Şöyle ki; Müslümanlara tehlikeli tuzak kuruyorlar. Yersiz ve art niyetli sitayişlere boğulan Müslümanlar gerçekleri dile getirmekten korkuyorlar, kendilerinden olanları savunmaktan ürküyorlar. Oysa hem kendinden olanı gerektiğinde destekleyecektir, hem de uyarmaktan imtina etmeyecektir. İşte İslam şudur, Müslüman şöyle olmalıdır gibi propagandik manipülasyonlarla, Müslümanların söz söylemeleri engelleniyor. Küfrü tenkit etmelerinin önü kesiliyor, zımnen Hakkı, batıl ile örtmelerine neden olunuyor. Ne hazin ki tuzağa da düşülüyor. Sen nasıl Müslüman bir düşünürsün-aydınsın? Sözü kifayet ediyor susturmaya. Müslüman aydın, adeta zincirleniyor. Ya da küfrün yanında yer alıyor bilmeden. Ama diğer taraflar, kendileri, istedikleri gibi at oynatıyorlar. Lakin bizim garip aydınımız bunu fark edemeyecek kadar körleşmiştir. Zira sitayişler nefsini okşamaktadır. İşte İslam kapitalizme karşıdır, İslam ahlakçıdır, İslam adaletçidir denilerek ve Müslüman’lara da; onlar artık emperyalist olmuştur yaftası vurularak, Müslüman aydınların önlerine ciddi set oluşturulmaktadır. Yani Müslümanlar zımnen birbirlerine düşman edilmektedirler. Hayır yani Müslümanlar emperyalisttir de, diğerleri necidir? Bunlar tamamen oyundur. Müslüman’ı Müslüman’dan ayırma ve Müslüman eliyle Müslümanlara hâkim olma oyunudur. Kim ne derse desin gerçek budur, hayat bize yalan söylemez, insanlar kandırsa da tarih bizi kandırmaz.
Burada, olayları saptırma gayretinde isem şerefsiz evladıyım. Sadece yüreğimden konuşuyorum. Vallahi sonsuz samimiyim. Çünkü üzülüyorum. Ha ben mutlak doğruyum demiyorum amma gördüğüm resim maalesef bu. Emperyalizme yardakçılık edenler yok mudur? Elbet vardır amma onların da İslam diye bir davalarının olduğundan kuşku duyulur. Onlar, küreselleşen dünya diyerek değerlerinden taviz veremeye tevessül edecek kadar korkak ve zavallı tiplerdir. Hiç kimse, bunlar yüzünden bir genelleme yaparak diğer Müslümanları töhmet altında bırakamaz ve karalayamaz. Ayrım iyi yapılmalıdır. Hayat fikirler üzerinden yürümüyor bebeğim. Ve hayat bir istihbarat ve iktidar savaşından ibarettir bebeğim. Herkeste sadığımız gibi erkek değil! Diyelim ki; Müslümanlara kızdık, lanetledik ve def ettik. İktidar diye bir gerçeklikte var. İktidar olanın toplumun bütün alanına hükmetmesi diye de bir gerçeklik var. Peki, Müslüman’ı def edince kim gelecek? Güya anti-emperyalist baylarımız gelecek. Peki, onların kadim ve temel değerlere bakışları nasıldır? Bilmediğimizden değil, laf olsun diye soruyoruz. Keza, onlar melektirler de, Müslümanlar şeytan mıdırlar? Hayır yani kardeşim, düz laf edelim; insan, aynı insandır. Nefis ikisinde de vardır. Anti-emperyalist dediklerimiz gelince çok mu rahat edeceksiniz? Her şey mükemmel mi olacak? Ahlakilik ve adalet mi egemen olacak topluma? Dininizi gerçekten daha mı hür yaşayacaksınız? Dünyada ki bütün kötülüklerin yegâne sebebi Müslümanlar mıdırlar yani? Bu yönlü tavırlar Müslümanları itmekten ve tefrika yaratmaktan başka nedir Allah aşkına? Yalan, yalan, yalan, vallahi yalan. Bunların hepsi derin manipülasyonlar ve tehlikeli oyunlardır. Bana bunun normal olduğuna dair tek bir ayet ve tek bir hadis gösterin ayaklarınızdan öpmezsem namerdim. Dürüst olalım bebeğim dürüst. ‘’İnsanların başlarına gelenler, kendi elleri ile işledikleri yüzündendir’’ derler Allah’ımız. Kendi ellerimizle kendimizi zincirlemeyelim derim. Ve yanlış olduğumu ispat edin, sözümden döneceğime söz veririm. Geçelim!
