Aziz milletim! Ey Müslüman-Türk (Kürt) milleti! Ey Alpaslan’ın, Selahaddin’in ve Hacı Bektaş-i Veli’nin torunları! Muhteşem varlığını, gönlümden kopup gelen büyük bir coşkuyla selamlıyorum. Allah’ın selamı, rahmeti, mağfireti ve bereketi, Önderimizin (sav), ashabının, bütün inananların ve senin üzerine olsun diyorum. Artık titremeli, kendine gelmeli ve tarihin akışını değiştirmelisin. Vakit geçmekte, ömür tükenmektedir ve görev beklemez. Hamlelerin, mücadelen, çabaların ve her hareketin bu ulvi ideale matuf olmalıdır. Ama önce kendin değişmelisin. Sen değişmezsen, ne ülkeni ne de dünyayı değiştiremezsin. Ve seni de, ancak sen değiştirebilirsin. Kendin değişmezsin ama dünya berbat diye bağırır durusun. Peki, faydası ne olur? Bunu da hiç düşünmezsin! Bağırmanın cazibesine kapılmışsındır. Fikre ne gerek! Bütün değişimlerin, içeriden başladığını bilmelisin. İç, nizama sokulmadan, dışa nizam veremezsin. Dışa yön veren, içtir. İçin temiz değilse, dışının temiz olması mümkün değildir. İçinde ahlak yoksa, ahlaklı bir dış var edemezsin. İçinde sevgiye dair bir emare yoksa, sevgi toplumu kuramazsın. İçindeki kompradoru öldürmeden, dışındaki kompradorları etkisizleştiremezsin. İçinde, ilme dair bir iz taşımıyorsan, dışını cehaletten kurtaramazsın. İçinde adalet bulunmuyorsa, dışına adil olamazsın. İçinde barış yoksa, dışında da barışçı olamazsın. İçinde alınterine saygı yoksa, dışında da yoktur. İçinde; toprak, su, hava, bitki, hayvan ve ateşe saygı-sevgi yoksa, dünyayı kirletmekten başka şey yapamazsın. İçinde, cenneti taşımıyorsan, dışına cehennemden başka şey veremezsin. Biz ne isek, dünya da odur. Çünkü dünya bizden farklı bir şey değildir. Biz küçük dünyayız, dünya büyük insandır. Dünyada olan biten ne varsa, bizim içimizdekilerin yansımasıdır. Ve maalesef görünen köy bellidir! Bilmelisin ki; ayaklarına ve dudaklarına yön tayin eden, beynine hükmeden düşüncedir. Beyninde hangi düşünce hâkimse, yaşantını o düşüncenin yönlendirmesi mukadderdir, ayaklarının gideceği yönü, ağzının konuşacağı sözü, beynine hâkim olan düşünce belirleyecektir. Bu yüzden, beynini ve kalbini emrine vereceğin, dolayısıyla hayatını kendisine adayacağın düşünceyi, mutlaka çok iyi tahlil ve tetkik etmelisin ve öyle intihap etmelisin. Eğer bunları idrak edemezsen, ne Müslüman olman, ne de Türk olman hiçbir şey ifade etmez. Müslüman’ım, Türk’üm der durursun. Canın yandı mı da, kafanı taştan taşa vurursun. Fakat beyhudedir her şey.
Aziz milletim! Maalesef, beynimize hükmeden düşünceleri tanımıyoruz. Bize enjekte edildiği haliyle benimsiyoruz, yutuyoruz, sindiriyoruz ve sonra da yanlışlar içinde bocalıyoruz, içimiz yanlış olunca, dışımızın da yanlış olması mukadder oluyor. Düşüncemiz bozuk olunca, adımlarımız yanlış yöne gidiyor, sözümüz yalan oluyor, hayatımız bozuk oluyor. Böylece milletimizde, yalanların, yanlışların ve bozuk düzenlerin mahkûmu oluyor. O zaman, yaşamımızda yanlış oluyor, siyasetimizde yanlış oluyor, ekonomimizde yanlış oluyor, silsile halinde her yönümüz, her şeyimiz yanlış oluyor. Ve bizler bir kere dönüpte kendimize bakacağımıza ve yanlışın nerede olduğunu bulacağımıza, hep dışımızı suçluyoruz, fakat bu bir şeyi halletmiyor. Hangimiz, beynimize hükmeden düşünceyi dürüstçe tahlil ve tetkik ediyoruz? Belki çok azımız. Memurumuzda, amirimizde, bürokratımızda, vekilimizde, generalimizde, esnafımızda, çiftçimizde, işçimizde böyleyiz. Bilmeyiz, öğrenmeyiz, tahlil ve tetkik etmeyiz ama çokbilmişçesine konuşmayı çok severiz. Ben farklı bir resim görmüyorum, ya siz? Hangimiz komünizmi doğru düzgün tahlil ve tetkik edip komünist olmaktadır? Hangimiz kapitalizmi doğru düzgün tahlil edip kapitalist olmaktadır? Hangimiz İslam’ı doğru düzgün tahlil edip Müslüman olmaktadır? Hangimiz faşizmi doğru düzgün tahlil edip faşist olmaktadır? Hangimiz kemalizmi doğru düzgün tahlil edip Kemalist olmaktadır. Hangimiz liberalizmi, anarşizmi vs. doğru düzgün tahlil edip anarşist, liberalist vs. olmaktadır. Emin olalım ki çok azımız. Sorgusuz sualsiz düşünceleri yutarız ve öylece üzerine yatarız. Sonra da gelsin kavgalar, gelsin kinler, nefretler ve bitmeyen bir anlamsız boğuşma. Ülken kaybetsin, devletin kaybetsin, sen kaybet, kaynakların yağmalansın; peki böyle çok mu iyi? Aydın, sanatçı ve politikacı diye bildiklerimizin ama bizim bilgimizi aşan bilgiye sahip olamayanların peşlerine takılırız safça. Peki, kim ne kazanmaktadır bundan? Evet, birileri kazanmaktadır ve zaten bu yüzden böyle olmasını istemektedir ama milletin, senin, benim zerre kazancımız yoktur, zaten olması da mümkün değildir. Sonra da hep başkalarını suçlarız. Şu kötü, bu kötü, şu bişey yapmıyor, bu bişey yapmıyor diye. Önce sen iyi olsana, önce sen bişey yapsana. Sen, sırf dışı suçlamakla, bir ömrü heba ettiğinin farkında mısın? Sen önce her durumda kendini düşünmek zorundasın. Öyleyse önce sen düzgün ve temiz olmak zorundasın. Sonra da, dışa nizam vermek, hakkın olsun.
