ŞEYTANIN ADAMLARI...7...

Özgür DENİZ - 04.10.2011

 

                Hayat, gerçekten, çok sıkıcı ve yeknesak geliyor insana. İnsan ne yapacağını şaşırıyor. Bunalıyor, sıkıntı basıyor, hatta durduğu yerde hayattan beziyor. Elbet sürekli kitap okuyamaz, sürekli düşünemez. Dinlenmesi, eğlenmesi, birazda boşluğa düşmesi (kafasındaki ve vicdanındaki yoğunluktan azade olması) gerekiyor. Önemli olan, insanın her daim bilincini diri tutmasıdır. Anlamlı eylemler haricinde ki eylemlerine, kendini tam teslim etmemesi gerekir. Yani eğlenceye, şuna buna dalıpta bilincini kaybetmemesi gerekiyor. Önemli nokta burasıdır. Fakat bunu başarmak bayağı zor geliyor insana. Eğlenceye vs. şeylere kendini kaptırdı mı, artık o şeylerin esiri oluyor ve hayatını o yönün akışına bırakıveriyor. Bu büyük tehlike arz ediyor. İnsanın bu yönü, zayıf yönüdür ve şeytan bunu çok iyi biliyor. İnsanı tam o noktadan yakalıyor ve bir türlü bırakmak istemiyor artık. Ve bilinçte yavaş yavaş kaybolmaya başlıyor. İnsan, yaşadığı şeylere alışıyor ve alıştığı şeylerden de kurtulması zor oluyor. İşte bilinç ve irade burada lazım oluyor. İnsan, her yaşadığına alışmamalıdır, yaşadıklarını; can sıkıntısını, stresini atmak için yaşamalıdır. Bilincini kaybetmemelidir, iradesini sıkı tutmalıdır.

 

                Bir misal verelim; arkadaşlarınızla eğlenceye gittiniz, eğlendiniz, sıkıntılarınızı ve stresinizi attınız. Döndüğünüz zaman, artık her şey geride kalabilmelidir. Yaşadıklarınız, size, hayatınızın anlamlı eylemlerini ıskalatmamalıdır. Anlamlı olanı, gözünüze anlamsızmış gibi göstermemelidir. Aklınız sürekli geriye takılıp kalmamalıdır. Çünkü aklınızın sürekli geriye takılıp kalması demek, geridekilere alıştığınız ya da alışmaya meylettiğiniz anlamına gelir ki tehlikelidir. Çünkü anlamsız olana alışmanız, sizi anlamlı olandan uzaklaştıracaktır peyderpey. Böylece şeytanın kucağına düşmüş olacaksınız. Zaten şeytanda bu anları bekler, zayıf olduğunuz anları. Anlamsız olanda boğulmak, anlamlı olanların artık size boş gelmesine neden olacaktır. Dengeyi korumak çok önemlidir. Zira kimlik kaybı da, değer aşınımı da, özüne yabancılaşmakta bu anlarda ortaya çıkmaktadır. Bu konuda, bizi, düşünce kitapları da, romanlar da, filmler de destekler. Köyden kente göçenlerde ki çatışma hangi anlarda başlamaktadır? Kız çocuklarının başlarının döndüğü ve tuzaklara düştüğü anlar hangi anlardır? Akletmek, doğruya yöneltir.

 

                Önceden de bahsettiğimiz gibi, ekranlara takılıp kaldığımız anlarda (eğlence anları gibi), kendimizi peyderpey kaybetmeye başladığımız anlardır. Anlamsız zevkler, anlamlı zevklerin katilidir. Yaşamın içinde ki nice unsur, bize, anlamsız zevkleri dikte eder. Bizi, bizden çalmak için gayret eder. Misal; ekran deyince ilk akla gelen şey; televizyondur. Televizyonun iyi yönü var gibi gelse de, daha çok kötü yöne sahiptir. Televizyon sanki bir karnavaldır, bir lunaparktır, bir sirktir. Orada her türlü lanet olası cambazlıklar sergilenir. Ve küçücük dimağlara derinden derine işler. Televizyon adeta ruhları esir alır. Bilinçleri dumura uğratır. İradeyi zımnen ezer.  Değerleri acımasızca katleder, kimlikleri çalar. Bizler, her şeyin normal gittiğini, kontrolün bizde olduğunu düşünürüz ama yanıldığımızı çok sonra fark ederiz; fakat fark ettiğimiz an, aynı zamanda kendimizi de kaybettiğimiz andır. Burası çok ince bir noktadır. İyi tahlil ve tetkik etmek icap eder. Hayatımızın otokontrolünü kaybetmeye görelim; lüzumsuzluklar, ruhlarımızı, dimağımızı zincire vurmakta gecikmezler.

