MÜSLÜMAN - TÜRK DEVLETİ YENİ KURULACAK...

Özgür DENİZ - 11.11.2011

Evet, yanlış yazmadım ve yanlış okumadınız; Müslüman-Türk (Türk-Kürt-Alevi-Sünni-Laz-Çerkes) Devleti, yeni tesis olunacak. Bu devletin banisi bizler olacağız. Tabi gayret edersek, çalışırsak. Aynı ideal ufkunda buluşabilme yürekliliğini gösterebilirsek. (Derinlerde ki asıl kavgada burada verilmektedir. Bütün politik süreçler bu temele endekslidir. Terörün, aslı-esası budur, bu devletin tesisi yolunda ki hamleleri baltalamaktır. Bu devletin tesisini engellemek için kimler iş başındadır bir bilseniz. En arkada İngiliz domuzu vardır. ‘’VARLIĞIN TEMELLERİ ÜZERİNE TEZLER: 3…’’ Başlıklı yazımızın sonunda ki ‘’İngiliz Oyunu’’ başlıklı ekstra yazımızda değinmiştik bu olaya. Mevcut yapı kurulurken de, en arkada, yine bu domuz vardı. Şu anki kurulan yeni yapının da kendi ürünü olması adına yine sahnededir ama görünmemeyi becermektedir ya da meydanlarda ki adamları bunu çok iyi kotarmaktadırlar.) Garipsemeyin, hemen tepkimelerde bulunmayın lütfen ve sadece düşünün. Sığ, temelsiz ve boş tepkiler büyük kayıplara neden olurlar. Bir şeyleri sahiplendiğimizi ya da kurtardığımızı düşünürüz ama kaybettiklerimizin hesabını bile yapamayız. Ki bugüne kadar olagelen şey de hep budur. Bize kaybettiren şeylere karşı yapılan, en ufak tenkitler karşısında, göğsümüzü siper ettirdiler bize arkadakiler ve onlar hep kazandılar ama bizler kaybettik. Peki, kazanılan nedir? Oysa düşünmek; uyarıcıdır ve uyandırıcıdır. Yaşayanlar; düşünenlerdir. Kula kulluktan kurtulanlar, düşünme metodolojisinin mahiyetini ve sürecini idrak edenlerdir. Putları, düşünenler kırmışlardır? Hatalarından ders çıkaranlar ve zafere koşanlar, düşünenler olmuşlardır daima. Kayıplarının farkına varanlar, düşünenlerden başkaları değillerdir. İdeolojilerin tasallutundan azade olanlar, düşünenlerdir. Hakikate ulaşanlar, düşünenlerdir. Kendi olabilmeyi, ancak düşünenler başarabilirler. Özgürlük sevincini, ancak düşünenler tadabilirler. Düşünenlerin, zincirleri yoktur. Düşünenlerin, putları yoktur. Düşünenler, fertlerle ilgilenmekten ve fertlerle ağız kavgası yapmaktan hazzetmezler. Düşünenlerin, bireysel kavgaları da olamaz. Düşünenlerin, şablonları yoktur. Düşünenlerin, kurtarıcıları yoktur. Tahkiki imandan nasibi olanlar, ancak düşünenlerdir. İlahımız Allah (cc), bizlere, sürekli akletmeyi (düşünmeyi) öğütlemektedir. Eğer bir hikmeti olmasa, akletmeyi öğütler miydi Rabb’imiz (cc)? Geçelim!

 

