Gerçek’ten, korkuyoruz. Gerçek, bizi bulmasın, bize yanaşmasın diye; gerçekten, süratle kaçıyoruz. Ama gerçek, inadına bizi buluyor ve içimizi acıtıyor. Gerçek, konfor bozucudur. Gerçek, tabuları yıkıcı etkiye sahiptir. Gerçek, putları kırıcıdır. Gerçek, şeytanın tuzaklarını bozan bir iksirdir. Bu yüzden, şeytan, gerçekten hoşlanmaz ve daima gerçeğin üzerini örtmeye çalışır ve insanları, gerçekten bihaber olsunlar diye, çılgınca bir hayatın kıskacına almaya çalışır. Sürekli, insanları, gerçekten uzaklaştırmak için, yapay yemler üretir. Bu yüzden, şeytanın has adamları olan politikacılarda, gerçeklerden hoşlanmazlar. Çünkü gerçek, politikacılarla, kendi üzerlerinden rant devşirdikleri toplumun arasını açan bir şeydir. Aynı zamanda burjuvazi aydınlar da gerçekten hoşlanmaz. Çünkü burjuvazi için, gerçeklerin ifşası, tarihsel süreç içerisinde kazandıkları mevzilerin kaybedilmesi demektir. Burjuva aydınları ise, sürekli, saltanatlarını tahkim etmek için savaşırlar.
İnsanlar gerçeklerden korkmamalıdırlar. Çünkü gerçek, insanlara, adaleti, özgürlüğü ve yaşamı bahşedecektir. İnsanlar, inadına, gerçeğin üstüne üstüne gitmelidirler. Siz hiç yalan üzerinde yaşayanların katledildiklerine ve baskılara maruz kaldıklarına şahit oldunuz mu? Olamazsınız. Ama gerçek üzerinde yaşayanların, daima baskıya maruz kaldıklarına ve katledildiklerine şahit olmaktayızdır. Şeytan, insanlık tarihi boyunca gerçekle savaşmıştır. Hakikate başkaldırmıştır. Yalanı şiar edinmiştir. Riyakârlığı şiar edinmiştir. Gerçeğe muhalefeti görev edinmiştir. Aynı şeyi şeytanın adamlarında da görürsünüz. Yeterki görmek için bakmayı başarınız. Görmek için bakmazsanız, sadece yanılgıların kurbanı olursunuz ve aldanırsınız. Zira bakmakla görmek apayrı şeylerdir. Her bakan göremez ama her gören mutlaka bakması gerektiği gibi bakmıştır.
Şöyle düşünelim; bizleri bu hallere düşüren nedir? Gerçeklerden korkmamızdır. Çünkü kabullendiklerimizin, tabulaştırdıklarımızın, putlaştırdıklarımızın yanlış çıkmasından deli gibi korkuyoruz, gerçeğin ortaya çıkması ciğerlerimizi sızlatıyor. Hangimiz, peşinden gittiklerimizi sorguladık? Hangimiz, sahip olduğumuz düşüncenin doğru olup olmadığı üzerinde düşündük? Hangimiz, hayata karşı sarsıcı sorular sormayı başardık? Hangimiz, yakın tarihimiz hakkında tereddütlü davrandık ve doğruların peşine düştük? Hiçbirimiz. Kusura bakmayalım ama hiçbirimiz. Zira her şey ortadadır. Oysa bizim varlığımız, putlaştırdığımız liderlerle ve düşüncelerle kaim değildi. Ne düşüncelerimiz ilelebet mutlak doğru olabilirdi, ne de zamanında tolere edilen liderler bütün zamanlar için lider olabilirlerdi. Bu mümkün değildi ama mümkün kılmaya çalıştık. Oysa insandık ve yanılgılarla, kusurlarla, eksikliklerle maluldük. Yanılgısı olmayan, kusuru olmayan, eksiği olmayan; Allah (cc), Önder (sav) ve Kitaptı sadece. Kör inat ve kesin inançlılık, her zaman kaybetmeyi tevlit eder.
