GÖREV: ADALET DEVRİMİ = ADALET DEVLETİ...

Özgür DENİZ - 04.11.2011

 

Sevgili dostlar, cümlenize, can-ı gönülden merhabalar. Her birinizi, yüce sevgiyle selamlıyorum. Yine, gündemimizi ve böylece zihnimizi meşgul eden sorunları dillendireceğiz naçizane. Kalkıyoruz sorun, yaşıyoruz sorun, yatıyoruz sorun. Zam üstüne zam gibi, sorun üstüne sorun var. Gerçi insanoğlunun sorunları, insanlık tarihi kadar eskidir. Şahlar, padişahlar, krallar değişir ama sorunlar değişmez. Önemli olan da, sorunlar değil, sorunları çözmek adına gösterilen gayrettir. Fakat gayret gösteren var mıdır? İşte bütün mesele budur! Ve sorunlar, insan ayırmıyor be bebeğim. Ta yürekten vuruyor, vallahi yürekten vuruyor, içim acıyor be bebeğim! Yemin ediyorum içim acıyor, tam bu noktada gözlerim özgürleşiyor ve nehirleşiyor! Hakikaten sorunsuz günümüz yok gibi. Takatsiz başlıyoruz güne ve takatsiz kalıyoruz gün sonunda. Tabi sorundan bahsederken, şahsi sorunlarımızı gündem yapıyor değiliz. Yapacak kadarda, şereften, namustan beri değiliz. Bu ülkede yaşıyorsak, bu milletin evladı ve insanlık ailesinin bir üyesi isek; bu ülkenin de, bu milletin de, insanlık ailesinin de, sorunları, bizim sorunlarımızdır. Çünkü İnsan’ız ve Müslüman’ız! Bu yüzden sorunlar, bizi ilgilendirmektedir, bizi etkilemektedir, bizi düşündürmektedir, bize acı vermektedir. Öyleyse, sorunun bir parçası olduğumuz gibi, çözümün bir parçası olmakta, bizim görevimizdir. Zira toplumun da, insanlığın da sarsılması; bir tek ferdin hissetmesiyle doğru orantılıdır. Hissetmek; harekete geçirici, dönüştürücü ve yaratıcı bir duygudur. Çünkü kederlerimiz ve kaderlerimiz birdir. Biz kötü olursak; bu durum, ülkemize ve milletimize, daha ötesinde insanlığa yansıyacaktır. Ülkemizin ve milletimizin, dahası insanlık ailesinin kötü gidişatı da bize yansıyacaktır. Bizler, ömrümüzü bu topraklar üzerinde sürdürmekteyiz; bu toprakların bekası da, bizim sahiplenme derecemize bağlıdır. İnsanlık ailesi bir ağaçsa, o ağacın tohumu da bizleriz. Tohum çürük olursa, ürün bozuk olur.

 

Öyleyse, kronikleşmiş sorunlar, sorun mudur yoksa illet midir? Tabi sorunsuz hayat yoktur dedik ama sorunların da bir çözümü olmalı değil midir? Bütün meselede budur. Fakat bizim başımıza bela olan sorunların da bir türlü çözümü bulunmuyor. Çözmek iradesi gösteren de yok, işin acı yönü. Varsa da, var olan, sorunu çözüyormuş gibi yapıyor sadece. Böyle düşününce de umutsuzlukla ve şikâyetçi olmakla itham ediliyoruz. Ne yapsaydık bebeğim? Bize dikte edilen yoksulluğumuza gülse miydik? Vatan-din-devlet-millet, külliyen elden giderken, lüzumsuz işlerle mi oyalansaydık? Haklarımızın çalınmasına eyvallah mı çekseydik? Birileri bizdendir diyerek, sorunları görmezden mi gelseydik? Hayata, güzel tarafından bakmamız öneriliyor. Tamam, bakalım gözüm, ama nasıl umutlu ve güzel bakmamız isteniyor? Önüne barikatlar kurulan hayallerimizin, gerçekleşebileceği umuduyla mı bakalım, gasp edilen emeklerimizin bir gün geri verileceği umuduyla mı bakalım? Devletimizin, topraklarımızın, dinimizin, milletimizin varlığının iflas etmesini seyredip, belki tekrar geri kazanırız düşüncesiyle mi bakalım? Aslında bu söylemin ardında iğrenç bir tuzak yok mudur? Haklarımız gasp edilsin, keyfimize limon sıkılsın, hayallerimiz kirletilsin, kadim ve ortak değerlerimiz paçavraya döndürülsün, derdimize derman olacak bir eylem olmasın ama biz umutlu olalım ve hayata güzel yönünden bakalım. Peki, bu nasıl olacak? Evet, madem böyle diyoruz, bir ikna sözümüz de olmalı değil mi? Buyurun ikna edin ve dediğiniz gibi olsun, herkes yolunu bulsun, gönlümüz neşe dolsun.

 

Yani, kaynaklarımız bir avuç kumarbaz tarafından yağmalansın, çevresine peşkeş çekilsin; önüne gelen it havlasın ve bütün temellerimizi yıkmaya yeltensin, teröre ve teröriste övgüler dizsin; makamlar birileri için tahsis edilsin, en güzel mekânlar bir avuç politik madrabaz ve elle sayılacak kadar olan burjuvazi denilen servet ve bürokrat denilen makam faşistlerince kullanılsın ve bizler hayata umutla bakalım, şikâyetçi olmayalım öyle mi? Ahmağız ya, aptalız ya! Hayır, aksi mi olmaktadır? Bu ülkeyi, bir avuç servet (karunlar) ve iktidar sahipleri (firavunlar), söz tüccarları (hamanlar) ve makam faşistleri (firavun sihirbazları)sömürmüyor mu? Kanunlar onların lehinde olduğu için, bizler zımnen tehdit altında değil miyiz? Bu yüzden de suskunluğun ve tepkisizliğin mahkûmları olmuyor muyuz? Çalışan biz, üreten biz, acı çeken biz, vuran biz, vurulan biz, ama yaşamın tadını alan onlar! Tükürürüm böyle kansızlığın içine ben. Bütün bunlar karşısında, umutlu olmam ve hayata güzel yönünden bakmam lazım öyle mi? Şikâyetsiz bir itaat içinde olmam gerekir öyle mi? Hadi be bebeğim kafamızı ütüleme!