Çünkü bizleri, yeniden diriltecek ve özümüze döndürecek bir mevzudur, bu devlet mevzuu. Kendi devletine sahip olmayan milletler, tarih sahnesinde kendileri olarak var olamazlar. Kendi siyasetlerini belirleyemezler. Kendi kaderlerini çizemezler. Kendi kalkınma hamlelerini yapamazlar. Kendi hayatlarını yaşayamazlar. Değerlerine sahip çıkamazlar. Kendi kaynaklarını özgürce kullanamazlar. Kimliklerine sahip olamazlar. Dillerine ve dinlerine hâkim olamazlar. Daima dışarıya bağımlı olarak yaşamak zorunda kalırlar. Tıpkı diyalize bağlı olarak yaşayan hastalarımız gibi. (Burada sadece bir misal veriyorum, Allah (cc) bütün hastalarımıza acil şifalar versin. Âmin. Hastalıkta O’ndan (cc), şifa da.) Bizim yakın tarihsel serüvenimiz bundan ibaret değil midir? Gerçeklerle yüzleşmekten asla korkmayalım! Cellâtlarımızı tanımaktan asla çekinmeyelim! Kaybettiklerimizi hatırlatacak, varoluşsal bir hamledir, kendi devletini tesis hamlesi. Hatta kadim bir medeniyetin dirilişini hızlandıracaktır. Zira mazisini tanıyan ve kendi özbenliğinin idrakine varan bir milletin sesi daha gür çıkacaktır ve dirilişi daha görkemli olacaktır, direnişi ise yaratıcıdır; kendine gelen bir milletin. Zira eskiyi bütün çerçevesiyle tanımadan, bir yeni ihdas etmek kabil değildir. Çünkü bütün yeniler, daima bir eskinin üzerinde varlık sahnesinde yer bulabilirler. Eskiden kopan yeni, yaşayamaz. Yaşasa bile, daima komada kalmaya mahkûmdur. Yaşadıklarınız olmadan, yaşayacaklarınızı düşünmeniz kabil midir Allah (cc) aşkına? Hayat bir seçimdir ve hepimiz iyi seçimler yapmak isteriz. Ama iyi seçimler yapmakta deneyimlerle olur. Deneyim ise, yaptığımız kötü seçimler sonucunda kazanılır ya da yaşadıklarımızdan öğrendiklerimizdir. Peki, yaşadıklarımızdan öğrendiklerimiz olmasa, yapacağımız ve yaşayacağımız seçimleri nasıl belirleyeceğiz? Aptallık, başa beladır. Geçelim!

 

Çünkü bugüne kadar ki devletimiz, zevahirde bu değerler dizisi (Türk-İslam) üzerine tesismiş gibi görünse de, batında bir Yahudi Devleti gibi işlemiştir adeta, hatta bir Yahudi Devletiydi dersek de yanlış söylemiş olmayız. Gerçekte, İngiliz-Yahudi Medeniyetinin bir taşıyıcısı olmuştur daima. Türk kimliğinin içi boşaltılmış, İslam yasak kılınmış ve toplum adeta cahilleştirilerek etkisiz bir yığına dönüştürülmüştü. Kadim kültürümüz adeta yağmalanmıştı ve horlanmıştı. Kaynaklarımız, hep başkaları için kullanılmıştı. Bu, geneli kapsayan kadim kimlikler (Türk ve İslam Kimliği), sürekli ayrıştırmak için kullanılmıştı. Bunun içinde, piyasaya sürüyle, dinsiz olan ama güya Türkçülük yapan zatlar sürülmüştü. Aynı şekilde, güya dindar görünen ama töresine ve genel kabul gören milli değerlerine antipatiyle bakan sürüyle İslamcı sürülmüştü piyasaya. Dilimiz katledilerek, tarihimizden hissedar olmamızın önü kesilmişti. Ecdadımız kötülenerek, örneklikleri yok edilmişti. Toplumu uyandırma işlevi gören, ahlakın ve adaletin membaı olan Kitabımız yasaklanmıştı. Bütün değerlerimiz adeta hercü merç edilmişti. Politikacısı, enteli, sermayedarı el ele vererek bizlerin üzerine demir yumruklarını indirmişlerdi. Bizleri, feci bir kıskaca almışlardı. Bütün varoluşsal dinamiklerimizi çalmışlardı. Bizi, adeta, Batı denilen yamyamların iştahına sunmuşlardı. Çünkü bizleri, ne kadar kendimizden uzaklaştırırlarsa, kendilerine o kadar yaklaşmamızı sağlayacaklardı. Ve başardılar da! Yaşadıklarımız var ve yaşayamadıklarımız!