Aziz milletim! Piyasada görüyoruz. Adam komünist ama komünizme dair bir kitap okumamış, teorisyenleri tanımıyor ama kalkıp sana tafra yapar, güya toplumsal meselelere çözüm sunar. Adam faşist ama faşizm nedir bilmiyor, faşizme dair okuduğu bişey yok ama kalkar topluma faşizmi dayatır, çözümün faşizmde olduğunu haykırır. Adam kapitalizm nedir bilmiyor, kapitalist teorisyenleri okumamış, kapitalizmi doğru düzgün tahlil etmemiş ama kalkar kapitalizmin iyi bişey olduğunu söyler. Adam liberalizmi tahlil ve tetkik etmemiş, liberalizmin düşünsel temelini irdelememiş ama liberalizmi dayatmaya yeltenir. Adam anarşizmi okumamış, daha anarşist teorisyenlerin adını duymamış ama kalkar anarşizm havariliği yapar. Adam kemalizmin ne olduğundan bihaber ama kemalizme bir laf ettiniz mi hemen küfreder, durup fikir teatisi yapacağına. Adam milli düşünceye sahiptir ama ne olduğundan bihaberdir, bir tek milli düşünce teorisyeninin kitabına göz gezdirmemiştir. Ama millilikten dem vurur. Adam, demokrasi, laiklik der durur ama bunların ne olduğundan bihaberdir. Bunların topluma dayatılmasının arka perdesinde ne vardır, anlamaya çalışmaz. Adam İslam’ı okumamış, kitabını tahlil ve tetkik etmemiş, bir tefsir açıp bakmamış, Önderinin (sav) hayatını irdelememiş ama kalkar, gider putlaştırdığı birinin mutlak etkisine girer, atalarından öğrendiği İslam’la hayata nizam vermeye kalkışır ve böyle olunca da milletin İslam’ı yanlış algılamasına, İslam’dan kopmasına neden olur. Sonra da bozuk düzenden şikâyet eder. Gerçekten samimiyetsiziz, dürüst değiliz, beynimize güvenmiyoruz, konuşmaktan, dinlemekten ve anlamaktan kaçıyoruz, gerçeklerden korkuyoruz.
Aziz milletim! Her şeyi saptırıyoruz, her şeyi asli kaynağından kopararak sunuyoruz. Misal; İslami Sol denilen ucube ile Ilımlı İslam denilen ucubede de aynı şeyi yapıyoruz. Bunların ne olduğunu, arka perde de bunlarla neyin kotarılmak istendiğini bilmeyiz, tahlil ve tetkik etmeyiz hemen atlarız. Oysa bunların ikisi de Tevrat ve İncil kökenlidir. Tevrat’ı ve İncil’i çok iyi tahlil ve tetkik ederseniz, olayın arka perdesini idrak edersiniz. Ama kalıp olarak bakmayacaksınız, teferruata dikkat kesileceksiniz. İnce noktalara dalacaksınız. Her noktayı çok derinlemesine tahlil ve tetkik edeceksiniz. Planlar, çok iyi dizayn edilmiştir. Bunlar, İslami tahrif ve tahrip gayretleridir. İslam’ın özünden kopartılarak, yanlış algılanmasına neden olmaktadırlar. Birisi, insanları imanlarından, diğeri de insanları amellerinden etmektedir. Bu dediklerim yalan değildir. Örnekleri vardır. İnsanların kalplerinde ve kafalarında tahribatlar meydana getirmektedirler. Böylece insanlar mahkûm oldukları kaoslardan kurtulamayarak yanlış kapılardan yanlış yerlere girmektedirler. Zehirli ideolojilerin tuzağına düşmektedirler. Kimliklerinden ve dinlerinden uzaklaşmaktadırlar. Kardeşlerinden ayrılmaktadırlar. Toplumun daha da parçalanmasına neden olmaktadırlar. Hangisi neyin mücadelesini vermek istedi de, kendinde kalarak veremedi, kendi kimliğiyle ve kendi saf diniyle kalarak hedeflediğine varamadı Allah aşkına da farklı kulvarlara mahkûm oluyorlar? İnanmayınız, asla inanmayınız. İslami Sol denilenlere bakınız, genelde Tevrat’tan iktibaslar yaparlar ki; Tevrat’ın, Marksizm’in temellerini oluşturduğu yalan değildir, yanlışta değildir. Ilımlı İslam’a bakınız, genelde sevgiden, hoşgörüden bahseder ama sahte bir hoşgörüdür, sevgidir bu. İçi boştur. Ve ne gariptir ki; İncil de, sürekli, sevgiden, hoşgörüden bahseder. Çok uyanık olmalıyız derim şahsi fikrimce.
Aziz milletim! Yazılan bir yazıyı bile doğru düzgün okumadan, tahlil ve tetkik etmeden tenkite tevessül ederiz. Hakaretten, klişe laflardan öte gidemeyiz. Oysa bir şeyi tenkit edeceksen, iyice okuyacaksın, dürüstçe tahlil ve tetkik edeceksin, durup düşüneceksin ve ondan sonra yargılayacaksın. Yargılarken de anlamsızca hakaret edeceğine, katılmadığın noktaları belirtip öyle yargılayacaksın. Ama yapmıyoruz bunu. Okumuyoruz, anlamıyoruz, tahlil ve tetkik yapmıyoruz, sonra da hakaret ediyoruz. Karşımızda ki kişide, haklı tepkisini koydu mu, hemen kızıyoruz, köpürüyoruz ya da eğer bulunduğumuz ortama, yapıya vs. hâkimsek, hemen o kişiyi atma, yasaklama ya da attırtma, yasaklattırma acizliğini gösteriyoruz. Bu tavır, utanç vesilesidir haddizatında ama bunu bile idrakten aciz kalıyoruz. Çünkü yüreğimiz temiz değil. Kendimize güvenemiyoruz. Kendimize güvenemediğimiz içinde, başkalarının varlığını tehdit gibi görüyoruz. Birbirimizi yemek zevkli geliyor. Birbirimizi etkisizleştirmek kolay geliyor. Yapamadıklarımızı yapanları gördük mü, içimizi bir kasvet kaplıyor ve bu, bizi nefrete sürüklüyor. Ne kadar yanlış bir davranıştır bu. Oysa bizler hayvan değiliz ki! Hayvanlar bir araya geldi mi, hemen birbirine hükmetmeye ve birbirini parçalamaya, boğmaya çalışır. Çünkü onun fıtratı öyledir. Çünkü hayvanlar, birbirlerinin kanıyla ve etiyle beslenirler. Ama biz insanız. Bizim aklımız, kalbimiz ve irademiz vardır. Oturup konuşabiliriz, dinleyebiliriz ve doğruyu bulunca da kabul edebiliriz. Kabul etmesek bile, insanca iletişim kurabiliriz. Bizim etimizde, kanımızda birbirimize haramdır oysa. Bunu hiç düşünmeyiz. Sonra da kalkar insanlıktan dem vururuz. Peki, böyle, nasıl insan olmaktayız? Oysa insanı insan yapan, bedeni değil, görüntüsü değil; beyni ve ruhudur ve bu iki önemli organa hükmeden düşüncedir ve bu düşüncenin ürünü olan eylemdir.