 

Tepkini dile getirdin mi de, isyana yöneldin mi de, hemen önüne kanun koyarlar. Yerim lan sizin kanununuzu. Ne yani, ben, bunca emek verecem, ekmeğimi kazanmak için kan-ter-yaş akıtacam, yaşadığım topraklara kanla mührümü basacam, ama sizin haksızlıklarınıza ve hukuksuzluklarınıza tepkimi koydum mu, namusluca hak arayışında bulundum mu, ülkemi savunmak için vicdanım yönünde tepkimi koydum mu, önüme yazılı bir paçavrayı koyup, elinden ekmeğini alıyorum diyeceksiniz. Kimsiniz lan siz? Allah mısınız be? Neyi verdiniz ki neyi alacaksınız? Hayâsız herifler. İnsan da azıcık utanma duygusu olur be! Ha şerefsizlik mi yapıyorum, fitne ve fesat tohumları mı ekiyorum, ihanet mi ediyorum alçak itler gibi, vatan mı satıyorum siyonist tohumları gibi, teröre prim mi veriyorum liberal soysuzlar gibi, işte o zaman buyurun ellerim hazırdır kelepçenizi takabilirsiniz hatta boynum hazırdır vurabilirsiniz, gocunursam namerdim ama hakkımı aradığım için kahpelik yapılmasına da eyvallah çekemem, kusura bakmayın o kadar mal değilim. Ne zindanlarınız, ne zincirleriniz beni korkutamaz, hepsi vız gelir bana vız. Dizlerimin üzerinde şerefsizce yaşamaktansa, ayaklarımın üzerinde şereflice can vermeyi yeğlerim. Ülkem ve adalet için bin canım olsa da feda olsun.

 

Bu topraklar babanızın malı değil oğlum. Sizin çiftlikleriniz değil. Bu topraklardan fışkıran hazinler de sadece sizlerin hakkınız değil. Siz yiyeceksiniz biz bakacağız öyle mi? Biz üç kuruşa boyun bükecez, sizler milyarlarcasına hakkımız diyerek götüreceksiniz öyle mi? Biz kan kusup kızılcık şerbeti içeceğiz, sizler evlatlarınızla, ahbaplarınızla vals yapacaksınız, gününüzü gün edeceksiniz öyle mi? Bizler öleceğiz, sizler dem süreceksiniz mallaşmış veletlerinizle öyle mi? Bizler sevgililerimize bir hediye almaktan mahrum olarak yaşayacağız, sizler saraylar, cipler hediye etmekle öğüneceksiniz öyle mi? Bizim çocuklarımız acı gözlerle elimize bakacaklar, sizin piçleriniz milyarları bir masada savuracaklar öyle mi? Bizim yiğitlerimiz dağlarda vuruşacaklar, sizin mal veletleriniz deniz sefası yapacak öyle mi? Bizler, bir araba, bir ev alacaz diye canımız çıka çıka kenara bir şeyler koyalım derken hayatı yaşamaktan mahrum kalacaz, sizlerse yatlarınızda, katlarınızda görülmemiş saltanatlar süreceksiniz, kıyak emeklilikle milyarları götüreceksiniz öyle mi? Bizler ülkemizin güzelliklerinden mahrum yaşayacağız, sizler Parisler de, Newyork’lar da ve daha bilmem nerelerde fink atacaksınız öyle mi? Nereden alıyorsunuz lan bu hakkı? Ne yani, seçildiniz diye (firavun), köşe buldunuz diye (haman), emek hırsızlığı ile komprador oldunuz diye (karun) her şeyi yapacağınızı mı sanıyorsunuz? Her şeyin sizin hakkınız olduğunu mu düşünüyorsunuz? Bu toprakları size bırakacağımızı, bu hazineleri sizin tekelinize vereceğimizi mi düşünüyorsunuz? Alırız oğlum söke söke alırız hakkımızı, elbet bir gün! Bu toprağın çocukları uyansında görün siz! Bu toprağın yanık yüzlü yiğitleri, ideoloji denilen zehirli mikropların mahiyetini idrak etsin de görün siz! Bu toprağın yoksul çocukları, ‘’adaletin adresini’’ öğrensin de görün siz. Vallahi, billahi, tallahi kaçacak delik arayacaksınız. Şu an yapmakta olduğunuz şey, sadece yağlı urganlarınızı örüyor olmanızdır.

 

Ne yapıyorsunuz ki, bir şeyi hak edesiniz? Yalan mı dostlarım? Askerliği onlar yapıyorlar öyle mi!? Vergileri, metazori olarak alınanlar onlar öyle mi!? Hayatın zorluklarını her gün yaşayanlar onlar öyle mi!? Temel ihtiyaçlarını bile nice zorluklarla tedarik edenler onlar öyle mi!? Bizler sefaletin şarkısını söyleyelim, onlar vergisiz, acısız, teskeresiz yaşasınlar ve mutluluğun valsını yapsınlar, ama bizler hayata umutla bakalım. Yerim senin umudunu ben koçum. Ben sabah kalkacam, kahvaltımı bile ağız tadıyla yapamayacağım, işime moralsiz başlayacağım ve şikâyetsiz yaşayacağım, bu halde umutlu olacağım öyle mi? Ama benim emeğimi gasp eden kansızlar keyif yapacak, işlerine ciple gidecek, yediği bedava olacak, içtiği bedava olacak, maaşı o biçim olacak, saray yavrusunda yaşayacak, her türlü imkân önüne kırmızı halı gibi serilecek ve işini de adam gibi yapmayacak ama ben bunları söyleyince hayata kötü yönünden bakıyor olacağım, umutsuzluk zerk etmekle itham edileceğim ve şikâyetçi olmakla damgalanacağım. Yerim lan sizin tafranızı. Hayır, bunu kendi adıma söylemiyorum, Benim gibi olan milyonlarcası adına söylüyorum. Bu toprağın gerçek sahibi olan ama bütün haklardan mahrum olanlar için söylüyorum. Yoksa bencillik olurdu, kansızlık ve namertlik olurdu. Gerçi, ideoloji manyağı ve birer ideolojitapar olmuş olan ve bu yüzden de paramparça olunduğu için, bir türlü çok güçlü tepkiler koyma imkânından kendi kendini mahrum eden bizlerde de suç var, hatta esas suçlu biziz. Ortak duygu ve dava, ‘’ahlak, adalet ve vatan davası’’ olması gerekirken; gideriz, ahmakça, kendi ideolojik çıkarlarımızın davasını güderiz. Bizi asla düşünmeyen, derdimize asla deva olmayacak ideolojilerin çarklarını döndürmeye uğraşırız. Ne de safız be!