 

                Televizyonlar; topçuların, popçuların, masalcıların, terbiyecilerin (!) ve her nevinden hokkabazların karargâhıdırlar. Bu hokkabazlar, sabahtan akşama kadar gösterilerini sunarlar ve her yaştan, cinsten, ırktan, dinden insanları adeta büyülerler. Kendini kaptıran bir daha iflah olmaz. Artık sergilenen illüzyonlara inanmamak elde değildir. Hatta tek gerçeğimiz onlar olurlar. Bu durum, insanları, kendi hayatlarının yalan, izledikleri hayatların ise gerçek olduğu düşüncesine bile sevk eder. Ve televizyon ne derse onu yapmaya başlarlar. Ne büyük felaket; sahteyi gerçekmiş gibi algılamak ve gerçeği sahteymiş gibi kabul etmek. Mutlak bir patolojik vakadır bu. 

 

                Ekranların yönlendirdiği gibi yaşamak ne feci bir durumdur. Ekran hokkabazlarının yediklerini yemek, giydiklerini giymek, konuştukları gibi konuşmak, çocuklarımızı onlar gibi yetiştirmek hatta onların istedikleri gibi düşünmek. İşte hikâyemiz budur bizim. Acı hikâyemiz. Güldüğümüz ama gerçeğimizi anlatan hikâyemiz.

 

                Bilmeliyiz ki; gerçek olan biziz, sahte olan ekranlardır. Ekranların, bütün bu hokkabazlıkları; bilinçlenmiş ve düşünme kabiliyetine sahip bir toplumun oluşmasını engellemektir. Toplumu esir almak ve toplumun sırtından büyük rantlar elde ederek dünyanın keyfini çıkarmaktır. Bizler kullanılmaktayız. Bunu bilmek, fark etmek zorundayız. Ekranlarda kaybettiklerimizi, eğitimle geri alabilsek yine sorun yok diyeceğiz ama maalesef bu da imkânsızdır. Zaten eğitimle, ekranlar eşgüdümlü çalışmaktadır. Eğitim, bilinçsiz bir kitle var etmekte; ekranlarda, o bilinçsiz kitleleri kolayca avlamaktadırlar. Burada bir soru ortaya çıkıyor. Peki, neye güveneceğiz? Cevabı çok basit: Allah’a (cc), Öndere (sav) ve Kitaba güvenceğiz, güvenmek zorundayız. Başka çaremiz yok. Çare diye bildiklerimiz, hep çaresizliktir bilelim.

 

 

                EKSTRA:

 

                BİR:

                PKK denilen siyonist maşası sefillerin, kaçırdıkları muhtelif meslek gurubundan insanları, acaba kimler kaçırtmaktadır? O insanlar niçin ve nasıl kaçırılmaktadır? O insanlarla ne gibi konuşmalar olmaktadır? Onlarla, dağda, kimler iletişim kurmaktadır? O insanların geri dönüşü nasıl olmaktadır? Hangi düşüncelerle geri dönüş yapmaktadırlar? O insanlara mutlak güven kabil midir? Lütfen merakımı mazur görünüz ama bu soruları sormak zorundayım ve üzerinde düşünmek zorundayız. Bu sorular hayati sorulardır. Vicdani sorulardır. Art niyet yoktur, en ufak art niyetim varsa namert olayım. Ama beynim ve vicdanım rahat değil. Anlaşılmak umuduyla! Zaman, hangi zamandır farkındayız!

