ÖL(DÜRÜL)MEDEN UYANINIZ!...

Özgür DENİZ - 12.08.2011

 

Küfrün, kara, kapkara iklimi, kar beyazı iklimlerimizi karartmışsa, yurtlarımız viran edilmişse, düşman kanıyla sulanan topraklarımız kardeşkanıyla sulanır olmuşsa, kardeşliklerimiz zehirlenmişse, ağızlarımızın tadı kaçmışsa, ramazanlarımızın ve bayramlarımızın eski tadları kaybolmuşsa, şeytan bedenlerimize zincir vurmuşsa ve ruhlarımızı günahlarla karartmışsa, yüreklerimizi hüzün ve acı işgal etmişse, uyumak ve unutmak ihanettir bebeğim. Dünyanın dört bir bucağında, soydaşlarımız ve dindaşlarımız zulüm altında inliyorsa, dünyanın en zengin bölgesinde ki insanlar açlığın en koyusunu yaşıyorlarsa, değerleri çiğneniyorsa, kaynakları yağmalanıyorsa uyumak ve unutmak ihanettir bebeğim. Namuslarımız payimal ediliyorsa, bizi birbirimize bağlayan köprüler tek tek infilak ettiriliyorsa, ecdadımıza açıkça küfrediliyorsa, akşamları hanelerimize pervasızca kusuluyorsa, gencecik yavrularımız apansız elimizden uçup gidiyorsa, çakallar vatan topraklarımıza açıkça göz koyuyorsa uyumak ve unutmak ihanettir bebeğim.

 

Kimseyi suçlamaya gerek yok. Vallahi gerek yok. Çünkü manzara, gözlerimizin önündedir. Aynaya bakalım kifayet edecektir. Türk’üz diyoruz, Türklüğün ne olduğundan bihaberiz. Müslüman’ız diyoruz, İslam’ın ne olduğundan bihaberiz. Vatan diyoruz, vatanın ne demek olduğundan bihaberiz. Kimse, kanalizasyonlardan, hanelerimize akıtılan kusmukları, bize zorla yutturamaz; kimse, biz istemedikten sonra, aramızdaki köprüleri yıkamaz; kimse, biz istemedikten sonra, masum yavrularımızı elimizden alamaz; kimse, biz istemedikten sonra değerlerimize küfredemez; kimse, biz istemedikten sonra, namusumuza göz dikemez, ecdadımıza salya akıtamaz; kimse, biz istemedikten sonra, bizi paraya, kadına, şöhrete taptıramaz; kimse, biz istemedikten sonra, bizleri zorla, ideolojilerin kör karanlığında tutsak edemez; kimse, biz istemedikten sonra, bizim mahallemizde salyangoz satamaz; kimse, biz istemedikten sonra, tarihimize, dinimize ve ecdadımıza kin kusamaz; kimse, biz istemedikten sonra, vatan topraklarımıza gözlerini dikemez.

 

Çok konuşuyoruz ama her şey lafta kalıyor. Konuşmuş olmakla bişey yaptığımızı sanıyoruz. Kör dövüşü içindeyiz. Hatta konuşmalarımızın boş olduğunun bile idrakine varamıyoruz. Kendi kendimizi tatmin etmekle avunuyoruz. Vallahi boş konuşuyoruz. Gürültü ne kadar çoksa, söz o kadar azalıyor. Dinlemekten, anlamaktan aciziz. Üstün gelme hastalığının pençesinde kıvranıyoruz, bu yüzden bilmediklerimiz hakkında biliyormuşçasına ahkâm kesmek nefsimize hoş geliyor. Bilmeden fikir sahibi oluyoruz. Çokbilmişlik tavırları sergiliyoruz. Bildiğimizi sandıklarımız çürütülünce kuduruyoruz. Körü körüne inanıyoruz. Durduğumuz yerin ağırlığını taşımaktan aciziz. Kitaptan zaten uzaklaşmışız. Değerlerimizi açıkça yaşamaktan hicap eder duruma düşmüşüz. Ecdadımızdan söz açmaktan korkar olmuşuz, yobaz damgası yeriz gibi saçmalıklar yüzünden. Erkek gibi yaşamaktan imtina eder olmuşuz, faşist damgası yeriz gibi ahmaklıklar yüzünden. Dinimizi zaten bırakıvermişiz, saygıyı bile eksik eder olmuşuz. Milliyetimizden bihaberiz. Tarihimizi, Batı denilen melunlardan öğreniyoruz. Aşağılık kompleksinin pençesinde kıvranıyoruz adeta, saf gerçeklerden bihaber olarak.

