Şimdi düşünelim. Dünya var. Dünyada taraflar var. Müşrikler ve Muvahhitler var. Kötüler ve iyiler var. Hak ve batıl var. Müstekbirler ve mustazaflar var. Bu muhakkak olan bir şey midir? Kesinlikle evet. Allah’ın taraftarları ile şeytanın taraftarları bitmeyen bir mücadelenin içerisindedirler. Ve bu mücadele sonsuza kadar da var olacak mıdır? Elhak öyledir. Ayetler ve hadislerle de sabittir bu durum. Allah şeytana mühlet vermiştir ve şeytanda, Allah’a kullukta ısrarcı olanların doğru yollarına oturup onları sapıtacağına ahd etmiştir. O zaman dünya mücadelesi de sonsuza kadar sürecek midir bir yerde? Kuşkusuz öyledir. Hayat bile bunu apaçık şekilde gözlere sokarcasına gösterir. Tabi görebilecek gözünüz varsa! Ha burada şu da söylenemez; iki taraf keskin şekilde ayrılmıştır, bir tarafta ezenler, diğer tarafta ezilenler vardır denemez asla. Hem mustazafların tarafında zenginler vardır, hem de müstekbirlerin tarafında fakirler vardır. Şöyle ki: Ebubekir zengindi. Bilal Habeşi fakirdi, hatta köleydi ama aynı saftaydı. Ebu cehil zengindi aynı zamanda yanında fakir olanlarda vardı. Hani sınıf kavgası, hani ezen ezilen kavgasıydı tarih? Yüreği yeten aksini iddia etsin. Bu aldatmacadır canım kardeşlerim. Şerefim üstüne yemin ederim aldatmacadır. Buradan benim ne menfaatim olacakta böyle söylüyorum? Zerre menfaatim olamaz. Ha tabi insanlıkta ve dinde kardeşlerimin, şerefli bir hayat yaşamasını istediğim için hakikatleri olabildiğince çıplak olarak izhar etmeye çalışıyorum.
Dünya tarihi; vallahi, billahi, tallahi, Tevhid ile Şirkin mücadele sahnesidir. Muvahhitler ile Müşriklerin kavgasıdır kadim kavga. Bir taraf-muvahhitler, sizi Allah’a kulluğa-mutlak aydınlığa çağırırken; bir tarafta-müşrikler, Tağutlara kulluğa-mutlak karanlığa çağırır. ‘’Allah, iman edenlerin dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kâfirlerin velileri ise tâğûttur. (O da) onları aydınlıktan karanlıklara (sürükleyip) çıkarır. Onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî kalırlar.’’ Bakara-257. Zira dünya, iyilerle kötülerin, hak ile batılın, müşrik ile muvahhidin, tevhit ile şirkin mücadelesinin tarihidir. Kim ne derse desin bu böyledir, böyle olagelmiştir, böylede gidecektir. Bu söylediğimi buyurun hayata kusturun da göreyim. Allah’a şirk koşan fakir yok mu? Neredeyse bütün kötülüklere el atmış ve hala kötülük denizinde yüzen fakir yok mu? Keza, iyilik yapan, hatta yaptığı iyiliği ifşa etmekten hayâ eden ve gerçekten Allah yolundan ayrılmayan zengin diye tavsif ettiğimiz kişi ya da kişiler yok mu? Nefsimize hoş gelen ama hakikat indinde boş olan hedeflerimiz için, ideolojik körlüklerimiz ve saplantılarımız yüzünden gerçeği saptırmak ne büyük zulümdür! Yani, şimdi, bir adam eziliyorum düşüncesiyle, gidipte Allah’a şirk koşan birilerinin saflarında yer alabilir mi? Ya da, ezildiği söylenen bir Müşrik, gidipte ezildiği söylenen Muvahhit bir kişiyle aynı yerde durabilir mi? Veyahut, gerçekten iman eden ve imanı mucibince hareket eden bir zengin, gidipte müşrik bir zenginle aynı meydanı paylaşabilir mi? dostlarım bunlar gözboyama oyunlarıdır. Ezen ezilen kavgası diyerek insanlık aldatılmakta ve daha büyük ve ağır sömürülere aracı olması için kullanılmaktadır.