Şimdi, zalim, ahlaksız ve adaletsiz kapitalist bir sistemde, İslamilere; sen İslam’ın kaidelerine göre çalışıp kazanacaksın ve yaşayacaksın demek nasıl bir şeydir Allah aşkına? Yani sitemin kodamanları, diledikleri gibi, hiçbir kaide, kural tanımaksızın hareket etsinler, çalışıp kazansınlar ama Müslümanlar, İslam’ın kaidelerine göre hareket etsinler. Bu Müslüman’ı salak ve ahmak yerine koymak olmaz mı? Evet, Müslüman haksızlık yapsın, ahlaksızlık ve adaletsizlik etsin demiyoruz ama hâkim sistemin kurallarını da sarf-ı nazar edemez. En azından kuralların bilinciyle hareket etmelidir, sapmadan mevcut sistem içerisinde yaşamasını becermelidir. Tabi bir taraftan da değiştirme gayreti içerisinde olmalıdır. KESİN KANITLAR TEMELİNDE, ADİL BİR DÜZEN adına mücadele etmelidir. Üstat Ali Şeriati’nin de ciddi olarak tahlil ettiği bir yön vardır. Şöyle ki; Kapitalist sisteme göre al, ama İslam’a göre sat, sahi ne demektir bu? Evet, sizce bu derin bir detay değil midir ve üstat haksız mıdır? Müslüman’a, sen öl demekten başka nedir bu? Ve namussuza, şerefsize, tefeciye, pis mikrop kodaman domuza sen geç demekten başka hangi anlama gelir bu? Ve Müslüman geri zekâlı mıdır? Müslüman böyle bir sitemde çok uyanık olmalıdır, ama temel değerlerine de ihanet etmemelidir. Dengeyi çok iyi ayarlamalıdır. Bu sitem içinde yaşarken, bir yandan da bu sistemi yok etmek için mücadele etmelidir namusluca. Yani olabildiğince ahlakilik çerçevesinde hareket etmelidir, bilmelidir ki; kendisine yol gösterilecektir. Düzenin yanlışlığından dem vurupta, yanlış düzeni değiştirmeye çalışmayan soysuzdur. Düzenin yanlışlığından kazanarak güçlenip ve düzenin idamesinden yana sorunu olmayan ama bir yandan da insanlara İslam’dan dem vuran katıksız bir kahpedir, münafıktır.
DEVLET DÜŞMANLIĞI ÜZERİNE
Devlet mevzuunda çok yazdık amma bidaha yazalım dedik. Devlet, birliğin vücut bulmuş halidir. Evet, bir milletin, birlik ve beraberliğinin resmidir devlet. Devlet toplayandır, aynı hedefe yöneltendir, vatandaşları adına ve vatandaşları için eylemde bulunandır. Hayatın karmaşasında, fertleri aşan durumların varlığı bir gerçekliktir. İşte fertleri aşan durumlarda, devlet, vatandaşı için gücünü ortaya koyar ve büyük meseleleri halleder. Ortak karar mekanizmasıdır. Farklı toplumlarla münasebetlerde, fertler belirleyici olabilirler mi? Buna evet demek katıksız ahmaklıktır. Yani, illaki, seninde duygularını ve düşüncelerini yansıtan devletin belirleyici olur, muhatap olur. Devletsizlik garipliktir. Çünkü devletsiz olanlar, devletleşmiş toplumların hâkimiyetine girmek zorunda kalırlar bir şekilde. Tarihte bunun örneklerini görmek kabildir. Düz ve kuru mantıkla bakmak insanı yanıltır. Yani dünya belli, insanlık belli, hayat bellidir. Devletsizlik güçsüzlüktür. Çünkü devlet güçtür. Devletsiz bir toplum yoktur. Duyguda, düşüncede tek yürek olmuş insanlığın bir nevi ortak aklıdır. Ortak vicdanın ve ortak aklın müesseseleşmiş halidir. Ortak hedefe kilitlenmenin ve bu minvalde ki toplumsal sözleşmenin adıdır devlet. Dinin, törenin ve iktisadıyla, sanatıyla, siyasetiyle engin kültürel hamulenin bedenleşmiş halidir. Devlet aslında kalıptır. Kapsayandır. Bununla birlikte soyut bir olgudur.