 

Bütün bunlardan sonra da; şu benim partim, bu benim partim diyeceğim ve mutlak hâkimiyet günlerini bekleyeceğim. Ya da bir defa iktidara gelse diye avunacağım. Geçiniz bunları beyim, geçiniz. Karnımız tok böyle sapıklıklara. Her halde ölünceye kadar bekleyecek halimiz yok değil mi? Madem benim partimsin, o zaman işini adam gibi yapacaksın ve beni umutsuzluklara gark etmeyeceksin koçum. Çözeceksin koçum, çözecek. Ya da iktidar olacaksın ve olmak için yorulacaksın. Çözmek için varsın sen; çalışmak, yorulmak ve iktidar olmak için varsın sen. Keyfin bozulmasın diye, yatmak için değil. Susmakta, yatmakta, çaresiz kalmakta bir haksa eğer; o hak, ancak benim hakkımdır. Senin hakkın değil ve olamaz da. Güç sende mi? Sende. Kanunları yapan ve uygulayan sen misin (bütün hepsi için geçerlidir bu sözlerimin hepsi- iktidar olamayan ya da iktidar olan)? Evet. Devletin kasasının kilidi senin elinde mi? Doğrudur. Peki, daha konuşacak neyin var? Uyuzluk yapmayacaksın. Herhalde sorunları çözmek, benim ve benim gibilerin işi değil. Öyle olaydı, zaten sorunsuz yaşıyor olurduk. Ama sizlere tapanlar olmasaydı, karşımızda işlerini adam gibi yapanları görürdük. Ve ne hazin ki; sizin, tapanlarınız ne de çok! Ve zaten, bizler, bu mutlu kalabalıklar yüzünden bu halde değil miyiz?

 

Her gün onlarca hadise vuku bulmaktadır. Yetişmek ne mümkün, ki; yetişsekte günübirlik mevzularla iştigal etmek, ya da sığ sular da yüzmek akıl karı değildir takdir edersiniz. Herkes görüntüyle meşgul, kimse görüntünün arkasına dokunmuyor, bakmıyor. Birileri bizleri oyalıyorlar (hamanlar), birileri bizleri kullanıyorlar (firavunlar), birileri de emeklerimizi çalmakla meşgul (karunlar). Aydın diye bildiklerimiz sığ sularda kendilerini avutuyorlar. Polemik peşindeler, şahsi tatmin derdindeler, günübirlik kavgadalar, sözü tahrif etme gayretindeler, vatanı sömürme ve satma derdindeler. Politikacılar da günü kurtarma derdinde, kısır çekişmelerle boğuşuyorlar, kasalarını doldurma peşindeler, sahte kavgalarla bizleri kendi taraflarına çekmeye ya da kendi taraflarında tutmaya çalışıyorlar. Şerefsiz kodamanlarda, bizim alın terlerimizi nasıl gasp edeceklerinin hesabını yapıyorlar. Kimi gerçekmiş gibi yazıyor, kimi gerçekmiş gibi konuşuyor, kimi gerçekmiş gibi üretim yapıyor. Bizlerde gerçekmiş gibi okuyor ve dinliyoruz, dahası tüketiyoruz. Hiç kimse meselenin bam teline dokumuyor ve sorunları çözmek adına namuslu bir müdahalede ve kutsal bir hamlede bulunmuyor. Kimse bulunduğu konumu kaybetmek istemiyor. İşlerine öyle geliyor, gemilerini böyle yürütüyorlar. Zira derin sular tehlikelidir. Ama erkeklikte, derin sularda yüzmeyi gerektirir. Kurtuluş derinlere dalma cesaretini göstermektedir. Ama bedel ödemek zordur. Oysa bu ‘’gerçekmiş gibi görünen eylemler’’ ardında yiten bizim umutlarımızdır, iğdiş edilen bizim beyinlerimizdir, harap edilen bizim ruhlarımızdır, gasp edilen bizim emeklerimizdir. Bizler de, gelen ağam, giden paşam lakaytlığındayız. Artık her şeyi kanıksamışız. Mevcutla yetinmeyi, hakkını aramamayı marifet sanıyoruz. Bir ideolojimiz olmasını, o ideoloji peşinde koşturmayı ve birbirimizi yemeyi adamlık sanıyoruz. Particilik yapmayı ve lidertaparlığı bir şey sanıyoruz.