Mevzubahis mücadele, bir yönüyle hatta esas yönüyle iktisada dayanıyor mu? Evet. Zaten başka niçin verilmektedir kavga? Hep dünya için, yani madde için. Müşrikler sahip olup itlaf etmek için verirler kavgayı, muvahhitler sahip olup ıslah etmek için. Zaten bugüne kadar da öyle olagelmiştir; müşrikler, dizginleyemedikleri hırsları için, ekini, nesli vb. her şeyi harap etmişlerdir. Muvahhitler ise, biteviye yaşatmak için mücadele vermişlerdir. Hem malları, hem de canları ile bu kadim mücadelede saf tutmuşlardır. Tarihe bakınız kâfi! Peki, bu durumda dünya malına birileri sahip olmaya çalışmasa bile, birileri illa sahip olacak mıdır? Tabiatıyla. Peki, niçin Müslüman çalışmasın, kazanmasın, sahip olmasın? Ve müşrikler karşısında zavallı olsun, onlara muhtaç olsun. Hayır yani, dünya malı var ve birileri sahip olmak için sürekli bu uğurda savaşıyor ve sahip oldukları ile dünyaya nizam vermeye çalışıyorlar. Öyleyse niçin şeytanın çocukları kazanırken, Allah’ın kulları bakınsınlar? Ha tabi şunu söyleyebiliriz: kazanan, kazandığını bireysel zenginleşme ve bireysel zevk için kullanmasın, bu kadar köpekleşmesin ve bütün toplum için kullansın, kazanırken mutlaka helalinden kazansın, çalıştırdığı işçinin ücretini zamanında ve hakkıyla versin ve malında bulunan yoksulun hakkını layığı ile versin diyebiliriz ve bu kesinlikle hakkımızdır, gerçek olanda budur. Bilakis o kişinin bütün malına metazori el koymak diye bir şey olamaz, bu sapkınlıktır, zulümdür ve muhakkak olarak şeytani bir tezgâhtır. Ve bir de bu kişi, kazandığını, şeytani düzenlerin yok olması adına kullanmak zorundadır. Eğer kazanıyor amma bu yönde-şeytani düzenleri yok etme yönünde zerre gayret göstermiyorsa da, o kişi dünyanın en soysuz, en alçak insanıdır. Tam bir it oğlu ittir. Bunu idrak etmek çok mu zor gerçekten? Yani iktisada sahip olan, bir yerde, hayatın kurallarını belirlemiyor mu? Evet. O zaman, biz, dünyaya sahip olan müşriklerin belirledikleri kurallara uymak zorunda mı kalalım? İslam bunu ister mi? Ve biz böyle temelsiz şeylerle iştigal ederken, acaba düşmanlarımız neyle iştigal etmektedirler hiç haberimiz var mıdır? Ve bu mülksüzlük ve mülkte eşitlik kimin icadıdır, bundan maksat nedir hiç düşünüyor muyuz? İnsan kendini hem dünya için hem de ahiret için ayarlamalıdır. Bu dünyada kazanmalıdır ama kazandığına tapmamalıdır. Kazandığını hem kendi gelişimi için, hem de toplumu için kullanmalıdır ve bir de, kendisi vasıtasıyla kazandığı doğayı korumak için kullanmalıdır. Maddiyatı düşünürken maneviyatını unutmamalıdır. Maddiyatsız maneviyat düşünmek absürttür. Ama maneviyatsız da maddiyat bir o kadar absürttür ve yoldan çıkarıcıdır. Fakirlikte, zenginlikte küfre yakındır bence. Birisi sefaleti, diğeri sefahati tevlit edebileceği için. Hayata bakınız kâfi!