 

                İKİ:

                PKK bilerek vuruyor. Siyonist domuz, itlerine bilerek vurduruyor. Sırf halkı bezdirmek ve yapılacaklara razı etmek için. Yani hükümet falan olmayacak bir şey yaparsa, halk; artık yeter, hükmet ne yaparsa yapsın, yeter ki bu illet yok olsun diyecek. Sıtmaya razı olacak. İstenen budur. Aziz milletim ve sayın hükümet sakın bu tuzağa düşme. Sakın, siyonist itlerine boyun eğmiş görüntüsü verme. Sakın, sakın, sakın. Tehlikeli bir oyun oynanıyor. Bir yandan PKK denilen sefiller sürüsü vuruyor, şehit ediyor; diğer yandan araştırmalar yaptırılarak; işte siz homojen bir grup değilsiniz heterojen bir grupsunuz, istediğiniz türde Anayasa yapamazsınız deniyor. Maksat bu milletin ruh haritasını yansıtan bir Anayasadan, bu milleti yine mahrum bırakmaktır. Siyonistin ve liberal köpeklerinin istediği türden bir Anaysa yaptırtmaktır. Müslüman Türk’ün yurdunda, Müslüman Türk’ün varlığının olmadığı bir Anayasa yegâne gayedir. Arzuları kursaklarda bırakmak gerekir. Maksat, Türk Milletini, varlık sahnesinden dışarı atmaktır. Bu kimsenin haddine değildir, kimsenin haddi de olmamalıdır. Bedeli ağır olur. Hayır yani, rahatsızlığın sebebi nedir? Onca gerçek varken, onca tarih varken niçin gocunuruz? Ateşle oynamaya gelmez! Birileri istedi diye kendimizi inkâr edecek değiliz, birileri öyle istiyor diye gerçekleri teğet geçecek değiliz. Liberal itler de kim oluyor ki? Siyonistin beslediği bir iki köpek havlayacak ve bizler kendi kendimizi inkâr edeceğiz öyle mi? Bunlar büyük tezgâhlar efendiler, bu milletin başına bin türlü çorap örülmeye çalışılan bir tezgâh, kirli bir tezgâh. Sakın aldanmayın!

 

                ÜÇ:

                Türkiye Milleti değil, Müslüman-Türk Milleti efendiler. Siz kimsiniz ulan? Siz hangi millete kimlik bahşettiniz ki, bahşettiğiniz kimliği geri alacaksınız. Siz mi verdiniz bu millete kimliğini? Hakikaten siz kimsiniz lan siyonist piçleri? Bu millete Türk kimliğini babanız mı verdi, ananız mı verdi lan? İnsan da azcık utanma olur be. Bu milletin adı belli, yurdu belli. Eğer beğenmiyorsan defolur gidersin, siyonist babanın yurduna. Seni burada zorla tutsak eden yok. Hürsün, dilediğin kadar hürsün bu konuda. Beğenmiyor musun, sevmiyor musun, hoşuna gitmiyor mu çıkar gidersin; sevdiğin, beğendiğin, hoşlandığın yere. Kolundan tutup yalvaran namerttir. Sevmiyorsun diyeceğim olmaz, ama saygı duymak zorundasın, duymuyor musun elbet duymak zorunda kalırsın ama iş işten geçer beyim! İnsanların sabırları da bir yere kadardır. Sabırlarla oynamak ateşle oynamaktır!

 

                Ha, bu arada, bu milletin evladı olupta, kahpelik yapan olursa da gereken cevabı hep birlikte veririz elbet. Bu milletin evladıdır, ne yapsa yeridir demeyiz. Çünkü bu milletin evladı olmak, her türlü kahpeliği yapmak ayrıcalığının var olduğu anlamına gelmez. Hatta ilk evvelde bu milletin evladıyım diyen doğru olmak zorundadır. Sen doğru olmazsan, eğriliklerden şikâyete hakkın olmaz. Bilakis bu şerefsizliktir, terbiyesizliktir. Ama bir iki kişinin şerefsizliği de, bütün bir milleti lekelemez, kirletemez. Bir iki kişinin şerefsizliğini bahane edipte, bütün bir milleti itham etmekte soysuzluktur, şerefsizliktir. Erkek olmak, yürekli olmak güzeldir. Gerçekten, korkmamak, kaçmamak güzeldir.