 

Herkes kendi hesabına çalışıyor, bizim hesabımıza kim çalışacak ya da çalışan kim? Hepimiz kendi dünyamızdayız. Kendi hırslarımızla, gerçekleşmeyecek ve gerçekleşmesi adına da tek adım atmayı beceremediğimiz hayallerimizle meşgulüz. Bizler, kendi dünyamıza dalmışız. Hep kendi dertlerimizle boğuşuyoruz. Birbirimizi yemekle vakit öldürüyoruz. Birbirimize, komünist, faşist, islamcı demekle ve bunu yapmakla bişey olacağını düşünmekle ömür çürütüyoruz. Gerçek davanın ne olduğundan bihaber zavallılarız. Önümüze atılan yemlerle uyutuluyoruz. Ama gerçekte istenen de bu. Yoksul bırakılmamızın, üç kuruşa muhtaç edilmemizin, seks-spor-sinema(eğlence-dizi vs.) üçgeninde tutsak edilişimizin, ideolojilerle zincirlenişimizin, politikacıların borusunu öttürmekle görevlendirilişimizin ardında ki gerçek sebepte budur haddizatında. Millet, şeytan üçgeninde (firavun, karun, haman) oyalanıp dursun ve üç kuruşa muhtaç olsun ki; sürekli ekmek derdinde olsun, tepkileri yontulsun, isyan duyguları ve düşünceleri bastırılsın, bilincini yitirmiş bir uyuz olsun, kaybetmekten korksun, böylece koşulsuz itaat içinde olsun. Ne güzel değil mi? Bizim yapabileceğimiz bir şeyde yok gibi görünüyor aslında. Tabi mevcut halimiz göz önüne alınırsa yok, ama hakikatte öyle bir var ki, velâkin onu düşünen kim? Ya da onu başarabilecek kim? Verdiği oyun hesabını soramayan bir millet, herşeye, mezellete ve meskenete layıktır! Verdiği oyun hesabını soran ve ihanetlere başkaldıran bir millet, tarih sahnesinde varolmayı hak eder ancak.

 

Oysa aydın denilen alçakları da, politikacı denilen sermaye uşaklarını da, komprador denilen kan emicileri de besleyen bizleriz. Bizim varlığımızla adamdır onlar. Çocukları bizim sayemizde lüks hayat yaşamaktadırlar, kadınları bizim sayemizde caka satmaktadırlar, cipleri, yatları, katları ve görülmemiş saltanatları hep bizim sayemizdedir ama bizler onları tenkit etmekten korkan hatta onları savunmaya yeltenen ve tenkit edenlerin karşısında, göğsümüzü onlar adına siper eden sefiller olmuşuz. Haklarımızı bile isteye yemelerine seyirci kalmışız. Bizsiz onlar bir hiçtirler. Ama bunu idrakten mahrum zavallılar yığınıyız adeta. Onlara tapıyoruz. Bir laf edildi mi, bir cayırtı koparılıyor. Oysa cayırtı koparacağımıza, sorgulayanlara destek olmamız ve bizim de sorgulamamız icap etmektedir. Ama nerede o kafa, o yürek nerede? Ya, oy verdiğimiz partilerin kapısına, milyonlar olarak dayansak ve hesap sorsak, ya da tümüne karşı meydanlara milyonlarcasına çıksak olmaz mı? İdeoloji denilen deli gömleklerini çıkarıp atsak ve ‘’ahlak ve adalet gömleğini’’ giysek olmaz mı? Ve en kadim, en temel ortak duygu olan ‘’ahlak ve adalet’’ için el ele versek ve hakkımızı gerekirse söke söke alsak olmaz mı? Fakat bunu yapacak zekâya sahip kim var? Hepimizi, birer hapishane olan sendikalara, ideolojik kaplara, partilere sokmuşlar, buralarda bir mücadele veriyormuş psikolojisine inandırmışlar ve öylece birbirimizi yemekle meşgulüz. Oysa hapishanelerin adları değişikte olsa, mahiyetleri aynıdır, nihayetinde hepsi birer hapishanedir; tabi bu derin gerçeği, fark ve idrak etmeye ve dahi hissetmeye; beyin ve yürek gerek.

 

Bizler, olaylar üzerinde konuşarak, kendimizce çözümler üreterek ve karşılıklı fikir teatisi yaparak vakit öldürüyoruz. Zira elimizde, beynimizdekileri fiiliyata dökecek bir imkân yok. Böyle olunca da üstlere uyarılarda bulunmaktan ve isyanımızı dile getirmekten başka çaremiz kalmıyor. Biz ancak tepkimizi koymakla mükellefiz galiba. Aslında değiliz ama olması gerekeni yapacak insanlar nerede? Ama bu hakkımızı bile gasp etme derdindeler. Bu yüzden de bizi hep mahrum bırakıyorlar, yoksul bırakıyorlar, sığ bilgilerle uyutuyorlar, ucuz zevklerle uyuşturuyorlar, başımıza bizi temsil ettiğini düşündüğümüz birer kukla dikiyorlar. İnsanlar kendi dertleriyle, yoksulluklarıyla boğuştukları için düşünmekten de uzak kalıyorlar. Elimizde ki ekmeği kaybetmemek için hep susuyoruz, hep susuyoruz. Birimiz hepimiz için, hepimiz birimiz için diyemiyoruz. Bizi parçalamışlar. Oysa birimize yönelik yapılan yanlışa topyekûn tepkimizi erkekçesine koysak ve o yanlıştan dönülünceye değin tepkimizden vazgeçmesek hatta daha da dozunu artırsak, emin olalım her şey daha güzel olacaktır. Zira bizler, hep bizim gibiler tarafından yalnızlığa mahkûm edildiğimiz için kaybediyoruz. Ama bu iradeye sahip kim var? Doğru düzgün düşünemiyoruz, düşünsekte ifade edemiyoruz. Ne ülkemiz, ne milletimiz, ne de insanlık hakkında bir düşüncemiz var. Düşüncelerimiz olsa bile sığlıklarla malul.  Mahrumiyetler içindeyiz. Bizleri mahrum ederek, düşünmekten uzak tutanlar, kendileri gayet mutlular ve keyif içindeler. Bizleri kendilerine öyle meftun etmişler ki, bizler kendi kendimizi yemekteyiz bunlar için. Hangi birisi bizi düşünmektedir? Bizim derdimize deva olmaktadır? Evet, onlar bizlerle tek tek ilgilenmezler, tamam, ama toplu olarakta mı ilgilenemezler? Biz kendimizi ve görevimizi idrak edebilirsek ve sorumluluğumuzu hakkıyla ifa edebilirsek, işte o zaman onlarda ilgileneceklerdir hatta ilgilenmek zorunda kalacaklardır. İktidar da değilim diye, milletin sorunlarıyla ilgilenmemek diye bir şey olur mu Allah aşkına? Bu ne gaflettir, dalalettir, ihanettir. İktidarsan, sorunları çözmek için varsın, değilsen sorunları gündem yapmak ve çözülmesi için inadına ısrar etmek için varsın. Bilakis sahtekârsın, namussuzsun.