İnsan maddi-manevi iki yönlü değil midir? Elbette ki öyledir. O zaman, iki yönü içinde çalışmak zorundadır. Maddesiz mana, manasız madde olamaz. Maddeden manayı söküp alanlar pozitivistler ve materyalistlerdir. Ve bu yüzden de teorileri ölüdür, çürüktür, temelsizdir, insana aykırıdır. Ama maddi âlem, maneviyatın kontrolünde olmalıdır mutlaka. Bilakis İslam, maneviyatsız maddiyatı kötüler. Çünkü maneviyatsız maddiyat kirlidir, çürütücüdür, saptırıcıdır, dengeyi bozucudur. Daima maddiyatla iştigal eden, mütemadiyen kazanma hırsıyla kendini yiyip tüketen, kazandıklarını yığıp biriktiren ve durmadan sayan, biteviye hesaplarla boğuşan, hedonizmin ve tüketimin meftunu olan, ne bireysel ne de toplumsal hiçbir sorumluluk deruhte etmeyen kişiler alçalırlar, hayvandan farkları kalmaz, kazandığından da lezzet alamaz zaten böyle bir tip, tükenecek diye tüketemez ve paylaşamaz. Sahip olduğu mal sonsuz çoğalsa da kendisi sonsuz azalır ve alçalır. Ve düşe düşe esfel-i safilin çukuruna düşer. İşte İslam’ın şiddetle lanetlediği, reddettiği, azapla müjdelediği karakter budur. Yani olgular değildir, algılar ve algılar doğrultusunda ki yaşamlardır lanetlenen. Altın ve gümüş değildir, altına ve gümüşe tapmaktır lanetlenen. Ama illa tersten anlıyor bazıları. Oysa bilerek yahut bilmeyerek yanlış yapmaktadırlar ve bunu da muhaliflik sanmaktadırlar kanaatimce. Bir defa yola girdiler ya çıkmayı da yanlış addetmektedirler muhtemelen. Sonsuz üzücü bir durumdur. Ve bu yolda inat etmek, adalet ve ahlak inkîlabına ağır bir darbedir ve benim kızgınlığım bunadır. Özler değişmedikçe sözler değişmeyecek ve sözler değişmedikçe düzenlerde değişmeyecek asla. Her şey nefiste bitiyor, ilk evvelde onu ıslah etmeliyiz derim âcizane. Önderimiz ne diyordu: ‘’nefisle savaşmak, en büyük cihattır.’’ İşte İslam’ı da diğerinden ayıran en mümeyyiz yönlerinden biri de budur. İslam, özleri ıslah etmek, ruhları terbiye etmek ve devrimi içeriden başlatmak ister. Diğerleri gibi insanın maddesine hükmedip, ağır zulümlerle insanlara acı çektirmek derdinde değildir İslam ve hiçbir zaman böyle yapmamıştır. İslam ne güzeldir! Keşke idrak edebilsek!
ÇOK EŞLİLİK
Bakınız Kur’an yaşamak içindir. Kur’an bir hayat kitabıdır. İyilik, ahlak, adalet, barış, sevgi, esenlik, güzellik, doğruluk, dürüstlük, özgürlük ve aynı zamanda cihad kitabıdır. Hem manevi cihad hem de maddi cihad kitabıdır. Hiçbir kimsenin, kitabı, nefsi arzularına payanda yapması tasavvur edilemez. Bu gerçekten katıksız bir namertlik olur. Hiçbir insan buna tevessül etmemelidir. Bu dine de, dindara da ihanettir. Kur’an, senin kirli, iğrenç, şerefsizce arzularını doğrulatman için kullanabileceğin bir kitap değildir. İşte bu yüzden kimse Kur’an-ı göstererek kendi arzularının doğruluğundan dem vurmamalıdır.
Erkek var, kadın var. İkisinin de arzusu var. Cinsel istekleri var. İkisi de birbiri için var. Hem cinsi yönden hem de manevi yönden birbirlerini tamamlarlar. Hatta maddi yönden de birbirlerini tamamlarlar. Cinsellik dönemseldir ama birliktelik ömürlüktür. İkisi de bayağı insandır. Yani ne melektir, ne şeytandır. Amma cahillikle, nankörlükle, zalimlikle maluldürler. Hayat ikisinin birlikteliğiyle vücut bulur ve devam eder. Bu iki cins birbirlerine ısındırılmıştır. Yani sevdirilmiştir. Evlenirler ve bir yaşam kurarlar. Boşanma hakları da vardır, evlenme hakları olduğu gibi.
