KAN AĞLATACAĞIM...

Özgür DENİZ - 22.11.2011

Evet, kan ağlatacağım. Kan ağlamaktansa, kan ağlatmak daha iyidir. Çünkü kan ağlatanlar, yalancı, düzenbaz, namussuz yani zalim olanlardır ya da zalime yardakçılık yapanlardır ama ağlayanlar bizleriz, yani masumlar, mustazaflar ve güzel bir Türkiye ve dünya adına kavga verenler. Onca yıllar kan ağlatıldık. Birileri gülerken, bizler oturup ağladık. Kan damıttık, yaş biriktirdik. Ve o gülenler, bizim ağlamalarımızı umursamadı bile, bilakis bundan nemalandılar köpekçe. Birkaç şebek hayatımızı mahvediyor, umutlarımızı çalıyor, bizleri süslü nutuklarla ve büyük yalanlarla avutuyor. Bizleri kalıpların mahkûmu kılıyorlar. Bizleri, kendi safsatalarının esiri kılıyorlar. Bunları söylüyorum diye, katı, sert ve vicdansız olduğum anlaşılmasın, bilakis vicdanlı oluşumun bir delilidir bu. Eğer vicdanlı olmasaydım, bu kadar hisli olmaz ve hissiyatımı dışa vurmazdım. Çünkü ancak günahsız olanlar pervasız konuşurlar ve ancak hissedenler, ahlaklı isyan içindedirler. Ve uzaklardakine değil yakınlardakine bakanlar, gerçekliği bütün çıplaklığı ile algılarlar. Olması gerekenlere varlığını adayanlar, olanlardan korkanlardır ve böylelerinin sahici bir başkaldırılarının olması imkânsızdır. Ve bizleri hep sözde olması gerekenlerin peşinden koşturdular ama olanlara dikkat kesilmemizi istemediler. Olması gerekenler, olmayanlardı ve olmayacak olanlardı ama olanlar, bizzat yaşananlardı. Ve yaşananları yaşatanlar, elbet yaşananlara duyarlı olmamızdan gocunacaklardı. Bu yüzden bizleri olanlardan olabildiğince uzak tuttular ve olması gerekenlere mahkûm ettiler. Bu namussuz bir oyundu aslında ama fark edemedik.

 

Bütün gerçekleri söyleyeceğim, gücüm yettiğince, zihnim işlediğince. Rahatsız edeceğim. Ben rahat değilsem, zalimlerde rahat olamamalılar. Mülahazalarım, belki, indi mülahazalar olacak ama hakikat ve nesnellik temeline oturacak. Zira safi indi mülahazalar gönüllerde bir yer edinemezler ve dikkate değmezler. Hakikatten ve nesnellikten de mahrumdurlar. Ve bir yaratıcılığa da sahip olamazlar. Mülahazalarım, belki dikkat çekmeyecek, belki kayıp yazılar olarak kalacak yazdıklarım ama elbet bir gün, bir tohum gibi patlayacak ve boy verip filizlenecek. Zira emeksiz yemek olmaz ve tohum bir anda filizlenmez. Ve hakikat arayışı zamanla sınırlanmaz. Hakikat arayışı, zihinde müthiş bir enerji potansiyelinin varlığına delildir ve zihne patlayıcı bir yaratıcılık kazandırır. Gerçek devrimde budur haddizatında. Bu arayışta, zihin, toplumun emirleri ve onaylaması ile katledilmemiştir. Politikacı namussuzların ve ideolog düzenbazların kalıplarıyla zehirlenmemiştir. Toplumsal kalıpların tutsağı değildir. Yeni bir kültür de, ancak hakikatin anbean keşfedilmesiyle kabildir. Ve fikirler, silahlar gibi değildirler. Dönüştürme etkileri, uzun vadede belirir ama keskindir ve kalıcıdır. Silahların dönüştürme etkisi ise anlıktır ve kalıcılıktan uzaktır hatta kesinlikle bozucudur. Tabi fikirlerle silahların buluşması ise apayrı bir şeydir. Zira silah, bir fikir temelinde istikamet bulursa, niçin, nasıl ve nereye gideceği bilinir ve işte bu isabetlidir, akıllıcadır. Yoksa mutlak manada fecaattir.