 

Geçmişsiz bir gelecek hayali kurmak kabil midir? Buyurun açık yüreklilikle cevap verin. ‘’Mazisi olmayan bir milletin atisi olamaz’’ diyen ben değilim, benim gibi biri de değil; diyen kişi, büyük bir yangının ortasında, fasılasız mücadele verilen bir zamanda, çatışma meydanlarında yaşamış biridir; o kişi, İstiklal Şairi Mehmet Akif Ersoy’dur. Yine ‘’Türk çocuğu atalarını tanıdıkça, daha iyi işler başarmak için kendinde bir kuvvet bulacaktır’’ diyen de ben değilim; o kişi, İstiklal savaşının Başkumandanı Mustafa Kemal’dir. Ama bu toprağın çocuklarına tarihi yanlış öğretildi, ecdadı yanlış tanıtıldı. Ve bunu yapanlar, devlete musallat olmuş şerefsiz Kripto Yahudilerdir yani moda olmuş deyimiyle Beyaz Türklerdir. Türk kimliği, dinden arındırılmış; İslam, toplum dışına itilmiş ve vicdanlara hapsedilmişti. Kur’an yasaklanmıştı. Camilerimiz ahıra çevrilmişti. Dilimiz, arındırılma bahanesiyle adeta katledilmişti. Bu toprakların çocukları, ecdadından, tarihinden koparılarak, adeta Batı’nın karşısında ezilmişti. Hem madden, hem de manen ezilmişti. Mutlak bir kompleksin içine itilerek, kendi değerler dizgesine yabancılaştırılmıştı. Türk kimliğini, kendine maske yapan Kripto Yahudiler, sürekli bu kimliğe düşman üretecek türde hareketler yapmışlardı, yaptırmışlardı. İslam kimliğini de, yine kendine maske yapan bu tayfa, sürekli bu kimliğe düşman üretecek ve bu kimliğin yanlış algılanmasına yol açacak hareketler içerisinde olmuşlardı ve hareketlere yol vermişlerdi. Böylece Türk’üm diyen faşist olarak, Müslüman’ım diyen de irticacı olarak damgalanacaktı ve bütün toplumun bu iki kadim değerden uzaklaşması sağlanacaktı. Ve yine ince taktiklerle, bu kimlikler ayrıştırılarak, bir kesimin bir kimliği, bir kesimin de diğer kimliği sahiplenmesi ve böylece iki kesiminde birbiriyle düşman kamplara ayrılması sağlanacaktı. Bu topraklar, bu şekilde, dini ve milli kimlikten arındırılarak, Milli-İslami bir devlet (Müslüman-Türk Devleti) kurulmasının önüne geçilmiş olacaktı. Netice ortadadır!

 

Bizim başımıza her türlü belayı saran Kripto Yahudilerdir, yani Beyaz Türklerdir. (Aslında bunlarda, bir yerde, en arkadakilerin köpekleridirler. Yani kendi başlarına bir şey yapabilme becerileri yoktur ve bu durum da bilinmelidir.) Tabi bu arada kendi kusurumuzu da unutmamak lazımdır. Zira biz müsaade etmesek, bize istediklerini yapamazlar ve yaptıramazlardı. Bütün terör organizasyonları bunların eseridir. Bütün yapay politikalar bunların eseridir. İmam Hatip olayı gibi, başörtüsü olayı gibi, sekiz yıllık eğitim olayı gibi, puan ayrımcılığı olayı gibi vb. gündemi meşgul eden olaylar bunların eseridir. Kalkınma hamlelerini sekteye uğratmak, milletin ve devletin enerjisini lüzumsuz alanlara kanalize etmek içindir bu tür olaylar ve bir de milli serveti heba ettirmek içindir. Bütün faili meçhullerin ardında bunların elleri ve kurşunları vardır. Türk ve İslam düşmanı bütün örgütlerin ardında yemin ediyorum bunların elleri vardır. Bu tür örgütlerin tepe yöneticileri, bunların maşalarıdırlar ama kendilerini bir ideolojinin temsilcileriymiş gibi sunarlar. İslam’ın irtica olarak damgalanması, vatanseverliğin faşizm olarak sunulması bunların eseridir. Bu ülkede ki, güçlü gibi görünen pespaye ve müptezel kompradorlarda, gazeteci kılıklı şerefsiz ve alçak ajanlarda, fasit fikirlerin teorisyenleri olan şaklaban ve bukalemun ideologlarda, sanatçı denilen sefil şebeklerin çoğu da bunların itleridir. Bu itler meydanlarda havlarlarken, arkadakiler yeni planlarla, stratejilerle iştigal etmektedirler. Bugünlerde yine havlamaktadırlar bu itler. Bunlar doğrudan havlamazlar, dolaylı olarak havlarlar. Zira açıktan havlamak bunların kimliklerinin deşifre olunması demektir. Ama dolaylı havladılar mı, toplumu ikna etmeleri de kolaylaşır. Bu itlerin her dönemde kartvizitleri farklılık arz eder. Bunların kişilikleri yoktur. Bunların oturmuş karakterleri yoktur. Bunların değerleri (din-devlet-vatan-millet) yoktur. Ama birden fazla dinleri, devletleri, vatanları ve milletleri vardır. Bunlar onun bunun çocuğu olarak ortalıkta dolaşırlar ve gereken yere, gereken stratejilerin tahakkuk edebilmesi için evlatlık yaparlar. Tabi dolgun ücretleri de kaparlar. Bunlara karşı uyanık olmamız iktiza eder! Ve bunları çok iyi tanıyor olmalıyız artık! Bunların yegâne gayesi, efendilerinin arzularını ifa etmektir; yani, bu topraklarda, Müslüman-Türk Devleti’nin tesisini engellemektir. Bunlar, bir tarafta değil, her taraftadırlar!