Kadın hayatın en önemli unsurlarından biridir. Onsuz asla olmuyor. Onla da pek olmuyor, zor oluyor amma olması gerekiyor. İnsanlık ağacının kökü mesabesindedir bir yerde kadın. Ocak onunla tütüyor, çocuk onunla şekilleniyor, erkek onunla anlam buluyor ve tamam oluyor, medeniyet onun sırtında yükseliyor. Yani kadınsız insanlık hayal gibi bir şeydir tabir-i caizse. Öyleyse kadının itibarını düşürecek kadar köpekleşmeyin. Kadın anandır, eşindir, bacındır, varlığındır.
Amma modernizm-sekülerizm, kadını bir meze haline getirmiştir. Gecelik eğlence malzemesi derekesine düşürmüştür. Kadını pazarlama aracı olarak kullanmıştır. Kadının onurunu ayaklar altına almıştır. Kadını orta malı konumuna indirgemiştir. Kadının haysiyetini çiğnemiş ve çiğnetmiştir. Kadını soymuş ve sadece cinssellik objesi olarak tanımlamıştır. Böylece bir tatmin aracı derekesine düşmüştür kadın. Kadın zengin pezevenklerin anlık eğlencesi olmuştur. Parası olan kalantor soluğu kadının kucağında almıştır. Elbise gibi alınıp satılan bir mal olmuştur kadın. Sürekli ezilmiş, horlanmış ve an gelmiş acımadan katledilir olmuştur. Köpekleşen insan, kadını ısırmaya başlamıştır. Domuzlaşan insan kadını orta malı olarak kullanmaya başlamıştır. Kadın, hem kendi cinsi, hem de karşı cins tarafından sürekli istismara uğramıştır. Tabi suç kadının kendisinde de vardır. Çünkü kendine değer veren yeri kendi elleriyle itmektedir. Kendi yerinin neresi olduğunu idrak edememektedir.
‘’Cennet, annelerin ayakları altındadır.’’ ‘’Allah’ın gazabı, annenin gazabı gibidir.’’ Yegâne Önderimiz, biricik canımız sevgilim Hz. Muhammed (sav). Buyurun bana bir tanecik düşüncenin, kadına bu kadar yüce bir makam verdiğini gösterin. Vallahi gös-te-re-mez-sin-iz ve gös-te-re-me-ye-cek-sin-iz. Çünkü diğerleri, kadınları alçaltarak varlık kazanırlar, kadınları kullanarak insanları aldatırlar. Yüzeye değil, derinlere bakınız. Önderimiz (sav), iki eli öpmüştür, bir anne eli, bir de çalışanın eli. Peki, bu konularda atıp tutan tayfaların tarihinde böyle yüce bir örneğe rastlamak kabil midir? Nerdeee…
Ailenin mukaddesliği yok edilmiştir. Aile mahremiyeti kavramı çiğnenmiştir. Çocuk annesi olan kadın, evini aydınlatan ateş olan kadın; orta malı olmuş, toplumu yakan bir fitne ateşi olmuştur. Toplumu soysuzlaştırma aracı olarak kullanılmıştır. Dizilere bakınız kâfi! Topluma bakınız kâfi! Reklamlara bakınız kâfi! Kadın kadınlığından çıkarılmıştır. Kimi erkeklerin kadınlaştığı gibi, kimi kadınlarda erkekleşmeye başlamıştır. Toplum ifsat olmuştur ve ifsat ateşini yakan kadın olmuştur bir yerde. Tabi aldatılarak, kullanılarak. Aynı zamanda, hayvani güdülerinin tasallutundan kurtulamayıp hayvanlaşan erkeklerde yardımcı olmuştur buna.
Kadın ve erkeği, layık oldukları yerde tutan kesinlikle İslam olmuştur. Kadına en yüce mertebeyi veren de İslam olmuştur. Kadının şahsiyetini yücelten İslam olmuştur. Cenneti, ayakları altına sermiştir İslam, kadının. Kadın gazabı Allah gazabıyla eş tutulmuştur. Kadına, annelik duygusunu, hazzını yaşamasını lütfetmiştir.
