Şöyle düşünelim: yaşamın gerçekte temeli nedir? Sağlık değil mi? Zira sağlıksız insan yaşamaktan ne anlasın. Ve sağlıksız insanlardan sağlıklı bir toplum ihdas olunur mu? Sağlığın temeli nedir? Beslenme değil mi? Ki beslenmeyen insan da sağlık ne arasın? Her canlı muhakkak beslenmek zorundadır, yaşamını idame ettirmesi için. Peki, besinlerin kaynağı neresidir? Doğa değil mi? Peki, doğa kimindir? Allah’ın değil mi? O zaman hiçbir kimse doğa üzerinde egemenlik kurarak, rızık kaynaklarını sınırlayamaz. Ve rızkın kaynağını kendi tekeline alıp, insanları kendine muhtaç kılamaz. Herkes doğayı ortak olarak kullanır ve dilediğince rızkını arar. Ve herkes çalışmak zorundadır. Zorunlu olarak çalışamayanlarda (sakatlık vb. durumlar), çalışanların mallarında ki haklarını almalıdırlar. Ve burada kamu müdahalesi devreye girer. Hülasa, hiç kimse başka bir kimsenin yaşamsal sebebini ortadan kaldıramaz ve kendi belirleyiciliğine tabi kılamaz. Allah, hiçbir kulunu, dilediği zaman onu açlıktan öldürebileceği ya da rızık yüzünden dolayı tutsak alabileceği biçimde bir başkasının inisiyatifine ya da merhametine asla terk etmez ve etmemiştir de. İşte, yüce İslam’ın öğüdü-temel yasası budur kanaatimce. Yani bir yerde, bireyi ıskalamayan-yok etmeyen kolektivizm-toplumsallık, ortak mutluluğun temelidir diyebiliriz. Yani arkadaşlar, hayatın her boyutunda denge egemendir. Çünkü varlık denge üzerine halk edilmiştir. Her şey çift yönlüdür. Tek yönlü hiçbir şey yoktur evrende. Var mıdır? Buyurun gösterin! Diyalektik, diyalektik! Anlarsınız ya! Ama çatıştıran diyalektik değil, bilinçlendiren-uyandıran diyalektik!
İnsan sahip olabilir ama sahip olduğunun kulu olmamalıdır. Yani varlığını sahip olduklarına adamamalıdır. Yaşam çizgisini sahip oldukları belirlememelidir. Kendinden üstekilere bakıp, onlara haset edip kazanma hırsıyla yanmamalı ve kazandıklarıyla da kibir bataklığına düşmemelidir. Bunu inkâr etmek için tarihsel süreç içerisinde tek bir hüccet dahi bulabilmeniz muhaldir. İnsan, dünyada, şahit olmak için vardır, sahip olmak için değil. Allah, Elçilerine, sizleri insanlığa şahitler kıldık demiyor muydu? Ve birgün, kendisine karşı, tanıklık yapacağı hayatı yaşamaktadır, sanık olarak duracağı mahkeme-i kübra önünde. Sahip olduğu şeyler için harcamamalıdır ömrünün tümünü. İnsan, hem bedeni için, hem de ruhu için çalışmalıdır. Dünyada yaşamak için bedenine ihtiyacı vardır, sonsuzlukta yaşamak içinde ruhunun paklığına ihtiyacı vardır. İnsan ölümün pençesinde bir esir olduğunu ve süreli zamana mahkûm olduğunu asla nisyana terk etmemelidir. Sadece maddeye yönelmemelidir. Çünkü münhasıran maddeyle haşir neşir olan insan kesinlikle alçalır. Hayat en güzel delildir buna. Çünkü kendini yücelten ulvi değerlerinden tecerrüt etmesini tevlit eder böyle bir durum. Zira insana değer veren ruhudur ve ruh ancak mana ile beslenirse parlaklığını korur. Beden ruhsuz anlamsızdır. Yağmursuz toprağın hali nicedir? Maddenin özünü unutmamalıdır insan. Maddeye canlılık veren bir unsurun olduğunu göz ardı etmemelidir. Maneviyatsız bir hayat, ölü hayattır. Göksüz yer ne anlam ifade eder? Yer, gökten inen olmasa nasıl şenlenir, dirilir ve mümbit hale gelir? Maneviyatsız