Sevgili dostlar, bugün sizlerle, Mustafa Kemal Atatürk'ün söylediği sözlerle, bize vermek istediği mesajı paylaşacağım. Ne garip değil mi? Atatürkçüyüz diyoruz ama Atatürk'ün yapıp ettiklerinden, gösterdiği hedeften bihaberiz. Atatürk'ün her yönüyle hayatına dair, felsefi bir temelden, dolgun bir bilgi hamulesinden mahrumuz. Belki, ömrümüzde bir defa tecessüs edipte ''Nutuk''u okumadık. Rozet takıp mürailik yapmayı, Atatürkçülük tüccarlığıyla halkı acımasızca sömürmeyi, halkın ürettikleriyle şatolar kurup oralarda devran sürmeyi, batının mukallitliğini yapıp kendi varoluşsal dinamiklerini tezyif ve tahkir etmeyi Atatürk'ün mirasına sahip çıkmak olarak telakki ettik. Hatta Atatürk'ü nokta-i istinat yaparak 'Kemalizm' olarak tarif edilen ve şekillenen bir ideoloji ürettik ve birde utanmadan bunu resmi devlet ideolojisi diyerek halka sunduk ve metazori olarak ittihaz etmesini istedik, hatta daha sonraları halka karşı yapılan baskılara kılıf yaptık, değerleri yozlaştırmada istimal ettik. Çünkü ‘’Kemalizm’’ bu vatana, bu millete, bu dine, ve topyekun ulvi toplumsal değerlere sonsuz kinli, münhasıran yönetme heveslisi, hazinenin kaymağını yemekten hoşlanan, bu milleti ezmekten ve sömürmekten haz alan, asla bu toplumla bağı olmayan (ülkücüsü, sosyalisti, İslamisi hiçbiriyle bağı olmayan) bir kısım işbirlikçinin ebedi maskesiydi. Bu maskeyi takarak yaptığı işlere kimse ses çıkaramıyordu. Zira çıkardığı an tepesine vuruluyordu. Mustafa Kemal ve Cumhuriyet düşmanı oluveriyordu. Bu netameli oyunun devamı ve maskenin inmemesi için nice kalem tutan eller ve düşünen beyinler yok edildi. Halka ihanet edercesine egemenliğini inhisarımıza almayı, karanlığa kurşun sıkmayı, vehimler üzerinden politika üretmeyi, hizmet ve bilgi üretmek yerine efendilik yapmayı hüner sandık. Bir türlü, kendimiz olarak ve de kalarak medeni olmayı beceremedik. Batının teknolojisini alıp terakki yolunda yürüyeceğimize, rezil ahlakını alıp tedenniyata duçar olduk, yozlaştık, soysuzlaştık, asimile olduk, bizi biz yapan her türlü ulviliklere düşman olduk ve bütün bünyemizi süflilikler kapladı. Oysa kimliğimiz gerçek ifadesini merhum Akif'in şu dizelerinde buluyor:
Bir zamanlar millet, hem de ne milletmişiz,
Gelmişiz dünyaya, medeniyet nedir öğretmişiz.
Evet, bir devirde tarihin en şerefli nesli, en medeni milleti, mukallit ruhlarca, yozlaştırıldı, soysuzlaştırıldı, değerleri tarumar edildi, kimliği ve tarihi karanlık ellerce reddedildi. Gençliği hedonist ve mukallit hale getirildi iğrenç politik madrabazlar tarafından. Heyhat! Hala aynı teranelerle uyuyoruz, uyutuluyoruz. Âlem, koşuyorken ruy-i zeminde, bizse, hala sayıyoruz yerimizde. Kulak verin şu sözlere.
''Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine sahne oldu. Bu sahne, en az yedi bin (7000) senelik Türk beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgârlarıyla sallandı; beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı. O çocuk, tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı. Onları tabiatı babası tanıdı; onların oğlu oldu. Şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu… Türk budur… Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan bir güneştir…''
Müslüman Türk'e ve Türk milletinin asırlarca öncülüğünü yaptığı, sancağını dalgalandırdığı İslam davasına adavet güdenler, elimine etmek isteyenler utansınlar. Aziz Türk Milleti'ni Türk Yurdu'nda boğmak isterken, gizliliği tercih eden zavallılara, korkaklara yazıklar olsun.