Aziz milletim! Misal; katılmasa bile, kim, ‘’siz içinizdekileri değiştirmeden, Allah sizin durumunuzu değiştirmez’’ ayetini yalanlayabilir? Tamam, farklı düşüncedesindir ama senin düşüncen farklı diye, bu ayet yalan mı olacak, yanlış mı olacak? Siz böyle dediniz mi, hemen sizi basit düşünmekle tavsif ederler, bilim dışılıkla suçlarlar, cerbeze yapmakla yaftalarlar. Oysa her şey çok basittir; beyninde ki düşüncenin tesirinde kalıp, doğruyu yanlış göstermek marifet değildir. Önemli olan, düşüncene güveniyorsan, iddianı ispat edebilmektir ve haklılığını ortaya koyabilmektir. Bilakis, ancak kendini kandırırsın ve sürekli sömürülmenin yolunu açmış olursun. Ama tahlil ve tetkik edersen, kendi kendini kurtarırsın ve tasalluttan kurtulursun, zincirleri kırarsın, seni aldatanları tanırsın. Hayır yani, farz edelim ki, bir ateistiz. Tamam, inanmıyoruz ve inançsız olarak düşünüyoruz. Ben kendimi değiştirmedikçe, bir ateist ideolog beni değiştirebilir mi, ya da doğa beni değiştirebilir mi, veyahut madde beni değiştirebilir mi? Hadi değiştirsin, hadi beni doğru yola soksun. Olmaz dostum, olmaz, olamaz. Bu, hayatın, olumsuzlanamaz, yalanlanamaz, yanlışlanamaz büyük bir hakikatidir. Sen inanmadın diye, bu kutsal söz yanlış olacak değildir. Ve asla unutma, hiçbir vahyi hayattan kopuk göremezsin. Hayat vahiydir, vahiy de hayattır. İkisinin de özünde bir basitlik ve netlik gizlidir ama ideologlar, din adamları, filozoflar, politikacılar, akademisyenler vb. her şeyi karmaşıklaştırırlar ve sizleri esir alırlar. Hayatın özünde ki saflığı ve basitliği görmenizi engellerler. Çünkü bu onların işine gelmektedir. Sizin kafanız karıştıkça, onların çarkları dönmektedir. Yemin ediyorum, gerçek budur. Bizim, hayatın özünde ki basitliği keşfettiğimiz zaman, bizim yönümüzün neresi olacağını çok iyi biliyorlar ve bu yüzden de hayatın özünde ki saflığı, basitliği görmememiz için ellerinden geleni yapıyorlar. Bir bilgin ne diyordu: ‘’benim, filozofların anlattığı Tanrı’ya değil, peygamberlerin anlattığı Tanrı’ya ihtiyacım var.’’ Niye böyle demiştir? Çünkü Peygamberler, saf, berrak ve net izah ederler, asla karmaşıklaştırmazlar. Onlar hakikati olduğu gibi söylerler, birileri inansın diye hakikati tahrif etmezler, ya da hakikat nefislere ağır gelebilir ve birileri inanmayabilir diye yine hakikati bozmazlar. Ama filozoflar her şeyi bir çıkmaza sokarlar. Ve sizi bataklığın içine gömerler adeta ve debelenip durursunuz ve bir ömrü böylece heder edersiniz. Peki değer mi?
Aziz milletim! Partiler konusunda da aynıyız. Bir partiyi tuttuk mu artık ona tapıyoruz, liderini putlaştırıyoruz. Bu, mezheplerde de, cemaatlerde de, farklı düşüncedeki hiziplerde de vardır. Oysa bir şeyi putlaştırmak çok tehlikelidir. Sömürünün temelidir. Hakikatin önünde ki, en büyük engeldir. Yanlışla doğruyu tefrik edememeyi doğurur. Bir partiyi tutsan da haysiyetlice tutacaksın. Yanlışı yanlış, doğrusu doğru olacak. Ve mutlaka, partilere takılmayacaksınız, onların yörüngesini tayin eden temel düşünceye bakacaksınız. En önemli nokta burasıdır. Asla dikkate almadığımız ve bu yüzden sürekli aldandığımız nokta da burasıdır. Eğer temel düşünce yanlışsa, o partinin bir şeyi doğru yapması da anlamsızdır ya da kandırmacadır. Zararı eninde sonunda size olacaktır. Çok zekice hareket etmek zorundayız. Çünkü mesele çok ciddidir. Zira kaderimize etkide bulunan en önemli unsur siyasi partilerdir, politikacılardır. Eğer partilerin dayandıkları ideolojik zemini bilmezsek, partilerin işleyişini de, ileri hedeflerini de, arka perdede arzuladıkları düzeni de, herhangi bir terör hareketiyle bağları olup olmadığını da asla bilemeyiz ve bu bizi feci çarpar. Bin pişman edebilir. Bir partinin dayandığı ideolojik zemini gözlerden saklaması ve sürekli muayyen sorunlara değinmesi tamamen oyundur. Misal, bir parti Marksizme dayanıyorsa, Darwinizm’e dayanıyorsa, o partinin terörü desteklememesi gibi bir şey asla söz konusu olamaz. Ama o parti, bu düşünsel zemini gizleyerek; kendini, içinde yaşadığı milletin, değer verdiği isimlere yaslayarak ya da olayı başka yönlere kaydırarak sizleri yanıltır ve nihayet onun başınıza geçmesi demek, ecelinizi kendinizin istemeniz demektir. Bu olayı doğru idrak edeceğiz ki, bazen bazı durumlar karşısında koyduğumuz tepkileri doğru yere ve doğru şekilde koymasını bilelim. Bilakis, politikacılar, bizi hep sağılacak inek gibi algılarlar ve bunda tek suçlu da sen olursun, onlar değil. Onlar zaten bunu istemektedirler. Onlar sana bir duvar örerler ve o duvarın çevresinde dolaşmanı isterler, asla o duvarı yıkmanı istemezler. Oysa böyle bir şey, kendi kendimizi mahvetmektir. Kendimizi, yaşamın coşkusundan mahrum bırakmaktır. Akıp giden hayatı, dondurmaktır. Derunumuzda olan hürriyetin tadından yoksun kalmaktır. Herkes bizi bir kalıba sokmak istemektedir. Çünkü bizler kalıba girmeyince, asla o birilerinin çarklarının dönmesine yardım etmeyeceğizdir. Kalıba girdiğimiz zamanda, artık iflah olmaz köleler olmaya mahkûm olacağızdır ve bizi kalıba sokan efendilerin çarklarını döndürmek zorunda kalacağızdır.