bir iktisat ancak zulüm peyda eder. Maneviyatsız bir devlet tağutlaşır. Maneviyatsız bir toplum, çer çöpten başka bir şey değildir. Maneviyatsız bir insan, hayvani güdülerinin mahkûmu olur. Maneviyatsız dünya kirlidir. Maneviyatçılar, toprağın dostlarıdırlar. Maddiyatçılar ise, ateşin dostlarıdırlar. Maneviyatçılar gül devşirirler, maddiyatçılar ateş kusarlar. Toprağın dostları bu yüzden Allah’a tabi olurlar. Ateşin dostları o yüzden şeytana tabi olurlar. Toprağın dostu olan maneviyatçılar bu yüzden, merhametli ve mütevazıdirler, sapıtmamışlardır. Ateşin dostu olan maddiyatçılar, maddeperestler, o yüzden kibirlidirler, merhametsizdirler, müstekbirdirler, kendilerini müstağni görürler. Vallahi bütün maddiyatçılar merhametsizdirler, duygusuzdurlar. Maneviyatçılar, toprağın dostu oldukları için üreticidirler ve paylaşımcıdırlar. Toprak vericidir. Maddiyatçılar, ateşin dostu oldukları için tüketicidirler ve monopolcüdürler. Ya şahsi monopolcü (kapitalist) ya da devletçi monopolcüdürler (komünist). Ateş alıcıdır, yok edicidir. Maneviyatçılar, işte bu yüzden dirilticidirler. Maddiyatçılar, işte o yüzden yok edicidirler. Maneviyatçılar, bu yönlü oldukları için istikametçidirler. Maddiyatçılar, o yönlü oldukları için saptırıcıdırlar. Ve maneviyatçılar, bundan dolayı yaşayacaklardır. Maddiyatçılar, ondan dolayı yanacaklardır. Ne yan! Ne yak! Söndür ve dirilt! Çünkü sen İslam’sın, İnsan’sın!
Dünyayı ahiretin alt yapısı olarak görmelidir insan. İşte o zaman barış tahakkuk edecektir. Zira darul beka, hırsları dizginleyicidir, nefsi gemleyicidir. ‘’Ölüm, en güçlü öğretmendir’’ der Don Juan Carlos. Gerçekten ölümün terbiye edemediği insanı, terbiye edebilecek güç yoktur, mutlak ve katı şiddetten başka. Çünkü muhakkak olarak sahip olmadığı şeyin kavgasını vermek zorunda kalmayacaktır, ölüme iman etmiş insan. Daha fazla kazanmak için cimrileşmeyecektir. Malı, hayır olarak görebilecektir. Bu yüzden, dünya tarlasında sürekli hayır ekecektir. Kazandığını, paylaşması gerektiğini kabullenecek ve bunu zevk olarak, iyilik ve hayır düşüncesiyle yapabilecektir. Zira bireysel çalışma ve kazanılanı paylaşma, toplumsal zenginleşmeyi tevlit edecektir ve bireysel çalışma sonucunda zenginleşen servet sahibi bir toplum daha çok hizmette ve yardımda bulunabilecektir. Ve herkes birbiri için var olduğundan; bir kişinin gülmesi, herkesin gülmesini tevlit edecektir. Herkesin güldüğü bir toplum, dünyanın en bahtiyar toplumudur. Daha izzetli şekilde bir yaşam sürebilecektir. Dünya milletleri karşısında aciz kalmayacaktır toplumsal olarak. Ve birey, güçlü bir toplumun üyesi olduğu için gurur duyacaktır, mutlu olacaktır, yaşamından zevk alacaktır. Zaten en derin acılarımızdan birisi de bu değil midir? Ne toplumumuz temiz ne biz temiziz, ne toplumda huzur var ne de bizde ve bu insanı kahrediyor gerçekten. Ama servet sahibi kişiler, kazandıklarını paylaşmazlarsa, maymunlaşırlar ve domuzlaşırlarsa, kudret-şehvet ve şöhret meftunu olurlarsa, hırsın-hasedin-kibrin mahkûmu olurlarsa, maddenin mahkûmu olup maneviyatı ötelerlerse, fert olarak bireycilik oyununun kurbanları olurlarsa, gökten kendilerini koparırlarsa ve yere mutlak şekilde çivilenirlerse, hülasa; dünyaya taparlarsa, işte o zaman lanetlenirler, azabı hak ederler. Kur’an’ın da şiddetle uyardığı, karşı çıktığı tavır budur işte. Hasan Basri hazretleri derler ki: ‘’parayı üstün tutanı Allah zelil eder.’’ Yani olguya değil algıyadır şiddetli muhalefet. Burada ki, ince ve derin detay, çok iyi idrak edilmelidir. Kuru mantıkçılığa kurban edilmemelidir bu detay. Bilakis yanlış bakış açıları ve kusurlu algılar istenmedik sonuçlar doğuracaktır. Ve bu asla İslam’ın istediği ve öğütlediği şey olmayacaktır. Bugün, Marksizme şirin görünme derdinde olan yeni türedi İslamilerde, Kapitalizme payandalık yapan Diyalogcularda işte burada çakılmaktadırlar ve lanetlik bir ihanetin içindedirler. Kuru mantıkçılığın kurbanıdırlar. Yanlış algıların icracısıdırlar.
Aşağıda ki ayet ve hadisleri dikkatlice okuyalım ve harf harf idrak edelim lütfen.
“Allah'ım, beni yoksul olarak yaşat, yoksul olarak ruhumu kabzet, kıyamet günü de yoksullar zümresiyle birlikte haşret.” Âişe sordu: “Niçin ey Allah'ın Resûlü?” Çünkü dedi, “Onlar cennete, zenginlerden kırk bahar önce girecekler. Ey Âişe! Yoksulları sev ve onları meclisine yaklaştır, tâ ki Kıyâmet günü Allah da sana yaklaşsın.” (Aişe’den; Tirmizî, Zühd (2353)
Önderimiz, sadaka isteyen iki kişiye şu cevabı verir: size ancak zengin olmadığınızı ve çalışacak gücünüzün bulunmadığını öğrendikten sonra veririm.’’
‘’HAYIR! Siz öksüze ikramda bulunmuyorsunuz. Birbirinizi yoksulu doyurmaya teşvik etmiyorsunuz. Elinize geçeni hiç bir sınır tanımadan yedikçe yiyorsunuz. Malı çok seviyorsunuz, yığdıkça daha çok seviyorsunuz.’’ (Fecr; 17-20)
‘’ Ey iman edenler! Hahamların ve rahiplerin birçoğu, insanların mallarını hem haksızlıkla yiyor hem de onları Allah yolundan alıkoyuyorlar. Altını ve gümüşü biriktirip de (kenz) Allah yolunda infak etmeyenleri acı bir azabın beklediğini haber ver! O gün, o biriktirip yığdıkları (kenz) cehennem ateşinde kızartılacak ve alınları, böğürleri ve sırtları onlarla dağlanacak. “İşte bu bencilce biriktirip yığdıklarınız (kenz); tadın bakalım” denilecek.’’ (Tövbe; 34-35)
Şimdi yukarıda ki ayet ve hadislere bir bakalım lütfen sevgili dostlarım. Beni yoksul olarak yaşat ve ruhumu öylece kabzet ve kıyamette de o zümreyle birlikte kıl. Çünkü onlar zenginlerden kırk bahar önce cennete girecekler. Yani bu nedir Allah aşkına? Yoksul yoksa, zengin yoksa burada ki ifadeler nedir? Yine önderimizin, sadaka isteyen iki kişiye verdiği cevapta geçen zengin kelimesi ne oluyor? Hakeza ayette ki öksüz, yoksul sözcükleri ne demektir? Peki, bu dünyada herkes eşit olacaksa, kıyamet gününde cezalandırılacakları bildirilen zenginler kimlerdir? Ve o zaman, bu sözlerin derin hikmeti nedir? Zira malda herkesi eşitlediğiniz zaman, yoksul-zengin diye bir şey olmayacaktır ve dolayısıyla mal yığan kimseden söz edilmemesi iktiza eder değil mi? Ama söz ediliyor. Ne olacak şimdi? Demek ki eşitlik diye bir şey söz konusu değildir. Çünkü mal, dünya hayatının bir süsü ve imtihanın bir vesilesidir. Sadece malı kullanmasını, Allah yolunda harcamasını bileceksiniz. Bilakis insanlar üzerinde hükümranlık aracına dönüştürüp, malınızı kullanarak zulme tevessül etmeyeceksiniz kuduz köpek gibi.
