VARLIĞIN TEMELLERİ ÜZERİNE TEZLER...16...AHİRET VAR-YOK...

Özgür DENİZ - 04.06.2011

Ayrıca, Türk-İslam âleminin de bu fikirle zerre bağı yoktur ve olmamıştır da. Var diyorsanız, bunu örneklemeniz icap eder. Hangi Müslüman Arap ülkesi ya da Müslüman Türk ülkesi, tarihinde, böyle bir fikir temelinde nizam tesis etmiştir? ‘’İslam kavimlerinde; komünist, sosyalist, nihilist gibi ‘furuk-u itizaliyye’ bulunmaz’’ derken sonsuz haklıdır Cevdet Paşa. Bu tür beşeri sapmaların hepsi Batı’nın ürünüdür. Bunların hepsi, birer ferdi hastalıktır. İnceleyin Batı tarihini, çıplak olarak görürsünüz. Batı üretmiş, Batıya gidenler cezbeye tutulmuşlar ve alıp buraya getirmişler. Gerisi hikâyedir. Hakikat tek, hata sonsuzdur. Ve bunların hepsi, insanlığın hatalarından başka şey değildir. Tek bir hakikat vardır: o da İSLAM’DIR. Amma hayatında ilk defa Batı’yı görenler büyülenmişlerdir. Kimliklerine zaten vakıf değillerdir. Ne kendilerini anlayabilmişlerdir, ne de karşısında bir çocuk gibi büyülendikleri Batı’yı. Bu yüzden de seçim yapabilecek ehliyette değildirler. Çünkü ‘’seçmek için anlamak lazımdır. Anlamak içinse karşılaştırmak gerekir. Mukayese, irfana dayanır’’ der üstat Cemil Meriç. Peki, irfan sahibi olan kim? Oysa Batı’nın sosyo-politik tarihini bilmeden ürettiği ideolojileri kavramak nasıl kabil olabilir? İdeoloji bir bütündür, belli bir dünyanın sorunlarını çözmek için hazırlanmış bir bütün, kalıp. Geçelim!

 

Diyorlar ki, mülksüzlük yahut mülkte tam eşitlik. Peki, bu nasıl olacak? Yani hissederek yaşadığımız ve kahir ekseriyetle ideolojilerin hükmettiği hayatta bunun tek yolu var: Komünizmle. Yani, hayır, başka bir yolla mümkünse ve bilmiyorsak, buyurun söyleyin ve bizde bilelim ve saflara iltihak edelim. Peki, komünizm iktidarsızlık mıdır? Yani düzensizlik, devletsizlik, hükümetsizlik midir? Ne münasebet! Bilakis, proletarya diktatörlüğüdür ve devlet kapitalizmidir. Yani devletin zenginliği, kompradorluğu vardır. Aslında komünizm nedir biliyor musunuz dostlarım? Zenginlerin devlet olmasıdır. Hani devlet kontrolünü sevmezler ya ve normalde dağınıktırlar ya ve mülk üzerinde tam hâkimiyetleri yoktur ya, işte komünizm bunları mutlaklaştırıyor yani tanrılaştırıyor bir yerde. Ve artık, bütün toplum tek tek zenginin değilde, tümleşmiş-devletleşmiş-merkezileşmiş zenginlerin kulu oluyorlar. Ve bu yolla hükmetmek daha kolay oluyor. Çünkü bütün kurumlar bunların tekelinde oluyor, halk tık çıkaramıyor, koşulsuz itaat etmek zorunda kalıyor. Geçelim!