Bizler kuru övgüyü, boş böbürlenmeyi çok seviyoruz. Ve şeytanın adamları da istediklerimizi vermekte cimrilik yapmıyorlar. Böylece gerçekleri ıskalamış oluyoruz. Çünkü sahtelikler, gerçeklerin gölgede kalmasına neden oluyor. Kitleler özellikle politik alanda yaşanan gerçekleri öğrenme yetisine sahip değildirler. Bu yüzden gerçekler toplumdan daima gizlenir. Sadece istenilen şeyler topluma empoze edilir. Düşünmemiz istenen şeylerden haberimiz olur ancak. Fakat düşünmemiz gereken şeylerden daima uzak tutuluruz. Zira neyi düşüneceğimizi bilirsek, şeytanın çarkına çomak sokmuş oluruz. Çünkü o zaman, ne yapmamız gerektiğini de fark ve idrak etmiş oluruz. Bu ise tehlikelidir. Öyleyse tehlikeli olanı yapalım ve oyunları bozalım!
Dünya sahnesinden bir olayla durumu izah edelim inşaallah. Misal; işgal zamanlarında, insanlığın çoğunluğu Irak istilasının ve işgalinin ve sair istilaların-işgallerin her geçen gün kötüye gittiğine inanıyorlardı. Ve mezhep çatışmalarının sona ermeyeceğini hatta daha da tetikleneceğini düşünüyorlardı. İnsanlığın göremediği şey ise, Irak’ta ki ve sair yerlerde ki işlerin, şeytanın adamlarının tam da istediği gibi gittiğiydi. Bir savaş uzamalı ki; bölge parçalanabilsin, petrol şirketleri kurulabilsin, silah üreticileri için kârlı sözleşmeler devam edebilsin, dünya kapitalistleri için rant alanları açılabilsin. Ve en önemlisi, zenginlik ve petrol sahibi diğer aykırı ülkelere zıplama tahtası olarak kullanılabilecek kalıcı askeri üsler kurulabilsin ve aynı zamanda, etki ajanları bölgelere musallat olsunlar. Ki neticede de, aynen istendiği gibi oluyordu her şey. İnsanlık, düşünmesi istendiği gibi düşünüyordu, şeytan da emellerine ulaşıyordu. Bugün de aynı şekilde olmaktadır. Şeytanın adamları sürekli tezgâhlar peşindedir. İnsanlara neyi düşüneceğini empoze ederken, kendisinin elde edeceği kârların hesabını yapmaktadır.
İstila ve işgal zamanın da, şu vaka, tahakkuk etmiş bir durumdur. Bütün dünya basınında ve yerel basınlarda gündem olmuştur. 2005 yılında, üst düzey İngiliz SAS subayları olan itler, Arap gibi giyinip, arabayla sivillerin üzerine ateş ettikten sonra, Irak polisince tutuklanırlar ve Basra hapishanesine tıkılırlar. Katil ve kahpe İngiliz devleti, askerlerinin derhal serbest bırakılmalarını ister. Basra hükümeti ise bu isteği reddeder. Fakat ne garip ki, bu olayı bahane ederek, İngiliz piçleri tanklarıyla gelerek hapishaneyi yıkarlar ve askerlerini alıp giderler. İşte böyledir. Bir bölgeyi yok etmenin iki yolu vardır: ya o bölgeyi bombardımana tutarsınız ve direnişle karşılaşırsınız ve kazansanız da kaybınızın olacağı muhakkaktır, hem de her yönden; kendi milletiniz nezdinde, dünya kamuoyu nezdinde ve maddi kayıp bazında. Ya da o bölgede yaşayan insanları birbirlerine öldürtürsünüz. Ve bu şekilde, o bölgeyi talan edersiniz, kaynaklarını yağmalarsınız, gücünü tahrip edersiniz, insanları birbirleriyle sürekli kavgalı olarak yaşatırsınız, iç siyasete etkide bulunursunuz, işte bundan büyük kazanç yoktur. Şeytanın adamlarının, dünyanın her bölgesinde yaptıklar şeyde budur, kurdukları kirli tezgâh budur. Lanet olsun şeytana ve adamlarına ve adamlarının adamlarına.
