINI CENNET EYLESİN demekten başka bişey gelmiyor elimden. Kesin bilgi sahibi olan varsa buyursun ibraz etsin ve sözünden dönmeyen namerttir.
Allah, alçak şeytanı ve o şeytanın bilerek uşaklığını yapan köpekleri kahru perişan eylesin. Allah bütün TÜRK-İSLAM dünyasına birlik, dirlik, düzenlik, bilinç, şuur, diriliş, direniş nasip etsin. Gerçek hak ve ahlak nizamını dünyalarına hâkim kılmayı nasip etsin. Sonsuz aminler olsun.
Aslında şeytan, bu hareketiyle, Türk-İslam alemine bir nevi gözdağı da vermiş oldu. Tabi akledebilen için fark edilebilir bu. Zira sığ bir bakışla bu görülemez. Görülür amma görülemez.
ÇILGIN PROJE:
Keşke EĞİTİM alanında falan olsaydı böyle bir proje. İşte o zaman çılgın olurdu hem de akıllı olurdu. Fakat şimdi ki haliyle bana çılgın da gelmedi, akıllıca da. Zira milyar dolarlarca liralar daha toplumsal boyutlu olan projeler için kullanılabilirdi. Bütün ülke de okulsuz köy, öğretmensiz okul bırakılmayabilirdi. Çalışanlara daha müreffeh bir hayat imkanı sağlanabilirdi. Yani aslında aklımda ne akıllı ve çılgın projeler var bilseniz. Sağlık olsun diyoruz amma demekle sağlık olmuyor. Fakat elden gelen bişey de yok. Sussak gönül razı değil, söylesek hükmü yok, ne çare! Bu konularda dobra konuşmayanlar, ya yalakalıklarından dolayı konuşmuyorlar, ya bir menfaatleri vardır. Konuşanlarda zaten savunuyorlardır.
Evet, hayali olan, planları olan liderlerin olması gerçekten güzeldir. Avantajdır. Artı değerdir. Amma hayallerinde gerçekleştirilebilir olması elzemdir. Ya da daha elzem meseleler varken, onları halletmeden hayal kurmakta kendi kendini kandırmak gibidir.
Fakat bu arada, tenkitlerin geneli lüzumsuz, anlamsız ve sığdır. Bu da bir gerçektir. Yani çılgın adamlara ihtiyacımız yoktur, çılgın projelere ihtiyacımız yoktur nasıl tenkitlerdir Allah aşkına? Vardır efendim hem de nasıl da vardır ihtiyacımız, hem çılgın adamlara hem de çılgın projelere amma gerçekten uygulanabilirliği ve toplumsal kapsayıcılığı olması gerekir. Yani hani ÇILGIN TÜRKLER diyordunuz, ne oldu? Şimdi yan çizmek nasıl bişeydir? Bu kendi kendini inkar değil midir?
MHP KASET OLAYI:
Çok derin bir olay aslında. Oyların istenmedik yönlere kaydırılmasına yönelik bir girişimde olabilir bu. Zannetmeyin ki AKP-BBP vs. diyeceğim. Hayır, daha başka yerlere yönlendirilmesi durumu var gibi geliyor bana. Şimdilik, kısaca, bununla iktifa edelim derim naçizane. Akletmek ilacımızıdır. Sağlığımızın garantisidir. Bir ÜLKÜCÜ, din-devlet-vatan-millet muhalifi odakların yanında asla yer alamaz.
İKTİDAR OYUNU:
İktidar var mı? Var.
İnsanlar var mı? Var.
Her iktidarın dayandığı bir düşünce var mı? Var.
İnsanlar melek değil, doğru mu? Evet.
İnsanlar şeytanlaşabilirler mi? Buna evet.
Herkes teorisine göre pratik ortaya koyar, doğru mu? Evet.
Şimdi birine kötü diyenler, diyebilirler mi ki başkaları iyi?
Yani biri şeytan, diğerleri melek öyle mi?
Yani biri soyar, diğerleri soymaz öyle mi?
Yalan.
Yalan olduğunu hayat söylüyor.
Ehven-i şer olanı vardır amma değil mi? Tabiatıyla.
Hayat bu bebeğim.
Türlü türlü halleri var.
İnsan bu bebeğim.
Karmakarışık karakteri var.
Şimdi biri emperyalizmin uşağı da, diğerleri kiminin dostudur?
Bu tür şeyler mugalâtadır.
Yani bu ülkeyi bugüne kadar kim bu hale getirdi?