 

Çünkü her suskunlukta zarar gören benim ve benim gibiler. Bendendir diye tepkisiz kaldığım zaman, yine ezilen benim, sömürülen benim. Bendensen de, değilsen de adam olacaksın aslanım. Adam değilsen, adam edileceksin. Herkes işini adam gibi yapacak, yapmalıdır. Eğer yapmıyorsa, söylenenlere de katlanmak zorundadır. İstediğini söyleyen, istemediğini işitir. İstediğini yapan da, kendisine yapılana katlanmak zorundadır. Bilakis defolup gitmelidir. Artık, kol kırılır yen içinde kalır yoktur. Böyle diye diye topraklarımızı, devletimizi ve varlığımızı kaybetme aşamasına geldik handiyse. Bir söz söyleyeceğim, sözü öz söyleyeceğim, kıvırmayıp düz söyleyeceğim. Ve sahtekârlara ateş gibi dokunacak sözlerim. Bu toprakların çocuğuysam, bu devletin vatandaşı isem, bu milletin bir ferdi isem; gocunacak yaram da yok, korkacak durumum da yok. İhanetim yoksa korkacağım hiçbir merci tanımıyorum. Kimsenin de şerefsizlik yapacak hali yoktur herhalde. Zira olanca haklılığım karşısında herhangi bir şerefsizliğe tahammülüm yoktur ve olamaz.

 

Yıllarca uyuduk, uyutulduk. Durmadan nutuk çektiler, vaatlerde bulundular. Ama ne nutukları ne de vaatleri karın doyuracak cinsten değildi. Kendi bencilliklerini örttüler böylece. Kendi şerefsizliklerini gizlediler. Gerçekleri söylemekten hep korktuk, korkutulduk. Her şeyden korkar hale geldik. Kendimizden bile korkar olduk. Böylece, hayatımız, korkunun ve karanlığın eline geçti. Bizlerde kaypak ve katı insanlar olduk bu yüzden. Bencil insanlar olduk. Bana dokunmayan bin yaşasıncı olduk. Gemisini kurtaran kaptandır anlayışının esiri olduk. Ve yaşamlarımız zehir oldu böylece. Zira biz kaybettik ama bizlere korku zerk edenler yaşadılar hep. Bizler kendi hayrımıza birliktelikler ihdas edemedik ama bizlerin yüreklerine korku salanlar kendi menfaatlerinde birlik içinde oldular daima. Ve bizler kendi halimize kalıp gerçekleri keşfedeceğimize; bu namussuzların, bu şebeklerin peşlerinden sürüklenmeyi, bunlar adına kavga etmeyi, bunların tahtlarını muhkemleştirmeyi adamlık sandık. Ve ne yazık ki, feci şekilde aldandık. Hala da aynı minvaldeyiz. Bir türlü gerçekleri görmek adına savaşım vermiyoruz. Taptıklarımıza yönelik sözlere karşılık vermeye, onları temize çıkarmaya çalışıyoruz ahmakça. Bizi pohpohlayanların sahte gülücüklerine hemen aldanıveriyoruz. Bu sefer de onların oyununu oynamaya başlıyoruz ve kendimizi kaybediyoruz ama bunun farkına da varamıyoruz.

