Oy gizli, haber kutsal, yorum hürdür.
Çocuk yalan söyledi diye kızıyoruz.
O çocuk yalan söylemeyi nereden biliyor?
Kim öğretti?
Büyükleri yalan söylemese, nereden aklına gelecek yalan söylemek!
x x x
Dinimiz, töremiz yalanı şiddetle yasaklıyor…
Eski filmlere bakın, 40–45 sene evvel seyrettiğimiz filmlere… Orada kahramanlar hep doğrudur, hep dürüsttür… Bütün insanlara, gençlere, bilhassa çocuklara hep iyi emsal olurlar. O filmlerde yalan söyleyenler hep kötü adamlar ve kadınlardır. Onlara öfke duyarsınız, hatta onlardan iğrenirsiniz. Zaten sonunda onların yalanları ortaya çıkar ve bunun bedelini en ağır şekilde öderler.
Bir de şimdiki filmlere bakın… Daha doğrusu dizilere…
Son 20–30 yıldır hayatımıza yön veren TV dizileridir. Önce yabancı dizilerle başladık. “Kahramanlar”ı sürekli yalan söyleyen diziler. Dedik ki onlar yabancıdır, kültürleri, anlayışları başkadır, bize uymaz… Eğlence olarak seyredip geçelim.
Velâkin sonra yerli diziler başladı…
Aman Yarabbi!
Yerli dizilerdeki “yalan rüzgârı”nın yanında yabancıların “yalan rüzgârı” kaç para!
Yerli dizilerin en yıkıcı tarafı; hepimizin sevdiği sanatçıların; söz gelimi Metin Akpınar’ın (Papatyam’da), Ayşegül Aldinç’in (En son babalar duyar’da) söylediği “masum” yalanların gizli tahribi oldu.
Bu sanatçılar güya aile saadetini kurtarmak, vaziyeti idare etmek için o kadar ustaca, o kadar esprili yalanlar atıyorlar ki millet gülmekten kırılıyor.
Haaa… Gülmekten kırıldığımıza göre; yalan söylemek, ustaca yalan söylemek iyi bir şey!
Zihinlerimizin arka planına, şuuraltımıza yıllarca bu ileti gönderildi. Gönderilmeye devam ediyor…
Tabii hemen aklıma gelen iki ünlü sanatçıyı örnek verdim. Elbette yalan söyleyen “kahramanlar” bu ikisiyle sınırlı değil… Hemen her dizide; çok sevilen sanatçıların ustaca yalanlarının nasıl yüceltildiğine ve yalan söylemekten dolayı hiçbir sıkıntı yaşamadığına, ceza görmediğine, tam tersi, yalan söyleyenin mükâfatlara mazhar olduğuna şahit olursunuz.
Tabii bu derece kutsanınca, politikada, iş hayatında, alışverişte, aile hayatında, hatta ve hatta mahkemede yalan söylemek, yalancı şahitlik yapmak da doğal bir hale geliyor.
Yalancı şahitlikle hayatlar karartılıyor… Birilerinin hayatını karartalım diye tezgâhlar kuruluyor. Tezgâh kuranlar makbûl addediliyor.
Hayatımızı yalanlar idare ediyor. Cemiyet hayatı yalanlar üzerine kuruluyor.
Böyle bir toplumun sağlıklı ve sağlam temeller üzerinde durduğunu iddia edebilir miyiz?
Merkezinde yalan olan bir hayat daima sallantıda değil midir?
Böyle bir cemiyet hayatı “yalan bir hayat” olmaz mı?
Yani “hayatımız yalan” dersek, yalan mı söylemiş oluruz?
Böyle bir cemiyet hayatında huzur kalabilir mi?
X x x
Hayatımızı yalan üzerine inşa ediyor ve sürdürüyoruz.
Sonra çocuk yalan söyledi diye kızıyoruz. Ne hakkımız var?
Kızmayalım.
Üzülelim… Bir millet yozlaşıyor diye!
Önceki yazılar