 

Hayır yani, bu millet eziliyor mu, sömürülüyor mu, acılara mahkum mu, imkanlardan hak ettiği şekilde yararlanamıyor mu, kadim ve kök değerleri çürütülüyor mu, bütünü kuşatan unsurlar (din-devlet-ülke-millet) tek tek harap edilmiyor mu? Evet. O zaman çare bulacaksın arkadaş. Şikâyet etmeyeceksin. Bir politikacının asla şikâyete hakkı ve haddi yoktur. İster iktidar olsun, isterse iktidar olmasın. Eğer şikâyet ediyorsan bence defolup gitmelisin ve yapabileceğin işlerle oyalanmalısın. Çünkü politikacı sorunları çözmek için vardır, en azından zevahirde öyledir. Güç ondadır, imkân ondadır. Ne iktidar, ne de iktidar olmayan, bende güç ve imkân yok demesin. Adama feci küfrederler. Sahtekâr ve namussuz derler. Ve iyi de ederler, haklı da olurlar. Sen oraya semirmek için mi gidiyorsun koçum? Sen oraya devletin malını, halkın alın terini emmeye mi gidiyorsun koçum? Sen oraya, oranın imkânlarını kullanmak ve caka satmak için mi gidiyorsun koçum? Sen oraya, oyunu aldığın vatan çocuklarının hakkını aramak, o çocuklara hizmet etmek için gidiyorsun. O zaman, haysiyetsizlik yapmaya hakkın yoktur. Korkmaya hakkın yoktur. Sermayedarların uşağı olmaya hakkın yoktur. Ama bütün gücünü ve devletin bütün imkânlarını kullanmaya ve sorunları ivedilikle çözmeye hakkın vardır, hem de sonuna kadar. O zaman görevini adam gibi yap arkadaş! Bize masal okuma. İktidarsan da okuma, iktidar değilsen de okuma.

 

Buyurunuz, zam üstüne zam yapmayınız, memura vb. layık olduğu hayat standardını sununuz, her şeye yüzde elli zam yapıp, memura yüzde bir zam vermekle ne yaptığınız sanıyorsunuz Allah aşkına? Kıyak emekliliğe son veriniz, vekil sayısını düşürünüz, vekil maaşlarında tenkisata gidiniz. Bu milletin kanını emen itlere hadlerini bildiriniz. Memurdan vs. nasıl metazori vergi alıyorsanız, üstelik haddinden fazla alıyorsanız, bu ülkenin ve milletin kanını emen vampirlerden de alınması gereken vergiyi affedeceğinize, tamı tamına alınız hatta fazlasıyla alınız. Bu millete domuz eti yedirenlere hadlerini bildiriniz. Bu ülkenin en güzel yerlerini işgal edip, ormanlarını talan edip, kaçak villalar yapan kahpe döllerine en şiddetli cezayı kesiniz. Bu milletin yiyeceği ve içeceği şeyleri doğru düzgün üretmeyip milletin sağlığıyla oynayan bilmem ne çocuklarına hadlerini bildiriniz. Küçücük çocuklara tecavüz eden pezevenkleri lağım çukuruna gömünüz, onlara yol açan siyonist tohumlarını bünyeden def ediniz. Fitne ateşi yakanları, yaktıkları ateşte yakınız. İdamı tekrar yasalaştırınız, bu milletin tarihine ve ecdadına küfreden siyonist tohumlarına gerekeni en güzel şekilde yapınız. Bu ülkeye açıkça ihanet etme cüreti gösteren itleri alnından kurşunlayınız, ya da mutlak saf vicdan sahibi olan bir vatan çocuğuna kurşunlatınız. Bu ülkenin bütün kurumlarında ki siyonist tohumlarını tard ediniz, bürokrat faşizmine son veriniz. Herhalde, bütün bunlar, Allah’ın emri değildir, değil mi? Bunları yapamaz mısınız yani? Yapacak güçten mahrum musunuz yani? Sonra da kalkıp bize masal anlatmayın dostum. İşte fırsat, işte imkân, işte güç, işte millet. Siz isteyin, samimi olun, yürekli olun, adam olun yeter ki. Herkese özel araba, özel şoför, özel yardımcı ve hizmetçi gibi rezil zihniyeti terk ediniz. Ne yani, burası, sizin babanızın çiftliği değil herhalde? Bu devlet, sadece, sizin için var değil herhalde? Bu millette, sizin ücretli uşağınız değil herhalde? Hep bana Rabbena demekle olmuyor dostum. Bu millet, ilânihaye uyumaz ve susmaz dostum. Bunu bilin ve asla rahat olmayın dostum!

 

