ŞEYTANIN ADAMLARI...1...

Özgür DENİZ - 20.09.2011

 

                Dünyayı, bugüne kadar, belli dönemler haricinde, hep şeytanın adamları yönetmiştir. Tam yönetemedikleri zamanlarda ise, mevut yönetimleri etkilemek istemişler, muhtelif tezgâhlarla ve tuzaklarla etkin olmaya çalışmışlardır. Terör yöntemini daima kullanmışlardır ve kullanmaktadırlar. Bütün terör örgütleri, silahlı (PKK vs.) ya da silahsız (MEDYA vs.), istisnasız, şeytanın adamlarının mutemet elemanlarıdırlar. Fakat bu örgütlerde yöneticilik yapanlar, şeytanın has elemanlarıdırlar, ölenler ve öldürenler ya da kalem tetikçileri ise zavallı birer piyondurlar. Gebermeleri normaldir. Her zaman yaptıkları da budur. Çünkü şeytanın adamlarının yolu, kolay olan yoldur ve bu yüzden taliplileri de elbette çoktur. Zor yolların taliplileri ise pek az olur. Çünkü insanoğlu zora gelememektedir. İnsanoğlu sabretmeyi sevmemektedir. Zoru başarmak ise, sabır gerektirir. Parayı ve gücü, daima, şeytanın adamları ellerinde bulundurmuşlardır. Dünya da, zaten bir yerde, para ve güç demektir. Zaafları, daima, şeytanın adamları kontrol etmişlerdir. Ülkelerin zayıflamalarının temelinde de bu vardır. Zaaflarını kontrol edemeyenlerin, hayatlarını kontrol ederler.  Zaafları tetikleyende, para ve güçtür. Nefislerin dizginlerini koparmayı başarabilmişlerdir. İnsanoğlunun cehaletinden, korkaklığından, zalimliğinden, nankörlüğünden istifade edebilmenin yollarını keşfetmişlerdir. Para ve gücün artırılması ilkesi, şeytanın adamlarının temel ilkesidir ve bu ilkeye ihanet edenleri yok ederler, yok etmeye çalışırlar. Para ve gücün azalması demek, şeytanın adamlarının mağlup olması demektir. Şeytanın adamları ise mağlubiyete gelemez. Dünyayı kaybetmekten hiç hazzetmezler bunlar. Bu yüzden dünyada daima paranın ve gücün tanrısallığı söz konusu olmuştur. Ve insanoğlu, adeta, para ve güç önünde secdeye kapanmıştır. Para ve güç uğruna feda etmedik değer bırakmamıştır. Namusuna, şerefine kadar her şeyini feda etmekten imtina etmemiştir. Vatanlar bu yüzden satılmıştır, devletler bu yüzden çökertilebilmiştir, milletler bu yüzden köleleştirilebilmişlerdir, dinler bu yüzden tahrifata ve tahribata uğramışlardır, zenginlikler bu yüzden kolayca yağmalanabilmiş, canlar kolayca harcanabilmiştir.

 