Her devlet muayyen bir tarihe ve geleneğe sahiptir. Çünkü tarihi ve geleneği olmayan devletin geleceği olmaz. Bu tarih ve gelenekte, bütün milletin ortak değerlerinin ürünüdür ya da öyle olması gerekir. Misal; ordu bünyesinde ki bir komutan, sevse de, sevmese de, devleti temsil eden kişinin önünde saygıyla durmak zorundadır. Zira bu bir gelenektir. Gelenekler kişisel değildir ve olamaz. Geleneğe muhalif bir tavır geleneği yozlaştırır, zedeler. Hiç kimsenin, şahsi meseleleri yüzünden devlet geleneğine zarar vermesi, aykırı hareket etmesi tasvip edilemez ve cezası da ağır olur. Herkes haddini bilmelidir. Bulunduğu konumun gücünden, şahsına güç devşirmemelidir. Bir cemaatte, bir ailede devlettir bir yerde amma bahsettiğimiz devlet gibi olması imkânsızdır. Çünkü bu yapılar homojenken, mevzubahis olan devlet olgusu ise heterojendir. Ve ilişkiler ağında çok büyük farklılıklar vardır. Zira birçok din, dil ve kavimden insanları tazammum eder bünyesinde. Bir devlet vücuda getirmek hiçte kolay bir şey değildir. Her millete nasipte olmaz. Zira devlet olmadan önce milletleşmek icap eder ve millet olmak çok zordur. Süreç işidir. Devlet, öyle rastgele meydana getirilen, üretilen bir şey değildir. Bir yere konulan ya da durduğu yerden alınıp atılan bir nesne değildir. Çetin zorluklar sonunda, ızdıraplar ve mücadeleler sonunda bir anlamda kendiliğinden gelişen süreçlerin ürünüdür. Devlet, bir referanstır aynı zamanda. Buna dair nice örnekler mevcuttur tarihin sayfalarında. Neyi inkâr edebiliriz? Nereye kadar inkâr edebiliriz? Ya da inkâr etmek gibi bir derdimizin olması doğru mudur? Nizamla oynanmaz. Hele millet ve devlet nizamı oyuna gelmez. Bunlarla oynamaya yeltenenler analarından doğduklarına pişman olurlar. Bu iş, çelik çomak oynamaya benzemez!
Evet, devlet böyle bişeydir. Belki bize çok soyut gelebilir, belki anlamsızda gelebilir, belki etkilendiğimiz ideolojiler yüzünden, devletin; özü itibariyle, zorbalık olduğunu da düşünebiliriz. Düz mantıkla, kuru mantıkçılıkla devlete alerjide duyabiliriz. Amma bu bişeyi değiştirmez. Yani devlet var ve var olacak. Çünkü devletin olmadığı bir zaman dilimi yok tarih süreci içinde. Yani bir insan, bir topluluk kendi başına ne yapabilir ki? Dünya belli, insanlar belli, devletler belli. Yani şimdi biz karşı çıktık diye diğerlerinin de karşı çıkacağını düşünebilir miyiz? Dünya da sadece biz mi varız? Ve herkes melek midir? Biraz aklımızı kullanmamız gerekiyor. Yani illa maiyeti altında yaşadığımız devlette, hâkim unsurun bir kavme ait olmasından dolayı o devlete düşman olmak ne kadar tutarlıdır ya da o devlete karşı çıkmak için, devlet denilen olguya karşı çıkmaya çalışmak mantıklı mıdır? Elbet bir devlette, daha bir belirgin ve daha bir hâkim unsurun olması normaldir. O unsurun renginin, o devlette dominant olması mantıklıdır. Hayır, başka ne olabilirdi? Şimdi, Osmanlı İmparatorluğunda, hâkim unsurun Türk Milleti’nin olması çok normaldir. Çünkü devletin ilk çekirdeğini oluşturan ve toplulukları bir araya getiren ana unsur Türk. Yani bu kasti bişey değildir ki. Tamamen kendiliğinden gelişen bir süreçtir. Öyleyse, insanlık düşmanı ideolojilerin etkisiyle Türk Milleti’ne karşı duyduğumuz düşmanlığı devlet düşmanlığıyla özdeşleştirmek tamamen ahmaklıktır. Hayır yani, Türk Milleti böyle bir süreci planlayarak, bilerek mi yürütmüştür? Kesinlikle hayır.