 

                DÖRT:

                Müslüman kimliğini cüzdanında taşıyan ama yüreğinde kâfirliğe özenen bazı itler, bir şeyden çakmadıkları halde, öğrendikleri bir iki yabancı filozof bilgisiyle ahkâm kesmeye bayılıyor ve üstelik bu milletin evlatlarını yönlendirme gayretlerine yelteniyor. Kendini muhafazakâr liberal olarak tavsif eden bazı beyinsiz türediler, züppeler, daha dünkü çocuklar, babalarının ve dahi bilmem kimlerinin gölgesinde yönlendirme gayretlerine giriyorlar. Siz kimsiniz? Kaç paralık fikriniz var? Öğrenmişsin bir iki kavram, okumuşsun bir iki filozof ahkâm kesiyorsun. Oysa bir halt bildiğin yok. Zira bazen okuyorum, bazen de ekran denilen lanet ve karanlık fışkıran pencerelerden dinliyorum seni-sizi sefil beyinli züppe ya da züppeler. Bir bilmem neden çaktığınız yok. Olayları temellendirme kabiliyetiniz sıfır, temellerden giriş yapma kabiliyetiniz sıfır, insanı tanıma diye bir derdiniz yok. Siyonistin bahşettiği ya da bahşetmek için söz verdiği üç kuruşun ardında zağarlık yağıyorsunuz. Siz insan olamazsınız, siz it bile olamazsınız. Çünkü itin bile bir haysiyeti vardır. En azından kendi kimliğine layık olarak hareket eder ve asla türdeşlerini satmaz. Yediği çanağa pislemez. Sizi gidi siyonist köpekleri sizi. Tek derdiniz, bütün insanlığa yegâne umut olan İslam’ı diskalifiye etmek ve Müslümanları Yenidünya düzenine payanda kılmak. Müslüman-Türk’ün, dünya sahnesinde etkin olmasının önüne geçmek. Hadi işinize, sizin yapacağınız ve anladığınız tek şey; zağarlık yapmak, zangoçluk yapmak.

 

                Bu arada, güya İslami kimlikle ön plana çıkmaya çalışan bir kanal da, hoşgörü rüzgârlarının estiği bir kanalda, bu millete ve bu milletin dinine ihanet eden üç haini ekranlarda öttürmektedir. Yazıklar olsun onlara. Bu milletin temiz dimağlarının kirletilmesine sırf dünyalık adına çanak tutanlara veyl olsun. Gencecik evlatlarımızın ruhlarını ve beyinlerini kirletmekten, kirlettirmekten ne zevk alıyorsunuz Allah aşkına? Yaptığınız; iman, insanlık ve vatan aşkına sığar mı? Sonra da çıkar, iyilikten, güzellikten, imandan ve vatandan dem vurursunuz. Peki, siz kimi kandırdığınızı sanıyorsunuz? Pek, bizim, sizin din ve vatan derdinizin olduğunu düşünecek kadar aptal olduğumuzu mu sanıyorsunuz? Size inanan, sizin gibi olsun! Hem kötülüğü, küfrü yay, hem de güya kötülüklere engel olmaya çalışıyor görüntüsü ver! Biz de yedik değil mi? Ayıp, günah, yazık.

 