 

Ayrıca, sanat, sinema, basın vb. yapılanmaların hepsi, dini ve milli kimliğimizi yozlaştırmak ve bu toprağın çocuklarını kadim kimliklerinden koparmak adına ustaca kullanıldı. Bu alanlara hâkim olanlar, kendi değerlerimizi tezyif ve tahkir ettiler ama Batı’nın değerlerini daima yücelttiler ve toplumun damarlarına zerk ettiler. En basitinden, bu toprağın küçücük yavrularına kitaplarını (Kur’an’ı Kerim) okumak yasaktı ama bale denilen ne olduğu belirsiz ucube hareketi yapmak serbestti. Ekranlarda adeta bir dansöz gibi varlıklarını teşhir etmeleri serbestti. Böylece toplumu manen çürüttüler. Manen çürüyen toplumun madden ayakta kalması kabil değildi ve kalamadı da. Çünkü bu alana hâkim olanların geneli, Kripto Yahudilerdi yani Beyaz Türklerdi. Yani Batı’da, batıl değerlerle gövdeleri dağlanmış olanların çocuklarıydılar.  ‘’Asya’dan, Afrika’dan ve Orta Doğu’dan bazı aydınlar getirin ve kendi geleneklerinizi öğretin. Daha sonra batılı elbiseler içinde bazı eğlence yerlerinde ve kültür merkezlerinde gezdirin. Artık onlar size hayran olacaklar ve sizden ayrılmak istemeyeceklerdir. Bu insanlar kendi ülkelerine gittikleri zaman sizin borazanlarınız olacaklardır. Siz Avrupa’dan hürriyet, eşitlik, çağdaşlaşma kavramlarını söyleyeceksiniz. Onlarda bulundukları yerlerde aynısını tekrar tekrar haykıracaklardır.’’ Frantz Fanon.

 