Aziz milletim! Misal; vatan ve din uğruna şehit olan evlatlarımız için tepkilerimizi koymaktayız. Ama kalıpların mahkûmu olduğumuz için, tepkilerimiz tümden boş tepkilerdir. Kendi kendimizi avuttuğumuz tepkilerdir. Derdimize derman olmayan tepkilerdir. Çünkü tepkilerimizi birilerinin belirlediği kalıpta koyuyoruz. Kime ve nasıl tepki koyacağımızı bilemiyoruz. Bu da, partilerin kalıplarının mahkûmu olduğumuza, zihnimizin özgür olmadığına ve kuşatılmış olduğuna en büyük delildir. Bütün acıların odağında bizler varız. Bütün kederleri yaşayanlar bizleriz. Hayat bizim hayatımız. Ölen bizim canımız, akan bizim kanımız, kaybolan bizim malımız. Ama yaşayanlar başkaları. Sermayedarlar, generaller, vekil denilen sefiller. Şarkı söyleyenler, dinleyenler bunlar. Siz kendi vekillerinize tepki koymadıkça, gerçekler temelinde tepki koymadıkça, hep ölenler sizler olacaksınız. Çocuklarınız ölmeye, vatanınız bölünmeye devam edecek. Sermayedarların, vekillerin, generallerin duyarsızlıklarını görmedikçe ve bu duyarsızlığa layığı ile tepki koymadıkça asla şehitler ölmekten kurtulamayacaklardır. Şehitler daima ölecekler, vatan daima bölünmeye devam edecektir. Sokağa çıkıp bağırmak bişey çözmez ve çözmeyecekte. Çünkü en az otuz yıldır bunu deniyoruz. Bu şekilde, kendi kendinizi tatmin edersiniz ancak. Çünkü bu işi çözecek olanlar sizi temsil edenlerdir. Zira karar alma, karar verme ve bir işi fiiliyata dökme onların vazifesidir. Ama yanınıza gelen vekillere, tepkisiz, sessiz kalır ve dalkavukluk yapar, on yedi milyar para alıyorsun ulan, hayatın bedava ulan, sen ne iş yapıyorsun, ihale takipçiliği mi yapıyorsun, evlatlarına mutlu ve kutlu yaşamlar mı yaşatıyorsun? Diye sormazsanız ve onları zorlamazsanız, şehitler daima toprağa düşmeye devam edecektir. Adam gibi kanunlar çıkarmaları konusunda uyarmazsanız, zenginlerin uşaklığını yapmamaları ve o kahpelerden vergiyi adilce almaları konusunda uyarmazsanız, idamı geri getirme konusunda uyarmazsanız ve onları baskı altında tutup yapması gerekenleri yapmalarına yol açmazsanız, sokaklarda bağırmalarınız hep boşadır. Manzara malumdur. Yılların tecrübesi vardır hepimizde. Hayata, olan bitene, ideolojilerin, partilerin, toplumun kalıpları çerçevesinde bakamayız. Bunlardan sıyrılarak bakmalıyız ki; özgürce bakabilelim ve çözüm olacak eylemlerde bulunabilelim.
Aziz milletim! Toplumu oluşturan unsurların dayattıkları kalıpları delip geçersek ve Allah (cc), Önder (sav), Kitap ve vatan-millet temelinde kendi zihnimize güvenirsek, ancak o zaman her şeyi daha derinden idrak edebilir, daha sağlıklı tahlil ve tetkik edebilir ve saf doğruya ulaşabiliriz. İşte o zaman, tepkilerimizde olması gereken yerlere ve olması gereken şekilde olur. Kurtuluşumuzda çabuklaşır bu şekilde. Bilmeliyiz ki; hakikat ve kurtuluş, birilerinin kalıplarına mahkûm olmakta, hayatı o kalıplara göre yorumlamakta değil, o kalıpları anlamakta ve yıkıp geçerek özgürleşmektedir. Ve işte, yenidünyayı yaratacak olan tavırda bu tavırdır. Sorgulamadan, anlamadan da, bunu yapmak kabil değildir. Kanaatler çok önemli değildir. Çünkü kanaatler muhteliftir. Bu yüzden, beşeri kanaatlerin ve o kanaatler doğrultusunda oluşturulan kalıpların mahkûmu olmamalıyız. Zira ideolojik ve partisel sömürünün basit birer nesneleri olmaktan kurtulamayız. İdeolojiler ve partiler, özgür insanı asla tensip etmezler. Çünkü ideolojilerin ve partilerin özünde, özgürlük diye bir şey yoktur. İdeolojiler ve partiler, özgürlüğün gerçek düşmanlarıdırlar. Biz, bunu fark ve idrak edemiyoruz diye, bunun gerçekliği yoktur diye bir şey olamaz. Gerçek direniş, diriliş, gerçek başkaldırı ve gerçek içsel ve zihinsel devrim; şablonlardan, kalıplardan kurtularak ve bunların dışına çıkarak sorgulamaktır. Oysa ideologlar ve politikacılar, her zaman bizim düşüncelerimizi kontrol etmek, bizim hayatımızı biçimlendirmek ve bizleri belirledikleri kalıba sokmak isterler. İdeolojiler ve partiler, sürekli olarak, düşüncelerimizi şekillendirmeye çalışırlar, güya bizleri kurtarmak peşindedirler, bunların bize yönelttikleri dış baskılar zamanla iç baskıya evrilir. Nihayet, bizi baştanbaşa kuşatır ve kendi ilkelerine adapte eder. Ve biz böylece kayboluruz, kendimiz olmaktan çıkarız.