                “PKK'lılara bakıyorum, çoğunluk hep temiz yüzler, onları bir türlü şiddetle bağdaştıramıyorum.” Sahi bunu söyleyen insan evladı (!!!) kimdir? Hangi saiklerle bunu söylemektedir? Bunu söyleyen bugüne kadar bizi nasıl aldatmıştır? Bunu söyleyen de kimlik ve din sevgisi olabilir mi? Türkiye sevgisi olabilir mi? Bunu söyleyen bu vatanın bekası adına çalışabilir mi? Bunu söyleyen siyonist tezgâhlara karşı milleti uyandırır mı yoksa uyutur mu? İşte bizim gerçeğimiz budur güzel dostlar! Ve maalesef bazı Müslüman kimlikli olanlarımızın da inandıkları, sözlerine aldandıkları siyonist tezgâhtarlarıdır bunlar. Bunu söyleyen rezil ve diğer reziller sizi aldatmasın asla. Bunların iyi niyet taşıdıklarına inanmak, bu vatana, bu dine ve bu millete ihanetle eşdeğerdir. Kim ne derse desin gerçek budur. Ahmet Altan, Hasan Cemal, A.H.C., Ruşen Çakır, Mehmet Ali Birand, Ertuğrul Özkök, Nuray Mert, Ece Temelkuran, Şahin Alpay, Mehmet Altan ve bunların yoldaşları olanlara zerre güven duymayınız. Zaten Ruşen Çakır denilen kişinin kimliği deşifre oldu net bir şekilde. Diğerlerinin de bundan zerre miskal farkı yoktur. Bunların tümü aynı tıynettedir. Ne kimlik bilinci taşırlar, ne din bağlılıkları vardır, ne vatan aşkıyla yanarlar, ne ordu sevgisi taşırlar, ne de başka insani duygu ve düşünceye sahiptirler. Bunlar budur işte! İnanamayan cehaletine yansın! Aldatma, yönlendirme niyetim varsa dünyanın en soysuz ve kansız insanı olayım. Sadece vatanıma, milletime, dinime ve devletime olan aşkımdan dolayı bu hakikatleri ortaya koyuyorum. Çünkü yüreği yanan benim, beyni her daim zonklayan benim. Kahrolan benim, ölen benim ve benim yangınlarda kalan.

 

                BEŞ:

                Öyle bir zamandayız ki; dışarıdaki bütün domuzlarla, içerideki bütün itler ittifak halindedir. Her şey aşikâr olmuştur artık. Bu Haçlı İttifakına karşı, bütün Müslüman-Türk Milleti (Kürt-Laz-Çerkez vs. bütün unsurlarıyla birlikte)ve bütün Türk-İslam Âlemi olarak MİLLİ İTTİFAKI gerçekleştirmeliyiz. En ufak bir ayrılık rüzgârı sonumuzu getirebilir. Çok dikkatli olmak gerekiyor. Bütün düşmanlar dört koldan saldırmaktadır. İçeridekiler de ellerini ovuşturarak beklemektedirler. Fırsattan istifade edebilmek için. Yunanı, Rumu, Ermenisi, Conisi, Almanı, Siyonisti, İngilizi vs. bütün domuzlar diktatoryası birleşmiş durumdadır. Bütün soydaşlarımız ve dindaşlarımız tazyik altındadır. Ülkemiz ve milletimiz adeta diken üstündedir, muhasara altındadır. Tek fikir, tek vücut olma zamanıdır. Birleşeceğimiz iki yegâne unsur; kimliğimiz ve dinimizdir. Töremiz ve değerlerimizdir.  Dinimize ve kimliğimize, töremize ve değerlerimize düşman olan kim varsa karşısında olmak zorundayız. Zerre taviz vermemeliyiz, zerre lakaytlık göstermemeliyiz, zerre umutsuzluğa kapılmamalıyız, zerre korku emaresi yansıtmamalıyız. Dimdik durmalıyız. İstikametimizden şaşmamalıyız. YA İSTİKLAL, YA ÖLÜM! Başka yolu yok bunun.

 

Bedeli; özgürlük, bağımsızlık, aydınlık ve ardımızdan gelen nesilleri insanca ve kendi yurdunda yaşatmaksa, ÖLÜM hoş gelmiş safa gelmiştir. Korkunun ecele faydası yoktur. Ve kararlılık korkutucudur. Siz korkak değilseniz, düşman elbet korkmak zorunda kalacaktır.

 

Allah (cc), Önder (sav), Kitap varsa, korku asla yoktur ve olamaz. Umutla, gerçekle, imanla, vatanla, devletle, ahlakla, adaletle, kardeşlikle, milli ittifakla kalınız aziz milletimin kıymetli ve saygıdeğer evlatları!

Tarih: 04.10.2011 Okunma: 794

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?