Yerli sinemamız, bu yönde büyük işlev gördü. Yeşilçam, genel itibariyle, milli ve dini kimliğe düşman üretme merkezi gibi çalıştı adeta. Öyle inceden eylemlerde bulundular ki, toplumun oynanan oyunu ihsas etmesi kesinlikle kabil değildi. Aynı netameli planlar, bugünde işlevsel haldedir. İhsas edebilene ne mutlu. Kadim kimliklerine sahip kişiler; filmler aracılığıyla, sürekli, iğreti şekilde gösterildi, kaba olarak tanıtıldı. Bu toprağın çocukları, peyderpey kimliklerinden uzaklaştırıldı. Ar, namus gibi mevhumlar asli muhtevasından koparıldı. Vatan, millet, aile gibi mevhumlar önemsizleştirildi. Dilimiz katledildi, dinimiz katledildi. Aynı şekilde, medeniyetimizin bir yönünü ifade eden güzel isimler adeta kirletildi ve toplumun o isimlere iğretiyle bakması sağlandı. Milletimiz, yavrularına, o isimleri vermekten adeta gocunur hale getirildi. Ve bu şerefsizlik bugün de sürmektedir aynı hızla. Ve dün Yeşilçam aracılığı ile yapılan bu ihanetler, bugün diziler, şovlar ve magazinel eğlenceler aracılığı ile yapılmaktadır. İşte gelinen nokta ve işte neslimizin içinde bulunduğu manzara. Allah (cc), vatan ve namus aşkına, içinde bulunduğumuz hali beğenen kaç kişi var? Tarihinden, ecdadından, dilinden ve kitabından koparılan bir nesil, sanat ve sinema ile kolayca oltaya takıldı ve avlandı. Bütün değerlerine yabancılaştırıldı. Bütün ulvi ideallerden mahrum bırakıldı. Dün rüzgâr ekenler, elbet bugün fırtına biçeceklerdir ve biçmektedirler. Sessiz ve tepkisiz kalan bir millette cehenneme layık olmuştur ve cezasını çekmektedir! Kendine (özüne-sözüne) dön, kendini (özünü-sözünü) tanı ve bil ey vatan evladı!

 

Burada ince bir gerçeği de ifade etmek şart olmuştur. Bizim ülkemizde ki İslam düşmanlarının, düşmanlıkları da, bir yerde çok basit ve zavallıca temellere dayanmaktadır. Şöyle ki; bizim din düşmanlığımız, Yeşilçam filmlerine, sanat adı altında ki bazı şaklabanlıklara vb. dayanmaktadır. Hiç kimse, eline bir şeyler alıp ve okuyupta İslam’a düşman olmamıştır. Ya da bizatihi, İslam’ın kendisini tahlil ve tetkik edipte düşmanlık etmemiştir. Dolayısıyla, hiç kimse, İslam’ı; bilgisiyle, fikriyle çürütebildiğinden dolayı düşman bellememiştir. Yani düşmanlıklar, bir bilinmeyenedir! Ki zaten bu (bilerek düşmanlık etmek) yürek ister. Çünkü bilmek yürek ister. Zira bilmek, ter-yaş ve gerekirse kan ister. Herkes işin kolayına kaçmıştır. Kimileri şarkıların sözleriyle sarhoş olmuşlar, kimleri Yeşilçam filmlerinin romantizmine tutulmuşlardır. Kimileri sahte sanatçıların yaşamlarına vurulmuşlardır. Kimileri de, içi boş sloganların meftunu olmuşlardır. Tabi bedava ekmek baldan tatlı gelecektir, nefisine tapan insana. Kendi aklını kullanmayana, akil adamlık yapan çok olur tabiatıyla.

 

İslam’a, bilerek düşmanlık edenlere gelince; evet onlar bilerek düşmanlık etmektedirler. Ama yukarıda ki söylediklerimizi yapabildiklerinden değil. Yani İslam’ı, bilgileriyle, kültürleriyle, fikirleriyle çürütebildiklerinden değil. Vallahi de, billahi de, tallahi de değil. Ve işte olayın bam teli burası ki; asıl çürütemediklerinden düşmandırlar. Kinlerinin büyüklüğü, bilgileriyle doğru orantılıdır. Ne kadar iyi biliyorlarsa, o kadar kin duymaktadırlar. Onlar, İslam’ı çok iyi bildikleri için, İslam’a düşman olmaktadırlar. Bu detay asla kaçırılmamalıdır ve üzerinde ince bir dikkatle düşünülmelidir. Bu düşmanlar, neye ve niçin düşman olduklarının farkındadırlar, idrakindedirler. Zira düşman oldukları şeyin, kendilerine neler kaybettirdiğinin ve kaybettireceğinin bilincindedirler. Bu yüzdende düşmanlıkları çok şiddetlidir. Ama düşmanlıklarını topluma farklı şekilde yansıtmaya çalışmaktadırlar, şöyle ki; İslam’ı çürüttüklerinden dem vurmaktadırlar, İslam’ın çağa uygun olmadığı gibi saçmalıkları ahmakça fikirlerle ileri sürmektedirler. İslam’ın bilimsel olarak geçersiz olduğunu ifade etmektedirler. İslam’ın şiddet içerdiğini ve terör ürettiğini söylemektedirler. İslam’ın, Önderimizin (sav) sözleri olduğunu yumurtlamaktadırlar. Ve böylece, güya fikirsel temelde çürüttüklerini göstermektedirler. Zira böyle yaptıkları zaman, insanları kolayca aldatabileceklerini ve İslam’a düşman edebileceklerini düşünmektedirler. Yoksa insanların; bunların, attıkları oltalarına, kolayca takılmayacaklarını çok iyi biliyorlar.