Bunların yapısı adeta bir piramidi andırır. Bunlar katmanlar halinde dünyayı yönetirler, herkesin iletişim kuracağı yapı bellidir. En alttaki, en üsttekini asla bilemez ve tanıyamaz. Herkese yapacağı görev ve iletişime geçeceği kişi söylenir. Şöyle bir misal verelim; şimdi dünyaya etkide bulunan belli düşünceler var mıdır? Hayatın içindeyiz, gelişmelerin odağındayız, kendimizi ve yaşantımızı biliyoruz, dünyayı tanıyoruz, tarihten haberdarız. Evet, vardır. Yani şöyle; İslamcılık ve milliyetçilik, faşizm, komünizm, liberalizm, kapitalizm, anarşizim vs. Bu düşüncelerin her memlekette belli temsilcileri var mıdır? Görüyoruz, inkârı imkânsızdır ki; evet, vardır. Ya da illa, bu düşünceler için birer temsilci belirlenmekte midir? Elbette belirlenmektedir. Bu temsilcilerin, bir yerlerle illa bağlantıları var mıdır? Yani bunların belli güçlerle teşrik-i mesaisi var mıdır? İlla vardır. Kesinlikle vardır. Bu durum, aslında eşyanın doğasına da aykırı değildir, yani normaldir. Yok diyen aklına yansın. İşte olayda burada kopmaktadır. Şimdi şeytanın adamları, bu ideolojik temsilcilere etkide bulunan bütün adamlarla irtibattadır. Öyleyse, her halükarda, yerel temsilciler de otokontrole tabidirler. Bizler, bizleri temsil edenleri, bağımsız kişilikler olarak düşünmekteyizdir oysa. Evet, buna komplo teorisi olarak bakabilirsiniz ama manzara-i umumiyeyi gözlerden saklayamazsınız. Eğer aksi olaydı, emin olun, ülkelerin ve ülkemizin durumu bambaşka olurdu, bundan zerre kuşkum yok. Çünkü hiçbir ülkede, o ülke halkının (özellikle Türk-İslam âleminin), kendi temel değerleri yönünde bir siyaset geliştirilememektedir. Peki, bu niçindir ve nasıl olmaktadır? Durup düşünmek gerekmez mi? Yani bir İslamcı, niçin kuşatıcı bir politika üretemez ya da illa toplumla çatışacak bir durum yaratır? Ya da bir milliyetçi, niçin kuşatıcı bir politika üretemez ve toplumun nefret edeceği bir girişimde bulunur? Ya da niçin kendi değerleri temelinde, korkusuzca ve şeffaf olarak siyaset edemezler? Bunlar olmayan şeyler değildir, kimse bana kızmasın. Diğerlerini zaten geçiyorum, çünkü onlar zaten şeytanın adamlarının mutemet elemanlardırlar. Milli ve dini kimliğe düşman olanlar her zamanda ve zeminde şeytanın çocuklarıdırlar ve öyle de olmuşlardır. Aynı şekilde bir milliyetçi, şayet tabanını dinden soğutmaya çalışıyorsa, o da şeytanın çocuğudur. Bir islamcı da, kendi tabanını milli kimlikten soğutmaya çalışıyorsa, o da şeytanın çocuğudur. Ve bu türler, bu işleri öyle açıktan ve direkt olarak yapmazlar, dolaylı yönlerden ve hiç sezdirmeden yapmaya çalışırlar. Sadece durun, düşünün, merak edip sorun ve samimice tahlil ve tetkik edin basit gerçeği göreceksiniz. Onlar daima şeytanla teşrik-i mesai yapmışlardır ve yapmaktadırlar. Ama bir İslamcıdan ve bir milliyetçiden teşrik-i mesai yapması beklenemez. Yapabilir belki, ama yapması beklenemez. Tabi gerçek bir İslamcı ve milliyetçi ise. Namuslu, şerefli, vatanperver, imanlı bir İslamcı ve milliyetçi ise. Yani milli siyaset eden birileri ise. Kendi değer yargıları temelinde düşüncelerini dizayn eden ve toplumlarını aldatmadan yönlendiren birileri ise elbette şeytanın adamları ile teşrik-i mesai yapamaz ve yapması da düşünülemez. Yapıyorsa da, o, şerefsiz ve kansız bir ittir. Ya da bu tür kişiler, ilişki kurdukları insanların, şeytanın adamları olup olmadıklarını mutlaka fark ederler, eğer fark edemiyorlarsa, zaten onlardan hiç kimseye bir hayır gelmeyeceği aşikârdır.  

 

Burada şu detayı da görmezden gelmeyelim. Evet, belli anlaşmalar olabilir, belli ilişkiler olabilir, belli alışverişler olabilir ama bu asla ihanet derecesinde olmamalıdır ve asla kendi halkına kaybettirecek türden bir ilişki olmamalıdır. Eğer böyle oluyorsa, elbette dediğimiz geçerlidir, yani o kimseler kansız ve şerefsiz ittirler. Velev ki; islamcı ve milliyetçi düşünceye sahip olsalar bile. Zaten sahip değillerdir ama rol yapıyorlardır. İlişkiler, şayet olsa bile, her zaman doğal olmalıdır. Asla tam etki altında kalınmamalıdır. Kendine ihanet edecek türde olmamalıdır. Hitap ettiğin ya da temsil ettiğin kitlelerin, umutlarının savrulup gitmesine yol açacak düzeyde olmamalıdır. Kendi vatanına ve dinine ihanet edecek düzeyde olmamalıdır.