Burada bir soru sormak iktiza ediyor: bana, önderimizin (sav), hayatında, mal-mülk sahibi bir kişiye, elindekileri dostlarınla tam eşit olacak şekilde bölüşeceksin dediğine, ya da bu konuda birini zorladığına dair tek bir hüccet kim gösterebilir? Ya da bütün mülkün devlete ait olması gerektiğine dair bir teklifi var mıdır? Ben bilmiyorum, bir bilen varsa buyursun söylesin, öğrenmiş olurum ve Allah razı olsun derim. Şimdi hemen biri çıkıpta, sanki diğer tarafla-kapitalizmle- ilgili var mı diye söylenmesin, elbette yok, onu biliyoruz. Önderimiz (sav), tam insanlık çizgisinin üzerinde olan bir kuldu. Zaten ölçüyle gönderilen bir Önderdi (sav). Binaenaleyh, ölçüsüzlük yapması düşünülemezdi.
Sevgili dostlarım! İlahi sözler ve naslar mutlaktırlar ve mutlaklık üzerine kuruludurlar. Olmayan ya da sonradan olan şeyler üzerine kurulmazlar. Misal, yoksulluğun geçtiği hiçbir ayet, yoksulluğun sonradan olduğu ve yok edilmesi gerektiği üzerine kurulmamıştır. Bilakis yoksulun ve yoksulluğun olduğu ama yoksulların gözetilmesi gerektiği üzerine kurulmuştur. Aksini kimse iddia edemez. Allah hiçbir ayetinde, kesinlikle yoksulluğu yok ediniz demez. Yoksulluk sonradandır demez. İnsanları yoksul bırakanları öldürünüz demez. Adaleti sağlayınız der. Ahlaklı olunuz der. Malınızda ki hakları sahibine iade ediniz der. Yoksulu gözetiniz der. Zenginlerin mallarını tümden metazori olarak ellerinden alınız ve onları diğerleri ile mutlak olarak eşitleyiniz demez. Böyle bir şey olsaydı şayet, vallahi-billahi-tallahi yeryüzünde akan kan durmaz, yok edilen ve yok edilecek canın hesabı tutulmazdı. Eğer yoksulluk arızi bir şey olmuş olsaydı ve yok edilmesi gerektiği, yok edilebileceği ifade edilmiş olsaydı, kıyamette yoksulların var olacağından ve yoksullar yüzünden cezalandırılacakların olacağından söz edilmezdi. Velhasılı kelam; ahlak ve adalet temelli bir düzen için çalışacaklarına, amansızca mal-mülk muhalifliği yapıp, insanları malda eşitlemeye gayret edenler boşa kürek çekmektedirler ve asla hakikat temelinde hareket etmemektedirler. Aynı durum karşı taraf içinde geçerlidir, malın-mülkün şahısların inhisarında olmasını söyleyenler için. Zira olay sonsuz derecede netlik arz etmektedir. Bilakis buyurunuz! İslam’dan daha güzel bir şey var mıdır Allah aşkına ya? İnsan gerçekten de, çok cahil, zalim ve nankördür, der ayet ve gerçekten de böyle değil midir?