 

Söyledik ama tekrar soralım; komünizmde mülkün bir sahibi olmayacak mıdır? Bir hükmedici yapı, sistem, şahıs yok mudur? Vardır. Peki diyelim ki halk mülksüzleştirildi. Bütün mülk kimin elinde olacak? Devlete egemen zümrenin elinde olacaktır elbet. Yani bir nevi sadece devlet kapitalist olacak. Yani komünist önderler, komünist maskeli kapitalist baronlar olacaklar. Burada derin bir detay var ıskalanmaması gereken. Filhakika mülksüzlük propagandası, halkı mülksüzleştirip bütün mülkü devletin yani komünist baronların ya da gerçek ifadesiyle komünistleşmiş kapitalist baronların tekeline verme oyunudur. Peki, halk mülksüz olunca ne olacak? Devletin mutlak kölesi olacak. Aklı, iradesi, ihtiyarı ortadan kalkacak. Adeta tabir caizse üretici, taşıyıcı olacak ve verilirse yiyecek. Zira artık zırnığı yok. Mutlak şekilde, devlete muhtaçtır. Peki, bu ne demektir hakikatte? Türk islam dünyasının ebedi köleleştirilmesi demektir. Hayvanlaştırılması demektir bir yerde. Zaten Müslümanları hayvan olarak görmez mi siyonist? ‘’Türkler Müslüman’dırlar, dolayısıyla hayvandırlar, onlara karşı atom bombasını kullanabiliriz.’’ Çörçil denilen domuz yavrusu söylüyor bunu. ‘’Türkler aşağı ırktırlar, barbardırlar ve elimine edilmeleri gerekir.’’ Darvin denilen bunak kusuyor bunu. (Türk Milleti faşisttir öyle mi?) Haddizatında, Darvin’in ve Çörçil’in, bu sözlerin de Faşizmin ne olduğu da, kimlerin genlerinde olduğu da deşifre olmuş oluyor, tabi anlayana. Bu dini öğretilerine bile yansıtılmıştır. Zaten komünizmin de alt yapısı, kesinlikle ve kesinlikle, milim şaşmayacak şekilde Muharref Tevrat’tır. Metafizik yönü alınıp atılmış olan ilahi öğretilerdir. Hatta İncil’de bile çok küçük belirtiler bulabilirsiniz. Kim ne derse desin bu böyledir. Dileyen incelemekte serbesttir. Bu yolda olanlar, bilerek ya da bilmeyerek, siyonist emellere hizmet etmektedirler. (Yahudiler, genellikle, kapitalist, sosyalist ve komünist olurlar. Adolf Hitler.)

 

Artık bu toplumlar, mülksüzleştirilen toplumlar, komünist baronların, hakikatte siyonistin ebedi hizmetkârlarıdır bu durumda. Aslında işin özünde istenen de budur. Yegâne gaye budur. Gerisi angaryadır. Hikâyedir. Önce kapitalist olan baronlar sonra komünist olmaktadır. Güya değişim vardır sözünde ama değişen bir şey yoktur özünde. Yani Komünizm ve mülksüzlük, İslama ve Müslüman-Türk kavimlerine kurulmuş tehlikeli ve lanetli bir tuzaktır. Mülkü, siyonist yahudiye devretme oyunudur. Dünyayı siyonizmin inhisarına devretme tuzağıdır. Siyonist protokollerde de, sarih şekilde izah edilir bu durum. Ve toplumlar, daima iki sütkardeş, iki cambaz arasında mahkûm edilmek istenmektedir. Hatta bunlara üçüncü kardeşi de, Faşizmi, ilave edebiliriz. Lütfen bana kızmayınız yoldaşlar, zira size sözüm yok, ben hissettiğim tehlikeyi ifşa ediyorum ve kızgınlığım şeytanadır. Biz gördüğümüz resmi izah etmeye çalışıyoruz naçizane. Resim, zifiri karanlıksa size yansıtılanda aynen olacaktır. Suç bizim değildir. Kalbi anlayış ummak hakkımızdır.

 

‘’Komünistlerin düşüncelerinin altyapısı; dünyaperestliktir. Bu düşünce tarzı, bu çerçevenin dışına çıkamaz.’’ Ali Şeriati.