 

Bu yüzden, siz siz olun, sizi yönlendirenleri çok iyi tetkik edin ve onların ürettikleri siyaseti, ortak ve kadim temel değerlere vurun. Eğer ürettikleri siyaset bazında, temel değerlerle çatışıyorlarsa onları terk edin. Ya da hiç beklenmedik anda, hiç ummadık bir çıkışta bulunupta sizin bekanızı ve kendi varlığının bekasını tehlikeye sokuyorsa ondan şüphe duyun. Çünkü onlarda mutlaka bir eğrilik vardır. Hem hiçbir milliyetçiyi, mutlak Türk olarak algılamayın. Hiçbir İslamcıyı, mutlak İslam olarak algılamayın. O zaman daima aldanmak zorunda kalırsınız. Çünkü dini ve milli kimlikler üzerinden sömürü, en garantili sömürüdür. Zira bu iki unsur, insanlığın kadim değerlerinin temellerini oluşturan unsurlardır. Ve insanoğluyla bakidir bu değerler. Siz Türk kimdir öğrenemeyecek kadar zavallı değilsinizdir herhalde? Siz İslam nedir öğrenemeyecek kadar ahmak değilsinizdir herhalde? Ve siz Türklüğü ve İslamlığı şahıslara göre değil, şahısları Türklüğe ve İslamlığa göre ölçmek zorundasınızdır. Bilakis, aldanışınız ve kaybedişiniz kaderiniz olacaktır.

 

Şeytanın adamlarının ana gayeleri dünyaya hükmetmek olduğu için; bütün gayretleri, bütün taktikleri ve stratejileri buna matuftur. Bunlarla mücadele, asla bunlar gibi olmak adına yapılamaz. Çünkü aynı gaye adına yapılan mücadele de bunlar daima üstün gelecektir. Zira dünyaya hükmetmenin yolu, ahlaksızlık, hürriyetsizlik ve adaletsizlikten geçer. Bunlar örgütsel yapılanmaların, medyanın, politikanın, sosyal hayatın ve insanla ilgili bütün alanların gizli yönlendiricileridirler. Her kulvarda adamları mutlaka vardır. Bu yüzdendir dünyada kapitalizm ya da kapitalist ve komünist maskeli faşizm (siyonizm) hüküm sürmektedir ve böyle oldukça da hüküm sürmeye devam edecektir. Bunlarla mücadele, ancak Allah’ın adamları olmakla mümkündür. Çünkü fark buradadır, ayrılık burada başlamaktadır. Zira Allah’ın adamları haksız yere adam öldürmez. Allah’ın adamları dünya hükümranlığı adına değil, insanların mutluluğu, huzuru, gerçek kurtuluşu ve adalet ve ahlak için mücadele ederler. İnsanların zaaflarından faydalanmayı düşünmezler. Nefisleri dizginlemek adına gayret ederler. Allah’ın adamları, ahlaksızlık, adaletsizlik yapmazlar, insanları köleleştirmezler. İyiliği emrederler, kötülüğü nehyederler. Paraya ve güce hâkim olmak için değil, parayı ve gücü paylaşmak için mücadele verirler. Hülasa; gerçek kurtuluş ve hükümranlık, Allah’ın adamları olmakla mümkündür. Allah’ın adamları olmadığınız müddetçe, şeytanın adamlarının kölesi olmaya mahkûmsunuz. İster farkında olun, isterseniz farkında olmayın; ister kabul edin, isterseniz kabul etmeyin, gerçek budur. Yaşadığı hayatın nasıl yürüdüğünden bihaber olan boşuna yaşamasın!

 

                İdeolojiler şeytanın adamlarının yemleridirler. Milli ve dini kimlik düşmanı olan bütün örgütler, şeytanın adamlarının tetikçileridirler. Politikacılar şeytanın adamlarının oltalarıdırlar. Şerefiyle ve namusuyla siyaset edenler müstesnadır. Partiler şeytanın adamlarının örgütsel hücreleridirler. Partiler, politikacılar, ideolojiler daima şeytanın adamlarına çalışırlar. Çalışmadıklarını düşünseler de, söyleseler de çalışırlar. Kendileri farkında olmayabilirler ama mutlaka çalışırlar. Çünkü partide, politikacıda, ideolojide bütünlüğü parçalayan unsurlardır, olgulardır. Ve şeytanın gayesi de bütünlüğü parçalamaktır. Tefrikayı kökleştirmektir. Çünkü şeytanın adamları, bir yere hükmetmenin yolunun, orayı parçalamaktan geçtiğini çok iyi, bilirler. Birlik bozuldumu, dirlik bozulur; birlik bozuldumu güç kaybolur; birlik bozuldumu ahlaksızlık, adaletsizlik, hürriyetsizlik toplumu sarmaya başlar ve nihayet çürütür.