EN TEMEL NOKTALAR:
GİZLİ YÖNETİM
Bizler insan olarak milyarlarca insan arasından bir insan tekiyiz. Bir yerde de tek yaşamaya mahkûmuz. Toplu yaşam bir yere kadardır ve vicdanlar kesinlikle yalnızdır. Evet, toplumu etkileriz ve etkileniriz toplum tarafından amma bununda bir sınırı vardır. Tıpkı milyonlarca ağaç arasında ki tek bir ağaç gibi. Milyonlarca yıldız arasından bir yıldız gibi. Her bir ağar ve her bir yıldız bütünle anlamıdır belki amma bütün de teklerle bütündür. Ve hayata tek başımıza tutunmak zorundayız. Kaderimizi kendimiz tayin etmek zorundayız, yaptığımız seçimlerle. Bizim için, birilerine seçim yetkisi verdiğimiz zaman kaderimizi tayin etme yetkisini de vermiş oluruz. Fakat hesaplar tek başına verilir. Öyleyse birilerinin kaderimizi belirlemesi bizi hesaptan kurtarmaz. Sorumluluğu onların üzerine atamayız. Bu olmaz. Çünkü buna izin verilmez. “Temizlenip arınan (tezekkâ), sadece kendisi için aklanmış (yetezekkâ) olur. Dönüş Allah’adır.” Kur’an. ‘’Öte yandan, Biz her insanın kaderini (kendi) boynuna dolamışızdır; öyle ki, Kıyamet Günü onun önüne, her şeyi açık açık kaydedilmiş bulacağı bir sicil çıkaracağız.’’ Kur’an. Herkes kendi yaptıklarının hesabını verecektir. Ektiği ne ise, biçeceği o olacaktır. Kaderini kendin belirleyeceksin. Ne sen bütünü ne de bütün seni asla kurtaramaz. Bütün bozuksa bütünden ayrılmak zorundasın, yoksa bütünle birlikte huzura çıkmayacaksın.
Bir insan olarak bir gövdeye sahibiz ve bu gövdeye iliştirilmiş organlara sahibiz. Bütün bunları yöneten kalbe ve beyne sahibiz. Peki, bu gövdeyle birlikte bütün bunları bize veren kimdir? Ve bizler birer taşıyıcı değil miyiz? Taşıdıklarımızı istediğimiz gibi kullanma yetkimiz var mıdır? Ve taşıyıcısı olduklarımızı nasıl kullanacağımızı bize verenden başkası söyleyebilir mi? Peki, taşıdıklarımızın üzerinde söz hakkı olmayanların, taşıdıklarımızı nasıl ve niçin kullanacağımıza müdahale etmesine izin verebilir miyiz? Öyleyse niçin izin veriyoruz? Bize bunları din adamları mı verdi? Bize bunları politikacılar mı verdi? Bize bunları servet sahipleri mi verdi? Peki, niçin onların istedikleri gibi kullanalım ki? Hesabı onların gözetiminde mi vereceğiz ve onların bizim için referans olma güçleri olabilecek midir hesaplaşama anında? Aslında sorun da biraz da burada. Kula kul olmaktan gizli zevk alıyoruz. Başkası tarafından kontrol edilmeyi seviyoruz. Özgürlükten korkuyoruz. İşte bu yüzden de yanlış yaşıyoruz. Suç bizde, sorun bizde. Kalbimizde ve beynimizde. Şeyhlerin, efendilerin, politikacıların suçu yok. Çünkü onlar zaten kontrol etmeyi severler. Zira kontrol, onların bulundukları konumlarının garantisidir. Sarsan ama asla sarsılmayan gerçeği de, bu yüzden, itiraftan korkarlar, gizlerler ve tahrif ederler ya! Garanti belgelerini iptal etmeye var mısınız? Süresiz doldu deyin gitsin! Ve süresiz insanlığınıza kavuşun!