En dipte ki oluşum sürecine dair net bilgimiz olmayan bir kavim; tarih süreci içinde, acılarla, azaplarla, mücadelelerle yoğrula yoğrula ve değişik isimler altında devletler kura yıka bugünlere gelmişler. Ve bizlerde dünyaya bu milletin birer evladı olarak gelmişiz. Ve bundan gocunacağımıza gurur duymalıyız. Ama bizler napıyoruz? Beslendiğimiz zehirli ideolojilerin etkisiyle Türk Milleti’ne ahmakça düşmanlık yapıyoruz. Ve maiyetinde yaşadığımız devletin, Türk Milleti’nin rengini taşımasından dolayı bilinçsizce devlet düşmanlığı yapıyoruz. Oysa bu çok yanlıştır. Bir temele oturtulamayacak kadar ahmakça bir düşmanlıktır. Ve birileri düşmanlık gütmesin diyerek, devlet kendini iptal edecek değildir. Devlette ki dominant unsurun Türk olmasından da, birileri gocunmasın diye vazgeçilecek değildir. Ha şu istenebilir: devlet, adalet devleti olsun; devlet, ahlak temeline otursun. Eyvallah, çok vicdani bir arzudur bu ve genelin arzusudur. Ki bizlerde zaten esasta bunun için mücadele vermeliyiz. Bilakis olmayacak sebeplerle, devlet düşmanlığına doğru yol almak ve devletin mevcudiyetine karşı suikast tertip etmeye kalkışmak, açık açık eceli çağırmaktır, ölümle dans etmektir. Zira bu devlet, bir gecekondu değildir ki bir isyanla yıkılsın. Bu devlet, bir kabile devleti değildir ki; farklı bir kabilenin kuşatmasıyla egemenlik altına alınsın. Bu devlet, büyük bedellerle var oldu ve ancak daha büyük bedellerle yok olabilir. Devlete karşı tertip edilen her isyan, her kalkışma, her yıkıcı hamle en ağır şekilde karşılık görecektir. Bunu kimse aklından çıkarmasın. And olsun, bu devlete karşı sefilâne bir teşebbüs karşısında milyonlarca devletleşmiş fertle karşılaşacaktır. Bu ister bir kişi olsun, ister bir topluluk olsun, ister fert olsun, isterse kral olsun, zerre fark etmez. Herkes haddini bilecek. O devletin bünyesinde ki, kurumlar ağır işleyebilir, yanlış işleyebilir, genel itibariyle sistem tıkanmış olabilir ya da zorbalıkta takaddüm etmiş olabilir. İşte biz bu yanlışlıkları düzeltmekle sorumluyuz. Tıkanmış sistemi yeniden tanzim etmek zorundayız. Daha ahlaki, daha adil bir düzen teşekkül edebilmek için mücadele etmek zorundayız. Amma devlete dokunmaya yeltendiğiniz an, devlet öyle bir dokunur ki feleğinizi şaşırırsınız. On yılda kurulmadı ki, bir yılda yıkılsın bu devlet!