 

                Son tahlilde; Allah’ın adamları olmadıkça, kurtuluşun mümkünatı yoktur, şerefim üzerine yemin ediyorum yoktur. İnsan aldanıştadır. İnsan yanılgıdadır. İnsan uykudadır. İnsan şeytani kuşatmadadır. Oysa Allah biz kullarını uyarmaktadır. Bizleri düşünmeye ve uyanmaya çağırmaktadır. Bizlere doğru yolu göstermektedir. Bizlere birlik olmayı öğütlemektedir. Bizlere sabretmeyi öğütlemektedir. Bizlere kendi kanunlarıyla hükmetmeyi ve hükmedilmeyi, bunun için olması gereken neyse yapmayı emretmektedir.

 

”Gerçekten insan çok zalim ve pek nankördür” İbrahim-34

 

"Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara sunduk; onu yüklenmekten kaçındılar, sorumluluğundan korktular. Pek zalim ve cahil olan insan onu yüklendi." Ahzap-72

 

 

EKSTRA:

BİR:

LAİKLİK OLAYI: ilk evvelde dürüstçe konuşmak gerekirse, Sayın Başbakanımız yanlış yapmışlardır. Aslında böyle bir şeyi söylemesine lüzum yoktu. Evet, laiklik aslında şudur, şöyle olmalıdır diye bir tanımlama yapabilirdi, indi mülahazasını serdedebilirdi. Ama adeta propaganda yapıyormuş gibi bir hitapta bulunması yanlış oldu. Çünkü neyin ne olduğunu herkes bilmektedir. İnsanları yanıltmanın ve bilerek yanlışın içine gömmenin mantığı yoktur. İnsanlığın zulüm altında inlemesinin sebebi nedir bilinmiyor değildir. Ülkemizdeki zulümlerin asıl muharriki nedir bihaber değiliz. Hatta ülkemizde ki, bir olayın tahrikçisi olan derin bir ateistin erkekçe tanımlaması da meşhurdur. Yani olay bu kadar açıkken böyle bir şey yanlış olmuştur. Ama ben bunu birilerinin kotarmak istediğini ve kotardığını düşünüyorum. Sayın Başbakanımızın, bilerek bu yanlışı yapmasına vesile olunduğunu düşünüyorum. Tabi bu arada olaya reel politik açısından bakarsak, laiklikle yatıp kalkan zavallıların oyuncağını da ellerinden almış olduğu bir realitedir. Bu yüzdendir, bazı Arap vatandaşlarına sürekli mikrofon uzatmaktadırlar. Yazık tutacakları ve oynayacakları bişey kalmadı. Ama her halükarda yapılan şey yanlıştır. Çünkü bir söz milyonlarca insan yığınının beyinlerini etki altına almaktadır ve büyük tehlikeler doğurması mümkündür. Vebalide büyük olur bunun. Sözün esiri olmak vahimdir. Seni vuranı ve yok etmek isteyeni öpmek akılsızlıktır. Yani ne konuş ne de öv, zor mu bu Allah aşkına? Ne diyeceğimi bilemiyorum gerçekten! İnsanın kendi kendini mat etmesi nasıl bir şeydir anlamıyorum.

 