 

Gelen yedi doymadı, giden yedi doymadı. Bu millete bir pay bile koymadı. Göstermelik işlerle oyalandılar. Temel bir tek meselemiz çözüme kavuşturulmadı. Herkes kasasının ve kesesinin derdinde oldu. Çevresini ve ailesini zengin etmenin derdinde düştü. Her gelen, kasasını doldurdu, en yakın ve en uzak yakınlarını zengin etti ve defolup gitti. Zengin olanlarda, kendi değerlerine bağlılığını kaybetti ve kodamanların yaltakçılığını yaptı, mütemadiyen saf değiştirdi, çünkü kaybetmesinden deli gibi korkacağı mülk edindi. Ama tek bir milli ve dini meseleyi halledemediler. İktidar kavgaları; milletin, devletin, ülkenin sorunlarını çözme adına değil; makamlara kurulmanın, vurgunlar vurmanın, başkalarından hesaplar sormanın, çevresini ve ailesini zengin etmenin adına verildi. Herkes kendine düşen rolü oynadı bu sahte kavgada. Yazarıyla, çizeriyle, din adamıyla, politikacısıyla, askeriyle vs. kendine düşen rolü oynadı. Hiçbir zaman, milletin, ülkenin, devletin yanında duran olmadı. Olaydı, bu muhakkak belli olurdu. Herkes, bu milletin üzerinde, korku bulutlarının dolaşmasına zemin hazırladı. Ve bu yolla köşeyi döndü, rahat yaşama erdi. Kendisine dokunmayan yılanı yaşattı, gemisinin kaptanı oldu. Çünkü herkesin, kendine göre bir çıkarı vardı. Gerçekleri söylemek, insan olmayı gerektirirdi.

 

Hangi din adamı, erkekçe ve doğal olarak konuştu ve konuşuyor? Hangi politikacı erkekçe ve doğal olarak konuştu ve konuşuyor? Hangi yazar erkekçe ve doğal olarak konuştu ve konuşuyor? Hangi asker erkekçe ve doğal olarak konuştu ve konuşuyor? Konuşanlar da var şüphesiz ama hep yalnızlığa mahkûmlar. Ne anlayan ve ne dinleyen ne de toplum karşısına çıkmaları adına bir hamle de bulunan var ve dahi nede sorumlu bir mevkie gelmeleri adına gayret eden. Kimse bize masal anlatmasın beyler! Yalanın politikası olmaz, yalan her yerde yalandır ve kötüdür. Sömürünün politikası olmaz beyler, sömürü her yerde sömürüdür ve kötüdür. Ahlaksızlığın ve adaletsizliğin politikası olmaz beyler, adaletsizlik ve ahlaksızlık her yerde melundur ve kötüdür. Ve birde, bu kötülüklerin kötü olduğundan dem vurup durmayacağız, kendimiz bu kötülüklerden el çekeceğiz şerefliysek. Zira şerefsiz olan, sürekli bu kötülüklerden dem vurur ama bir türlü kendisi bu kötülüklerden el çekmez. Kimse sorunların bam teline dokunmadı. Hep sığ sularda yüzüldü. Oysa her şey çok basitti. Sorun nedir ortaya konulacaktı ve çözüm de sarih olarak ifade edilecekti. Ama bunu yapmaya yürek gerekti, insan olmak gerekti. Peki, yürek kimdeydi? İnsan kimdi?

 