Aziz milletim! Biz zannederiz ki; ideologlar ve politikacılar, bizlere özgürlük ve adalet bahşedecektir. Oysa bu yalandır. Bizler, bunların, bizlere dayattıkları kalıplarda özgürlük var sanırız. Oysa hapishane de özgürlük olsaydı, adı hapishane olmazdı değil mi? Özgürlük, kalıpların ve şablonların dışındadır. Ama bizler, o kalıplardan ve şablonlardan kurtulmak için ne yapıyoruz, önemli olan budur. Kendi zihnimizi tanımalıyız. Zihnimizin işleyişini fark etmeliyiz. Zihnimizi tamamen arındırmalı, dış baskıların etkilerinden soyutlamalıyız. İdeolojilerin tazyikatından muhakkak kurtulmalıyız. Kendi zihnimizi ve işleyişini tanımadığımız zaman, bizim kim olduğumuz ve kim olarak isyan ettiğimiz asla önemli değildir. İdeologların ve politikacıların yegâne mücadeleleri; para, konum ve güç mücadelesidir ve bizleri bu mücadelelerinde birer piyon ve taşeron olarak kullanmaktadırlar. Bizler bunu fark etmeliyiz. Ama bu, tek yönlü okuyarak ve bizi bu hale getirenlerin izinden giderek fark edilmez asla. Bunu bizler kendimiz fark ve idrak etmek zorundayız. Bu da, ancak kendi saf zihnimizi kullanarak, tam dikkatli olarak ve daima tetikte kalarak fark edilebilir. Aktif, tetikte ve dikkatli olan bir zihin, hiçbir zaman konforun emrinde olamaz, lükse meftun olamaz ve kalıplarla kendini tahdit edemez. Politikacıların ve ideologların muhasarasına, kendini, gönüllü olarak teslim edemez.
Aziz milletim! Hiçbir partiyi ve ideolojiyi tabulaştırmayacaksın. Hiçbir ideologu tanrılaştırmayacaksın. Hangi ideoloji ve parti senin derdine derman oldu ki, bundan sonra da olsun? Hangi ideolog, senin kederine çare oldu, senin arzularını gerçek kıldı ki, bundan sonra da derman olsun, gerçek kılsın. Bütün ideolojiler ve partiler, senin aziz varlığına düşmandırlar. Bütün ideologlar, senin düşlerinin düşmanlarıdırlar. Hiçbir ideoloji ve parti, hakikat değildir, hakikatten bir parça da olamazlar. Hiçbir ideolog, hakikatin sözcüsü olmamıştır ve olamazda. Yalandırlar, yanlıştırlar, şeytanidirler. Sömürücüdürler, aldatıcıdırlar ve gardiyandırlar. Bölerler, parçalarlar, kalıplara tutsak ederler, sömürünün basit birer nesnesi kılarlar sizleri; ideologlar, ideolojiler, partiler ve politikacılar. Sizi, ancak kendi iradeniz kurtarabilir. Sizi yalnızca, karışmamış ya da arındırılmış saf zihniniz kurtarabilir. Sizi ancak, hayatın kendisi olan ve kendisi bir hayat olan vahiy kurtarabilir. Sizi, ancak insanlığın büyük Önderleri (sav-as) kurtarabilirler. Sizi, filozofların, size dayattıkları tanrıcıklar değil, ancak ve ancak Peygamberlerin (büyük ve yegâne önderlerin) anlattıkları Allah (cc) kurtarabilir. Sizi, ideologların, kalıplaşmış ve nefis imparatorluğunun köleleri kılmak isteyen fasikülleri değil, ancak Allah’ın kutsal sözlerini tazammum eden, yegâne yüce ve ekmel Kitap olan Kur’an-ı Kerim kurtarabilir. Büyük hakikat budur. Yalansız, yanlışsız yol budur. İnsanı kula kulluktan kurtaran yol-yön budur.
Aziz milletim! Senin, tek bağlı kalacağın şey; kimliğin ve dinindir. Çünkü insanlığı kurtaracak olan yegâne şey; iman ve değerlerdir. Senin milletin ve dinin bellidir. Sen kimliğinden zarar görmezsin, sen dininden zarar görmezsin. Faraza, kimliğini ve dinini yanlış temsil ediyorlar, sen onlara bakarak bu asli unsurlara düşman olamazsın, oluyorsan kendini kontrol etmelisin. Ama ideolojiler ne yapıyorlar? Seni aldatıyorlar, zihnini esir alıyorlar ve seni, dinine ve kimliğine düşman hale getiriyorlar. Eşitlik diyorlar, kardeşlik diyorlar, hürriyet diyorlar, ama her naneyi yiyorlar. Oysa eşitlik idealleri de, hürriyet hayalleri de, kardeşlik masalları da yalandır, hepsi kandırmacadır. Çünkü doğada, mutlak eşitlik diye bir şey yoktur ve olamaz. Mutlak hürriyet diye bir şey yoktur ve olamaz. Mutlak kardeşlik diye bir şey yoktur ve olamaz. Bunların hepsi, sizleri, Darwinizm’in, liberalizmin, anarşizmin ve Marksizm’in iflah olmaz köleleri kılmak için tezgâhtır. Bunların imkânsızlığını, yemin ediyorum Marksistler vd. bile biliyorlar ama numaradan inanmış gibi yapıyorlar. Ve böylece sizi, kimliğinize ve dininize düşman ediyorlar. Düşman olunca da gideceğiniz yer malumdur! Siyonist Protokollerine bakınız bakalım ‘’hürriyet, müsavat, uhuvvet’’ kavramlarının arka perdesinde ne varmış ve bu kavramlar nasıl ve niçin ortaya atılmış, kim ortaya atmış? Zekâmızı kullanalım, aziz milletimin temiz yürekli evlatları. Kendimize kıymayalım.
Aziz milletim! Şimdi ne yapıyorlar? Ülkemizde, ‘’Ülkücü’’ kimliği ile var olan vatan çocuklarının içinden bir iki kişi buluyorlar, bu kişilerin zihinlerini namussuzca yönlendiriyorlar ve bunları cinayet işlemeye teşvik ediyorlar. Sonra da bu masum Anadolu çocuklarına namussuzca ‘’faşist’’ damgası vuruyorlar. Yemin ediyorum, hem cinayete teşvik eden hem de faşist damgası vuran odaklar aynıdır. Netameli bir planın parçasıdır bütün bunlar. Ama bizler göremiyoruz, orası başka. Çünkü aklımız esir. Böylece, diğer evlatlarımızın bu masum Anadolu çocuklarından uzaklaşmalarını sağlıyorlar. Bu evlatlarımız, sadece bunlardan uzaklaşmakla kalmıyorlar ve bunlar, vatanı, milleti ve devleti savunduklarını söyledikleri için, ayrıca kimliğe de düşman oluyorlar. Oyunu görüyor musunuz? Peki, bu vatan çocuklarından uzaklaşanlar ve kimliğine düşman olmaya başlayanlar nereye gidiyorlar? Tabiî ki, güya insanlık sevgisiyle dolu, kardeşlik türküsü söylediği sanılan, hürriyet meftunu olduğunu iddia eden ve kendisini anti-faşist olarak tanıtan Darwinizm’in ve Marksizm’in kucağına gidiyorlar. Tabi bu düşüncelerin özünden bihaber olan vatan çocuğu sadece sloganlara inanmakla ve sloganları haykırmakla kalıyor. Feci bir romantizmin tutkunu olup çıkıyor, artık gözler gerçekleri görmez, kulaklar gerçekleri işitmez, kalpler gerçekleri hissetmez, beyin düşünemez oluyor. Yani aslında gittiği yeri bilmiyor, hatta geldiği yeri bile bilmiyor. Cehalet içinde ölüp gidiyor. Kendi kendinin düşmanı olduğunu, sürekli kendine düşman olanlara hizmet ettiğini fark ve idrak edemiyor garibim. Oyunu görmeliyiz ve masum Anadolu çocuklarının gerçek kimliklerini bilmeliyiz. Onlardan uzaklaşacağımıza, onlara yaklaşmalıyız.