''Gençliği yetiştiriniz. Onlara ilim ve irfan veriniz. İstikbalin aydınlığına onlarla kavuşacaksınız.''
Ne yazık ki; gençliği nasıl yetiştirdiğimiz, ne ile beslediğimiz tam bir muamma. Gençliğin hali pür melali malumumuz zira ilama gerek yok. Tarihini bilmez, kültürüne yabancı, dinine ve diline düşman, yozluğun ve cehaletin kurbanı olmuş, anlamsızlığın girdabında rotasını şaşırmış durumda. Kişiliğinden ve kimliğinden bihaber. Mukallitliğin pençesinde can çekişiyor. Hedonizmin esiri olmuş adeta. Ne ile besledik biz bu gençliği acaba?
''Millete efendilik etmek yoktur. Millete hizmet etmek vardır. Millete hizmet eden onun efendisidir.''
Şöyle bir bakıyoruz da, hiçbir hizmete imza atmayan, millet menfaatine olan hiçbir hayırlı işte meydanda gözükmeyen, buna rağmen kendini efendi zanneden budalalardan geçilmiyor ortalık. Neye istinaden kendilerini efendi ilan ediyor acaba bu zevatlar? Yoksa Atatürkçülüğün ilkelerinden Devletçiliği icra etmişlerde sosyal adaleti mi tahakkuk ettirmişler? Bilakis bakıyoruz da soyan soyana. Yoksa bunların millet dedikleri yüzde onluk olarak bilinen malum mutlu azınlık mı? Onlarsa millet dedikleri, yaptıkları doğal, zaten efendilik yaptıkları da, uşaklık yaptıkları da o kesimdir ki; bu vakıa âlemin malumudur.
''Cumhuriyet; fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür muhafızlar ister.''
Fikir dersen yok, bilgi yok ki, fikir olsun. Hâlbuki Mustafa Kemal aşığı bir fikir adamı olan Uğur Mumcu'nun şu sözünü bir kez olsun okusalardı ne olurdu? ''Bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olunmaz.'' Okumadıkları için olayları derinlemesine idrak edemiyorlar, hoş görelim. Bilgi sahibi olmaya beyinleri küçük geldiği için zahmetsizce fikir sahibi olmaya tevessül ediyorlar ama olmuyor işte. Ancak, olur olmaz har ahvalde Onuncu Yıl Marşı söylemeyi marifet sanıyorlar. İrfan dersen hak getire, '
''Bütün cihan bilmelidir ki; artık bu devletin ve bu milletin başında hiçbir kuvvet yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır, o da, Milli Egemenliktir. Yalnız bir makam vardır, o da, milletin kalbi, vicdanı ve mevcudiyetidir.''
Milli Egemenlik zaten laf-ı güzaf. Tek egemenlik ve tahakküm yetkisi burjuvazinin malum. Zira, ahmak değiliz ki; icra-ı hükümler o istikamette. Vur halka, al ekmeğini, ver kodaman zevatlara ki; eğlensin veletleri. Burjuva, cumhuriyetin yegane mümessili olarak kendisini görüyor. Milletin ense kökünde ise demoklesin kılıcı sallanıyor. Milletin kalbini, vicdanını zaten nazar-ı itibara alan yok. Mevcudiyeti ise, azıcık aşım, ağrısız başım kaidesine göre yaşadığı zaman caridir, zira, o da hayaldir ki, alimallah adamı kevgire çevirirler. Yazıklar olsun, Firavunluklarıyla, Karunluklarıyla kahrolsunlar aşağılık yaratıklar.
''Bütün cihan bilmelidir ki; Türkiye halkı, TBMM ve onun hükümeti, uşak muamelesine tahammül edemez. Her medeni millet ve hükümet gibi, varlığının, hürriyet ve istiklâlinin tanınması isteğinde, kesin olarak direnmektedir. Ve bütün davası da bundan ibarettir. Biz cenkçi değiliz. Ve bir an evvel barışın tahakkukunu görmek, ona yardım ve hizmet etmek isteriz.''