Emperyalizmin uşağı diye itham ettikleriniz mi?
Yemeyiz.
Yiyebileceğimiz şeyler sunun.
İslam’la vuruyorlar.
İslam sömürgeye karşıymış.
Hayır diyen yok.
İslam adaletçiymiş.
Değil diyen mi oldu?
İslam ahlakçıymış.
Ahlaksızlıktır mı dedik?
Güya böyle diyerek Müslümanları farklı yere, üstelik kendisinin düşmanı olan yere yönlendirecekler.
Yani zaten birileri elbette iktidar olacak.
Niye ehven-i şer diye bilinen birileri olmasın?
Bu demek değildir ki, insanlar, insanlık davasından feragat edeceklerdir.
Hayır, asla böyle değildir.
Peki, bir Müslüman, böyle karmaşık bir hayatta kimden zarar görür?
Kimden fayda görür?
Elbette kendi değerleriyle beslenmiş olandan, az da olsa, çokta olsa, fayda; kendi değerlerine gerçekten düşman olandan da zarar görür amma fayda görmeyeceği kesindir.
Hayat ve tarih bize yalan söylemez.
Ama insanlar söylerler.
Her halükarda iktidar olacak olanlar insan.
Melek değiller yani.
Peki, biz seçimimizi neye göre yapmalıyız.
Elbette bize daha az zararı olacak olana göre.
Yani Müslümanlar kötüde diğerleri iyimi?
Müslümanlar sömürgecide diğerleri emekçimi?
Yalan bunlar.
Yemeyiz.
Siz yinede Müslümanları seçeceksiniz amma uyarmaktan da geri durmayacaksınız.
Şimdi şöyle olsun.
İslam düşmanlarını seçtiniz, güya emekçi diye, güya anti emperyalist diye.
Güya paylaşımcı diye.
Güya özgürlükçü diye.
Peki, yarın sizin ellerinizle geldiği zaman da böyle mi olacaklar?
İktidara talip olanlar mutlak doğrucu mudurlar?
Hayır.
Yarın dinini mahvedecekler.
Seni dinden uzak tutacaklar.
Vatanını mahvedecekler.
Siyonizme ve yavrularına seni yem edecekler.
Öz vatanında dinini yaşamana engel olacaklar.
Hayat bize yalan söylemez.
Tabi hayatı görüp, okuyup, anlayabiliyorsak.
Belki sana ekmek verecekler, belki sana yemek verecekler, amma seni senden alacaklar canım seni senden alacaklar.
Ve bil ki, insan sadece ekmekle yaşamaz!
Bütün değerlerin alınınca senden geriye ne kalır canım?
Ama senden olanları seçersen belki ekmeğinden bir parçasını alırlar amma seni senden almazlar, seni sana daha çok verirler.
Amma sen kendini tümden almak için mücadele verebilirsin.
Ve bu seni ayakta tutar.
Oldurmaz belki amma öldürmezde.
Yani senden olan şeytan değil en azından.
Amma senden olmayan melek değil.
Bil bunu oyuna gelme.
Yani çok dürüstseler, seni senden olmayana yönlendirenler.
O zaman saf İslam’ın yanında olsunlar.
Dine, devlete, vatana, millete sadakatli olsunlar.
Niye olmuyorlar.
Sen senden olanı tercih edince kötüsün, amma onlar senden olmayanları tercih edince iyiler öylemi?
Hayır, yani arkadaşım, adam diyor ki; bölücübaşının koltuğuna yaslanana oy verin.
Güya kendisi anti-emperyalist ya bu ona göre doğal ve sizinde doğal karşılamanızı istiyor.
Amma siz kendinizden birine oy verince bu alçaklık oluyor, emperyalizm yandaşlığı oluyor.
Haddizatında seni kumpasa sokuyor.
Güya, sözde anti-emperyalistim deyince, insan melekleşiveriyor.
Tabi yersek!
Vay uyanıklar vay.
Yedik bizde demi?
Namuslu bir aydının görevi; gerçeği karanlıklar içinden alıp çıkarmaktır. Ve onu bir güneş gibi halkın ufuklarında yansıtmaktır. Aydın, kinle, basit ve küçük çıkar hesaplarıyla hareket edemez. Aydın, dinine, devletine, vatanına, milletine asla ihanet edemez.
3 MAYIS, BÜTÜN TÜRK-İSLAM DÜNYASI İÇİN KUTLU OLSUN.