 

Mülk konusunda ki inadın asıl derinliği, siyonistin dünya hâkimiyet projesinde gizlidir. Bu yönle ilgili iştigaller, tamamen bu gayeye hizmet etmektedir. Bilinçli ya da bilinçsiz, bu yolda ki bütün gayretler bu hedefe çıkmaktadır. Lütfen şu sözleri aklederek tahlil ediniz: ‘’Bizim için esas ve ülkü olan şey: iman ve değerlerdir. Âdemoğluna yön veren, yaşamaya anlam katan şey; ‘’varolmak niçindir?’’ ve ‘’yaşamak nasıl olmalıdır?’’ gibi değerlerdir. ‘’Artık ideoloji çağı geçmiş, şimdi dönem teknolojik üstünlük dönemidir’’ fısıltısı, imandan korkan ve inanç temellerine (komünizmde) ve insani değerlere (liberalizmde) yaptıkları ihanetleri tevil etmeye çalışan sol ve sağ iktidarların tehlikeli komplosudur. Bunun içinde her iki kutup ‘’ilerleme’’ ilkesine dayanmaktadır. İlerleme aldatıcı bir maske olup bugün onun arkasında korkunç cinayetler işlenmekte ve en yüce insani değerler ayaklar altına alınmaktadır’’ diyor üstat Ali Şeriati. Ne muazzam bir tespit ve tam isabet değil mi? İslam haricinde ki, bütün düşünceler, mutlak şekilde maddecidirler ve bu yüzden varlığa madde temelinde bakarlar. Ve dünyada da, maddeye yani bir nevi dünya mülküne, mutlak olarak hâkim olmak isterler. İşte malum söylemlerin temelinde de bu vardır ve insanlık aldatılmaktadır-aldanmaktadır. Mülksüzlük-mülkte tam eşitlik, insanları, küresel lordların-müşriklerin mutlak kulu yapmak için ortaya atılan safsatalardır. Şeytan, yeryüzü egemenliği için insanların yaşam sebeplerini kendi ellerine almak istiyor yani rızkın kaynağını ve varoluş sebebini. Böylece bütün insanları boyunduruk altına alacak. Tahrif ve tahrip edilmiş olan İlahi öğretide ki gibi, bütün insanlar kendisine hizmetkâr olacak.

 

 

Mülk konusunda, biteviye düşünce üretenlerin, üst perdeden konuşanların ve sözlerine de kutsal öğretilerden referans bulduğunu ileri sürenlerin, bilsinler ya da bilmesinler, nihayetinde hizmet ettikleri yer bahsettiğimiz yerdir. Tabi mülksüzlük ya da mülkte tam eşitlik düşüncesini savunuyorlarsa geçerlidir bu. Ki zevahire göre savunduklarını zannediyorum. Söylenenler, arzuların aynasıdırlar. Ama yazık edildiğine inanıyorum. Toplumsal felahın geciktirildiğine inanıyorum. Ayrılıkların bu şekilde bitmeyeceğine inanıyorum. Birliğin bu yolla sağlanabileceğine inanmıyorum. Bilakis, ayrılıkların süreklilik kazanacağına inanıyorum. Niçin doğruyu görmek istemiyoruz ve illa bildiklerimizin doğru olduğunu sanıp, aynı yolda yürümede inat ediyoruz anlamıyorum? Oysa gerçek belli! Yani Allah, KESİN KANITLARLA gönderdiğini söylemiyor mu bütün insanlık önderlerini (Hadid-25)? Peki, biz daha ne arıyoruz Allah aşkına? Yoksa Allah’ın söylediklerine şüpheyle mi bakıyoruz, sümme hâşâ? Kesin kanıtlarla gönderilen bir din, ne payanda olur ve ne de payanda arar. Bu yönlü olanlara zerre itibar etmeyiniz, İslam ümmetinin pak ve necip evlatları!

 

 

AHİRET VAR-YOK

 

Ahiret müthiş bir meydan okumadır. Had bildirmedir. Sarsıcı ve çıldırtıcı uyarıdır. Uyandırma ve kendine getirmedir.

 

İnsanların yaşamlarının istikametini tayin eden en önemli olgudur. Ahiret olmasa, dünya vahşi bir ormana dönerdi şüphesiz. Yeryüzü kızıl nehirlere dönerdi. Amma var ve bunlar olmadı, badema da olmayacak. Gerçek budur.