Allah ne diyor? “Sizden iyiliğe çağıran, doğruluğu emreden ve fenalıktan meneden bir topluluk olsun. İşte başarıya erişenler yalnız onlardır.” Ali İmran-104. Yani burada ki topluluğu devletle özdeşleştirmek hiçte Allah’ımıza ihanet, isyan olmaz. Ki devletleşmemiş hangi topluluk böyle bir görevi etkin bir şekilde ifa edebilir Allah aşkına? İşte, Osmanlı Devletimiz, tam da böyle bir sorumluluğu ifa etmiştir. Böyle ulvi bir görevin icaplarını yerine getirmiştir. Ki yüz yıllarla ifade edilen hükümranlık süresi bir başarı değil midir? Hizmetin bir ödülü değil midir Allah aşkına? İyilik ve hayra davet eden, insanlığı ıslah etmek için mücadele veren, mustazafları koruyan, emir bi’l-maruf ve nehiy ani’l-münker görevi yapan bir topluluk, ilay-ı Kelimetullah davası güdecek bir cemaat oluşturulması, bir lider, önder çıkarılması, dinimizin, imandan sonra bizden istediği çok önemli bir görevdir. Zira başsızlık kötüdür, dağınıklığı intaç eder, parçalanmayı ve tutsaklığı intaç eder. Müstemleke olmak gibi elim bir sonucu doğurur. Yine buyuruyor Allah’ımız: ‘’Sefere çıkmanız (Allah'a ulaşmak için ruhunuzu Sıratı Mustakîm'e ulaştırmanız) hariç, (savaşa gönüllü olarak katılmadığınız takdirde) size elîm bir azapla azap eder. Ve sizden başka bir kavimle (sizi) değiştirir. O'na hiçbir şeyle zarar veremezsiniz. Ve Allah, herşeye kaadirdir.’’ Tövbe-39. Olay budur. Allah’ın dinine yardım etmezseniz, yardım edecek bir toplulukla değiştirilirsiniz. Peki, bu yardım nasıl olacak? Kimlerle olacak? Hangi araçlarla olacak? Hiçte aptallığın lüzumu yok beyler. Buradan bile devletin ne olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Öyle aklı evvellerin, ideolojik saçmalıklarla zehirlenenlerin kofluklarıyla iştigal edecek saliselik zamanımız yoktur.
Ayrıca, devletle uğraşmamıza bir neden var mıdır ki? Aile ocağını mı söndürdü ki? Ekmeğini elinden mi aldı ki? Mutluluğunu mu engelledi ki? Sevdiklerini mi katletti ki? Durduk yere devlete düşmanlık mı olur Allah aşkına? Hatta devlete düşmanlık mı olur? Kurumlara bile düşmanlık yapılmaz aslında. Zira uygulamalarda esas olan kişilerdir. Düşmanlığımızı kişilere yöneltmek zorundayız, mücadelemizi kişilerle yapmak zorundayız. Sen, başına doğru kişileri getirmezsen her türlü belaya müstahak olursun, ya da daha adil ve ahlaki bir düzen için mücadele de kifayetsiz kalırsan veyahut mücadeleye hiç dâhil olmazsan zalim ve kahpe düzenlerin zulmü altında inlersin. Bunda devletin suçu ne Allah aşkına? Namusluca mücadeleni yap, namussuz kişileri def et ve namuslu bir düzen kurulmasına çalış. Zaten bizden istenen de budur. Dinen bile bizden istenen budur. Devlet bir yerde gelenektir. Ve gelenek bir günde oluşan bişey değildir. İşte devleti yıkmak demekte, aslında o geleneği bozmak, ref temek ve çiğnemek anlamındadır. Ve bu işler, çocuk oyuncağı değildir bebeğim! Eğer oynamak istiyorsan, git eline bir çomak al ve oyna. Topla, tüfekle oynamaya tevessül etme! Ters tepebilir! Geçelim.