KARAKTER
Karakterleri inşa eden, öğrenilenlerdir. Karakter bir bina ise, öğrenilenler o binan yapıtaşlarıdır. Taşlar ne kadar sağlamsa, bina da o kadar sağlamdır. Taşlar ne kadar çürükse, bina da o kadar zayıftır, çürüktür. Taşların yeri de önemlidir. Her taş her yerde kullanılmaz. Her bilginin yeri de farklıdır, her bilgiyi her yerde kullanmak yapıyı bozmaktır. Binanın altyapısı da önemlidir. Zira temeli sağlam olmayan bina her an tehlikede demektir. Bu yüzden öğrendiklerimize sonsuz önem atfetmemiz gerekmektedir. Nasıl bina yaparken kullanacağımız malzemenin seçiminde titiz davranıyorsak, karakterimizin inşasında kullanacağımız bilgide de titiz olmamız icap eder. Zira ileri boyutta kaderimiz söz konusudur. Burada farklı bir alana geçiş yapabiliriz, yatay geçiş. Şehirler ve toplumlar açısından da buradakine benzer durumlar ortaya çıkmaktadır. Şimdi şehirler nasıl binalardan oluşuyorsa, toplumlarda insanlardan müteşekkildir. Binalar ne kadar sağlıklı ve görkemli ise şehirler de o oranda güzeldir ve görkemlidir, içinde yaşayan insana zevk verir. İnsanlar da ne kadar sağlıklı ve kültürlü iseler, toplumlarda o oranda güçlü ve sağlamdır, fertler o toplumun üyesi olmaktan kıvanç duyarlar. Öyleyse temellerin sağlıklı ve sağlam yapıda olmasına dikkat etmek gerekir. Zira kaderi belirleyen temellerdir. Temellerinizi, karakteri bozuk, sözü çürük kişilerle, bilgilerle atmayınız asla! Kur’an ve Hadis’ten (Önder’den (sav)) daha güzel bir temel atıcı var mıdır?
AÇLIK:
Açlık kötüdür. Açlık hırsızdır. Her şeyinizi çalar. Sağlığınızı, inancınızı, kudretinizi, özgürlüğünüzü, ahlakınız ve umudunuzu. Efendiler edinmenizi sağlar. Efendiler sizin aç olmanızdan gizli haz alırlar. Çünkü açlık bağlılığı artırıcıdır. Aç insan zayıftır ve açlığın doğurduğu zayıflık kişiyi köleliğe mahkûm eder. Ama aynı zamanda, açlık, derinlerinde bir yırtıcılığı da barındırır. Açların kontrolü çok zordur. Şiddet, açların kamçısıdır. İnsanlarınızı ya açlıktan kurtaracaksınız ya da sırtlarından kamçısını eksik etmeyeceksiniz. Açlık vahşi diktatörlüklere götüren yoldur. Bu yüzden toplumlara egemen olmayı dört gözle bekleyen diktatörler toplumlarda ki açlığı sürekli beslerler. Açların yokluğu diktatörlerin ecelidir. İnsanlarının karınlarını doyuramayan hiçbir toplum huzur içinde yaşayamaz. Açlığı zer üretir, tezvir kontrol eder, zor kullanır. Paylaşınız ki açınız olmasın, açınız olmasın ki huzur içinde yaşayasınız, huzur içinde yaşayasınız ki; açlıktan beslenen kanlı ellerin şiddet kırbaçları altında ezilmeyesiniz. ‘’Fakirlik küfre yakındır.’’ Önder (sav.). ‘’Komşusu açken tok yatan bizden değildir.’’ Önder (sav)
LANETLİ KUMPAS:
Şeytan izinlidir. Bu yüzden sürekli iş üstündedir. Şeytanın oyunu bitmez. Teslim olursanız biter. Ama insan teslim olmamalıdır. Teslim olan insanlığını kaybeder. Teslim olan hakikate ihanet eder. Teslim olan zillete mahkûm olur. İşte bu yüzden dünyayı hükmü altına almaktan asla vazgeçmez şeytan. Bütün yolları dener bunun için. İnsan uyanık olmak zorundadır. İnsan şeytanın kıskacındadır. Şeytandan kaçan insan yine şeytanın ocağına düşer. İslam’a kaçmazsa tabi ki, çünkü