 

Farz-ı mahal, mahkemeler yok; nasıl olurdu insanlar? Kuduz itler gibi birbirini yerdi. Güçlü zayıfı ezerdi. Caniler, soyguncular aramızda gezerdi. Amma mahkemelerden ve cezalardan imtina edildiği için ve özgürlük diye bir olgu olduğu için, insanlar nefislerini gemleyebilmektedirler. İşte ahiretin fonksiyonu da bu gibidir tabir caizse. İnsanlar nezdinde soyut bir şeymiş gibi dursa da, ruhlarının derinlerinde ahirete karşı besledikleri duygu ve inanç, arzularını gemlemelerine neden olmaktadır. İnsanlar kayıtsız kalsalar da, hatta inkâra tevessül etseler de ruhlarına dercedilmiştir bu duygu.

 

Biraz analiz yapalım: şimdi, şirk koştunuz ve koşturdunuz; haramlara battınız ve batırttınız; kumar oynadınız ve oynattınız; fuhuş yaptınız ve yaptırdınız; içki içtiniz ve içirttiniz; hak yediniz ve yedirttiniz; zulmettiniz ve ettirttiniz; faiz yediniz ve yedirttiniz; iftira ettiniz ve ettirttiniz; bütün yüce kutsallıklara küfrettiniz ve küfrettirttiniz vs. ve siz ömrünüzü böylece ikmal ettiniz ve tövbesiz de öldünüz.

 

Diyelim; ahiret var. Peki, ahirette hesap neye göre? Kur’an’a göredir. Yani ahiretin var olduğunu kabul ettiğimiz takdirde hesabında Kur’an’a göre olacağını kabul etmek zorundayız. Çünkü ahiretten söz eden sadece Allah’tır. Öyleyse, soralım: bu yaşam Kur’an’a uyar mı? Asla uymaz, bilakis lanetlenir. Noldu? Mutlak surette kaybettiniz. Yeriniz neresi? Kesin hüccetlerle ifade edilmektedir ki; cehennem.

 

Diyelim; ahiret yok. O zaman hesapta yok ve direkt kurtuldunuz. Yani yokluğa mahkûmiyet seni kurtardı. Peki, bu dünya yine var ve sensiz de devam edecek. Söylesene, dünya da nasıl anılacaksın? Toplumun kahir ekseriyeti, seni lanetle anacak. Zira topluma zerre faydan olmadı. Üstelik kendin gibi nicelerine örneklik teşkil ettin. Yani toplumu kirleterek gittin ve gittikten sonra da kirletmeye devam ettin. Yani laneti hak ettin. Yaşarken, seninle olanlar da, seni pek umursamayacak; belki çoğu geberdi gitti diyecek. Zira mutlak maddeciler duygudan mahrumdurlar ve böyle şeyleri umursamazlar. Noldu? Bu dünyada da kaybettin.

 

Son tahlilde; ahiret varsa da, yoksa da kaybettin. Sahi, böyle bir hayat yaşanmaya değer mi sizce, bizce, hepimizce? Değmemeli bence! Çünkü kârsız ve ziyanla dolu bir hayat. Faydasız bir hayat. İlerisi de, gerisi de kayıp veren bir hayat. Hatta sefil ve sefih bir hayat.

 

Şimdi de şöyle bir akıl yürütelim: şirk koşmadınız ve koşturmadınız; helalden sapmadınız ve saptırmadınız; kumar oynamadınız ve oynatmadınız; içki içmediniz ve içirmediniz; fuhuş yapmadınız ve yaptırmadınız; hak yemediniz ve yedirtmediniz; faize bulaşmadınız ve bulaştırmadınız; iftira etmediniz ve ettirtmediniz; bütün yüce kutsallıklara karşı sadakatli ve saygılı oldunuz ve olunmasını sağladınız; sürekli iyilik yaptınız ve yapılmasını tavsiye ettiniz vs. ve farz edelim ki ahiret var. Siz de ömrünüzü böylece ikmal ettiniz ve üstelik buna rağmen yine de tövbe ederek öldünüz.