Erkeğin fıtratı bellidir. Kadının fıtratı bellidir. Nefisler azgındır. Ama gem vurmak gerekir. Gem vurulmayan nefisler sahiplerini hayvandan daha aşağılara düşürür. Çünkü nefis asla yeter demez. En basitinden bir erkek nefsi kadın konusunda yeter demez kolayca, ister ve dahasını da ister. Zira istedikçe susuzluğunu artıran bir durum vardır ortada. Aslında kadında da vardır bu durum. Fakat ölçü bellidir. Emir bellidir. İnsan arzularını gemledikçe insandır. Nefsinin dizginlerini koparıp atan insanlıktan çıkmıştır ve hayvanlardan daha da aşağılara yuvarlanıp gitmiştir. Öyleyse görevimiz insan kalmak ve insanca yaşamaktır.
Bir kadın, evinde, eşine ortak olacak başka kadınlar istemez. Zira bir fıtratı, nefsi vardır. Kocasının sevgisini, ilgisini paylaşamaz. Ve kadın bunu istemediği halde böyle bir şey dayatmak, kadına ihanettir, zulümdür, erkeklik değildir. Yani bu çok normaldir. Erkeğin gücü bellidir. Kadının gücü bellidir. Sevdiğinle evlenmek ama tam evlenmek zorundasın. Ona zulmedeceksen evlenmemelisin. Ona ihanet edeceksen evlenmemelisin. Öyle elbise değiştirir gibi kadın değiştirilmez köpek. Kadın mal değildir köpek. Köpekten daha aşağılık köpek. Ve bu durumda bir de tutup dini payanda kılmaya yeltenmek domuzdan daha da aşağı olmak demektir. Zira ayet bellidir. Anlamıyorsan bir bilene sor köpek.
Ha din, bu konuda, bazı durumlar karşısında ruhsatta vermemiş midir? Elbette vermiştir. Çocuk durumu olabilir, işte eşin vefat edebilir, şiddetli geçimsizlik vardır vs. bu konularda eminim ki din cevaz vermiştir. Tabi bu konuda biz ahkâm kesecek değiliz, eğer dürüstçe cevap almak istiyorsanız, gider namuslu bir din adamından öğrenirsiniz olayın derinliğini. Yani bu konuda ileri geri öten bülbüller yanlış ötmektedir. Hem çok eşliliği pervasızca, sorgusuz sualsiz savunan pislikler; ne de dinin bu evlilik konusunda şiddetli reddi vardır diyen sefiller doğru konuşmaktadır. İkisi de yanlıştır. İki tarafta ideolojik sapkınlıkla ve körlükle, nefsi duygularla konuşmaktadırlar.
Evliliği sadece cinsellik olarak görmek mutlak aptallıktır. Çünkü başta da dediğimiz gibi cinsellik dönemseldir. Amma birliktelik ömürlüktür. Asıl maksat, hayatı paylaşmaktır, tamam olmaktır. Neslin sağlıklı devamını sağlamaktır. Tabi cinsellikte çok önemlidir, vazgeçilmezdir amma mutlak amaç değildir ve olamaz. Çünkü bu hayvaniliğe girer.
Bir de şurası vardır: dinde çok eşlilik konusunda ayet vardır da bekârların evlendirilmesi konusunda yok mudur? Elbette vardır. Yani şimdi toplumumuzda hiç mi bekâr kalmadı da, ikişer, üçer, dörder evlenmek adına, kadınlar için utanç örneği olan bir kadın tutup çok eşliliğe cevaz verilmesi için iştigal etmektedir? Bu gerçekten ahlaksızlıktır. Hayır, ayetler bellidir yani.
‘’Ve kadınlar arasında adaleti sağlamaya gayret etseniz bile asla güç yetiremezsiniz o halde birine tamamen meyledip (ilgi gösterip), böylece diğerini muallâkta (boşta) gibi terk etmeyin. Ve eğer arayı düzeltir ve takva sahibi olursanız, o takdirde muhakkak ki Allah, Gafur'dur ve Rahîm'dir.’’ Nisa-129
“İçinizden bekâr olanları evlendirin” Nur-32
Son tahlilde; Kur’an’a gitmeyen yolların tümü şeytana çıkar. Allah namussuzluktan, arzulara göre hüküm çıkarmaktan, Hak sözü tahrif ve tahrip etmekten ve söze ihanet etmekten korusun. Allah nefsimize uymaktan ve nefsimize göre konuşmaktan korusun. Âmin.