İşte buyurunuz en büyük hakikat: ‘’Biz peygamberlerimizi kesin kanıtlarla gönderdik, insanlar arasında ADİL BİR DÜZEN kurulsun diye. Onlarla birlikte kitabı ve ölçüyü indirdik.’’ Hadid-25. Bizim görevimiz, devlet çatımız altında, yegâne Önderimizin (sav) izinde, mükemmel kitabımızın temelinde adil ve ahlaklı bir düzen inşa etmektir. Devletin kadim geleneğini bozarak devleti çatırdatmak değil, devlet çatısı altında, ortak akıl ve vicdan temelinde bir düzen tesis edilmesi için mücadele etmektir işimiz. Devlet her zaman için, düzenin kapsayanıdır. Düzen bir anlamda işleyiş demektir. İşleyiş bozuksa, bundan sorumlu olanlar, o işleyiş sürecini yönlendirenlerdir. Devletin yani ortak kabulün ürünü olan kadim ve kök geleneklerin bunda suçu yoktur.
İnsan üzerinde de çok fikir serdettik. Birkaç kelam daha edelim naçizane. Evveliyatında ne ise ahirinde de odur ve bademada öyle olacaktır. Fiziken değişmiştir belki amma fıtri olarak hep aynıdır. Misal; eskiden çok çok güçlüymüş insanlar amma şimdi daha güçsüz durumdadır. Fakat eskiden de cimriymiş, nankörmüş, cahilmiş, şimdi de aynı. Naparsın insan bu işte. Ne melekti, ne de melekleşecektir. Kâfiri olur, mümini olur, münafığı olur. Ve bu zümreler bakidir. Varlardı ve var olacaklar. Dönemlik karakterler değiller yani. İnsan yapısı ve yaratılışı itibari ile farklı karakterdedir. Bir diğer cinsiyle mutlak benzerlik taşımaz. Ama aynı topluluğun bünyesinde yer alabilir. Aynı hedefe kilitlenebilir. Aynı değerleri taşıyabilir. Aynı dine inanabilir. Aynı milletin ferdi olabilir. Aynı devletin ferdi olmaktan dolayı gurur duyabilir. Bu da aslında fıtri bir şeydir. Zira insan, toplulukla bir anlam kazanır. İnsan bir gariptir, topluluksuz yapamaz amma topluluktan da bağımsız hareket etmek arzusuyla yanar. Ama her topluluğun bir disiplini vardır. Haddizatında, burada, devletin kendiliğinden oluşum sürecine ve o devletin korunma şekline dair de bir emare gizlidir. Çünkü devletinde özü disiplindir. Herkes kendi kafasına göre hareket edemez. İşte bu yüzden bir kaide motomot uygulanamaz devlette. Bazen yanlışlıklar illaki olur. Buda insanla ilgilidir. Anlamak icap eder. Çünkü devlet, her ferdin istediği şekilde işlemez. Herkes kafasına eseni yapmak ister ama yapamaz.
Her insan, karakteri mucibince iş yapar. Karakteri de, sahip olunan inanç şekillendirir büyük oranda. Kâfir kâfirliğini yapacaktır, mümin müminliğini yapacaktır, münafık münafıklığını yapacaktır. Herkes melekmiş gibi muamele yapmak basiretsizliktir. Günahsız da insan yoktur ve olmayacaktır da. İnsanlığın mümtaz ve nadide Önderleri-Peygamberler (asm)hariç.
Kavmi durumda bir gerçekliktir. Kavimler vardır ve önderleri de vardı. Bundan sonra da kavimler olacaktır. Önderleri değil belki, amma günahlarla, hatalarla, kusurlarla malul liderleri olacaktır. Kavmin olması, kavim bilinci, dini reddetmeyi ya da dini bilinç, kavim gerçekliğini yok saymayı asla gerektirmez. Dinde, böyle hüküm bulmaya çalışmak ahmaklıktır. Zira mevcut olmayanı aramak cehalettir. Ama din tektir ve kavimler muhteliftir, tıpkı Önderler gibi. İnsan kavmine hizmet edebilir. Kavminin, inandığı dinin bayraktarlığını yapması adına mücadele verebilir. Yani hayırda yarışabilir. İyiliği emredip, kötülüğü nehyetmeye çalışabilir. Kavminin banisi olduğu devletin, inandığı dinin tazammum ettiği değerlerle imtizaç etmesini sağlayabilir. Bu, bunu yapmaya çalışan insan için bir şereftir. Ve zerre olumsuzluk taşımaz. Misal; öncü unsurun Türk Milleti olduğu Osmanlı Devleti, sürekli din uğrunda ve iyilik-hayır yolunda mücadele vermiştir. Elbet günahı sevabı vardır ve ayrı mevzudur. Amma dinin bayraktarlığını yaptığı gerçeğini kimse inkâr edemez.