 

Diyelim; ahiret var. Ahirette hesap neye göreydi? Kur’an’a göre. Öyleyse, soralım: bu yaşam Kuran’a uyar mı? Sormak bile abes. Böyle yaşayan kişi, zaten ‘’yaşayan Kur’an’’ olarak var olmuştur. Noldu? Muhakkak kazandınız. Yeriniz neresi? Mutlak hüccetlerle ifade edilmektedir ki; kesinlikle cennet.

 

Diyelim; ahiret yok. O zaman hesapta yok. Kurtuldunuz demenin de anlamı yok. Çünkü olsaydı da, zaten kaybetmeyecektiniz. Yani yokluğa mahkûmiyetle umduğun amma kaybettiğin bir cennetin var. Aslında kaybın var yani, olmamasıyla. Amma bu dünya var ve sensiz de devam edecek. Ve sen dünyada rahmetle, duayla anılacaksın, kahir ekseriyetçe. Zira varlığınla toplumu anlamlandırdın. Topluma büyük faydalar sağladın. Dostların seninle huzur buldular. Düşmanların bile seninle güven buldular. Üstelik kendin gibi nicelerine örneklik teşkil ettin ve iyiliklerin baki kalmasını sağladın. Yani dualarla ve rahmetlerle anılmayı hak ettin. Yaşarken seninle olanlar, seni daima hüzünle, duayla yâd edecekler. Seni sevmeyenler bile, zevahirde yandaşlarına karşı iyi oldu derken, batında yokluğundan dolayı gamlanacaklar, zira düşmanlarına bile faydalı oldun. Noldu? Bu dünya da kazandın. 

 

Son tahlilde; ahiret varsa da, yoksa da kazandın. Sahi, böyle bir hayat yaşamaya değmez mi sizce, bizce, hepimizce? Değmeli derim ben! Çünkü müthiş kârlı ve güzellik, iyilik dolu bir hayat. Faydalı bir hayat. İlerisi de, gerisi de kayıpsız ve kazanç dolu bir hayat. Şimdisi de, yarını da cennet olan bir hayat.

 

İşte güzel ve can dostlarım;

 

İnsanların yaşamlarını belirleyen yegâne dinamik olgu; ahiret hayatıdır. İnsanlar bu dünyada ahiret ekseninde yaşarlar. Ahirete iman ediyorsanız, yaşayacağınız hayat bellidir. Ahireti inkâr ediyorsanız, yaşayacağınız hayat bellidir. Ve dünyada ki bütün seçimlerde bu temeldedir. Faraza, bu seçim, siyasi bağlamda olsa bile.

 

Olayın bir başka boyutu da şurasıdır: ahirete iman etmeyenler, mutlak olarak maddeperesttirler. Bunu olumsuzlayacak hiçbir argüman sunamazsınız. Tarihin kayıt defterinde böyle yazılmıştır, bundan sonra da böyle olacaktır. ‘’Komünistlerin düşüncelerinin altyapısı; dünyaperestliktir. Bu düşünce tarzı, bu çerçevenin dışına çıkamaz.’’ Ali Şeriati. En dipte ise, Darvinizm’dir bu. Zira din dışı bütün ideolojilerin kökeni Darvinizme varır dayanır. Bu düşüncenin ne olduğu da âlemin malumudur. Ve bu düşüncenin insanları ne kadar da toplumcu gözükseler de hakikatte bireycidirler. Toplumcu gözükmelerinin sebebi ise, zaferlerini toplumsuz kazanamayacaklarını iyi bilmelerindendir. Peki, toplumcu olan kişi-kişiler; toplumuna zerre faydası olmayan, bilakis içinde yaşadığı topluma ağır kayıplar veren bir hayatı yaşar mı?

 

Söyleyin lütfen; kumarın topluma ne faydası vardır? İçkinin topluma hangi faydası olmuştur? Faiz belası ne vermiştir topluma? Fuhşun, topluma sunduğu katkı nedir? İftira, ihanet, zulüm, hak gaspı gibi ahlaksızlıkların topluma kazandırdıkları nelerdir? Ve bu yaşamlar muhakkak bireysel tatmin sağlamaktan başka işe yaramaz, topluma zerre faydası yoktur.

