Oy gizli, haber kutsal, yorum hürdür.
Dünkü (20 Haziran tarihli) Yeniçağ’da, Hasan Demir, İstiklal Harbi öncesinden bir hadise aktarıyor. Kısaca şöyle:
“Tarih, kendisini hatırlamak istemeyenlere bile rehberlik eder diye bir not düşerek size yakın geçmişimizden bir olay aktarmak istiyorum. Atatürk ve arkadaşları Samsun’a yola çıkmadan iki gün önce İngiliz Amiral Galtrop Yedinci Kolordu Komutanı Ali Nadir Paşa’ya, ‘İzmir bugün saat 12’de düveli müttefike tarafından işgal edilecektir’ notası çekti. Nadir Paşa’nın rengi gitti. Paşa hemen telgraf başına geçti, İstanbul’la muhaberat başladı. Uzatmayalım, İstanbul, ‘İzmir’i verin, olay çıkartmayın’ dedi, kestirip attı.
İzmir
Valisi Kambur İzzet Bey, Merkez
Kumandanlık vazifesini ifa etmekte bulunan Binbaşı
Hüsnü Beyi yanına çağırttı. Elinde bir liste vardı. Daha sonra Milli
Mücadeleye katılacak olan Hüsnü Bey’e listeyi uzatarak emrini verdi:
‘- Bu liste İstanbul’dan gönderildi.
İsimleri yazılı olanları nezaret altına alacaksınız. Vakit kaybetmeyiniz. Çünkü
işgal sırasında bir vakıanın zuhurunu hükümet suret-i kati’yede istememektedir!’
Binbaşı Hüsnü Bey makamına geldi. Derin bir acı içersindeydi. Bir müddet
düşündü ve vicdanını rahatlatan kararı verdi. Listedeki vatanperverleri
arayacak, tutuklanmaktan kurtulmalarını temin edecekti. Listeyi okumaya
başlayınca gözleri hayretten fal taşı gibi açıldı. Çünkü listede, tutuklanacaklar arasında kendi ismi de
vardı. Binbaşı Hüsnü Bey, İstanbul’un emrini yerine getirseydi, kendini de
tutuklayacaktı.
Ne kadar ilginç öyle değil mi!
Türkiye art arda uzun bir süredir benzer bir süreçten geçiyor. Muhtelif
operasyonlarla halk kendini tutukluyor da farkında değil. ‘Yeni Anayasa’ süreci Türk ve Kürdüyle halka yeni bir ‘kendini tutuklatma süreci’ olacaktır.
Bugün İstanbul’un yerini AB almıştır, ABD almıştır, Ankara almıştır. Allah’ın
ömür verdikleri 10 yıl 15 yıl sonra bizim bugün anlatmak için çırpındığımız acı
hakikati gözleri ile görüp elleri ile tutacak ve ruhları ile yaşayacaklardır. Türkiye’ye demokrasi ile dayatılan Irak’ta
silah gücü ile hayata geçirildi bile. Bugün Irak’ta Kürtlerle Türkler,
Kürtlerle Araplar ve Sünnilerle Şiiler daha mı kardeş?”
X x x
Yukarıda anlatılan olay ve hakkındaki değerlendirmeler ne kadar çarpıcı ve ibret verici!
Peki, işgale karşı kim, nasıl direndi ve savaştı?
İzmir’in işgalini takip eden günlerde neler yaşanmıştı, hatırlayalım:
İşgalden 4 gün sonra Atatürk Samsun’a ulaşmıştı. Paşa Samsun’a Osmanlı’nın bir “görevlisi” olarak, Anadolu’daki bütün askerî birliklerin komutanı olarak çıkmıştı.
Lâkin aradan 2 ay bile geçmeden, İstanbul hükümetinin verdiği görevle Mustafa Kemal’in faaliyetlerinin birbirine zıt hale geldiği görülmüştü.
Hal böyle olunca İstanbul Hükümeti Paşa’yı geriye çağırmıştı.
Bu çağrı karşısında Mustafa Kemal ne yapmıştı?
Ordudaki görevlerinden istifa etmişti.
Nitekim İstiklal Harbi de o istifadan sonra başlamıştı. Demek ki Atatürk Kurtuluş Savaşını başlatırken üzerinde resmî bir vazife, rütbe ve hatta bir üniforma yoktur.
İstiklal Harbine katılan bütün subaylar aynı durumdadır.
Bu vaziyette, Kurtuluş Savaşını emekli subaylar yapmıştır, diyebilir miyiz?
Tarihçiler ne der bu tespite?
Önceki yazılar