Bugün, Küresel Güçlerin ve Küresel Ticaret Baronlarının direktifleri doğrultusunda mı hareket noktamızı, yönümüzü tayin ediyoruz, yoksa, hür irademizle ve asli dayanak menbamız olan milletimizin gücü ile mi rotamızı çiziyoruz? Şu anda tam bir müstemleke görüntüsü içerisindeyiz ki; devlet ve millet bazında yaşantımız bu yönü gösteriyor. Zira, her alanda dışarıdan yönlendirilen, bağımsız hareket edemeyen bir toplum ve devlet haline gelmişiz. Fazla söze ne hacet. Durumumuz malum ve ilama lüzum yok. Acaba bizi bu duruma, hayatımızda bir izi dahi bulunmayan İslâmiyet mi getirdi(!)?
''Türkiye basını, milletin hakiki ses ve iradesinin belirme yeri olan cumhuriyetin etrafında çelikten bir kale ihdas edecektir. Bir fikir kalesi, zihniyet kalesi. Basınla ilgili kişilerden bunu istemek cumhuriyetin hakkıdır. Bugün, milletin samimi olarak, birlik ve dayanışma içerisinde bulunması zaruridir. Umumun kurtuluşu ve saadeti bundadır. Mücadele bitmemiştir. Bu hakikati milletin kulağına, vicdanına gereği gibi duyurmada, basının görevi çok ve çok mühimdir.''
Acaba basınımız, bugün, filhakika milletin sesinin yükseldiği ve iradesinin tecelli ettiği bir yer mi? Yoksa, milleti kendi emelleri ve tabi oldukları dış mihrakların emelleri doğrultusunda maniple eden şer güçlerin içtima ettiği fitne ve fesat yuvası mıdır? Bugün, cumhuriyetin, ülkenin ve milletin yükselip, yücelmesine mi hizmet etmektedirler? Yoksa, Atatürk tüccarlığı yaparak, bu ülkenin kaynaklarını ve milletin ulvi duygularını mı sömürmektedirler? Halkı, Atatürk'ün muteber ve mübrem gördüğü ittifaka mı davet etmektedirler, yoksa, bir gizli emelleri varda, halk arasında iğrenç tefrikayı körükleyerek emellerine vasıl olmaya mı çalışmaktadırlar? Zira, gün gibi aşikar ki; böl, parçala ve tahakküm et politikasını icra ediyorlar ki; yekpare bir topluluğa hükmetmek yürek ve güç ister. Bunlarda ise yürekliliğin zerresi yok, güçleri ise tamamen sahte, bunlar mukadder akıbetleri olan ölümden bile korkacak kadar zavallıdırlar. Atatürk, halkının saadetini ve necatını, ittifak-ı millette görürken, acaba, bunlar ittifak-ı millet fikrini, kendi mutlu ve kutlu dünyaları için bir dinamit olarak mı addetmektedirler? Milletin kulağına ve vicdanına duyurdukları Atatürk'ün bitmedi dediği Milli Mücadele mi, yoksa, manda ve himayenin yalancı ve süfli zevk-ü sefası mı? Bilin ki; devam eden bir mücadele bunlar için bir karabasandır. Uyan ey millet, Atatürkçülük kılıfı altında, hem tedricen tarih sahnesinden el çektiriliyorsun, hem de adi bir şekilde tarih, din, dil, ordu, emniyet, bağımsızlık ve halk düşmanlığı yapıyorlar.
Yukarıda ki malumatlar hakkında tafsilatlı malumat sahibi olmak istiyorsanız ve hakikati bütün sarahati ile öğrenmek istiyorsanız, Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu Bey'in 'Hedef Türkiye' ve 'Büyük Uyanış' isimli eserlerini mutlak surette isticalen okursanız iyi olur, bilahire diğerlerini de okursunuz.
''İki Mustafa Kemal vardır. Biri ben, fani Mustafa Kemal, diğeri milletin içinde yaşattığı Mustafa Kemaller idealidir. Ben onu temsil ediyorum. Her hangi bir tehlike anında ortaya çıktımsa, beni bir Türk Anası doğurmadı mı? Türk Anaları daha Mustafa Kemaller doğurmayacaklar mı? Feyiz milletindir, benim değil.''