Aziz milletim! Aynı şekilde, İslamilere de, yobaz ve mürteci damgası vurulmasının gerçek gayesi de çok farklıdır. Bu masum Anadolu evlatları da, bilim düşmanı olarak tavsif edildiler, laiklik düşmanı olarak tavsif edildiler. Laiklikte; çağdaşlık, ilericilik olarak tavsif edildi. İlericilik yaftası mı iyiydi, gericilik yaftası mı? Tabi millete empoze edildiği gibi, ilericilik iyiydi. Öyleyse, bu yobazlardan, gericilerden korkulmalıydı, kaçılmalıydı. Bunlar karanlık adamlardı, bunlar Ortaçağ özlemcileriydi! Bunlar şeriatçıydılar. Bunlar mevcut düzene düşmandılar. Mevcut düzen cenneti sunuyordu ya! Böylece, diğer evlatlarımızı, bu masum Anadolu çocuklarından uzaklaştırdılar. Tabi sadece bunlardan uzaklaşılmıyordu, aynı zamanda İslam’a da düşman olunuyordu. Çünkü bunlar İslam’ı temsil ettiklerini ifade ediyorlardı. Kur’an ahlakı diyorlardı, çocuklarını İmam Hatibe gönderiyorlar, Kur’an Kurslarında Kur’an öğrenmelerini sağlıyorlardı. Bu masum Anadolu çocuklarından uzaklaşanlar ve İslam’a düşman olanlar nereye gidiyorlardı? Laikliğin ve pozitivizmin hatta güya bilmin temsilcileri olarak addedilen, Darwinizm’in ve Marksizm’in kucağına gidiyorlardı. Ama önce kemalizmin kucağına gidiyorlardı. Çünkü o yerliydi ve güya Mustafa Kemal’e dayanıyordu. Böylece bu vatanın çocuklarını çarklarında öğüttüler. Ve cehaletimizin kurbanı olduk bizlerde. Gittiğimiz yerlerde de feci bir romantizmin tutkunu oluyorduk ve mutlak olarak bağlanıyorduk ve artık hayata karşı kör, sağır, hissiz ve düşüncesiz oluyorduk. Cehalet içinde ölüp gidiyoruz böylece. Kendi kendinin düşmanı olduğunu, sürekli kendine düşman olanlara hizmet ettiğini fark ve idrak edemiyor masum insanlarımız. Oyunu görmeliyiz ve masum Anadolu çocuklarının gerçek kimliklerini bilmeliyiz. Onlardan uzaklaşacağımıza, onlara yaklaşmalıyız.
Aziz milletim! Oyunu görüyor muyuz? Nasıl da kahpece oynuyorlar. Önce bizleri Anadolu çocuklarına düşman ediyorlar. Sonra onlar için, işte bunlar şucudurlar, şunları temsil ediyorlar diyorlar ve bizleri hem bu masum Anadolu çocuklarına hem de temsil ettikleri düşünülen asli unsurlara düşman ediyorlar. Böylece, hem dinimize hem de kimliğimize düşman oluyoruz. Daha sonra da, bu masum Anadolu evlatlarını birbirlerine düşman ediyorlar. Birilerini kimliğimizde yoğunlaştırıyorlar, birilerini dinde yoğunlaştırıyorlar ama bunu yaparlarken, her ikisini de, bir diğerinin yoğun oldukları yönde zayıf bırakıyorlar ve son darbeyi vuruyorlar. Bu şekilde bunların arasını açıyorlar ve ittifakın önüne geçiyorlar. Araya bir tefrika sokuyorlar. Her ikisinin içine de tefrikayı keskinleştirecek ajanları yerleştirip ezeli düşmanlık tohumları ekiyorlar. Oysa bu masum Anadolu çocuklarının birbirlerinden asla farkları yoktur, asla ayrılacakları bir durumları yoktur. Bir olmaları gereken yönleri sonsuzsa, ayrı olmaları gereken yönleri sonsuzlukta bir nokta gibidir. Ama bunu idrak edemiyoruz. Gözlerimiz kör, kulalarımız sağır, kalplerimiz hissiz, beyinlerimiz düşüncesiz maalesef. İşte bu vatan üzerinde saltanat kuran köpekler, saltanatlarını bu şekilde kuruyorlar, çarklarını bu şekilde döndürüyorlar. Bizim terimizle, kanımızla ve yaşımızla bu şekilde besleniyorlar vampirler. Ama bizler bunu bir türlü idrak edemiyoruz. Birbirimizi yiyip duruyoruz ahmakça. Artık başımıza çorap örülen tezgâhları parçalayalım ve tezgâhtarları fark edip onları yerin dibine gömelim. Kendimize gelelim, ittifak edelim, tefrikaya son verelim. Bilelim ki; ‘’tefrika girmeden bir millete, düşman giremez; toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez’’ diyor İstiklâl Şairi. Ve ne diyor Allah’ımız, Enfal Suresi 46. Ayette, bizahmet bir bakıverelim bakalım lütfen. Bu kardeşlerimiz de, kendi içlerine dikkat edeceklerdir elbette. Her üretilen politikayı hap gibi içmeyeceklerdir, sorgulayacaklardır, kendi yapılarındaki işleyişi takip edecekler, en ufak yanlışta uyarılarda bulunacaklardır. Tabi bütün bunları ifade ederken, bu masum Anadolu çocukları için, bunlar bigünahtırlar, pir-ü paktırlar demiyoruz. Ama her kusurlu olanı terk etmeliysek, terk etmeyeceğimiz kim kalır ki? Ve bunları terk edipte, yanlarına gittiklerimiz çok mu temiz Allah aşkına? Bunlardan daha çok mu merhametli, insaniyetli Allah aşkına? Yüzlere geçirilen maskelere, dillerdeki sloganlara asla kanmayın aziz milletimin evlatları.