Buyursun Tayyip Erdoğan çıksın konuşsun gerçekleri, söylesin bütün gizli yönleri, adaletsizliğe ve ahlaksızlığa meydan vermesin, kimlerin adaletsizlik ve ahlaksızlık yaptığını açıkça ortaya koysun, gayet doğal konuşsun, yalansız konuşsun, kıvırtmadan konuşsun, yapılması gereken neyse söylesin ve yapsın ve ayrıca dürüstçe toplumun yanında yer alsın, kodamanlara baş eğmesin. Zira bizler kör ve ahmak değiliz. Aldanacak kadar, nutuklara inanacak kadar mal değiliz. Her şey göz önünde olup bitmektedir. Buyursun Devlet Bahçeli çıksın konuşsun bütün gerçekleri, söylesin bütün gizli yönleri; vatana ihanet edenler kimlerdir, nasıl ihanet etmektedirler, hangi yolları kullanmaktadırlar, bu hainlere kimler yardım ve yataklık yapmaktadırlar ifşa etsin, gayet doğal konuşsun, yalansız konuşsun, kıvırtmadan konuşsun ve ayrıca samimi olarak toplumun yanında olduğunu göstersin, asla kodamanlara ve sahte Türk kimlikli olanlara baş eğmesin hatta MİLLİ DAVA adına yüreklice, samimice, hasbice mücadele versin, gerekirse bu mücadeleyi verebilecek birilerine yol versin, eğer davasında samimi ise, hasbi ise bunu yapar, yok değilse bize dürüstlükten dem vurmasın. Ya da kendisi, yapması gerekenleri tam olarak yapsın. Bu ülke, bu millet, bu devlet için değil koltuk, bin can olsa feda olunmalı değil midir? Buyursun Kemal Kılıçdaroğlu çıksın konuşsun bütün gerçekleri, söylesin bütün gizli yönleri, kimler özgürlüğü gasp etmektedirler, kimler milli ve dini kimliğe düşmanlık etmektedirler, gerçek adalet nerededir, gerçek ahlak kimdedir, kimler bu toplumun kanını emmektedirler, kimler ayrımcılık yapmaktadırlar, kimler yasaklarla toplumun gücünü tüketmektedirler, kimler terörün yandaşlarıdırlar, gerçek tarihimizi çalıp sahte tarih üretenler kimlerdir ifşa etsin, doğal konuşsun, yalansız konuşsun, kıvırtmasın.

 

Aynı şeyi diğer partilerin de yapmasını bekliyorum hatta Ordumuzun mensuplarının da. Buyursunlar Aziz ordumuzun güzide subayları, terörün gerçek derinliklerini ifşa etsinler, teröre destek çıkanları topluma açıklasınlar, ordumuzun bünyesinde dine ve milli varlığa düşman olanları tespit edip, def etsinler, terörden rant üretenleri şiddetle tecziye etsinler, terör nedir ortaya koysunlar, terör niçin bitirilememektedir, bitmemesi adına gayret eden odaklar kimlerdir topluma açıklasınlar, korkuyorlar mı yoksa? Bedelli ve vicdansız ret ihanetine niçin tepkisiz ve sessiz kalmaktadırlar hatta destek çıkmaktadırlar? Bunun, ordunun varlığına suikast olduğunu bilmiyorlar mı yoksa? Peki, korkakların bu aziz ordunun tepesinde işleri nedir? Çekip gitsinler ve yerlerine korkusuz cengâverler gelsinler. Yazık değil mi? Dün Kemalistlerin, Beyaz Türklerin, elinde olan ordumuz; bugünde liberalistlerin, Yeşil Türklerin kıskacına mı alınmak istenmektedir? Küresel politika bunu mu gerektirmektedir? Bu ordu ne zaman, bu ülkenin ve bu milletin ordusu olacaktır, MİLLİ ORDU olacaktır? Zira bu ülkede, bir sorumluluk altında değilken esip gürlemek çok kolaydır ama bir sorumluluk altına girildiğinde süt dökmüş kedi gibi olmaktadırlar tümü de; politikacılar, askerler, yazarlar, din adamları vs. Yoksa her doğru her yerde söylenmezcilerden midir bunların hepsi? Hayır yani aynı şey şimdi de olmakta değil midir? Bugün dışarıda olanlar içeriye girmek adına mangalda kül bırakmamaktadırlar, ama yarın içeri girdikleri vakitte konuşmaktan kaçarlar köşe bucak. Tıpkı şu an içeride olanların yaptıkları gibi. Peki, bu nasıl ahlaktır, nasıl adalettir? Böyle böyle bizlerin rüyaları çalınmamakta mıdır? Ülkemiz çökmekte değil midir? Milletimiz batı denilen bataklıkta yok olup gitmeyecek midir? Kendi devletimizi tesis etmemiz hayal olmayacak mıdır? Bu insanlık mıdır?