Bir düşmanı yok etmenin yolu, onun, kendi kendisini yok etmesini sağlamaktır. Bunun içinde kirli taktikler uygulanır. Bunu da, aydınlarını ve askerlerini ikiye bölerek ve bu iki kanadın toplumlarıyla aralarını açarak yapabilirsiniz. Aynı şekilde, toplumu da kendi içinde parçalara ayırırsınız, ideolojik kumpaslarla. İdeolojiler aracılığı ile toplumu tarihine, dinine düşman kılarsınız. Sonra da, birbirinden kopardığınız tarafları beslersiniz. Çift taraflı oynayan ve çalışan ajanlarınız her iki tarafı da kışkırtır. Ve birbirlerini öldürürler. Dünya ülkelerinde, şeytanın adamlarının kotardığı en büyük tezgâh budur. Özellikle ülkemizde bu tezgâh tutmuştur ne hazin ki. En bariz örnekte PKK denilen illettir. Artık herkes bu gerçeği görmelidir ve uykusundan uyanmalıdır.
EKSTRA:
BİR: kadın ve aileden sorumlu sayın bakanımız olan Fatma Şahin hanımefendinin eşcinsellikle ilgili eylemleri tehlikelidir. Sayın bakan o kadar rahat hareket etmemelidir. Evet, biri hastaysa o tedavi edilmelidir ama hastalığın yayılmasına müsaade edilmemelidir. Özellikle bu hastalık helak edici bir özelliğe sahipse. Hasta olanların, iyileştirilmesi ve iyileşmesi için bir şeyler yapılması yerine, normal karşılanıp, tolere edilmesi ve toplum nezdinde itibar sahibi kılınması vahimdir. Bu gaflet ve dalalet değilse, hıyanettir. Bazı değer düşmanı pisliklerin, tahriklerine ve saldırılarına dayanamayıp, tehlikeli sulara atlamak toplumsal felaketi tevlit eder efendim, bunu biliniz. Zaten bazı desteklerde bunun içindir, sizlere değerleri tahrip ettirmek adına destek verenleri göz ardı etmeyiniz asla. Özellikle Liberalist pisliklerin destekleri bu yönlüdür. Sizlerin, değerleri tahrip ve tahrif etmeniz adınadır destekleri. Bu milletin uzun ömürlü ve sağlıklı olmasını sağlayan şey, daima değerlerine tutunarak yaşamasıdır biliniz. Ve haddinizi, hududunuzu aşmayınız. Çünkü haddini ve hududunu aşan, mutlaka zıddına döner. Akıllı olunuz, emri liberalist ve sair pisliklerden değil Allah’tan almak zorundasınız. Çünkü bütün insanlığın kurtuluşu buradadır. Bu gerçek görülmelidir. İdeolojilerimizi tarumar etse de, liderciklerimizi yerin dibine soksa da gerçek budur. Evet, ideolojilerimizin çökmesi, liderciklerimizin boş çıkması ciğerlerimizi sızlatacaktır ama napalım bizlerde şerefli ve hür insanlar olarak, insanca yaşamaya merhaba diyeceğizdir. Hangisi daha önemli?
İKİ: gâvur oğlu gâvur, gülücük saçmaktan, övgü dizmekten, taltif etmekten hoşlanır. Çünkü böylece, insanları tozpembe bir dünyanın içine gömer ve kendisi de zımnen hedefine ulaşmaya çalışır. Ayrıca istediklerini de gerçekleştirebilmenin yoludur bu. Çünkü ödüllendirdiğiniz, sitayişe boğduğunuz biri sizin talepleriniz karşısında fazla direnemeyecektir. Üstelik sahip olduğu değerlerden de taviz vermeye başlayacaktır. Çünkü yanınızda yer vermişsinizdir.
Evet, gerçekten övülmeye layık işler yapmışsınızdır, ödüllendirilmeniz gerekmektedir. Ama övülmenizde, ödüllendirilmenizde gerçekçi olmalıdır. Övüldünüz ve ödüllendirildiniz diye asla ilkelerinizden ve devlet-millet çıkarlarınızdan taviz vermemelisiniz. Bunu yaptığınız zaman, lanetlenmeye mahkûm olursunuz. Bir insan ne olduğunu zaten kendisi az çok bilir, bunu birilerinin anlatmasına lüzum yoktur. Birileri söyledi diye de o birilerinin karşısında ezik durmanın âlemi yoktur. Çok akıllı olmak gerekiyor. Bizler kendimizin ne olduğumuzu bilmeliyiz ve sahte övgülere asla aldanmamalıyız. Sahte övgülere aldanıp kendimizi olmadığımız yerde görmemiz demek, felaketlerin zincirleme bizleri bulması demektir.