 

Yazdıklarımızın ve çizdiklerimizin, bir gün sonra boş çıkmasından dolayı zerre utanç hissetmez olmuşuz. Bunun ideolojik körlükten kaynaklandığını fark edemez haldeyiz. Aynı şeyleri terennüm etmekten imtina etmez olmuşuz. Her gün, boş yazmaktan yorulmuyoruz, yazdıklarımızın boş çıkmasından dolayı zerre gocunmuyoruz. Aynı minval üzere devam etmekten hicap duymuyoruz. Söylediklerimiz doğru mu, değil mi diye araştırma zahmetine katlanmıyoruz. Çünkü yazmanın ve konuşmanın dayanılmaz cazibesine tutulmuşuz. Güya söz sahibi olmuş oluyoruz. Vallahi bu tür örneklerden çok. Adamın söyledikleri daima boş çıkıyor ama aynı şeyleri terennüm etmekten de geri durmuyor. Ne kadar utanç duyulması gereken bir haldir bu, fakat utanmaya yüz gerek. Gerçi, bunun farklı versiyonunu politik kulvarda sürekli görüyor ve izliyoruz. Adam sürekli yalan söylemekten ve boş konuşmaktan zerre utanmıyor, sonra da söylediklerini yalanlıyor hatta söyledikleri boş çıkıyor, fakat utanma kalmamış.

 

Gerçeklere o kadar körüz ki, önümüzde ki şeyi görmekten aciziz. Bizleri ideolojilerin çelik telleriyle bağlamışlar. Kardeşi kardeşe, ideolojiler aracılığı ile düşman etmişler. Kimliği ve dini aynı olan insanları birbirlerine kinli hale getirmişler. Bir insan, bu kadar ahmak olabilir mi? İslamcı, milliyetçi, Atatürkçü diye bizi ayırmışlar ve birbirimize düşman kılmışlar. Oysa temele baksanız, hepimiz Türk’üz ve Müslüman’ız deriz. Peki, bu düşmanlıkta noluyor dendi mi, hemen ortaya ideolojik saçmalıkları süreriz. Ulan ideolojin, kimliğinden ve dininden üstün mü bre zavallı? Bırak şu ideolojik körlüğü, sen dinine ve milliyetine bak ve o temelde bir ve bereler ol. Çelikten bir set ol, düşman karşısında. Düşman seni böylece parçalayıp, dilim dilim yutuyor da haberin yok.

 

Kendi değerlerimize hor bakar, Batı’nın değerlerini yüceltir olmuşuz. Batı denilen melundan medet umar hale gelmişiz. En ufak bir hukuksuzlukta, hemen, Batı denilen şeytanın ayağına gitmekten hayâ etmez olmuşuz. Kendi ülkemizi, şeytana şikâyet etmekten tereddüt etmez olmuşuz. Kendi ülkemizde, kendi değerlerimizi yaşamaktan korkar hale gelmişiz. Batı denilen melun yüzünden bütün temel değerlerimizi çok çabuk harcamışız. Her yanımızla ona benzemeyi marifet addeder olmuşuz. Milliyetimize hor bakar, dinimizi arkamıza atar hale gelmişiz. Çocuklarımızla, kadeh tokuşturmayı çağdaşlık sanmışız. Çocuklarımızın, büyüklerinin yanlarında ayak uzatmalarını, gelişmişlik olarak algılar hale gelmişiz. Çocuklarımızın, gözlerimizin önünde, anadan üryan soyunmasını marifet addedecek kadar alçalmışız.

 

Senin, uğrunda kan, ter, yaş akıttığın ve daima da varlığı için dövüştüğün vatanında; iti, kopuğu dem sürüyor ve sen sürünüyorsun da, daha farkında değilsin ey vatan çocuğu! Vallahi gidiniz bakınız sahil kenarlarına (Bodrum vs.), adam günde bir buçuk milyar lira para harcıyor. Faizle, tefecilikle, haksız kazançla elde ettiği paraları; gidiyor, senin uğruna can verdiğin ve uğruna can yetiştirdiğin vatanında dem sürüyor ve sen onların kirli yaşamları ve zevkleri için birbirini yiyorsun behey ahmak! Dağlarda savaşan ve ölen senin oğlun (asker), sokaklarda canı pahasına nizamı sağlayan senin oğlun (polis), bu vatanı canından çok düşünen ve bu uğurda kardeşiyle canı pahasına ideolojik savaşım veren sensin ama bu vatanın en güzel koylarında dem sürenler kodaman itleri, Laila, Reina puştları. Ve bizler, bu itlere, puştlara o yaşam imkânını sunanların ve o yaşamı devam ettirmeleri için savaşanların peşlerinden koşmayı marifet sanıyoruz, ideolojik körlük yüzünden onların peşlerinden gidiyoruz. Ve bu vatan için canlarını ortaya koyanlara da yobaz, faşist demeyi adamlık sanıyoruz. Atatürk ismi kullanılıverdi mi, akan sular duruyor. Oysa Atatürk’ün isminin, sırf o yaşamların bekası adına kullanıldığı apaçık. Ve bizler, Atatürkçüyüz diyenlerin peşlerinden sorgusuz sualsiz gitmeyi bişey sanıyoruz. Bu durumun bizatihi şahidiyim. Söylediklerim boş değil yani. Adam günlük 300 yuro oda parası veriyor, bir öğün yemek 100 milyon lira. Bu insanlarla konuştuğunuz zaman, ne kadar da ruhsuz, kimliksiz, kişiliksiz olduklarını hemen anlıyorsunuz. Sürekli Atatürk diyorlar ve Atatürkçü olduklarını iddia eden yapıları canları gibi savunuyorlar. Çünkü o yapılar, bunlara yaşadıkları hayatın garantisini sunuyorlar. Ama meydanlara inince yoksulluk nutku çekmekten de utanmıyorlar ve bizler de yiyoruz bunu maalesef. Ne kadar da ahmak olmuşuz. Bizler onların iktidarları için kavga verirken, onlarda itler ve puştlar için kavga veriyorlar. Peki, bizim kazancımız ne Allah aşkına? Sonra da onların peşinde adalet ve özgürlük kavgası verdiğimiz sanıyoruz. Hangi adalet, hangi özgürlük ey vatan çocuğu?

 

Çok yozlaştık çok. Her şeyi paraya tahvil ettik. Kim olduğumuzu unuttuk. Bütün değerlerimize yabancılaştık. Hayatımız çek-senet bonoları üzerine bina edildi. Faiz, mutlu ve kutlu yaşam temelimiz oldu. Çağdaşlık adına bütün değerlerimizi hor gördük.  Ne kadar dairemiz varsa o kadar üstte oluruz sandık; kasamız da ne kadar paramız varsa o kadar adamdan sayılacağımızı sandık; ne kadar fiyakalı giyinirsek o kadar saygı duyulacağımızı, ne kadar görkemli salonlarda yemek yersek o kadar el üstünde tutulacağımızı, ne kadar pahalı arabaya binersek o kadar dikkate alınacağımızı düşündük. Bir koltuğa şahsiyetimizi satacak derekeye düştük. Kadınla vurulduk, makamla vurulduk, servetle ve şöhretle vurulduk. Bizleri can evimizden vurdular. Fasılalı olarak yıktılar bizi. Kültürümüzü bozdular, geleneklerimizi unutturdular, törelerimizi çiğnettiler ve hor gördürdüler. Bizleri, dinimize ve milliyetimize düşman ettiler. Devlete, dine, millete, vatana düşmanlığı marifet sandık. Öküz gibi bakındık, üzerinde durduğumuz temeller tek tek yıkılırken. O temellerle birlikte kendimizin de yıkılacağını unuttuk ahmakça.

 

Analar, babalar bozuldukça, bu bozukluk nesillere sirayet etti. Fark edemedik. Oysa bekamız gelecek nesillere bağlıydı. O nesiller elden uçup gitti mi, geleceğimizde uçup giderdi, bunun farkına varamadık. Ve bugün, biteviye neslimizi bozmakla iştigal etmektedir, şeytan ve çocukları. Çünkü zamanın nesli bozuldu mu, onların ardından gelecek nesilde bozulacaktır kuşkusuz. Ve şeytan bunu çok iyi bilmektedir. Misal; bazı insanlar, dininden dolayı oruç tutmasa da, atasından gördüğü için ve sürekli aynı modda yaşadığı için oruç tutmaktadır. Yani ana, ata bir yerde değerlerin devamını sağlamaktadır. İşte şeytan, bunu bildiği için, bugünün gençliğini değerlerinden uzak tutmaya çalışmaktadır. Zira yarın bu nesilden olacak çocuklar, anasından babasından bişey görmeyecekleri için yaşayacak bir şeyleri de olmayacak. Yani bomboş yaşayacaklar. Tutunacakları dalları olmayacak. Ve zavallıca, sefilce yaşayacaklar. Kimliksiz, dinsiz ve kişiliksiz olarak ara yerde ezilip gidecekler. Yazık değil mi?

 

Evet, maalesef kendi kendimize ihanet içindeyiz. Kimse bize ihanet etmiyor. Biz bize ihanet ediyoruz. Kimliğimizi ezerek, değerlerimizi çiğneyerek ve bizi biz yapan dinamiklerimizi unutulmaya terk ederek kendi kendimize ihanet ediyoruz. Kendine ihanet etmeyene kimse ihanet edemez, bu böyle biline. İdeolojik körlüğün tutsaklarıyız. Başımıza dikilen odunların kuklalarıyız adeta. Onlar ne derse onu yapıyoruz. Onlar nasıl yaşarlarsa aynı şeyi yaşıyoruz. Onlar yüzünden kardeşliklerimizi bozuyoruz. Ata dininin kurbanlarıyız. Putlara tapmayı adamlık sanıyoruz. Çağdaşlık denilen melaneti ayrıcalık olarak görüyoruz. Batı’yı üstün görüp, ecdadımızı telin ediyoruz serserice. Birlikte oturduğumuz zaman doğru düzgün konuşamıyoruz. Sürekli üstün gelme çabası içinde oluyoruz. Fikir teatisi yapmaktan korkuyoruz. Ezberlerimiz bozulacak diye deliriyoruz. Ortak noktalar bulup birleşme diye bir derdimiz yok. Değerlerimizi savunmaktan gocunuyoruz. Vatan ve din demekten dahi ürküyoruz. Yobaz ve faşist damgası yeriz diye. Maskelere aldanıp, ihanetleri göremiyoruz. Dostu, düşmanı tefrik edecek kabiliyetten uzağız. Dinimizi, kitabımızdan ve Önderimizin (sav) hayatından öğrenmeye üşenecek kadar tembeliz.

 

İşte bu hale getirdiler Müslüman Türk milletini ve evlatlarını. İktidarın, servetin, şehvetin kölesi zavallılar yığını olduk. Duyarlılığımız kayboldu. Menfaat çarkını döndüren sefiller olduk. Maskelere aldanıp, hainleri tefrik edemez olduk. Parasız iş yapmaz olduk. Bir zararımız olmayacağını bildiğimiz halde, iyilik yapmaktan çekinir olduk. Beton duvarlar ve teneke parçaları içinde boğulduk. Doğaya yabancılaştık. Ruhsuzlaştık. Soysuzlaştık. Ormanlarımız göz göre göre katledildi ve tepkimizi koyamadık. Ormanlarımızı yaktılar ve oralara beton binalar diktiler, oksijenimizi tükettiler şerefsizler. Suyumuzu kirlettiler. Ve bizler bakındık öylece. Hatta gittik, bütün bu melanetleri başımıza bela edenlerin peşlerinde ömür çürüttük. Dinsizlerin, donsuzların peşlerinden gitmeyi akıllılık sandık.

 

İslamı, İslamcılardan öğrenirsek, mal gibi yaşayacağımızı düşünemedik. Milliyetimizi, milliyetçilerden öğrenirsek mal gibi yaşayacağımızı akıl edemedik. Dinini kitabından, milliyetini de tarihinden ve ecdadından öğreneceksin arkadaş!  Aklını kullanacaksın arkadaş! Neyin kavgasını verdiğini bileceksin arkadaş! Kimin kavgasını verdiğini bileceksin arkadaş! Kavganın sonucunda ne elde edeceğini bileceksin arkadaş! Senin kavgandan kimin kazançlı çıktığını göreceksin arkadaş! Hangi yolda ve kiminle yürüdüğünü bileceksin arkadaş! O yolun seni nereye götürdüğünü sezeceksin arkadaş! Tependekileri sorgulamaktan korkmayacaksın arkadaş! Ecdadının kim olduğunu kendi emeğinle öğreneceksin arkadaş! Boş konuşmaktan utanacaksın arkadaş! Savunduğun şeyi bileceksin de arkadaş! Bilgiçlik taslamayacaksın arkadaş! Dinlemeyi, anlamayı ve temellerden başlayarak konuşmayı öğreneceksin arkadaş! Üstün gelme hastalığından kurtulacaksın ve bir şeyler öğrenme gayretinde olacaksın arkadaş! Peşlerine takıldığın kimselerin gerçek niyetini sezeceksin arkadaş! Durduğun yerin ağırlığını taşıyacaksın arkadaş! Kitapsız yaşamayacaksın arkadaş! İtin, kopuğun ve puştun zehirli ve kirli zevklerine özenmeyeceksin arkadaş! Vatana, dine, devlete, millete ahmakça ve malca düşman olmayı marifet sanmayacaksın arkadaş! Hiçbir zaman, değerlerini yaşman ve savunman neticesinde, faşist ve yobaz damgası vuracaklar diye endişeye kapılmayacaksın arkadaş! Hülasa; adam gibi adam olacaksın arkadaş! Kimlikli, kişilikli, haysiyetli bir insan olacaksın arkadaş! Tam insanlık çizgisinin üzerinde duran bir insan olacaksın yani.

 

Son tahlilde; ne zaman ki; ALLAH, ÖNDER ve KİTAP haricindeki her şeyin dokunulabilir, sorgulanabilir, reddedilebilir olduğunu idrak edeceğiz ve canımız acısa da bunu kabulleneceğiz, işte o zaman gerçeği bütün çıplaklığı ile görebilme ayrıcalığına sahip olacağız ve uyanacağız ve tarihe mührümüzü vurmak adına yeniden şahlanacağız inşaallah. Kimlikli, kişilikli insanlar olarak özgürce yaşayacağız kendi topraklarımızda. Ve umut olacağız, dindaşlarımıza, soydaşlarımıza ve emperyalizmin kıskacında inleyen bütün mustazaflara.

 

En son tahlilde; ÖL(dürül)MEDEN UYANINIZ!

 

AYRINTILAR:

 

BİR:

Ezilen başları unutamayız.

Atılan taşları unutamayız.

Akıtılan kanlı yaşları unutamayız.

İslamı bırakıp ideolojilerimizin peşinden gidemeyiz.

Önderler adına Önderi (sav) terk edemeyiz.

İlahı bırakıp tağutlara boyun eğemeyiz.

Kitabı itip kitaplara el değemeyiz.

Ülkeye ihanet edip ülkeleri vatan belleyemeyiz.

 

İKİ:

Sen şahadete yabancıysan, sen hakka yalancıysan,

Daha anne sütünü içmeden şehit olmuşsa çocuklar,

Daha baba eli tutup sokaklara çıkmamışsa çocuklar,

Tankların altında ezilmişse küçük gövdeler,

Davanın kan çiçeği olmaya adamışsa kendini yiğitler unutmak ve uyumak ihanettir,

Coğrafyalar kan okyanusuna dönmüşse,

Hanelerimiz kirli postallarla kirletilmişse,

Tertemiz canlarımız payimal edilmişse uyumak ve unutmak ihanettir,

 

ÜÇ:

Suriye ile savaşa gir. İçerisi kaynasın, çakallar oynasın. Sen savaşırken, içerideki itler kazan kaldırsın ve devlete saldırsın. Bu büyük tuzağa düşmeyiniz efendiler. Büyük bir oyun kurmuşlar. Bu oyunda hedef ülkemizdir. Bütün TÜRK-İSLAM düşmanları bu oyunda müttefiktir. Sizler asla maskelere aldanmayınız. Dinsiz olan herkes, muhakkak, Türk’e ve İslam’a göbekten düşmandır. Bu yüzden de birliktedirler. Size gösterilen yüzlere asla kanmayınız. O yüzlerin altında birer cellât gizlidir. Ülkemiz üzerinde, dış ve iç düşmanların büyük planları vardır ve şu an işler haldedir, dikkatli olmak gerekir. Hükümet büyük oyuna getirilmeye çalışılıyor. Uyanık olunmazsa, tehlike çok büyüktür, kayıpta çok büyük olacaktır. Hükümet dâhilinde, ihanet içinde olanları sürekli takipte tutmak gerekmektedir. İslamiler ve milliler muhakkak ittifak etmelidirler. Zaman çıkar düşünecek zaman değildir. Uçurumun eşindeyiz. Ya şahlanacağız, ya da batacağız, biteceğiz. Ya hep, ya hiç gibi bir durumdayız. İyi düşünmeliyiz.

 

DÖRT:

Askerin ve polisin ağırlığıyla asla oynamayınız. Evet, askeri ve polisi TÜRK-İSLAM PARADİGMASINA göre yeniden dizayn ediniz ama asla ağırlığına halel getirmeyiniz. Ki istenen bir şeydir bu. Asker ve polis ağırlığını kaybedince işler şirazesinden çıkar unutmayınız. Tabi asker ve poliste yerinde ve haysiyetlice durmasını bilsin ve ağırlığını korusun. Çünkü taş yerinde ağırdır. Taş yerini terk edince bütün ağırlığını da kaybetmeye mahkûmdur. Bu bütün ülkenin kaybı demektir.

 

BEŞ:

Dünyanın dört bir tarafında, insanlar açlığın en koyusunu yaşarken, türlü nimetler içerisinde yüzmek kahpeliktir. Servet, şöhret, makam, kadın müptelalığına tutulmak köpekliktir. Zengin sofralarda iftar açmak hayvandan daha da aşağı olmaktır. Garipleri görmezden gelmek, cimrilik yapmak soysuzluktur. Dünya açken, öbür dünyaya, burada yığınla servet bırakıp gitmek insanlığa, şerefe, dine, adalete ve ahlaka ihanettir.

 

ALTI:

Elde ettiğin iktidarı, insanlığın huzuru, mutluluğu için kullanmayıpta, şahsi hırslar için kullanmak katıksız bir şerefsizliktir.

 

YEDİ:

Uyanık olunmalı. Bir iş yaparken bütün detaylar düşünülmeli. Bütün insanların ortak huzuru ve mutluluğu hedef edinilmeli. Ülke, devlet, din ve millet adına yaşamalı. Ölümden asla korkmamalı. Yaşama susamışçasına koşanların karşısına, ölüme susamışçasına koşanlar olarak çıkmalı ve zalimlerin zulmüne dur demeli. Çünkü bütün domuzluklara ancak böyle set olabiliriz. Domuzlar ölümden korkarlar! Domuzca yaşamak varken, ölmek niye, öyle değil mi? Aklediniz!

Tarih: 12.08.2011 Okunma: 642

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?