Evet, her fani gibi, faniliğe hükümlü bir ömrün yaşayıcısı olan, fani Mustafa Kemal’de ebediyete irtihal etmiştir ve her kul gibi, yaşadığı hayatın hesabı Yüce Yaratanın kudret elindedir. Lakin Mustafa Kemal bir vatan kahramanıysa ki; kahir ekseriyetin ittifakınca öyledir, öyleyse Mustafa Kemaller ölmemiştir, diridir, aktiftir ve müebbeden de varlığını idame ettirecektir. Ta ki, Bu kutsal coğrafya, gerçek sahibi olan Anadolu Evladının hâkimiyetine geçinceye ve gülünceye dek saf ve temiz Türkmen Çocukları. Türk anaları daha ne Mustafa Kemaller doğurmaya muktedirdir. Bu vatan şerefli ve asil Türk analarının omuzlarında yükselip, yücelmektedir beyler. Banisi olduğu Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır. Kendisi demiyor mu; ''Benim naçiz vücudum bir gün toprak olacaktır. Fakat, Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır'' diye? Lakin ne ile? Nasıl? Elbetteki Mustafa Kemal tüccarlığı ve rozetçilik mürailiği ile değil. Okuyan, araştıran, sorgulayan, öğrenip özümseyen, bildiklerini yaşayan hür, bağımsız ve aydın Türk Gençliği ile. Dostları ve düşmanları iyi tefrik ederek. Olayları ve kişileri iyi tahlil ederek. Bu aziz milleti yüceltenleri ve alçaltanları iyi teşhis ederek.
''Bütün dünyanın Müslümanları ALLAH'ın son peygamberi Hz. MUHAMMED'in (sav) yolunu takip etmeli ve verdiği talimatları tam olarak tatbik etmeli. Bütün Müslümanlar, Hz. MUHAMMED'i (sav) örnek almalı ve O'nun gibi hareket etmeli! İSLAMİYET'in hükümlerini olduğu gibi yerine getirmeli, zira, ancak bu şekilde insanlar, kurtulabilirler ve kalkınabilirler.'' (Kurultay Gazetesi-7.7.2002)
Şimdi bir düşünün, dini hayatın dışına itmek ve bireyin beynine hapsetmek isteyenleri ve bunu icra ederken de, Atatürk'ün ardına sığınan fahişe fikirli soytarıları, dinsizliği hürriyet sanan çağdaşlık maskeli köleleri. Kendini bir fani telakki eden kişiyi ilahlaştırırcasına tebcil eden tufeyli zihniyetlileri bir anlamaya çalışın. Neresi anlayışla karşılanır bu sığ fikirlerin. Atatürk, ''hürriyetsiz terakki muhaldir'' derken, bu asalaklar ne yapmaya çalışıyorlar acaba? Şöyle uzlete çekilin ve mufassal olarak derinlemesine bir tefekkür edin lütfen. Dinsiz bir millet varolabilir mi? Profan bir yönetim topluma ve hakikate rağmen mümkün mü? Dini hayattan tamamen izole eden bir millet tarih sahnesinde yerini alabilir ve bir medeniyet projesi iddiasına sahip olabilir mi? Evet, düşünüp, değerlendirip, tahlil, teşhis, tetkik edip karara varmak ve son söz'ü söylemek aziz milletindir. Bizlerindir, sizlerindir.
''Bağrımızdan çıkarıp başınıza taç yapacağınız insanların kanındaki mayayı iyi inceleyin; bir milletin geleceği için bu çok önemlidir.''