Şimdi bizler Türk kavminin mensuplarıyız. Amma bu demek değildir ki; diğer kavimlerden üstünüz. Asla böyle bir şey söz konusu olamaz. Üstünlük, ancak Allah’a kulluk derecesine bağlıdır. Allah yolunda yaptığın gayretlere bağlıdır. Bizim kavmimizin insanlık tarihi içerisinde farklı bir yeri varsa şayet, bu; İslam’a yapmış olduğu hizmetlerden dolayıdır. Başka bir şeyden değil asla. Bunu iyi idrak etmek gerekir. İnsanlığın efendisi değil, hizmetkârıyız. Allah’ın kuluyuz, kölesiyiz. Dâhilimizde olanlar daima mesut ve bahtiyar olmuşlar, tahrik sonucu isyan edip harice çıkanlar daima pişman olmuşlardır. Bu durumlar gerçektir ve kayıtlıdır.
Gelelim dine, din de aynı devlet gibi bir arada tutucudur. Kapsayan bir olgudur. Ortak akıl, ortak vicdandır. Bir dairede toplayandır. Nasıl devlet bünyesinde kurumları barındırıyorsa, din de bünyesinde ulvi değerleri barındırır. Biz insanlığın tabi olduğu, mutlak kabul ettiği ulvi değerler bütününe din diyoruz. İslam bir vazo, bir masa değil ki, alıpta bir yere koyasın ya da koyduğun yerden kaldırasın. Sen ahlakı esas alıyorsan, adaleti ikame etmişsen işte dini yaşıyorsun demektir. Devletin kurumlarla somutlaştığı ve kişilerle eylemselliğe döküldüğü gibi, din de değerlerle somutlaşır ve kişilerle eylemsellik kazanır. Olaylara düz mantıkla bakmak insanı aldatır ve kısırlığın mahkûmu kılar. Hiçbir olgu motomot icra edilemez. Geçelim!
Son tahlilde; bir devletimiz var mı? Var. Bu devlete sahip çıkmak görevimiz mi? Evet. Bu devlet bünyesinde işleyen çark ters dönüyorsa bunu düz döndürmeye çalışmak sorumluluğumuz mudur? Kesinlikle. Devlete sahip çıkmak, küfrü onaylamak mıdır? Ne alaka? Bizim görevimiz; iyilik adına ne gerekiyorsa onu yapmak ve hayırda yarışmaktır. Aptalca, kendimize görev çıkartıp, devlet düşmanlığı yapmak değildir. Sen adam ol, insanlık vazifeni namusluca yap ve ahlak-adalet için mücadele et gerisi zaten kendiliğinden gelir. Sen istediğin şeye layık insan ol, merak etme o seni bulur. Yani haddin olmayan işlerle iştigal etmek değil senin vazifen. Din de, devlet düşmanı ol demez hatta devletsizliği tavsiye de etmez. Devlet vardır ve badema da olacaktır. Her ferdin, behemehâl, devletini korumak vazifesidir. Devleti yok etmeye tevessül etmek ihanettir. Bu millet devletsiz yaşamadı ve yaşayamaz. Devlet, bu millet için, mevcudiyeti zaruri bir varlıktır. Hep böyle olmuştur. İnşa ederken de, belli nedenlerle kaybederken de büyük bedeller ödemiştir ve ödeyecektir. Fitne katilden beterdir. Fitne ateşi yakmaya çalışan yaktığı ateşte yakılacaktır. Bunu herkes hafızasına kazımalıdır. İster cumhurbaşkanı olsun, isterse normal bir vatandaş olsun zerre fark etmez.