Evet, birileri durmadan övsün, taltif etsin ama bizler yine uyanık olalım ve ne olduğumuzu, ne ve nerede olmamız gerektiğini bilelim, yani gerçeklere göre hareket edelim. Ancak bu şekilde kazanabiliriz ve tuzaklara düşmekten kurtulabiliriz. Zira kuru övgülere, yalandan taltiflere aldanırsak ezik oluruz, emellerimize ulaşmamız gecikir. Ve bizden istenenleri idrak etmekte zorlanırız, kirli amaçları deşifre edemeyiz. Bizler basit bir milletin evlatları değiliz, yüz yıllık tarihin müntesipleri değiliz ve basit tavırlarla, basit düşüncelerle hareket edemeyiz. Köklü bir medeniyetin, kadim bir milletin, binlerce yıllık bir tarihin çocuklarıyız. Yüceliklere layığız. Layık olduğumuz yerde olmamızı engelleyenlere aldırmamalıyız.
ÜÇ: adaletsiz ve ahlaksız medeniyet, medeniyet değildir. Ve insanlığa verebileceği bir şey yoktur. İnsanlık için kurtuluş olması da imkânsızdır. Öyleyse bir medeniyeti yeniden küllerinden var ederken, bu medeniyeti sağlam bir ahlak ve adalet temeli üzerine oturtmalıyız. Geçmişte yanlış varsa onları tekrar etmemeliyiz, yenide ki bozuklukları da ayıklamasını bilmeliyiz. Bu medeniyetin inşası muhakkak ama muhakkak, İslam ahlak ve adaleti üzerine olmalıdır. Bilakis harap olması kaçınılmazdır. İnsanlığa umut olması da kabil değildir. İnsanlığın daha da ezilmesini tevlit eder. Belki maddi zulümlerden azade olur insanlık ama ağır manevi zulümlere maruz kalacağı muhakkaktır. Aptal olmamak icap eder.
Bir edilgen konumda medeniyet inşasına soyunmak vardır. Bir de etkin olarak medeniyet inşasına soyunmak vardır. Eğer inşa etmekte olduğunuz medeniyet, Batı değerleri temelinde oluyorsa, bu ihanettir. Eğer kadim törenizin ve kadim dininizin temelinde oluyorsa bu insaniyettir. Batı size, dünya üzerinde ki gücüne dayanarak bazı tavizlerde bulunabilir ama bu durum onun değerleri temelinde bir medeniyet inşa etmek tehlikesini doğurmamalıdır. Yani, bugün dünya üzerinde etkin olmak adına, dünya insanlığına Liberalizm ve demokrasi pisliğini empoze ederseniz bu insanlık değildir. Bu Allah’a (cc), Öndere (sav), Kitaba ihanettir. Bu ihanetin bu dünyada da, diğer dünyada da bedeli acılar içinde kıvranmaktır. Kimsenin bir acı çektireceği yoktur. Vicdan azabı ve insanlığın laneti kifayet edecektir bu dünyada, öbür dünyada da; zalimler için yaşasın cehennem!
Lütfen kaderimizi kendimiz çizelim. Başkalarının bizim için kader tayin etmesine müsaade etmeyelim. Neslimizi düşünelim. Bir lanetle neslimizin ne hale geldiğini görelim ve yine bir lanetle neslimin götürüldüğü yeri görelim. Uyanık olalım, akıllı olalım. Bizim yaslanacağımız dinamiklerimiz bellidir. O dinamikler bizleri asla aldatmadı, aldatmaz ve aldatmayacaktır. Zaten insanlığında, o dinamiklere yaslanmaktan başkaca çaresi ve kurtuluş umudu yoktur.