Sevgili dostlarım, bunca zamandır ortaya konulanlar göstermiştir ki, fikirler muhtelif olsa da hakikat tektir ve asla değişmeyecektir. Ve devrim (sizler bunun yerine köklü dönüşüm ya da inkılâp mevhumunu da koyabilirsiniz) kesinlikle, İslami-Milli değerler temelinde olmak zorundadır. Bugüne kadar ortaya çıkan bütün gerçekler bunu mutlak şekilde ispat etmektedir, doğrulamaktadır, onaylamaktadır. Ve devrim olmak zorundadır. Müslümanlar (ülkücüler (MHP-BBP)-islamiler (SP)) muhakkak devrimsel bir direniş hamlesi başlatmalıdırlar, namusluca, samimice bir eylemde bulunmalıdırlar. Ve fasılasız olarak, bu sürece kendilerini adamalıdırlar. Kadim ve kök değerler temelinde (din-tarih-töre), bir Milli Devrim muhakkak başarıyla gerçekleştirilmelidir. Ve her şey millileştirilmelidir. Bu topraklar üzerinde ki mutlak egemenliğin, yerlilerin eline geçmesinin başkaca yolu yoktur. Türk-İslam Medeniyetinin de, güçlü şekilde, İngiliz-Yahudi Medeniyetinin karşısında yer almasının yegâne yolu ve ilk adımı bu olacaktır. Ve bu toprağın çocuğu olduğunu hisseden her fert bu devrimsel direnişe, bu kutsal hamleye yürekten destek vermelidir. Tefrika mikrobunu öldürüp, kutsal ittifakta buluşup güç birliği etmelidirler (Enfal-46). Böylece, iç ve dış hainlerin bütün faaliyetleri boşa çıkarılmalıdır, kurumlarımız bünyesinde ki siyonist tohumları da böylece tard edilmelidir, tedip ve tenkil edilmelidir. Devletin varlığı, daha da tehlikeye sokulmadan; vatanın bütünlüğü, daha da tehdit edilmeden; milletin birliği, daha da parçalanmadan bir adalet devrimini yapacak olanlar ancak bu kesimlerdir. Samimi ve dürüstçe düşünen ve gerçekten adalet peşinde olan; AKP dâhilinde ki samimi kişiler ve Sosyalistlerde bu kesime destek vermelidirler. Ve bu topraklarda, görkemli bir ‘’adalet devrimi’’ gerçekleştirilerek ve bu arada zımnen bir kardeşlik devrimi de gerçekleştirilerek; çatısı altında bütün insanların kardeşçe, özgürce, haklarını hakkınca alacakları bir ‘’adalet devleti’’ tesis edilmelidir. Bilakis, yapılacak yanlış ve ‘’siyonist yönlendirmeli bir devrim’’ hamlesinde, devlet yok olacak, vatan elden gidecek, millet mutlak sefalete ve ağır bir esarete mahkûm olacak ve izzetsizce yaşayacaktır. Bu iki kesimde (ülkücüler-islamiler), kendilerini tekrardan kontrol etmelidirler, siyasetlerinde revizyona gitmelidirler. Buluşacakları sonsuz noktaları keşfedip, ayrıldıkları tek noktayı sorun etmemelidirler. Bilakis, bu, akılsızlık olur. Ki zaten ayrılacakları bir nokta bulmakta çok zordur. Yeter ki, içlerinde ki, fitne tohumu eken hainler varsa onları temizlesinler. Vallahi her şey çok basittir, kolaydır. Olması mümkün bir ‘’adalet devrimini’’ birlikte yapmalıyız ve kurulması mümkün olan ‘’adalet devletini’’ kurmalıyız. Din-devlet-vatan-millet, böylece payidar olabilecektir ancak. Ve bütün millet, ancak bu şekilde mutlu olabilecek, kadim değerlerine daha sıkı ve daha gönülden bağlanabilecektir. Mümkün olmayan hayaller peşinde koşmamalıyız ve mümkün olmayan şeyler yüzünden birlik olmaktan kaçmamalıyız. Bu durum, devasa kaybı intaç edecektir ve ihanettir.

 

Son tahlilde; görev; yekpare milletindir, bu toprağın asıl sahibi olan yerli çocuklarınındır. Hedef ise; adalet devrimi yaparak, adalet devletini tesis etmektir. Türk-İslam Medeniyetinin inşasına giden yolu açmaktır. İnsanlık buna muhtaçtır. Farkında olsa da, olmasa da, muhtaçtır. Zira mevcut dünya çürümüş, insan kirlenmiştir. Bir temizlenme, arınma harekâtına ihtiyaç vardır. Sorumluluk yükü her şeyden ağırdır, ölümden bile. Bu ağırlığı taşıyabilecek yiğitler, yenidünyanın banileri olacaklardır.

 

‘’Tuttuğumuz yol, kuru bir kavga yolu değildir.’’ OSMAN GAZİ.

 

‘’Mazinize layık bir şekilde savaşınız.’’ FATİH SULTAN MEHMED

 

 ‘’Bu beyaz elbise kefenim olsun’’ ALPASLAN

 

 

EKSTRA:

 

BİR:

İlk evvelde, bütün milletimizin, sonra da yekpare Türk-İslam âleminin mübarek Kurban Bayramlarını gönlümün derinliklerinden gelen tarifsiz bir sevinçle kutluyorum. Allah, kurbanlarımızı izzet-i dergâhında kabul eylesin. Allah acılarımızı sonlandırsın. Dertlilerimize derman versin. Borçlularımıza edalar versin. Hastalarımıza şifalar versin. Kardeşliklerimizi perçinlesin. Âlemimizde ki, zulümatı dağıtsın, zalimleri ıslah etsin, ıslah olmazlarsa kahretsin. Âminler olsun.

 

İKİ:

Muallimlerin ana sütü gibi hakları ve helal kazançları olan maaşı vereceksin ve bunu müjde olarak sunacaksın. Ne iğrenç bir şey. Aslında bunu müjde olarak sunan dalkavukların yüzüne tüküreceksin. Arkadaşım, zaten hak ettiğini veriyorsun, karşılıksız ve ekstra bir şey mi veriyorsunuz ki müjde olsun. On gün önce vereceksen, on gün önce de tükenecek, peki kalan günde zıkkımın kökünü mü yiyecek bu insanlar? Şimdi müjde mi, değil mi düşünün bakalım! Ayıp diye bir şey var be. Hadi beşer yüz bin lira Kurban parası verseniz de müjde deseniz eyvallah çekecem ama müjde olacak ne yaptınız ki, müjdeleyeceğiniz bişey olsun? Ah insanlık! Hayatın ağır yükü altında ezilen muallimlere destek çıkmak şereftir.