Evet beyler, haddinden fazla önemle üzerinde durulması iktiza eden bir mevzu ki, varlık yokluk kavgasının temeli de sayılabilecek bir vakıadır. Bir düşünün, bugüne kadar bizi damarlarında Türk kanı dolaşan kişiler mi tedvir etti, yoksa mayası ve südü bozuk olan ama Türk gibi gözüken soysuzlar mı? Bunu mazi, hal ve istikbal üçgeninde, zuhur eden olaylar ekseninde hali pür melalimizi sıkı bir tahlil ve murakabeden geçirirseniz sarahaten müşahede edersiniz. Dostlarım iyi bilmediğiniz insanları vekil olarak intihap ederseniz gelecek nesilleri sefil bir hayata mahkum etmiş olursunuz ki; gelecek nesle bırakacağınız dünyayı intihap ettiğiniz kişilerin kararları belirleyecektir. İyi bakın ve doğru görün ki; süfli gayeler uğruna ulvi duyguları harcayanları iyi teşhis edin ve muktezasını yapın. Bir kere, sizin değerlerinize yabancı olanları, bunlar bu milletin içinden çıkmış kişiler olsalar dahi, asla dikkate almayın. Dininize, vatanınıza, milletinize, maddi ve manevi değer ve dinamiklerinize soğuk bakanları, yabancı olanları ve bu ulvi değerleri yozlaştırmaysa çalışanları asla ve kata dikkate almayın, ve onlara meşru dairede öyle bir Osmanlı Tokadı çarpın ki, ebediyen unutamasınlar Müslüman Türk'e adavet güden ve varlığından rahatsız olan şerefsizler, soysuzlar, kanı bozuk kahpeler. Kansızlar, kanla sulanmış kutsal topraklarımızda bizim elimizle ve kararımızla bizi boğmak istiyor beyler, dostlar, kardeşler dikkat, dikkat, dikkat..!!!
''Efendiler! Kıbrıs düşman elinde bulunduğu sürece, ikmal yollarımız tıkanır. Kıbrıs'a dikkat ediniz, bu ada bizim için çok önemlidir.''
Beyler laf cambazlığı yapmanın, edebiyat ve felsefe oyunlarıyla cerbeze icra etmenin anlamı yok. Allah aşkına gerçekten bir düşünün, Yavru Vatan Kıbrıs'ı hakikaten önemli görüyor ve mahut sözleri dikkate şayan buluyor muyuz acaba? Yoksa süfli ve pespaye gayeler uğruna bu adadan vaz mı geçiyor, adayı menfaatler uğruna heba mı ediyoruz? İç ve dış ihanet casuslarının, menfaat şebekelerinin ve Siyonist uşaklarının dalaverelerine aldanmayın beyler. Müslüman Türk'ün kadim düşmanları açıktan icra edemedikleri şeyleri zımnen realize etmeye çalışıyorlar. Bu soysuzlar koynumuzda beslediklerimizde olabilirler. Bilmeyiniz anlayınız, bakmayınız görünüz!!! Yoksa yokuz, türabız, harabız…Ağır ağır bütün değerlerimizden tecerrüt ediyoruz. Mütemadiyen yozlaşıyoruz, bozuluyoruz…Dehşetli bir kültür emperyalizminin kıskacındayız…Elimine edilmek ve tarih sahasından el çektirilmek isteniyoruz…Darwin bunağı ne diyor: ''Türk ırkı aşağılık bir ırktır, elimine edilmesi gerekir.'' Chirchıll kahpesi ne diyor: ''Atom bombasını Türklere karşı kullanabiliriz, çünkü; onlar Müslüman'dırlar ve tabiatıyla insan değillerdir.'' Aklınızı başınıza alın beyler..!
''Bugün Sovyetler Birliği dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat, yarın ne olacak kimse bugünden kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya- Macaristan gibi parçalanabilir, ufalanabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim bu dostumuzun idaresinde DİLİ BİR, DİNİ BİR, ÖZÜ BİR kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? MANEVİ KÖPRÜLERİ SAĞLAM TUTARAK. DİL BİR KÖPRÜDÜR, DİN BİR KÖPRÜDÜR, TARİH BİR KÖPRÜDÜR. Köklerimize inmeli ve olayların bizi böldüğü tarihimiz içinde bütünleşmeliyiz. Onların (Dış Türklerin) bize yaklaşmalarını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekir.''