MİT-PKK OLAYI: evet yanlış olduğu aşikârdır. Zira sen bir devletsin, karşındaki alçaklığın en dibinde olan bir teröristtir. Burada ki asıl tehlike; PKK denilen lanet şebekenin, siyonist çocuğunun, aziz, asil, namuslu ve şerefli Kürt kardeşlerimizin yegâne temsilcisiymiş gibi sunulması olmuştur. Zira Kürt sorunu (aslında böyle bir sorun olmadığı zamanla daha iyi idrak edilmektedir) diyorsun ama masaya PKK ile oturuyorsun. Bu olmaz beyim, olamaz ve de olmamıştır. Müslüman-Türk Devleti’nin itibarını düşürmüştür bu hareket. Müslüman-Türk milletini yürekten üzmüştür. MİT Müsteşarımız olan Sayın Hakan Fidan beye de yakışmamıştır bu hareket. Evet, siyonistin ve siyonist çocuklarının hedefindedir, öyleyse dikkatli olmalıdır ve olmalıydı. Başında bulunduğu şerefli kurumun itibarını sarsmamalıydı. Aslında Kürt kardeşlerimizin de yürekten üzüldüğünü düşünüyorum. Zira şimdi, PKK, onlar (Kürt kardeşlerimiz) üzerinde daha etkili olmak için bir koz elde etmiştir. Yanlışlar silsilesinin oluşmasına neden olunmuştur. Sen Mehmet’e kurşun sıkan siyonist tetikçisi alçakların rezil suratlarına bakamazsın, kanlı ellerini sıkamazsın, beş para etmez laflarını dinleyemezsin. Bu gerçekten ihanet derecesinde bir yanlıştır. Amerika denilen kahpe şeytanın ve siyonist piçlerinin alçak bir maşası olduğu apaçıkken, böyle insan olmayanlarla aynı masaya oturmak züldür. Türk milletine yapılan büyük yanlıştır. Kürt kardeşlerimizi çakalların inisiyatifine terk etmektir. Evet, terör bitsin, bitirilsin ama bunun daha farklı bir yolu olmalıdır. Evet, terörü doğuranlar, üretenler bu topraklardadır ama napalım siyonist tohumları üretti diye bitirmeyelim mi? Kahrolasıca soysuzların zehirli meyvesidir terör. Şimdi, en ufak bir durumda hemen höykürürler utanmadan. Aslında anlamaya çalışıyorum bazı şeyleri ama olmuyor işte beyim olmuyor. MİT’i temizleyin, daha da sağlam kılın, daha da etkili kılın ama lütfen itibarını zedelemeyin. İt gibi ezeceksiniz kardeşim, it gibi. Acımayacaksınız asla. Olmadık yerde ve olmayacak şekilde acıyan, muhakkak acınacak hale gelir, asla unutmayınız! Yine gördük kirli yüzünü terörün, Allah ölenlere rahmet etsin, ölenlerin yakınlarının ve milletimizin başları sağolsun.

 

ÇEÇEN OLAYI: Çeçen kardeşlerimi katleden kahpe döllerini, Rus piçlerini de muhakkak bulun ve gereken neyse yapın lütfen. Bir nevi, vatanımızda yaşıyor olmakla, bize emanet olmuş olan kardeşlerimizi harcatmayınız. İşte MİT kendini burada göstermelidir. O piçleri muhakkak bulmalıdır ve Türk yiğitlerinin ellerine teslim etmelidir. Ya da Şeyh Şamil’in torunları olan Çeçen yiğitlerinin ellerine teslim etmelidirler. Böyle bir şeyin, bu topraklarda kolayca yapılabiliyor olması bizim için züldür. Artık bu devlet kendine gelmelidir, kendi olmalıdır. Bu millet dirilmelidir, kendine gelmelidir, kendi olmalıdır. Ecdadına layık olmalıdır. Ne siyonist piçleri, ne coni piçleri, ne Rus piçleri, ne Ermeni piçleri, ne de başka piçler bizlerle ve devletimizle kolayca oynayamamalıdır. Bilakis yazık bize! Yazık Müslüman-Türklüğümüze. Allah Çeçen kardeşlerimizden rahmetini esirgemesin. Geride kalanlarına sabır versin, güç versin, direnme kudreti versin. Çeçen illerinin aziz halklarının ve milletimizin başları sağolsun.

 