 

                ÜÇ:

Depremde rahmetli olan muallimlerin ailelerine yardım yapılacakmış. Ne güzel. Eyvallah. Ama bu yardımla kalmamalıdır. O muallimlerin ailelerine maaş bağlanmalıdır. Onlar bir aylık, bir yıllık öğretmen olabilirler, ne olmuş öyleyse, hakları yok mu sayılacaktır? Ya, rahmetlinin ailesinin tek güvenecek dalı, o rahmetli ise ne olacak? Utanç duyulmalıdır bundan. Hem bu yönde rezil bir kanun vardır. O kanun ilga edilmelidir. On yıl görev yapmayan muallim rahmetli olunca, ailesi ekonomik haktan mahrum olmaktadır. Allah, Önder ve insanlık aşkına, bu adalet midir, ahlak mıdır? Ulan, o insan, o hedefe varasıya kadar bir ömür tüketmiştir neredeyse be. Hiç yüzünüz kızar mıyor mu, o iğrenç ve insanlığın yüz karası kanun orada dururken? Hadi işte size iş, buyurun yapın ve sonra sahtekârca masal anlatmayın. Sizde artık saf olmayın be güzel insanlar. Artık ideolojik hapishanelerden çıkın ve özgür meydanlarda, sadece ahlak-adalet-vatan için buluşun. Gardiyanlar sizleri parçalamasınlar, kadim ve kök değerler sizleri birleştirsinler. Biriniz hepiniz için, hepiniz biriniz için olunuz artık. Milli ve dini kimliğiniz, buluşacağınız ortak nota olsun. Zira bundan başka ortak nokta yoktur. Hedefiniz de adalet olsun. Bundan başkada ortak hedef yoktur.

 

DÖRT:

Eğitim millileştirilmelidir demiştik ve muhakkakta bunun gerçekleştirilmesi gerektiğini söylemiştik. Eğitim-öğretim mevzuatına, mutlaka Türk ve İslam tarihi konuları konulmalıdır ve aksi ihanettir demiştik. Dileyelim ki, dileğimizi vicdan sahibi ve duyarlı birileri duysun ve gereğini yapsın. Yapmayan kesinlikle vatan hainidir. Bunun tartışması olmaz kuzum. Ayrıca, bu vatanın yarınları olan yavrularımıza, o yavrularımızın ecdadını lanetleyen ve onların elimine edilmesi gerektiğini söyleyen bir sapığın (Darvin), sapkın fikirlerini zerk etmekte ihanettir ve bu ihanet icra edilmektedir. Lütfen buna da bir an önce son verilsin. Kendisinin bile inanmadığı ve zaten çürütülmüşte olan fikirlerini bilim kılıfı ardında bu vatanın necip nesline zerk etmeyelim. O sapığın, sapkın fikirleri mevzuat dışına atılsın. Yoksa bugün ektiklerinizi, yarın biçerken kan kusarsınız. Ayrıca, bunu yapıyorsanız, terörden de şikâyete hakkınız yoktur; şikâyet ediyorsanız da, bu iğrenç ve rezilce bir karaktersizlik, sahtekârlık olur.

 

BEŞ:

Makamı, payesi ve şöhreti ne olursa olsun, hiçbir kimse suç işlemekten azade olamaz yani şunun konumu şudur ve bu kişi suç işlemez denilemez, denilirse bu sahtekârlık ve rezilce bir riyakârlık olur. Ve eğer, baskılara boyun eğilirde, suç işleyenin konumuna bakılır ve affedilirse, bir milletin varlığı ve bir devletin bekası tehlikeye girer. Herkes haddini bilmelidir. İşte benim konumum şudur, istediğim gibi suç işlerim ve kendime dokundurtmam diye düşünmemelidir. Bunu düşünen varsa, bu tür alçaklara öyle bir cevap verilmelidir ki, doğduklarına bin pişman edilmelidir. Ve bu alçakları destekleyen şerefsizlere de hadleri bildirilmelidir. Hele bu kişiler ihanete bulaşmışsa, ta alnının orta yerinden kurşunlanmalıdır. Zerre merhamet gösterilmemelidir. Ne yani, konumuna bakarak, senin ihanetine çanak mı tutulacak alçak pislik? Sen konum sahibisin diye, ihanetine göz yumulup, cezasız mı kalacaksın? Bunu yapan devlet, var olmayı hak etmeyen devlettir. Buna göz yuman millette, şerefli yaşamı hak etmeyen millettir.

 

ALTI:

Korucu sistemi kesinlikle ilga edilmelidir. Zira ardında netameli tuzaklar gizlidir. Korucular fasılalı olarak tasfiye edilmelidirler, yol yakınken. Çünkü korucular, ileriki dönemlerde, yaratılabilecek kaotik durumlarda kullanılacaklardır. Sizler, bazı korucuların, ortaya çıkıpta, güya devletin yanındaymış gibi konuşmalarına zerre inanmayınız. O korucular, hem Kürt kardeşlerimiz için, hem de devlet için büyük tehlike arz etmektedir. Ama bunu ihsas, fark ve idrak edebilmek için basiret lazımdır. Saf zihin ve saf vicdan gerektir. Yemin ediyorum, bu sistem, asla devletin ve milletin lehine değildir ve olamaz da. Aptal yerine konuluyoruz, aldatılıyoruz. Hükümet oyuna getiriliyor, içinde ki hainlerce. Hükümetin içinde hain yoktur mu diyorsunuz? Çok ahmaksınız o zaman. Zira bu ülkede ki, her yapının içinde mutlaka hain vardır. Bazı yapılar külliyen haindir. Bilakis, bu ülke bugünlere rastgele gelmedi herhalde? Bu toprakların çocukları arasında ki keskin tefrika, durduk yerde yaratılmadı herhalde? Ve şimdi durduk yere, birbirlerine olan muhalefetleri, boşuna devam etmiyor herhalde? Akletmek, çözümün yarısıdır.