Aziz milletim! Kendi kültürüne sahip çıkmasını da bileceksin. Seni esir alan ideolojiler senin kültürüne düşman diye sende düşman olmayacaksın. Kapitalizm de, komünizm de, liberalizm de, faşizm de, anarşizm de, kemalizm de, nihilizm de, demokrasi de, laiklik te, senin kültürüne düşmandır. Senin kültürünü tahrip ve tahrif etmeye kurguludurlar hepside. İnansan da, inanmasan da bu gerçektir. Önce bu ideolojilerin muhtevasını idrak edeceksin, sonra da senin kültürüne uyup uymadığını kontrol edeceksin. Çünkü bu ideolojilerin çarklarına çomak sokmaktadır, senin kadim kültürün. Bu ideolojilerin, etki alanlarını daraltmaktadır. Bu ideolojilerin, insanları esir almasını engellemektedir. Yani, işin özü, bu ideolojilerin, dünya hâkimiyetine ağır darbe vurmaktadır. İdeolojileri değil, kültürünü taşıyacaksın, yaşayacaksın. Senin kültürün Türk-İslam kültürüdür ve kolay oluşmuş bir kültür değildir. Kültür dediğin ideoloji gibi sığ, dar, basit, kalıpsal değildir. Geneldir, geniştir, kapsayıcıdır, derindir, muhtevası engindir. Milyonlarca insan, büyük sıkıntılar çekerek, acılar tadarak, uzun soluklu mücadeleler vererek, iradelerini kullanarak, korkular yaşayarak, sevinçler tadarak, tereddütler yaşayarak, eğlenerek, arzular ve istekler sahibi olarak, düşünerek ortaya koymuştur o kültürü. Evet, törenin, dininin, iklimin de etkisi vardır kuşkusuz. Kültür bunların hepsinin toplamıdır. Öyle kolay oluşan bir şey değildir. Şimdi, çok uzun süreçler dâhilinde oluşturduğumuz kültürümüzü, bir iki zehirli ideoloji uğruna feda mı edeceğiz yani? Bu kadar mı ufkumuz dar? Bu kadar mı basitiz? Bu kadar mı kafamız çalışıyor? İnsan utanır yani! Bütün bu zehirli ideolojiler, İngiliz-Yahudi Medeniyeti’nin ayaklarıdırlar ama bunu bir türlü göremiyoruz. Hepsini farklı sanıyoruz. Oysa maskeleri farklıdır bunların, ama özleri aynıdır. Senin medeniyetini etkisizleştirmek adına kullanılan paravan paradigmalardır bunlar. Bunlar, senin beynini iğdiş etmekten, ruhunu boşaltmaktan ve seni kendi kadim medeniyetine düşman etmekten başka şey asla yapmazlar. Uyanık ol vatan çocuğu!
Aziz milletim! Aynı şekilde, ülkemizde ki suni başörtüsü sorunu da, Kur’an Kursu sorunu da, İmam Hatip sorunu da, terör sorunu da, hep, bizleri birbirimizle uğraştırmak adına ve ülkemizin, milletimizin, devletimizin enerjisini heba etmek adına üretilmiş sorunlardır. Bu sorunları çıkaranlar, siyonizmin bu topraklarda ki beyni olan masonlar ve o masonları da bu ülkede gizli güç kılan Kemalistlerdir. Bunu asla unutmayınız. Ama bizleri, Mustafa Kemal’in arkasına saklanarak aldatmaktadırlar. Bizi kendilerine bu şekilde inandırmaktadırlar. Vallahi inanmayınız. Bunların izlerini takip etmeyiniz. Zira bugüne kadar takip ettikte ne oldu Allah aşkına? Ülkemizin geldiği durum malumdur, insanlarımızın hali malumdur, ordumuzun hali malumdur, devletimizin hali malumdur. Söyleyin Allah aşkına, bu ülkeyi, bu milleti, bu devleti, bu dini, bu orduyu, Müslümanlar mı bu hale getirdi? Allah aşkına elimizi vicdanımıza koyalım. Yanlış düşünmek ve yanlış yargıya varmak, bizi acı bir kaderin ve bitmez bir kederin mahkûmu kılacaktır unutmayalım. Olan bize olacaktır.
Aziz milletim! Ülkemizin bir güzel bir şehri olan Van ilimizde, elim bir doğal afet yaşanmıştır. Allah yardımcıları olsun, Vanlı kardeşlerimizin. Ölenlere sonsuz rahmet diliyorum. Kalanlara sabır temenni ediyorum. Milletimizin başı sağolsun. Gerçekten yürek yakıcı bir olay. Üzüntümüz derin ve büyük. Ama elden gelen bişey yok. Umalım ki, devletimiz, hükümetimiz, milletimiz, gereğini en güzel şekilde yapsın. Zaman ‘’Ensar’’ olma vaktidir. Zaman kardeşliği perçinleme vaktidir. Zaman, acıları paylaşarak azaltma vaktidir. Zaman kalpleri kırma değil yapma zamanıdır. İşte tam burada çok dikkatli, uyanık olmak zorundayız. Çünkü birileri kardeşliğimizi bozmak için hareket üzerinde olabilir. İyi ki oldu, ilahi takdir, daha beter olsunlar gibisinden sözlerle olayı tahrik edebilirler ve zihinsel tahripler yapabilirler. Bu tiplere asla kanmamalıyız. Zaman kaybetme değil, kazanma zamanıdır. Birkaç suçlu yüzünden bütün bir şehir lanetlenemez. Bu ayıptır, günahtır, yazıktır. Kürt kardeşlerimiz de, bu tür sözlere bakarak, genel hakkında hüküm vermemelidir, ya da içlerinde bu sözleri fırsat bilerek, kendilerini tahrik etmeye çalışan kansızlara aldanmamalıdırlar. Bir de, bu sözleri fırsat bilerek, buradan masum Anadolu çocukları olan Ülkücüler lanetlenmek istenebilir, bu sözler o camiaya mal edilmek istenebilir. Bu da yanlıştır. Bu iğrençtir. Hayır yani, nereden biliyorsunuz, o camianın böyle düşündüğünü. Hangi camia bütünüyle masum, tertemiz, pir-ü pak? Yapmayalım. Vicdanlı ve mantıklı olalım lütfen. Ayrıca, bu elim vaka, tabi ki üzücüdür, tabiî ki bizleri derinden yaralamıştır ama bu elim vaka bahane edilerek, birileri psikolojik baskı yapıp operasyonların durdurulmasını zımnen dikte edebilirler, hatta açıktan isteyebilirler, ama asla bu şerefsizlere inanmamalısınız. Sayın hükümet ve aziz ordumuz asla bu baskılara aldırmamalıdırlar ve yollarına devam etmelidirler, dağları domuzlardan temizleyesiye kadar, Kürt kardeşlerimizi gizli baskının zulmünden ve ağırlığından kurtarasıya kadar operasyonlar devam etmelidir kesinlikle ve kesinlikle.
Aziz milletim! Son tahlilde; olayları düz algılamamalıyız. Olaylara önyargılı bakmamalıyız. Saf zihinle, olayları sorgulamalı, anlamalı ve öyle yargıya varmalıyız. Tahlil ve tetkik etmeliyiz muhakkak. Kalıpların mahkûmu olmamalıyız. Kişilerin mahkûmu olmamalıyız. Kimliğimize ve dinimize, kişilere bakarak düşman olmamalıyız. Kültürümüzü hor görmemeliyiz. Vatanımıza sadakatli olmalıyız. Milletimizi sevmeliyiz. Devletimizi yaşatmalıyız. Dinimizi tahriften ve tahripten korumalıyız. Dünyanın, sadece buradan ibaret olmadığını muhakkak bilmeliyiz. Ölümü, düşünmediğimiz gün olmamalıdır. Çünkü ölüm, gerçekten en güçlü öğretmendir. Allah (cc), Önder (sav) ve Kitap olmadan asla olmaz. Çünkü varoluşun mutlak ve şaşmaz temelleridir bu yücelikler. Hülasa, her olayı, mutlak bir titizlikle, tetkik ve tahlil etmek zorundayız. Bilakis, kaybedecek, bizden başkası değildir unutmayınız!
EKSTRA:
BİR:
Amerika aslında Irak’a yerleşti. Çekilmesi tamamen aldatmacadır. Şerefsiz oraya yerleşti. Ajanlarını yerleştirdi, Iraklıların politikacılarını satın aldı ve defolup gidiyor kuduz köpek. Buna asla inanılmasın. Her şey bir kandırmacadan ibarettir. Artık askerini tutmasına ve daha fazla iğrenç görünmesine gerek kalmayınca, güya çekiyormuş gibi yapıyor kuduz it. Ama kendisi ilelebet orada kaldı aslında. Ama fark etmek gerek bunu. Bakmasını ve görmesini bilmek gerek.
İKİ:
Müslüman-Türk Milleti, nüfus işlerini iyi düşünmelidir. Nüfus üzerinden derin planlar yapılmaktadır. Bizim nüfusumuz azaltılmak istenmektedir. Evlilik kurumu bu yüzden tahrip edilmektedir. Çocuk bu yüzden fazlalık gibi gösterilmeye, yük olarak algılatılmaya çalışılmaktadır. Nüfus çok önemli bir şeydir. Nüfus bir yerde güçtür. Evet, adaletsizlik kötüdür ama esaret daha kötüdür. Adaletsizlik sürekli gündem yapılarak, insanlar zımnen korkutulmaktadır. Çocuk yapınız ama adalet içinde mücadele veriniz. Bu daha iyi değil mi? zaten çocuk yapmadığınız da yine adaletsizlik olmuyor mu? Akıllı olmak icap ediyor.
ÜÇ:
İlk başta Siyonist Yahudi’si, sonra Ermeni’si, Rum’u, PKK’lısı, Masonları ve bunların, bizden görünen ama bunlara çalışan, içimizde ki taşeronları; Türk Milletini ve İslam Dinini bu topraklarda boğmak, yok etmek ve silmek istiyorlar. Lütfen uyanık olalım. Çok tehlikeli, derin ve büyük tezgâhlar hazırlıyorlar. Bu ülkeye mutlak olarak egemen olmak istiyorlar. Birilerinin nüfusunu, birilerinin gücünü, birilerinin kilisesini, birilerinin de yerliliğini vs. kullanarak bu toprakları ele geçirmek istiyorlar. Bizler ahmak olursak, bizler tefrika bataklığına mahkûm olursak, her şeyimizi kaybedeceğiz. Son pişmanlık fayda etmeyecektir. Bu ülkenin masum çocukları kesinlikle ve kesinlikle ittifak etmelidirler. Güçlerini birleştirmelidirler. Kimin ne olduğunu görmelidirler. Düşmanların yanlarına değil, dostların hanelerine gitmelidirler.
DÖRT:
Bir gerçeğe değinmek istiyorum. Türk, asla bir etnisite adı değildir. Türk geneldir, kuşatıcıdır, kapsamlıdır. Kürt’te, Laz’da, Çerkes’de, Türk Kimliği dâhilindedir. Ve kimse bundan gocunmamalıdır. Gerçekten gocunmamalıdır. Bundan gocunmak oyuna gelmektir. Zaten bölmenin bir parçasıdır bu durum. Dikkatli olmalıyız. Türk tarihin hangi devrinde etnisite olarak addedilmiştir, var olmuştur. Hiçbir devrinde. Her devirde daima kuşatan, kapsayan ve geneli ifade eden bir isim olarak var olmuştur. Bu yüzden benimsemekte asla zorlanmamalıyız. Bizi tahrik edenlere, zihnimizi yönlendirmek isteyenlere kanmamalıyız. Allah için vicdanlı olarak tahlil ve tetkik edelim. Kimliği birileriyle baki sanıp, o birileri yanlış yapınca, bunu kimliğe hamledipte kimliğimize düşman olmayalım lütfen.
BEŞ:
Bazı masum şeylerin ardında masum olmayan şeyler gizleniyor olabilir. Bu yüzden dikkat edilmelidir. Masum bildiğimiz şeyler zihinlere yönelik bir operasyon olabilir. Ve ayrımı zihinlerde keskinleştirmek emeline yönelik olabilir. Bu masum şeylerde, masum yüzlü ve saf zihinli çocuklarımız kullanılabilir. Herkes dikkat etmelidir. İyi bişey yaptığınızı sanabilirsiniz ama bir ormanı kaybettiğinizin farkında değilsinizdir. Düşman daima iyi oynar ve daima zihinlere yönelik hamleler yapar. Biz ahmak olursak tuzağa düzeriz. Derin tahlil ve tetkik yapmazsak apışır kalırız, afedersiniz.
Allah’la (cc), Önderle (sav), Kitapla, vatanla, devletle, milletle, umutla, gerçekle, sevgiyle, aydınlıkla.