EĞİTİM OLAYI: eğer eğitimde ciddi bir düzenleme yapılacaksa, bu düzenleme eğitimcilerin ekonomik durumlarından başlamalıdır. Maalesef en aciz ve en umursanmayan meslek sahibi muallimlerdir ülkemizde. Acı bir gerçektir bu, kimse aksini iddia edemez. Gerçi kendi içlerinde en uyumsuz olan meslek sahipleri de muallimlerdir ama neyse. Eğitimcilerin çalışma ortamlarından başlanmalıdır işe. Eğitimcilerin iş durumlarından başlanmalıdır. Maalesef laf bol ama icraat yoktur. Bir iki prosedür değişikliği ile eğitim olayı çözülemez. Kâğıdı küreği çoğaltmakla bir şey hallolmaz. Ama nedense her dönemde böyle olur, başka şey yapılmaz. Gözlerimiz kör değildir. Eğitimci dostlarımızla her an durumlarını konuşmaktayız ve bizatihi şahitte olmaktayız durumlarına. Reform diye bir iki yüzeysel değişimle eğitim meselelerine çözüm getirilmiş olmaz. Vallahi olmaz. Bunu kötü niyetle söylüyorsam şerefsiz evladıyım. Bütün yüreğimle ve olanca iyi niyetimle ifade ediyorum. İyi bir şey yapana canım kurban olsun. Ve yapılan iyilikleri görmezsem, sürekli kötülükleri dile getirirsem namert olayım. Zaten hiçbir olaya kısır bir şekilde, ideolojik yaklaşımlarla bakmadığımı cümle âlem bilir Allah’ımın izniyle. Yani gerçekten bütün sözlerimde samimiyim. Güzel olsun istiyorum her şey. Devletim, ülkem, milletim, gençliğim güzel olsun, güçlü olsun, aydınlık olsun istiyorum. Bütün gayretim bunun içindir. Öyle eğitimcilere fazla mesai yüklemekle bir şey halledemezsiniz. Eğitimcilerin hafta sonlarını ipotek etmekle bişey çözmüş olamazsınız. Yemin ediyorum bunlar boş işlerdir ve netice vermeyecek işlerdir. Aslında eğitimin ne olduğunun bilindiğini de pek sanmıyorum. Zira eğitim işi aslında çok basit bir iştir ama bizler karmaşık hale getirmeye, içinden çıkılmaz duruma sokmaya bayılıyoruz sanki ve sonra da çorba yaptığımız şeyin içindekileri ayrıştırmaya çalışıyoruz. Vallahi anlamıyoruz. Üstelik her on yılda eğitimi hercümerç edilen bir ülke var mıdır acep yeryüzünde? Yazık oluyor yazık! İnşaallah daha vicdani ve daha akılcı çözümler getirilir olaya. Özellikle ve özellikle eğitimcilerin ekonomik durumları kesinlikle ve kesinlikle çok daha iyi duruma getirilmelidir.

 

MÜLK ALIM OLAYI: duyduklarımıza göre yabancılara mülk satışında bütün koşullar kalkıyormuş. Bu ihanettir. Kesinlikle ihanettir. Kim yaparsa yapsın ihanettir. Aziz milletim bu ihanete tepkini en şiddetli şekilde koymalısın. Herkes tepkisini gösterebileceği yerlere göstermelidir. Kimse bunun masum olduğunu söylemesin ve tolere edilmesi adına konuşmasın. Bu konuda kafam betondur bilinmesini isterim. Senin kafan da beton olsun derim aziz milletim. Bu vatanı tezgâhlarla, kirli oyunlarla, savaşlarla alamadılar, paralarıyla satın alacaklar. Belki basit düşünüyorum gibi geliyordur sizlere ama bu işlerin derinliği de vardır bilinmelidir. Çok netameli bir vakadır bu. Allah korusun! Sayın hükümet buna geçit verme!

 

GEREKEN YERE: şayet elimizden gelebilecek bir şeyler varsa, bütün yüreğimizi ortaya koyarak, hasbi olarak, yardımcı olmak insani vazifemizdir inşaallah. Biz bu ülkeyi karşılıksız sevdik ve ilânihaye de seveceğiz. Mevcudiyetimiz, ülkemiz, devletimiz, milletimiz ve dinimiz içindir. Eğitim alanında ya hangi alanda olursa olsun fark etmez. Yeter ki, kendimiz olarak, şerefimizle, dünya sahnesinde layık olduğumuz yerimizde olalım. Ne can derdinde olduk, ne mülk sevdasında. Bizler bu topraklarda doğduk, bu topraklarda yaşıyoruz ve bu topraklarda öleceğiz yüce Allah’ımızın izniyle.

 

                BİR NOT: Sayın Cumhurbaşkanımızın Almanya ziyaretinde ki, onurlu ve kararlı duruşundan gurur duydum. Konuşmalarından dolayı mutlu oldum. Allah kendilerinden razı olsun. Demek ki, bazen sertlik iyi oluyormuş. Kararlılık saygı uyandırıyormuş. Biz kimiz, onlar kim, bunu iyi idrak edersek, hiçbir zaman yabancı karşısında eziklik duymayız ve şerefli duruş sergileriz. Aynı tavrın, hem içeride, hem de dışarıda devamının gelmesi umuduyla, arzusuyla.

Tarih: 20.09.2011 Okunma: 641

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?