DÖRT:
Bizi mahveden şey; ya kör şiddet olmuştur, ya da alıkça teslimiyet. Ya illa kör ve acımasız şiddetle yarınlarımızı, umutlarımızı heba ederiz, ya da alıkça teslimiyet gösteririz. Oysa şiddetinde olması gerektiği yer vardır, teslimiyetinde olması gerektiği yer vardır.
Bugüne kadar, Siyonistlerin Truva Atı olan Kemalistler tarafından kör şiddete maruz kaldık ve yarınlarımız, umutlarımız, sevgilerimiz, özlemlerimiz heder oldu gitti. Ülkemiz mahvoldu, kaynaklarımız yağmalandı, milli birliğimiz ağır darbeler aldı. Ve toplum illallah etti. Şimdi de alıkça bir teslimiyet içinde olmayalım Allah (cc), Önder (sav), Kitap aşkına! Kendimizi bilelim, kendimiz olalım ve kendi kök değerlerimiz temelinde bir siyaset belirleyelim ve kaderimizi kendimiz çizelim. Kör şiddet gayedeki hikmeti yok eder. O zaman ne hikmetin kaybolmasına neden olalım, ne de yersiz teslimiyete yelken açalım. Dengeyi bulalım, dengede olalım. Ne insanlarımıza yersiz şiddetle karşılık verelim, ne de bize kuru övgü dizenlere teslim olup yapmamız gerekenleri yapmaktan gocunalım.
BEŞ:
Yanlış anlaşılmak istemem, tereddütlerimi ifade etmek istiyorum sadece. Şehit reis-başkan Muhsin Yazıcıoğlu ile ilgili gelişmeler olduğunu görüyoruz. Gerçekten şok edici bilgilere ulaşıldığına tanıklık ediyoruz. Ama lütfen bilgiler üzerinde hassasiyetle durulmasını istiyoruz. Sırf ordumuzu yıpratmak adına bir şeyler yapılıyor olabilir. Sayın hükümet üyeleri yanılgıya sürüklenebilir. Ordumuzun şerefli üniformasını üzerine geçirmiş birkaç tane yabancı ajanı olan it, orada bulunmuş olabilir ve insanları yanıltmak adına o şerefli üniformayı kirli bedenine geçirmiş olabilir. Olmaz demeyiniz olması zor değildir. Zira görüntülerde yüzlerin net olmadığını görmekteyiz. Gerçi var denilen sayıda görüntüde görmedik. Gördüğümüz tek kişinin görüntüsü arkadandı, sadece karşıda er olduğu tahmin edilen biri vardı. Bilmiyorum, kafam çok karışık. Korkuyorum. Yenidünya düzenine uygun bir ordu teşekkül ediliyormuş gibime geliyor. Bu ordu ancak ve ancak Türk-İslam ordusu olabilir ve olmalıdır beyler. Ordumuz önce, Kemalistler eliyle, lanet kapitalizmin koruyucusu kılındı, şimdide İslami tandanslı olanların eliyle Liberalizmin koruyucusu kılınmasın lütfen. Allah rızası için bu kirli ve sonu acı olan ve olacak olan oyunun kurbanları olmayınız. Dindaşlarınızı töhmet altında bırakmayınız. Bu ordu ancak ve ancak Türk-islam ordusu olabilir ve ancak ve ancak Türk-İslam düzeninin savunucusu, koruyucusu olabilir ve olmalıdır. Bu ordu bir yerde Allah’ın (cc) ordusu olmalıdır. Bu ordunun gerçek takip edeceği önderde kâinat aydınlığı, göz bebeğimiz olan aziz Önderimiz (sav) olmalıdır. Bu ordunun müntesipleri de, bütün bir Müslüman Türk(Kürt) milleti olmalıdır. Bu ordu, yeryüzüne huzuru, barışı, adaleti, aydınlığı, kardeşliği, paylaşımı getirecek olan Türk-islam düzeninin sigortası olmalıdır.