Eh artık, mazide hal'i ne derece düşünebildiysek, hal'de de istikbali o derece düşünebiliriz. Dostlarımıza, düşmanlarımıza gelince hali hazırda bizatihi kendimizin belirlemediğimiz bir vakıa. Planlarımızsa günübirlik denecek derecede sığ ve basit, uzak hedefler belirleyecek kapasiteye sahip değiliz henüz..! Elden kaçırdıklarımızsa kaçmış artık, yapabilecek bir şey yok mevcut görünümde. Konjonktürse tamamen aleyhimize işliyor sanki. Birlerimizse tekasür etmiş durumda ki; tekrar birlerde birleşmek muhal gibi görünüyor. Kardeşlerimize sahip çıkmaya çalışacak gücümüz zaten yok. Ciddi bir siyasetimiz yok ki; ağabeylik yapıp, sahip çıkalım. Her şeyimizle emperyalistlerin tazyikatı altındayız. Köprüleriyse muhkemleştiriyor muyuz, yoksa her bir köprünün altına imha gücü yüksek dinamit mi yerleştiriyoruz? Belli değil. Mustafa Kemal istikbali ihsas ederek milletini uyarmış ama, galiba bizler çok meşgulüz (?) böyle basit (!) meselelerle iştigal edecek ne zamanımız, ne de takatimiz var. Yazık, yazık, yazık. Ne kadarda basiretsiz, ufuksuz ve sığ insanlarız. Dindaşlarımız ve soydaşlarımız her yerde aydınıyla, halkıyla hunharca katledilirken bizler vatanımızda huzurluyuz öyle mi? Halbuki, Kainatın Efendisi Yüce Zat-ı Muhterem ne diyor: ''Kim kardeşinin dertleriyle dertlenmez, gece kardeşinin sorunlarına çare aramadan uyursa bizden değildir.'' Hani nerede böyle insan? Kaç kişi var kardeşlerinin dertleriyle hemhal olan? Yine Albert Camus diyor ki: ''Tek başına mutlu olmak utanılacak bir şeydir. '' Evet dostlar yaşadığımız dünyada kaç kişi çıkar kendinin mutlu olmasını , kardeşinin mutluluğuna endekslemiş? Kardeşlerimizin bize yaklaşmalarını bekleyecek vaktimiz yok beyler, biz ağabey ve İmparatorluğun gerçek varisi olarak onlara yaklaşmalı ve tekrar rabıtalarımızı muhkemleştirmeliyiz. Yoksa, kardeşlerimizle birlikte külliyen izmihlalimiz kaçınılmazdır. Unutmayın! Alem-i insanlığın sevgili ülkemize ihtiyacı var…
''Eğitim işlerinde mutlaka başarılı olmak iktiza eder. Bir ulusun hakiki selameti ancak bu şekilde tahakkuk eder. Bir zaferin kesbedilmesi için hepimizin tek can ve tek fikir olarak esaslı bir programın üzerinde çalışması iktiza eder. Bu programın esas noktaları ikidir: 1) Sosyal hayatımızın ihtiyacına uygun olması 2) Asrın gereklerine uygun olması, cumhuriyet ilmen, fikren ve bedenen kuvvetli ve yüksek seciyeli muhafızlar ister.''
Maateessüf, eğitimimizin hali pür melali malumumuz, izaha lüzum yok. Mezkur kriterlerle taban tabana tenakuz halinde. Her gelenin beraberinde getirdiği programlarla eğitimimiz içler acısı bir hal almıştır. Liberaller'in belirttiği gibi: ''Mevcut anayasa, mevcut iktidarın fikirlerinin kağıt üzerine yansımasıdır.'' Aynen bunun gibi her gelen iktidar da kendi projeleriyle geldiği için her alandaki politikalarda sürekli değişiklik arzetmektedir. Binaenaleyh, her şey de bir istikametsizlik mevcut olduğu için bu da hedefsizliği tevlit etmektedir. Halbuki, eğitim her şeyin temelidir. İsticalen Milli bir eğitim politikası ihdas etmeli ve bu doğrultuda reel hedefler belirlemeli ve istikameti şaşırmadan hedefe yönelmeliyiz. Herkesin tek can ve tek fikir olacağı esaslı bir program hazırlayarak uygulamaya koymalıyız. Yoksa alem için terakki dünyası olan bu dünya bizim için tedenni dünyası olur. Zira, bir milletin alçalmasının da, yükselmesinin de yegane müsebbibi Eğitim'dir. Eğitim işi basite alınacak ve yüzeysel geçilecek bir iş değildir. Cehalet zincirlerini ilmen, fikren ve bedenen kuvvetli ve yüksek seciyeli eğitim kahramanları kıracaklardır. Son tahlilde, karanlığı çatırdatan ve hakiki zaferi kazananlar Eğitim Orduları'dır. Eğitime gereken önemin verilmesi temennisiyle…
''Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri öğretimin sınırları ne olursa olsun, en evvel ve esaslı olarak Türkiye'nin istiklaline, kendi benliğine ve milli geleneklerine düşman olan bütün öğelerle uğraşma gereği öğretilmelidir.''