İslam’dan gayrısı zaten şeytanın oltasındaki solucanlardır. Çünkü insan, kendisini şeytana götüren görevlendirilmişlerin peşini bırakmaz. İnsanlar ne zaman kuyruklarına takıldıkları zer-zor ve tezvire hükmeden efendilerin kuyruklarını bırakırlar ve kendi ayakları üzerinde durmayı başarır ve kendi seçimlerini kendileri yaparlarsa işte o zaman şeytandan kurtulurlar. Dünyaya bakınız her şey aşikârdır. Müslümanlar kendilerinden bildikleri kişilerce zulme uğramaktadır. Bu zulmün babası şeytandır gerçekte. Fakat zulüm zevahirde yavrular eliyle gerçekleştirilmektedir. Zulümden illallah eden Müslüman ne yapmaktadır, kurtarıcı birilerini aramaktadır. O kurtarıcı yine şeytandır. Zaten şeytanda zulmü yine kendisine gelinsin diye yaptırmaktadır. Ve burada ki paradoks, şuradadır: İnsanların birilerinin peşlerine takılmayı bırakmaları gerekmektedir. Çünkü zulmedende şeytandandır, zulümden kendisine kaçtığı da şeytandandır. Öyleyse sürü halinde olup illa bir çoban aramamalıyız. İlla takip edecek birini arıyorsak, bizi şeytanın bütün hilelerinden kurtaracak olan Önderimiz (sav) olmalıdır aradığımız. O’ndan başaksı bizi asla kurtaramayacaktır. O’nun yoluna girenler, bu lanetli kumpastan ebediyen kurtulacaklardır. Özgürlüğümüzün garanti belgesidir, O kutlu Önder (sav). Rabbim, feraset ve basiret ver bizlere ve bizleri sadakat timsali sıddık elçinin yolundan ayırma. Âmin. Bizleri, sahte şeyhlerin, şeytanın uşağı olmuş sahte din adamlarının ve sözün namusuna ihanet eden aydın maskeli itlerin, insanların umutlarını çalan alçak ve kumarbaz politikacıların, insanların alın terini emen şerefsiz, haydut, hırsız sermayecilerin tazyikinden, kumpasından kurtar Allah’ım. Âmin. Bizi senin yolunda olanların ve sevdiklerinin arasına iltihak eyle Allah’ım. Âmin.
HUSUSİ NOT:1
Diyalogcuların, siyonistseverlerin, yok edilmek istendiğine dair haberlerin tümü yönlendirme haberleridir. Milletin teveccühünü diyalogculardan yana çevirmektir. Yoksa zerre inanç yok bende bu tür şeylere. Asla bu ikiyüzlü yönlendirmelere aldanmamak gerekiyor. Hükümetin kuyruğunda kendilerine de pay çıkarıyorlar. İsteniyor ki halk mazlum görsün bunları ve yaptıklarını göz ardı edip sevgi göstersin desteklesin. Yerseniz! Eğer bu millette size kanarsa, gerçekten acınacak hale düşmeye mahkûmdur. Yani sevgili halkım! Sanmayın ki, siyonisti tek otorite olarak gören diyalogculara, siyonist dokundurtturur. Zira dokunabilecek olanlarda siyonistin köpekleridir. Medya kimin köpeğidir? Ve dokumak istiyormuş gibi olanları gerçekte ellerinde tutanlar kimlerdir? Amma işte dokunacaklarmış gibi yaptırtıp (yine siyonist yaptırtıyor), hem bunları (Diyalogcuları) daha çok kendi ellerinde tutuyor hem de arkalarına ciddi destek (halk) yığılmasını sağlıyor. Nasıl oyun ama? Bir de şu var: elbet kâfirler, müşrikler ve münafıklar, İslam’ı ve Muvahhid Müslümanları hedef alırlar, tuzak üstüne tuzak kurarlar, ekarte etmek için ellerinden geleni yaparlar hatta yok etmeye çalışırlar amma bütün bunlar Diyalogculara yöneliktir demek için mal olmak gerekir. İslam’a ve Müslüman’a her tazyikin hedefinde diyalogcuların olması mı gerekir?