 

YEDİ:

Askerlik ocağında ki Mehmetlerimiz, dini ve milli yönden eğitilsin. Eğer teröre gerçekten çözüm arıyorsanız işte size çözüm. Buyurun bunu yapın, bakın o zaman terör silahsız da nasıl çözülüyormuş. Bunu muhakkak yapmalısınız. Bu ülkenin Mehmetleri, her yönden donanımlı olmalıdır. Terörizmi doğuran bütün sebepler izah edilmelidir. Ham olarak gidip, ham olarak dönmemelidirler. Fikri yönden mutlak mükemmellikte bir eğitimden geçirilmelidir Mehmetlerimiz. Milli ve manevi kuvvete sahip olmayan evlatlarımız, cephede ya düşmanla aynı olacaktır, ya da bir geri olacaktır. Farkı yaratacak olan, pak göğüslerde ki, volkan gibi imandır. İmansızlık, bizi, imansız düşmanla aynı dereceye düşürecektir. Hatta eğer taktik ve stratejik olarak yetersizsek geri plana bile düşürmesi mümkündür. Ama bunu idrak edebilmek için saf zihne sahip olmak icap eder. Zira sonsuz derinliği olan bir mevzudur. Lütfen gereğini yapınız. Hem devlet, hem hükümet, hem de ordu bundan sorumludur. Zira görünen köy bellidir. Ordumuzu sevk ve idare eden subaylarımız da aynı manevi ve maddi kuvvete sahip olmalıdırlar. Onlarda temelden aynı minval üzere yetiştirilmelidirler. Zira bu orduya kumandanlık etmek basit bir şey değildir ve lafla olmaz. Baş nasılsa, vücudun diğer organları da aynı olacaktır. Baş sağlamsa, diğer organları sevk ve idare etmesi de sağlıklı şekilde olacaktır. Baş çürükse, diğer organların işleyişi de alelade olacaktır. Vicdan bunun doğruluğunu haykırıp durmaktadır.

 

SEKİZ:

Bu ülkede sorun, suçlularda değildir. Sorun, suçlulara yol verenlerdedir. Yol verenlerin, kimlikleri tetkik edilmedikçe ve derin gayeleri deşifre edilmedikçe, suç asla azalmayacaktır, bilakis gittikçe artacaktır. Bu ülkede, ahlaksızlığı yaygınlaştırmak isteyen, konum sahibi müptezeller vardır. Acilen, bu kirli tezgâhlar bozulmalıdır. Bu necip milleti kirlendirmek ve kir içinde boğmak isteyenler deşifre edilmelidirler. Temel dayanaklar ise; demokrasi ve liberalizm denilen lanet ve şeytani düşüncelerdir. Kiri yaymak isteyenlerin dayandıkları tek nokta burasıdır. Ve ne yazık ki, bazı zavallılar da, hala bu şeytani düşüncelerin peşinden koşmaktadırlar. Yemin ediyorum demokrasi denilen lanet, sağlam yapıların temellerini çökertme aracıdır, adeta bir dozer işlevi görmektedir. Ve bizler, hala, safça, iyi demokrasi olabileceği hayalleriyle avunuyoruz, avutuluyoruz. Çünkü yüreksiziz. Gerçeği söylemekten korkuyoruz. Ödümüz patlıyor. Gerçek ortaya çıkarsa, sorumluluk altına girecez diye çıldırıyoruz. En dipte ki temel gerçek budur; korku. Gerçeğin ortaya çıkmasıyla, olayın anlaşılmasıyla, sorumluluk altına girecez diye korkuyoruz. Ama kendimize ediyoruz. Neslimize ediyoruz. Değerlerimize ediyoruz. Allah basiret ve feraset versin. Âmin. İnsanlık tarihinde, ahlak ve adalet getiren bir demokrasi olmamıştır ve badema da olmayacaktır. Yemin ediyorum olmamıştır ve olmayacaktır. Demokrasi, lanet bir tuzaktır. İnsanlık şerefini ve namusunu ayaklar altına aldırtan ve zalimce ezdirten bir mikroptur. Görünen köy kılavuz istemez.

 

DOKUZ:

Çok çağdaş beylerin ve hanımların, Vanlı kardeşlerimize yardım adı altında organize ettikleri faaliyette toplanan yardımlar yerine ulaşmamış. Tabi reklamlar yapıldı nasıl olsa, paracıklara kıymak olur mu artık? Bedavadan reklamımızı yaptık nasıl olsa, şimdi bir de tutup kesenin ağzını açmanın manası var mı? Yok tabiî ki. İşte bunlar böyledir. Tek gayeleri gösteriştir, nasıl olursa olsun reklamdır. Bunlardan iyilik sadır olmaz ve olmamıştır da. Faraza yanlışlıkla oldu diyelim, kesinlikle misliyle karşılığını almışlardır. Yani yaptıkları sözde iyiliğin misliyle karşılığı vardır da ondan yapılmıştır. Bunlar yaş yere yatmazlar bebeğim. Allah, kimseyi bunların vicdanlarına bırakmasın. Âmin. Bunlarda ne vicdan vardır, ne de beyin. Bunlar odun kütükleri gibidirler. Dışı süslü ama içi boş, bomboş, yani giydirilmiş kütüklerdir. Yalansam, namussuzluk yapıyorsam, hayat karşımızda, resim karşımızda bebeğim! Ben farklı bir şey görmüyorum, ya siz ne görüyorsunuz?

 

ON:

Kimisi rak konserinde, kimisi statlarda, kimisi dizi seyrinde, kimisi yetenekler keşfinde, nasılda bizi kendilerine bağlıyorlar ve zavallı kölelere dönüştürüyorlar, irademize ipotek koyuyorlar. Ve bizleri, asıl sorunlardan ve o sorunlar üzerinde düşünmekten uzak tutuyorlar. Yani statlara gitmeyi bıraksanız, dizileri seyreylemeyi bıraksanız, boş ve anlamsız eğlenceleri başınızdan atsanız ve bu tür yönelimler içinizde sadır olduğu zaman, açıp Kur’an ve Hadis okusanız, ya da Nurettin Topçu okusanız veyahut Cemil Meriç okusanız, hatta başarabilirseniz; her şeyden arınıp yalnız kalsanız ve içsel bir yolculuk yapsanız kendi derununuzda daha iyi olmaz mı? Hangisi daha kazançlı olur? Hangisi bizi geliştirir? Hangisi kendimizi tanımamıza yardımcı olur ve özgürleştirir? Nolur yani, Allah aşkına, irademize sahip olsak.  

Tarih: 04.11.2011 Okunma: 650

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?