Neyi öğrettiğimiz malum. Düşmanlarımızla ve düşman olan öğelerle mücadeleyi öğretmediğimiz ise bir hakikat. Yazık değil mi gencecik evlatlarımıza? Dinine devletine, vatanına, milletine, bayrağına, ordusuna, emniyetine, marşına, tarihine, kültürüne, diline, ailesine, hakeza maddi ve manevi bütün değerlerine sahip ve sadık gençler yetiştirmemiz ve bu mümeyyiz vasıflarla yetişen neslimizi bu yüce erdemlerle mücehhez kılmamız iktiza ederken bizler nelerle iştigal ediyoruz. Kendinize gelin beyler, yarın çok geç olabilir. Tabi malayani ile iştigal edersek maksattan uzaklaşacağımız malumdur ama bizde bunu idrak edecek kabiliyet nerede. Tabiatıyla hedeften inhiraf etmemiz mukadderdir böyle yaparsak. Hedefe yönelmek umuduyla…
''Bağımsızlık ve özgürlük benim karakterimdir.''
Gerçekten şiar edinip, içselleştirebildik mi? Tartışılır. Hürriyete olan tutkumuz ne derecede malumumuz. Emperyalistlere payandalık yapmaktan, kanunlarımızı dışarıdan aldığımız talimatlara göre tanzim etmekten kurtulamadık bir türlü. Bir akılsız hayvan kadar bile hürriyeti önemsemiyoruz ki; halimizden memnun yaşayıp gidiyoruz. Büyük alim Menfaluti'den iktibasla iktifa ederek noktayı koyacağım hürriyet mevzuuna. Ama lütfen hassasiyetle ve içselleştirerek okuyun ve gereğini yapın.
''İnsan aklının çözemediği en önemli mesele, hayvanların konuşan canlıdan daha fazla hürriyete sahip olmasıdır.
Kuşlar havada uçar, balıklar suda yüzer, yırtıcı hayvanlar dilediği gibi ovalarda dağlarda dolaşır; insan ise, nefsinin ve yöneticilerinin esiri olarak beşikten mezara kadar yaşar.
Güçlü insan, zayıf insan için kimi zaman örf, adet, bazen de kanun adı altında zincirler ve prangalar üretti. Böylece adalet adına zulmetti ona. Kanun ve düzen adına hürriyetini çaldı onun.
Güçlü insan bu korkunç aletleri icat ederek zayıf insanı; stresli, endişeli ve korkak bir şekilde yaşamaya mahkum etti. O zavallı, despot idarecinin ceza ve işkencesinden kurtulmak için kendi kendinin hareket, konuşma ve aklından geçirdiklerini kontrol eder oldu. Ne kadar cahil ve aptal olabiliyor bu insan.
Bu dünyada insan; vücuduna, aklına, canına, vicdanına ve düşüncesine güzel bir terbiye hakim olursa ancak hür olarak yaşayabilir ve mutlu olabilir.
Herkesin gönlünde doğması gereken bir güneştir hürriyet! Kim bu güneşten mahrum kalırsa başlangıcı ana rahmi, sonu da kabir karanlığıyla ilintili olan zifiri bir karanlık içerisinde yaşar.
Hayattır hürriyet! Çocukların elleriyle hareket ettirdikleri oyuncaklara benzer hürriyetsiz hayat.