 

İman edenler ise toplumcu yaşarlar. Zaten düşünceleri toplumcudur. İyilikler toplumun fertlerini bir arada tutar. Aile yapısı, toplumun huzurunun temelidir. Paylaşmak, kardeşliği perçinler. İçki içmemek, insanların hayatlarını kurtarır ve bu topluma artı değer olarak geri döner. Kumar oynamamak yuvaları diri ve dinç tutar, küçük yuvalar böyle olursa, büyük yuva da huzur hüküm sürer. Fuhuştan uzak kalmak, aile bağlarını güçlü kılar, ailelerin huzurlu, mutlu olmasını sağlar ve bu da topluma yansır. Yani iman edenlerin her yaptıkları topluma muhakkak döner.

 

İstisnalar kaideyi bozmaz. Gerçekten bozmaz ve bu mevzuda ki istisnalar tam istisnadır, istisna kalmaya da mahkûmdur. Ve istisnalar bakarak, muhakkak bir hüküm çıkaramayız.

 

NÜANS:

 

BİR:

İnsanlara bakıp ve İslam’a düşman olup kaybedeceğine; İslam’a bakıp insanlara düşman ol ve kazan. Akıllılık budur bence. Zira kötü olan ve kötülüğe sebep olan, İslam değil insanlardır. Öyleyse birileri, İslam olduğunu söyleyipte göz göre göre kötülük yapıyorsa, insanları yanılgılarla boğuyorsa, düşmanla müttefik oluyorsa, o şerefsiz pisliğe kızmalısınız, İslam’a değil. Fakat bizler napıyoruz? O pisliği, İslammış gibi algılıyoruz ve İslam’a kin duyuyoruz. Bu gerçekten yapıldı ve yapılıyor. Hayır, yani şimdi, adaletsizlik yapan biri için, onun İslam’dan dolayı böyle yaptığını düşünebilir miyiz? Bu gerçekten haysiyetsizliktir. Zira adalet, İslam’ın özüdür, temelidir. Adaletsiz olanların cehenneme gideceğini söyleyen Allah’tır. Yer ve gökün adalet üzerinde durduğunu söyleyen Önder’dir (sav). Bu kadar kifayet etsin inşaallah.

 

İKİ:

Niçe, ‘’mutlu ve rahat yaşamak istiyorsan, kendin olmayı unut ve topluluğa karış, sürüye katıl’’ diyordu. Gerçekten çok doğru bir söz söylemiştir Niçe. Zira mutlu yaşayanlar ve diğer insanların ağız tatlarını kaçıranlar, genelde sürü psikolojisine kendilerini teslim etmiş olanlardır. Kendileri olmaktan korkan yığınlardır. Bunlar topluluğa karışırlar, sorumluluklarını başlarında ki dikili taşa devrederler ve mutlu-mesut yaşayıp giderler. Bu tipler, dünyanın en sefil mahlûklarıdırlar. Yani yine sessiz kaslınlar amma kendi başlarına kalsınlar deseniz, bunu bile yapamazlar. İlla teslim olmak, benliklerini başka benliklerde eritmek isterler, alsak gibi yaşarlar. Ve diğer yaşamları da zehirlerler. Ve toplumların başlarına ne gelirse de, bu ‘’mutlu kalabalıklar’’ yüzünden gelir. Buradan, bu toprağın yüzde 70’lik kesiminin içine giren aziz evlatlarını, içten bir saygıyla ve derin bir coşkuyla selamlıyorum zira kendileri olarak kalmak ve barbar batının içinde erimek istemiyorlarmış. O güzel yüreklerinizden öpüyorum, asil kardeşlerim.