 

Allah rızası için bu oyunu bozun. Bu oltaya takılmayın. Bu sözler üzerinde derince düşünün. Bu sözlerimi, İslam’ı savunan birinin sözleri olarak düşünmeyin. Lütfen gayet nesnel olun, hür olun, kendiniz olun. Zira ne olacak, adam zaten İslam deyip duruyor, başka bir şey mi söyleyecekti gibisinden olaya yaklaşırsanız, içsel yanılgıların mahkûmu olursanız ve umursamazsanız aynı yanlışlarda devam edersiniz ve kaybedersiniz. Sizleri, dinsizliğe ve vatansızlığa kanalize eden dünya baronlarının köpekliğini yapanların çarklarına yağ olursunuz. Vallahi de, billahi de, tallahi de, sizleri yönlendirmek adına söz söylemiyorum. Evet, sizlerin iyiliğini, huzurunu, ülkemin bağımsızlığını ve bu topraklar üzerinde Müslüman-Türk Devleti’nin tesis olunmasını hiç şüphesiz istiyorum, arzuluyorum, bu kutsal ülkü adına ter-yaş-kan akıtıyorum. Ama asla sözlerimi sırf ideallerim gerçekleşsin ve insanlar da bu idealler için yaşasın diye etmiyorum. Olabildiğince nesnel olmaya çalışıyorum. Ve ben, bir yere, bilerek gidilmesini isteyenlerdenim. Bir şeyin, bilerek yapılmasından yana olanlardanım. Düşmanlıkta bilerek olmalı, dostlukta bilerek olmalıdır. Ama hakikat bilinip durduğu halde, düşmanlık etmekte, ihanetten başka nedir sizce? Ki doğruya düşman olunur mu?

 

Evet, eğer istersek, eğer inanırsak, eğer hakikati idrak edersek, eğer ittifak edebilirsek, eğer değerlerimize sahip çıkabilirsek, eğer dünyayı iyi okuyabilirsek ve dönen dolapları fark edebilirsek; kendi devletimizi de tesis edebiliriz. Bilakis, zaten daha da izzetsizce yaşayacağımız aşikârdır. Dünya yürürken, bizim sürüneceğimiz bellidir. Allah’ı (cc), Önderi (sav) ve Kitabı bırakırda, sahte tanrıcıkların, liderciklerin ve fasiküllerin takipçileri ve taşıyıcıları olursak daha çok rezilcesine yaşarız gideriz. Ne kendimiz olabiliriz, ne de kendi devletimizi kurabiliriz ve ne de varlık sahnesinde yer bulabiliriz. Kendi devletimizi kurmak için, ilk evvelde birlik olmalıyız; sonrada tağutların sultasından kurtulmalıyız. En sonunda da; dinimiz ve töremiz temelinde bir devlet tesis etmeliyiz ve aynı temellerde bir hukuk sistemi inşa etmeliyiz.

 

‘’Allah, iman edenlerin dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kâfirlerin velileri ise tâğûttur. (O da) onları aydınlıktan karanlıklara (sürükleyip) çıkarır. Onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî kalırlar.’’ Bakara-257

 

‘’Allah’a ve Resûl’üne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden gider. Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.’’ Enfal-46

 

Bu mevzu, derin bir mevzudur. Kısa kestik ama uzatmaya gönlümüz var inşaallah. Zira aklımıza gelen kadarıyla derdimizi ifade edebildiysek ne mutlu. Allah, zihnimizi çölleştirmesin. Âmin.

Tarih: 11.11.2011 Okunma: 693

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?