 

Evet beyler! Yemin ediyorum sizlere inanmıyorum. Asla doğruyu söylemiyorsunuz ve gerçeklerle yüzleşmekten bilmem ne gibi korkuyorsunuz. Asla milletin yanında değilsiniz. Asla gerçekçi değilsiniz. Devleti de, milleti de, ülkeyi de düşünmüyorsunuz. Zira düşünseydiniz, dün söylediğinizi bugün inkâr etmez ve milletin aleyhinde kararlar alıp, aldığınız oylara ihanet etmezdiniz. Ne yani, dün, ben bunları yapamam, bu ağır yükün altına giremem deyipte, bugün ihanet edercesine tam tersini yapmanızın adı nedir Allah aşkına? Hanginiz farklı? Kasa ve masa derdindesiniz. Çevrenizi ve ailenizi zengin etme derdindesiniz. Ben farklı bir şey göremiyorum, yaz siz dostlarım? Meydanlarda esip gürlüyorsunuz ama iktidara döşendiniz mi, attığınız nutuklarında, verdiğiniz vaatlerinde ne kadar da iğrenç, yalan, boş ve sahtekârca olduğu açığa çıkmaktadır. Ceylan derisi koltuklara yapışıp kalıyorsunuz. Yemek bedava, içmek bedava, gezmek bedava, sağlık bedava, lojman bedava yani yaşamak bedava üstüne bir de milyarları cukkalamak var tabi. Niye konforunuz bozasınız değil mi? nasıl olsa vatan işgal olursa ölecek gariban çok! Aynı şekilde, hangi köşe kadısı erkekçe yazmayı becerebilmektedir? Kendine zararı dokunacağını bilse bile doğrudan taviz vermemektedir? Geneli sahtekâr ve namussuzdur. Hangi kesimden olursa olsun hepsi aynıdır. Namussuz olmayanların da zaten esamisi okunmamakta, onlara ekranlarda yer verilmemektedir. Saf gerçeği yazan kaç kişi vardır Allah aşkına? Hepsi bir akademidir tutturmuş gidiyor mal gibi. Hepsi bir yerlere yaranma derinde. Hepsi demokratlık yarışında. Hepsi terör adına havlama yarışında. Bunlarda adam ha?

 

Beyler bu milletle, bu ülkeyle oyun oynayamazsınız. Bu milletle, bu ülkeyle dalga geçemezsiniz beyler. Bu topraklardan ve bu milletin alın teriyle ürettiklerinden karnınızı doyurupta şerefsizce yaşayamazsınız. Bulunduğunuz yerlerde adam gibi duracak ve yaşayacaksınız. Bu millete ve bu ülkeye ihanet etmeyeceksiniz. Bu topraklarda kendi devletimizi kurma mücadelesi içinde olacaksınız eğer namustan zerre nasibiniz varsa. Ve o devletin, ahlak ve adalet temline oturmasını sağlayacaksınız. Sorumluluğunuzun gereklerini insanca yerine getireceksiniz. Bu ülkede samimi insan bulmak zor. Gerçekten zor. Herkes konuşuyor ama havaya konuşuyor, karnından konuşuyor. Perde önünde konuşuyor ama perde ardında kahpelik yapıyor. Çünkü kızdığı şeyleri kendisi de yapıyor ve yaparken kızdığı anlar aklına bile gelmiyor. Politikacısı da, subayı da, sendikacısı da, doktoru da, muallimi de, akademisyeni de, yazarı da, vatandaşı da vs. kahir ekseriyeti sahtekâr. Bunların dâhilinde ki, sahtekâr olmayanların da esamisi okunmuyor zaten. Kimse erkekçe ortaya çıkıp konuşmuyor. Herkes kendi dünyasında. Kendi zevkinin peşinde. Kendi kasasının derdinde. Kendi doysun da, kendisi zevki tatsın da, başkaları ne yaparsa yapsın. Herkes paranın iti olmuş. Şerefsizim paranın iti olmuşlar geneli de. Para para diye geberiyorlar adeta. Gerçekten böyle bu. Tepesinden tırnağına kadar herkes böyle. Konuşmaya gelince ahkâm kesiyor ama icraata gelince tık yok. