Özele değil, genele!
Yanlış yapıyorsunuz. Valla yanlış yapıyorsunuz. Bunu bütün samimiyetimle söylüyorum. Yanlış yaşıyorsunuz. Gerçekten yanlış yaşıyorsunuz. Bunu bütün bilgilerim ve tecrübelerimle söylüyorum. Dost acı söyler unutmayınız. Keşke zararı siz görecek olsanız, umursamam, ama günahlarınızın yükünü başkaları taşıyacak, bizler taşıyacağız, her zaman olduğu gibi. Lanet olsun!
Dostla düşman tefrik edilemez duruma geldiyse, orada felaket yakın demektir. Ve gerçekten fark edilemez durumdasınız. Düşmanlarınızın yaşamlarında gösterdikleri inadı, siz kendi yaşamlarınızda gösteremiyorsunuz. Sürekli yalpalıyorsunuz. Düşmanlarınıza öykünüyorsunuz. Misal; bir profan (din dışı olan), bildiği yaşamda inat ediyor, evladını kendi yaşamı yönünde yönlendiriyor ama sizler hem yaşamınızda inat edemiyorsunuz hem de evladınızın size göre yön bulması adına bir harekette bulunmuyorsunuz.
Din dışı bir ailenin, din içi bir hayat yaşadığına ve evladının din içi bir hayat yaşamasına müsaade ettiğine tanık olmanız mümkün müdür? Peki, din içi bir ailenin, din dışı bir hayat yaşamadığına ve evladının din dışı bir hayat yaşamasına müsaade etmediğine tanık olmanız mümkün müdür? Burada zorlama olmalıdır anlamında söylemiyorum, ikna diye bir şey vardır. Siz teklif edersiniz, ebeveynler olarak zımnen yönlendirme yaparsınız ama tercih kişinindir. Din dışı bir aile bunu yapmaktadır ama din içi bir ailede bunu görmek yaşadığımız zamanda bayağı zordur.
Sözleriniz ve eylemleriniz örtüşmüyor ya da oyuna geliyorsunuz. Yapamayacaklarınızı söylüyorsunuz, ya da size söyletiyorlar, sonrada söylediklerinizi yaptırtmayıp sizi rezil ediyorlar. Düşmanlarınız dost olmayacak ama dostlarınız düşman olacak bu gidişle. Tehlikeli sularda yüzüyorsunuz. Yüzdüğünüz sular kirli sular. Yapılabilecek bazı şeyleri yapmıyorsunuz. Çok çabuk alışıyorsunuz. Oysa alışmanın çok kötü olduğunu defaatle söylemiştik! Dünya vicdanınızı karartıyor, kulaklarınızı sağır ediyor, gözlerinizi körleştiriyor. Hissetmiyor, duymuyor, görmüyorsunuz. Ve bu yaklaşan büyük felaketin işaretidir.
Yolunuz ve yolunuzun sonu bilindiği için, size bilerek ses çıkarmıyorlar. Aynı yolda devam etmeniz isteniyor. Ahmak olmayın. Silkelenin. Çünkü yolun sonu yeşil vadilere değil, kızıl uçurumlara çıkıyor. Rüzgârın sizden yana estiğini düşünüyorsanız feci aldanıyorsunuz. Bu rüzgârlar serinletebilir belki ama asla şifa olmaz yanmışlığınıza. Ki zaten şifa bulmaya da çalışmayın. Çünkü bu dünya da asla şifa yoktur. Bu dünya dert durağıdır. Bu dünya da yanmayan, öbüründe muhakkak yanacaktır. Ve burada yanan orada muhakkak kanacaktır.
Eğer birileri sizden yana samimi ve saf duygularla umut besliyorsa, bu umutları boşa çıkarmak size yakışmaz. Ve umudu garip besler. Garip olmayanın umuda ihtiyacı yoktur! Aslında vardır da yaşadığımız zamanlarda yoktur. Çünkü mağrur zaten kendi işini görmekte ustadır, mahirdir! Yalan da değil zira. Ki yaşayarak görüyoruz bunları. Şükür hayat bir şeyler öğretiyor, istekli olana.
Şöyle bakıyoruz da, hiç kimsenin umurunda değil yaşamın zor tarafı ve zor tarafı yaşayanların yaşamları. Yazık. Çünkü herkesin derdi kendine! Kimi boş küpünü doldurma derdinde. Kimi de aç karnını doyurma düşüncesinde. Kimse kimsenin umurunda değil. Herkesin mekânı ayrı, yiyimi ayrı, giyimi ayrı. Kimisi dünyada bir yalan cennet içinde devran sürer, havyarla damak zevki yaşar, ceylan derisiyle üstünü örter. Kimisi de dünyanın cehennem yönüne mahkûm olur, çöplüklerde bir dilim kokulu(!) ekmek arar, üstünü de yapraklarla sarar. Ve sizler, hep yoksullaştırdıklarınızın oylarıyla beslenirsiniz, ne garip! Ama gider zenginleştirdiklerinizden talimatlar alırsınız, ne acı! Ve sizler, yanmak değil kanmak düşüncesindesiniz öyle mi? Allah belanızı verecek! Bekleyiniz acı sonunuzu.
Bize masal anlatmayın emi, çokbilmiş sevgili efendiler! Çünkü karnımız tok. Masallarla yaşadık. Romanlarla öleceğiz. Oysa biz, kardeşlikle yaşayıp, adaletle ölmek isterdik. İsterdik ki; imkânlardan istifade de herkes eşit olsun. İsterdik ki; aç karınlarda bir yudum sıcacık çorba bulsun. Ama topyekûn hepinizin sayesinde ne kardeşçe yaşayabildik, ne de adilce ölebileceğiz. Ne giyebildik, ne yiyebildik, ne oturabildik, yani yaşamadık ama sizlerde yaşamayacaksınız. Bizim yaşayamamışlığımız sonluydu, sizin yaşayamayacak olmanız sonsuzdur. İşte bu da bizim sevincimizdir. Acı çekecek olmanıza seviniyoruz diye ağlamayın, bu bizim için en büyük nimet. Çünkü kimse domuzla bir arada yaşamak istemez. Ve domuzlar acı çekmeye mahkûmdur. Biz çektiremedik ama elbet Bir’i çektirecekti.
Yersiniz, içersiniz belki, belki ihtiyaçtan fazla biçersiniz ama gün gelir kendinizden geçersiniz. Ve düşer kalırsınız ansızın, yolun ortasında. Ve tutacak bir el ararsınız ama uzanacak tek el bulamazsınız. Anlarsınız o zaman, hayat boyu hep yanlış yaptığınızı ve yanlış yaşadığınızı ama nokta koymak zorunda kalmışsınızdır artık ve çare yoktur. Ömür budur: Virgüllerle devam eder ve noktayla noktalanır. Bazen ünlemler, bazen soru işaretleri, bazen tırnaklar, bazen kesmeler, bazen iki noktalar, bazen noktalı virgüller ama bittiği yerde muhakkak nokta olacaktır ve olmak zorundadır. Virgülleri ve diğerlerini çoğaltmaya çalışmak beyhudedir ve divane işidir. Siz dua edin ki, nokta koymak nasip olsun, noktayı bile koyamadan çekip gitmekte vardır. Çünkü bizler en güzel cümleyi yazmak derdindeyizdir hep, bir ömür boyu. Ve cümleyi yazarken muayyen işaretlere başvururuz. Ama en sonunda nokta koyarız. Tabi bitirebilmişsek!
Kendinize gelin. Gerçeği görün. Hayatı sadece okumayın, görün. İnsan içine çıkın. Doğaya açılın. Sızılı yüreklerin sessiz çığlıklarını duyumsayın. Aç karınların guruldamasını işitin. Burada hesap sorulmazsa, artık gayrı sorulmaz diye düşünmeyin. Hesapsız ve kitapsız hayat yoktur ve olmamıştır. Burada hesabın gecikmesi, yüreklerde ki imanın işaretidir. Siz yürekleri boşaltın bakalım, o zaman üzerinize neyin boşalacağını görürsünüz. Ki göreceksiniz de bu gidişler! Ama gün gelecek, defterler dürülecek, yapılanlar tek tek göz önüne gelecek ve elbet hesap görülecek. Zalimler cehenneme! Denilecek.
Çok güzel yaşıyorsunuz! Çok fiyakalı görünüyorsunuz, sürekli rol kesiyorsunuz. Aldattığınızı sanıyorsunuz. Her şeyi talan ediyorsunuz. Temelleri sarsıyorsunuz. Günü kurtarma derdindesiniz. Özel şoförler, özel kalemler, villalar, yatlar, katlar ve sonradan görülmüş saltanatların sarhoşluğu içindesiniz. Din, devlet, vatan, millet umurunuzda değil. Bunları, birilerinin, günü geldiğinde, elbet sahipleneceğini düşünüyorsunuz. Oysa çok yanlış düşünüyorsunuz. Bir sağlam olanı korumak vardır, bir de çürük olanı sağlamlaştırmaya çalışmak ve sonra da korumaya çalışmak vardır. Birincisinde iştah olur ama ikincisinde lakaytlık olur ki, işte bu felakettir. Gemisini kurtaran kaptan değildir asla, hem gemisini, hem mürettebatını hem de yolcularını kurtarmayı başarandır asıl kaptan biliniz. Sadece gemisini kurtaran korkak, bencil bir rezildir. Bütünü kurtaran ise yürekli bir yiğittir, asil bir savaşçıdır.
Sen evladını kurtarmışsın ama diğerlerini yanmaya terk etmişsin, peki sen insan mısın? Hayır, asla değilsin. Hayvan bile olamamışsın. Çünkü hayvanlar bile hem cinsleri için mücadeleye girişir gerektiği zaman. Sen keyfili geceler geçirirken, acı çekenler ne olacak? Senin evladın milyonluk arabalara binerken, diğerlerinin evlatları ne yapacak? Senin evladın şatolarda âlem yaparken, diğerlerinin evlatları çatısız evlerde mi yaşayacak? Senin evladın, sevgilisiyle kordon boylarında turlarken, diğerlerinin evlatlarının kurşun vızıltılarıyla sabahlaması çok mu iyi? Senin evladın, han, hamam sahibi iken, diğerlerinin evlatları senin evladının sattıklarına sadece bakmakla ve iç geçirmekle mi yetinecek? Olmuyor beyim olmuyor, boş laflarla karın doymuyor. Adalet gerek adalet!
Ama ben bu ülkenin ne ana caddelerinde, ne ara caddelerinde adalet göremiyorum. Dehşetli bir adaletsizliğe şahit oluyorum. Ve bu içimi acıtıyor. Yüreğimi kor ateşlerde yakıyor. Bu ülkenin sahibi sadece gayri ahlaki yollarla zenginleşmiş kansızlar değildir unutmayın. Ve o kansızlara dalkavukluk yapan politik soysuzlarda değildir unutmayın! Ve unutmayın ki; sessiz çığlıklar bir gün gelir ses vererek üzerinize doğru yuvarlanmaya başlar. Altında kalırsınız. Ve bu, sizin, bu dünyada soğukta, öbür dünyada sıcakta yanmanız demektir. Yanmamak için yakmamanız gerekir unutmayınız! Bilakis, bir gün, yaktıklarınız tarafından yakılacaksınız. İnsanoğlu zulmedermiş, kader ise adalet edermiş, biliniz! Ve yanmanız, yakmanızın sonucudur, yani yanmanız kaderdir!
Azla yetinmek varken, çoğa göz dikmeyin. Çoğa göz dikip haram biçmeyin. İnsan olun, insan gibi yaşayın. Bu ülkenin sahibi değil, naçiz bir ortağı olduğunuzu düşünün. Ve diğer ortaklarınızı düşünerek yaşayın. Ve diğer ortaklarınızın sizden daha güçlü olduğunu unutmayın! Diğer ortaklarınızın haklarını çalmayın. Kendinize farklı konumlar biçmeyin. Yetkinin sizde olması demek, diğer ortaklarınızdan fazla almanız gerektiği anlamına gelmez kafanıza kazıyın bunu.
Son tahlilde; insan olun, insan gibi yaşayın, insan olduğunuzu asla unutmayın. Çünkü hayvanlar yeri geldiğinde avlanmak içindir!
EKSTRALAR:
BİR:
Duyduklarımıza göre, milletvekillerine(!) özel şoför tahsis edilecekmiş ve bir şoförün maliyeti de toplamda üç milyarı buluyormuş. Sahi bunu kim akıl etti ise, çok zeki biriymiş(!) nasıl etmiş, nasıl düşünmüş ve böyle dâhice (!) bir fikre ulamış merak ediyorum doğrusu. Herhalde gece yatıp, gündüz koşmayan, sürekli tefekkür halinde olan biridir bu efendimiz(!) Kendileri yeterince emiyorlar, az gelmiş olacak ki, emecek birini daha türetecekler. Yazıklar olsun. Sonsuz kez yazıklar olsun. Tabi doğruysa. Günahlarını almak istemem ama doğruysa suratlarına okkalı bir şekilde tükürmek isterim. Özellikle bu fikri ortaya atanın pis suratına. Ulan insan da azıcık hayâ duygusu olur be. İnsan da ar damarı diye bir şey olur be. Bunca aydınlığın neferi (muallimler)hayata küsmüşken, bunca aç sefil insan varken, bunu düşünen insan olabilir mi, Allah, Önder, Kitap aşkına?
Eğer bu gerçekleşsin, gerçekleşmesinde katkısı olan herkese gün yüzü görmemiş küfürler etmezsem namerdim. Zaten kimler evet diyecek elbet ortaya çıkacaktır, gündem olacaktır. Bunu yapan insan olamaz. Vallahi billahi tallahi olamaz. Eğer hükümet üyeleri bunun geçmesini sağlasın varya, benim gözümde bir hiçtir. Zerre değerleri yoktur. Şayet en ufak bir saygı duyuyorsam, onunda zerresi kalmaz. Çünkü tamamen onların inisiyatifindedir. Zira çoğunluk onlardadır. Diğerlerini de görmezden geliyor değilim. Diğerleri de onay veriyorlarsa bu işe, onların da insanlıklarının içine tüküreyim. Eğer MHP böyle bir şeye onay versin varya, benim indimde bittiğinin resmidir. Her durumda toplu karar alan MHP görelim bakalım bunda ne yapacak, özel durum mu diyecek yoksa bu katmerli adaletsizliktir buna toplu hayır diyoruz mu diyecek. Yine, sürekli sosyal adaletten dem vuran ama iz taşımayan CHP bakalım ne yapacak. Yoksulların alınterinin gasp edilmesine evet mi diyecek, yoksa bu ahlaksızlık ve şerefsizliktir deyip red mi edecek, bekleyip göreceğiz. Hakeza, diğer partilerin açıklamalarını da takip edeceğiz. Görelim bakalım kimler haysiyetliymiş, kimler haysiyetten nasipsizmiş. Özellikle SP, BBP, HASPARTİ gibi belli bir düşünce temelinde siyaset eden partileri göreceğiz inşaallah. Fiyaka tatlı mı gelecek, yoksa sömürüye evet mi diyecekler göreceğiz. Toplumsal planda bunu anlatıp toplumu aydınlatacaklar mı takip edeceğiz.
Bütün şerefli ve namuslu vekillere çağrı yapıyorum; bu azim adaletsizliğe onay vermeyiniz. Rahatınızı düşünüp nefsinize uymayınız. Yoksulların alın terlerine göz dikmeyiniz. O gözleriniz muhakkak oyulur unutmayınız. Eğer insanlıktan zere nasibiniz varsa bu lanetlik hareketi yekpare olarak engellersiniz. Allah kahreder biliniz!
İKİ:
Bir eğitimci dostumun anlattığına göre; İstanbul’da ki öğretmen evlerinde alaturka tuvalet olayı tamamen kalkmış durumdadır. Yani gâvurlaşma ikmal olunmuştur. Gerçi artık Camilerimiz haricinde bütün her yerde böyle olmuştur, buna bizatihi şahidiz. Tek Müslüman-Türk tuvaletine rast gelmeniz adeta mucize gibi bir şeydir. Yazık ve çok acı bir durum. Bu durma acil bir çözüm bulunması gerekmektedir. Eğer buralar ve her kurum Türk Devleti’nin birer kurumu ise, buralarda Türk Milletinin gelenekleri, değerleri, töreleri yönünde hizmetler olmalıdır. Bu kurumlar birer Batı kurumlarıymış gibi hizmet edemez ve etmemelidir. Ha bir iki tane alafranga bulunmaz mı, elbet bulunabilir ama genel itibariyle bu milletin izlerini taşımalıdır bütün devlet hücreleri. Batının izlerini taşımamalıdır. Bu züldür, bu millet için. Yemin ediyorum ruhum azaplar içindedir. Laf olsun diye söylemiyorum bazıları gibi, inanın öyle manevi acılar çekiyorum ki, sözcükler ifade de kifayetsiz kalmaktadır. Yani ben böyle miydim Allah aşkına? Bu hallere düşecek millet miydik biz Önder aşkına? Ecdadımız kalksa gelse ve görse ne derdi acaba? Utanç vericidir ve utanç duymamak kadar utanç verici bir şey yoktur. Ancak insan olan utanır! Ve onur sadece insan türünde vardır! Artık temelleri sarsmadan, koruyarak, yenilenme zamanıdır zaman. Kendi asli dinamiklerimiz temelinde. Kendi özümüz yönünde.
Ayrıca, dostumun ifadesine göre, muallimlerin kendileri için yapılandırılmış olan mekânlarda (öğretmen evlerinde) yer bulmaları da çok zormuş. Bu da ayrı bir utanç tablosudur. Eğer oralar yüksek düzeyli (!) lordlar içinse adını değiştirin, değilse adına layık hizmet verin lütfen, Allah rızası için.
ÜÇ:
Şu bedelli midir ne nanedir artık kesin. Uzatıp durmayın. Yoksulları yüreklerinden vurmayın. Ya askerliği ilga edin, ya da herkes insan gibi, görevini layığı ile yapsın. Bir şekilde bunu yaptırtın. Evet, yeniden bir yapılanmaya gidin, ama adam gibi iş yapın. Türk-İslam temelli bir ordumuz olsun. Ne kadim törenize ihanet edin, ne de dininizden zerre taviz verin. Yoksullara askerlik yaptır, zengin piçlerine metropollerde fink attır. Bu nedir Allah aşkına? Bu insanlık değildir. Bu adalet değildir. Bunda ahlak yoktur. Yoksulları yüreklerinden vurup durursanız, yoksulların sizi nerenizden vuracağı belli olmaz unutmayınız! Bu tür ve benzeri tür şeylerin hepsi, kadim dizaynı tarumar etmek içindir. Hiçbir itin yönlendirmesine aldırmayın. Siyonist itlerine zerre kulak vermeyin. O itler bellidir. O itler kahramanlar belirler, o itler şehitlik payelerini kaldırır. O itler, barış türküleri söylerler ama onların barışı siyonistin menzile varışı içindir. Sizin yegâne referansınız her zaman ve zeminde şu olmalıdır, asla unutmayınız: yüce ve ekmel dininiz ve kadim töreniz. Gerisi lafı-ı güzaftır. Ve sizleri perişanlığa götürür. Ayrıca, hiçbir gâvurun, hiçbir konuda ki gazlamasına da gelmeyiniz. Yolunuz hak üzere olsun ve hak yolda eğilip bükülmeden yürümek işiniz olsun. Ve nihayet, Osmanlı-Selçuklu sentezi bir güçlü ve bağımsız Türkiye yarınlarda ki düşünüz olsun.
DÖRT:
Kara ve lanet Eylül’lerin tutsağı olan ve halen zindanlarda tutulan Ülkücüleri de bir an önce bırakınız. Bu sizin insani vazifenizdir. Bunu yapmak zorundasınız. O insanların haksız yere zindanlarda tutulduklarını biliyorsunuz. O insanların günahsız olduklarını cümle âlem biliyor. Onlar belli şartların çocuklarıydılar ve şartların icaplarını yaptılar. Belki yanıldılar, belki aldandılar ama adamdılar. Adam gibi yaşadılar. Ve verilen sözler unutulmaz. Gün gelir çarpılır yüzlere.
Artık bundan böyle bu ülke topraklarında, bu aziz vatanda, tek bir tane Müslüman-Türk evladının gözyaşının aktığına tanıklık etmek istemiyorum. Tek bir Müslüman-Türk evladının zulme maruz kaldığını görmek istemiyorum. Bu topraklarda fıtrat kanunlarının icrası temelinde bir yaşam olduğunu görmek istiyorum. Hem de her alanda. Bu ülkenin yeniden Müslüman-Türkleştiğini görmek istiyorum. Yanlış anlaşılmak istemem. Kimsenin zorla Müslüman olmasını ve kimseye zorla Müslüman’ca yaşam dayatmasında bulunulmasını benimsemiyorum. Ama her ülkenin de bir kanunu vardır ve uygulanmak zorundadır. Sınırsız özgürlük safsatadır. İhanet serbestîsi diye bir şey olamaz. Her insanın, her ailenin, her grubun bir kuralları olduğu gibi, devletlerin de elbet kuralları olması gayet doğaldır.
GÖÇ
göçeceğiz birgün hepimiz
zira, göçmek için geldik biz
hep kalmak isteriz, evet
lakin, gerçekleşecek reddi imkansız davet
göç davulları çaldığında nihayet
kaçamayız, karar; kesin ve net
demiyor mu; Kitab-ı Kerim de ayet?
''külli nefsin zaigatül mevt.’’