HUSUSİ NOT:2
Bakınız, başkanlık sitemi de, özerklikte, federasyonda, valiyi halkın seçimi vb. bu ülkeye ve millete yapılacak ihanetlerin en büyüğüdür. Bunu Marksistler istiyor, bunu büyük ihtimalle Diyalogcular istiyor. Ve bu ülke ve millet böyle böyle çökertilmek isteniyor. Bunlar dünkü hedefler değil, bunları dayatanda dünkü çocuklar değil. Yüz yıllık, üzerinde ince eleme, sık dokuma yapılmış düşünceler, planlar bunlar. Hazırlayanlarda küresel şebekenin en it ajanları, zihin yönlendiricileri, kitle mühendisleri. Kim ne derse desin, bu ülkede bunların gerçekleştirmeye çalışılması, halkın sabrını zorlamak olur. Halkın gönlünde, bunu yapanlar daima lanetle anılırlar. Gerisi hikâyedir. Bunu ne tarihinize, ne dininize, ne da hayata kabul ettirebilirsiniz. Buyurun kabul ettirin, bende kabul edeceğim, söz veriyorum. Tek dünya düzenine giden yol işaretleridir bunlar.
HUSUSİ NOT:3
Artık bu çürümüş, kokuşmuş lanet düzen yok edilmelidir, bütün yönleriyle. Bu lanet düzenin efendileri ekarte edilmelidir. Ülke kokmuş be. Haysiyetsiz pislikler. Kendileri gibi ülkeyi de pislik hale getirmişler. Her yerden pislik akıyor. İnsanlar kirleniyor, doğa kirleniyor ve her şey kirleniyor. Bu düzen sürekli kir akıtıyor ve kirletiyor. İşte bu yüzden temiz insanlarla, temiz bir düzen kurmak gerekiyor. Yeni düzen, ne eski lordların ne de Diyalogcuların tahakkümünde olmamalıdır. Yeni düzen bu milletin öz malı olmalıdır ve egemenlik milletin olmalıdır. Millet, anayasasını, kendi temel dinamiklerine göre yapmalıdır. Artık bütün kurumlar yeni baştan dizayn edilmelidir, bu anayasaya göre. Bu ülke Türk-İslam zihin örgüsüne göre yeniden dizayn edilmelidir. Artık milletin kardeşliğine hançer saplayan pezevenkler şiddetli şekilde tecziye edilmelidir. Gâvurun ekmeğiyle beslenip gâvura çalışanlar tespit edilip gereken yapılmalıdır. Kürt kardeşlerimizin içinde görev yapıpta, kendisine verilen görev icabı Kürt kardeşlerimize kötü davranıp, bilerek ve isteyerek ülkeye ve kardeşliğe ihanet eden soysuz it, muhakkak, şiddetli şekilde yok edilmelidir. Kürt kardeşlerimize de, insanca yaşama ortamı sağlandıktan sonra şayet içlerinden din-devlet-vatan-millet düşmanlığına yönelen olursa, onlarda aynı şekilde tecziye edilmelidir. Artık bu ülkede siyonizmin oyunlarını oynayan siyonist köpekleri tespit edilip mutlak surette itlaf edilmelidirler. Herkes insan olmalıdır ve insanca yaşamalıdır. Ne bedelsiz kazanılan bişey vardır ne de bedel ödemeden kaybedilecek bir şey. Herkes ödenecek bedeli göze alarak hareket etmelidir bundan böyle. Birilerine göre değil, herkese göre bir düzen kurulmalıdır. Yani temeller ortak olmalıdır, herkesin kabul ettiği olmalıdır. Ahlaksızlık, adaletsizlik, rüşvet, torpil olayına son verilmelidir. Sömürüye geçit verilmemelidir. Tarih, kültür, töre ve din temelli bir sistem tesis edilmelidir. Vatan bellidir, devlet bellidir, millet bellidir, din bellidir, bayrak bellidir. Ve birileri bunları yanlış kullanıyor diyerek, bunlara düşman olmak ahmakçadır ve hainliktir. Ne Kemalist maskeli Marksistlerin düzeni, ne de İslam maskeli Diyalogcuların düzeni, ikisini de bu millete kusar, asla tolere etmez. Bu muhakkak dikkate alınmalıdır.