Şayet ordumuz içinden birilerinin de, bu lanetlik ihanette elleri varsa, o eller kökünden kesilmelidir, o alçak hain halk meydanında kurşunlanmalıdır. Çünkü o alçak, asla şerefli Türk Ordusu’nun bir neferi olamaz. O alçak, şerefli Türk milletinin bir ferdi de olamaz. Çünkü şehit reis-başkan Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölmesi, Türkiye’mizin yarınlarının çıkmaza girmesi olmuştur, bir yerde Türk milletinin ölümü bile olmuştur diyebiliriz. Zira ülkemizin şu günlerde O güzel adama sonsuz ihtiyacı vardı. Vallahi, billahi, tallahi vardır. Ve zaten gerçek ölüm sebebi de budur. Çünkü O’ndan korkuyorlardı. Çünkü O temizdi, yalansızdı, riyakâr değildi, gerçeklere bağlıydı. Belki yanlış düşünüyorum ama aksini söyleyebilen varsa buyursun söylesin, sadece insanları geçmişleriyle yargılamanın doğru olmadığını da bilmeliyiz bu arada. O, MİLLİ İTTİFAKI sağlayabilecek yegâne insandı, liderdi.
Bugün, Anadolu Gençliğin ve Ülkücü Gençliğin muhakkak bir araya gelmesi şart olmuştur. Kadim töre ve İslam ahlak ve adaleti temelinde muhakkak ittifak etmeleri şart olmuştur. Milli İttifakı yani Kutsal İttifakı tahakkuk ettirmeleri olmazsa olmaz hale gelmiştir. Hükümetin iyi yaptıklarına destek vermeleri, kötü ve yanlış yaptıklarında ise uyarmaları şart olmuştur. Ayrıca kendilerine de çeki düzen vermeleri ve toplumu kuşatacak siyaset üretmeleri şart olmuştur. Biliniz ki, birilerini kötü kötü diye tenkit etmek kolaydır. Önemli olan kendinin iyi olabilmendir. Sen kötüysen ya da kendini iyi tanıtamamışsan elbette kötü diye tenkit ettiklerin meydana hâkim olacaklardır. Burada akılsız olan kendinsindir. Sen dürüstsen, dürüst değil dediklerin sana hükmedemez. Bunu düşünmek ve gereğini yapmak çok mu zordur Allah aşkına? Hem öyle körü körüne kötü demekle de bişey olmaz. Zira büyük bir millet vardır karşında ve onu aldatmak kolay değildir. Dürüst olacaksın ve dürüst dövüşeceksin. Bilakis milletin seni kucaklaması çok zordur. Artık lüzumsuz ve lanet tefrikaya bir son verme zamanıdır zaman. Yoksa bir millet tarih sahnesinden çekilmek zorunda kalacaktır. Bir din tahrifattan ve tahribattan kurtulamayacaktır. Yoksa çok tehlikeli günler bizleri beklemektedir.
Bu ülke ve bu millet, kaderini, dini ve milli bilinci tahrip ve tahrif etmeye çalışan ve Liberalizm ve demokrasi denilen laneti insanlığa dayatan Batı’nın oyuncağı olan hoşgörücü ve diyalogcu tayfanın iradesine asla terk edilemez. Sayın hükümette bu konuda sonsuz dikkatli olmalıdır. Bu ülkenin kaderini bunların iradesine asla bırakmamalıdır. Evet, bir beladan kurtulduk derken başka bir belaya çatmayalım lütfen. Kemalistlerin tasallutundan, rezil düzeninden kurtulduk derken, diyalogcu taifenin rezil düzeninin tutsakları olmayalım ve tasallutuna mahkûm olmayalım lütfen.
YA KADERİMİZİ KENDİMİZ ÇİZECEĞİZ! YA DA BİZİM İÇİN ÇİZİLEN KADERİ YAŞAMAK ZORUNDA KALACAĞIZ! Hangisi daha iyi ve hangisinde insanca yaşamak mümkün sizce? Ve Allah’ımız bundan hoşnut olacak mıdır?
Allah’ın hükümleriyle hükmetmeyenler, şeytanın hükümleriyle hükmetmek zorundadırlar ve onlar kâfirlerdir.
Umutla, gerçekle, selamla, duayla, kardeşlikle, adaletle, ahlakla, imanla, vatanla, milletle, devletle, ittifakla, Allah’la (cc), Önderle (sav), Kitapla kalınız aziz milletimin şerefli evlatları.