Hürriyet, insanlık tarihinde yeni ya da olağanüstü bir olgu değildir. İnsan yabani bir hayvan gibi kayalara tırmandığı, ağaçların dallarında dolaştığı günden beri, yaradılışı itibariyle hürdür.
Elini açarak hürriyet isteyen insan, dilenci olmadığı gibi yeni bir şey isteyen birisi de değildir. O sadece azgın insanların çaldığı haklardan birini geri istemektedir. Bu isteğini elde ederse kimseye bir daha minnet etmez, kimsenin de emri altına girmez.'' ERDEM NEREDE? (Menfaluti)
''Egemenlik bilakayd-ü şart milletindir.''
Galiba bunu da içselleştiremedik. Gerçi ittihaz bile edemedik ki; içselleştirsek. Zaten yer yüzünde egemenlik hiçbir zaman milletin inhisarında olmamıştır, olamazda. Hükmedenler olduğu müddetçe hükmedilenlerde olacağı için egemenlik hükmedenler zaviyesinden asla devredilemez bir olgudur. Binaenaleyh, asıl yapılması gereken egemenliğin asli sahibine tevdi edilmesi için mücadele vermek ve insanlığı hükmeden ceberutların tahakkümünden kurtarmak ve ebediyen hür kılmaktır. Yoksa egemenliği egemenlerden devralıp milletin inhisarına vermeye çalışmak büyük hamakatlıktır. Çünkü; bu ham hayaldir. Muhal ender muhaldir. Gerçeği görmeniz umuduyla ki; sizi ancak ve ancak gerçek hür kılacak. Gerçeğe ulaşmak için okumak mübremdir. Yoksa cahil kalırsınız ve kölelik mukadder akıbetiniz olur…Okuyun, okuyun, okuyun ve mutlaka öğrendiklerinizi yaşayın… Olaylara egemenlerin zaviyesinden bakmayın asla…
Ve daha nice mesajlar…
Anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna az…
Daha ne diyelim dostlar, selametle kalınız…
Sevgi, muhabbet, dostluk ve umutla kalın, gerçekle yaşayın…
Tam Bağımsız Türkiye yolunda biteviye koşmaya devam…
Yorulmak yok, durmak yok…
En derin saygılarımla, sevgili ülkemin muazzez evlatları…
Aziz ulusum görevin büyük ve çetin.
Büyük Ulusum bugün sizlere hitap etmekten ve derin bir yanlışı ifşa etmekten büyük kıvanç duyuyorum.
Büyük ulusum ilk göreviniz; kitabın bilgisi ile aydınlanacak, kitabın yüksek ahlakı ile ahlaklanacaksınız.
Büyük ulusum ikinci göreviniz; bilgili ve ahlaklı bir gençlik yetiştireceksiniz.
Büyük ulusum üçüncü göreviniz; vatanınıza, dininize, devletinize, milletinize, bayrağınıza, ordunuza, emniyetinize, marşınıza ve bütün yüce değerlerinize kopmaz bağlarla bağlanacak, sahip çıkacak ve değerleriniz ekseninde yaşayacaksınız.
Büyük ulusum dördüncü göreviniz; yeraltı ve yer üstü zenginliklerinizi şerefsizce sömüren vahşi ve adi küresel sermayecilere ve yerli işbirlikçilerine karşı sarsılmaz ve çelikten bir kale ve demir bir yumruk olacaksınız.
Görevlerinizin ve sorumluluğunuzun bilincinde olunuz lütfen büyük ulusumun şerefli mensupları.
Ülkemiz bugün müstevlilerin kıskacındadır ve ihanet çemberiyle kuşatılmıştır. Bu kuşatmayı ancak milletin birlik ve beraberliği yaracaktır. Ve o zaman vatan selamete erecektir. Bu toprakların asil şairi büyük insan Mehmet Akif Ersoy üstadımızda demiyor mu; ?
‘’Girmeden tefrika bir millete düşman giremez
Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez.’’
Yine demiyor mu büyük şair o diriltici ve şuurlandırıcı sözlerinde;
‘’Sahipsiz vatanın batması haktır
Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır.’’