 

ÜÇ:

Bu ülkede, muhakkak bir ‘’kültür devrimi’’ gerekiyor. Zira kültürsüz bir yığına döndük. İdeolojik sürüler haline geldik. İdeolojik baronlar, hayatlarımızı adeta esir almışlar. Bu yüzden de, bu ülkede bir nane olmuyor. Hiç kimse, kendinden olanın hatasını görmüyor. Kendinden olanın zarar görmemesi adına, gerçekleri izhar edemiyor. Tenkitten imtina ediyor. Oysa bu çok yanlış. Asla kültürlü insan özelliği değildir bu. Tam bir ideoloji insanıdır bunu yapan. İdeoloji insanı, körü körüne bağlıdır. Gözlerinde at gözlüğü takılıdır. Tenkitten korkar. Üstelik ahmakça, saçma sapan bir sebeple. Kendi ideolojisinin zarar göreceği zannıyla. Oysa bırak ideolojin yanlışsa batsın gitsin kardeşim. Kıymetli olan sensin. Hiç kendi kayıbını düşünüyor musun? Oysa adalette müttefik olmalıyız. İdeolojileri bir kenara atmalıyız. Hangi iktidar olursa olsun yanlış yapınca, temele ihanet edince karşısında durmalıyız. Kimse istediği gibi hareket edememelidir. Bunun önüne geçmeliyiz. Bir ideoloji gitsin, öbürü gelsin, o gitsin beriki gelsin. Nedir bu ya? Hepimiz birleşsek hakta, hukukta ve bir momerandum versek bütün ideolojik baronlara ve çaldırmasak umutlarımızı, kirlettirmesek hayallerimizi olmaz mı kardeşlerim? Kültürlü insan, kendi kafasıyla düşünür. Kültürlü insan gerçeğin peşindedir. Kültürlü insan asla kuru mantıkçı olamaz, önyargılı olamaz, kesin inançlı olamaz. Kültürlü insan güzel yaşam peşindedir. Kültürlü insan geniş perspektiften bakar dünyaya. Zihin pencereleri sonuna kadar açıktır. Kültürlü insan kitaplarla-sözle-düşünceyle beslenir. Kültürlü insan haysiyet davacısıdır. Kültürlü insan mesuliyet sahibi insandır. Kültürlü insan fikriyle savaşır ve tabi icap ettiğinde kılıcıyla da. Kültürlü insan tutkuyla değil, sevgiyle ve bilinçle bağlanır. Okumuyoruz. Sefaletimizin sebebi; kültürsüzlük. Kültürsüzlüğümüzün sebebi; kitapsızlık. Nihayetinde ortaya, ‘’kültürsüz ideolojik yığınlar’’ çıkıyor ve hayatı zehir ediyorlar, kendileriyle birlikte herkese.

 

 

BİR ÖNCEKİ YAZININ DEVAMI BABINDA:

 

Ey yargıç! Kendini mutlak karar mekanizması zannına kapılma. Hakkında karar verecek kimse yok diye nefsine uyma. Bil ki dilediğin gibi karar verme hakkın yoktur. Adaletin katli fitneyi doğurur. Vicdanları sızlatır. Herkesin kendi kararını vermesi gibi vahim bir sonuç doğurur. Anarşiye neden olur. Adalet, huzurun sübabıdır. Adalet, düzenin canıdır. Adalet, mülkün temelidir. Adalet, mazlumun yoldaşıdır, silahıdır. Zalimin korkusudur. Kararını satacak kadar alçalma sakın. Kodamanların külahı olma. Zalimlerin silahı olma. Birgün kendinin de sanık olacağını, hakkında da karar verileceğini sakın nisyana terk etme. Zira o gün, senin şahit olduğun ve yargıç olduğun günlerden daha çetin bir gün olacaktır ve mutlak adalet yerini bulacaktır. Eğer kararını satıyorsan, kendini de satacak kadar adisindir bil. Ve bu, büyük bir ihanettir. Birgün senden olanlarında, senin gibi olanların karşılarına çıkma ihtimalini asla hatırından çıkarma. Bil ki; eden bulur. İlla kendisinin bulması değildir bu, kendisinden birilerinin de bulabileceği anlamındadır. Lütfen adil ol! Karanını vicdanınla ver! Asla kararını satma! Kodamanların dili olma! Hakkın ve halkın dili ol!