Ne kavmiyet gerçekliği dini inkâr etmeyi gerektirir. Ne de din kavmiyet gerçeğini yok saymayı gerektirir. Ne de devleti kabul etmek, dinsizliği, müşrikliği intaç eder. Ve dahi ne de, bir insanın, kavminin, inandığı dinin bayraktarlığını yapması için gayret göstermesi dine mugayirdir. Bunlar deli saçmalıklarıdır, aptallığın dik alasıdır. Derin bir kinin tezahürleri olabilir ancak. Hatta insan dinini unutabilir belki, amma kavmini unutması imkânsızdır. Kavim gerçekliği ancak ölümle yok olabilir. Ama tabi ki, dinsiz bir kavimde bir değer ifade etmez. Kavme şeref kazandıran dindir. Misal; Türk Milleti, aziz İslam dini ile şereflenmiştir, güç kazanmıştır, varlığını idame ettirmiştir. Dininden çıkan bir Türk, Türklük iddiasında bulunabilir amma o Türklükten çıkmıştır.
Aşağıda ki ayetleri çok iyi idrak etmeliyiz.
‘’Allah'a ve Resulüne itaat edin. Birbirinizle çekişmeyin. Sonra korkuya kapılırsınız da zaafa düşerseniz ve rüzgârınız gider, devletinizi kaybedersiniz. Sabredin, muhakkak ki Allah; sabredenlerle beraberdir.’’ Enfal-46
‘’Fitne katilden beterdir.’’ Bakara-191
Aşağıda ki sözü de çok iyi tahlil ve idrak ediniz lütfen.
‘’Mademki, düşünceyi zincire vurmayan, düşünce adamını zindana koymayan, hakikat sevgisini prangaya vurmayan bir millet, o cesur ve adil Türkler var: üzerinde yalnız hakikatin, adaletin ve hürriyetin hüküm sürdüğü bir Güneş Ülke yarın neden vücut bulmasın?’’ Champenella
Dünya, Osmanlı Devleti’nin mevcudiyetinin ortadan kalkmasından sonra neye dönmüştür, gören göze ve hisseden vicdana aşikârdır. Dünya aslında Osmanlı’yı aramaktadır. O, insanlığın son adasıdır tabir caizse. Komplekse lüzum yok. Kalın kafalara, balyoz gibi inen çelik gibi gerçekliktir bu durum. Bugün çekilen bütün acılar, geçmişte ki yanlışlıkların neticesidir aslında. Ama insanlık, birgün, bütün acılarından kurtulacaktır inşaallah. Champenella’nın dile getirdiği büyük hakikati, dünyaya yön vermiş nice devlet, siyaset, bilim ve sanat adamları da dile getirmişlerdir.
Şu sözleri lütfen ama lütfen vicdanlıca tetkik edelim ve idrake çalışalım.
‘’Heredot’un Tarziyanus, Tevrat’ın Togarıma diye andığı Türk, bunlardan çok daha eski asırların tanıdığı bir millettir. Tahakküm kabul etmeyen bir şecaat, alabildiğine geniş bi fütuhat aşkı, sonsuz bir teşebbüs kabiliyeti, muhitlere uymaktan ziyade; onları kendine uydurma zevki ve iptilası, bu milletin asırlar dolduran tarihinde apaçık görünür ve okunur. Türkler devlet yıkmakta ve devlet kurmakta birinci sınıf üstatlardır. Ülkeleri değil, kıtaları alt-üst etmişler ve bu korkunç savletler arasında, sarsılması hiçte kolay olmayan hâkimiyetler yaratmışlardır. Tarih, Türklerden çok şey öğrendi. Onların elinden çıkma öyle eserler var ki, medeniyet için birer süs teşkil etmektedir.’’ Hammer.
Böyle bir milletin evlatları olarak, içinde bulunduğumuz hal, herhalde bir utanç vesilesi olsa gerek. Ve yapacak çok işimiz olsa gerek. İnsanlığa ve tarihe yön vermiş, daima adaletle hükmetmiş, nice devletlerin banisi olmuş, teşkilatçı ve nizamcı bir milletin torunları olarak, atıl bir halde olmamız ve miskince oturmamız gerçek anlamda bir rezalettir, izzetsizliktir. Tarihin omuzlarımıza yüklediği sorumluluk icabınca, söyleyecek sözümüzün ve yapacak işimizin olması gerektir.
Siyoniste ve köpeklerine asla acınmaz ve acımayınız!