 

Ey aydın! Diyorum amma aydın mısın bilmiyorum. Pek aydınlığını görmüyoruz. Sürekli karanlık üreten bir zavallısın. Ne konuştuğunu, ne yazdığını bilmiyorsun. Tek çözüm üretmiyorsun. Kaosu, varlığının temeli görüyorsun, çünkü kendini pazarlayabiliyorsun. Boş okuyorsun, söz değil laf dokuyorsun. Kendi değerlerine körsün, hakikate sağırsın, zulümlere vicdansızsın. Eline kalem almışsın ama kullanmasını bilmiyorsun. İdeolojilerin köpeği olmuşsun. Havlayıp duruyorsun. Mutlak bir dedikoducusun. Vakit öldürüyorsun. Her şeyi katlediyorsun. Oysa elinde ki kalem kutsal, dilinde ki söz namustur. Ama sen söze ihanet eden, kalemini satan bir namussuz olmuşsun. Sürekli şarlatanlık yapıyorsun. Paranın köpeğisin. Hak falan tanımıyorsun. Fakat kendine gel. Haddini bil. Üzerinde yaşadığın toprakları tanı. Bağrında yaşadığın millete ihanet etme. Seni sen yapan değerlerine sadakatli ol. Ölümlü olduğunu unutma. Kalem sende diye hüküm vermeye yeltenme. Her kalemin miadı vardır ve zamanı gelince kırılır unutma. Halkın umutlarını kodamanların çıkarlarına değişecek kadar alçalma. Hem görevini yapmayıp hem de kötülüklerden dem vurmak tam anlamıyla domuzluktur. Domuzlaşma. Hülasa, senin varoluşunun temeli olan, kalemine ve sözüne sahip çık. Onları gözün gibi koru, namusun telakki et. Onları kıymetten düşürme. Amma önce aydınlanmaya ihtiyacın var bil! Bilakis, papağandan bir farkın olmaz.

 

Ey âlim! Âlimsen, âlimliğini yap. Hakikati eğip bükme. Hakikati batılla örtme. Bu ihanettir. Kitap yüklü eşek olma. İlminle amel et. Kendini bilmeyenlerden olma. Bil ki, kendini bilmeyen âlim değil, malumatfuruş bir zalimdir. Âlim, asla şeytanla pazarlık yapmaz. Âlim, hak uğruna baş koyan kimsedir. Başını verir ama ilmini ve hükmünü satmaz. Âlim, doğrudan asla sapmaz. Peşinden gelenleri aldatmaz. İlmini satan âlim, alçakların en alçağıdır. Âlim, aydın gibi değildir. Âlim, kardeşlerine karşı hoşgörü sahibidir. Kardeşlerinin hatalarını örtücüdür. Kardeşlerini hatalarından dolayı onları tahkir edici ve reddedici değil, onları uyarıcı ve kucaklayıcıdır. Âlim, hakkı ayakta tutucudur. Hakka ve halka ihanet edici değil. Âlim, kodamanların mühürcüsü değildir. Bunu yapan âlim melundur. Âlim, zalimlere karşı hakkı olduğu gibi haykırandır. Âlim, korkusundan ve menfaat kaygısından dolayı gerçeği gizleyen olamaz. Bu şerefsizliktir. Âlim, lüzumsuz takiyecilik yapamaz. Ömrünü bu şekilde geçiremez. Âlim, dünyayı kurtarmakla görevli sayamaz kendisini. Âlim, hakikatin neferidir. Âlim insanların feneridir. Ey âlim! İlahını bil. Önderini bil. Kitabını bil. Ve asla bunların izinden sapma. Doğruyu yanlışla, bilerek karıştırma. Zalimlere karşı sessiz, mazlumlara karşı ceberrut olma. İktidar sahipleriyle yiyip içme. Mazlumlar sofranda bulunsun. Eğer, bu vasfı taşıyamıyorsan, insanları bu vasfınla aldatmayı bırak. Zira bunun bedeli çok ağırdır. İnsanları, Allah ile aldatan bir şeytan olma. Ömrünün bedeli, ahirette, en ağır olan zümrelerden olduğunu asla unutma. Şeytanlaşma, şeytanlaşanlarla savaş. İlminle savaş, malınla savaş, canınla savaş. Hülasa; İlminle amil ol.

Tarih: 04.06.2011 Okunma: 699

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?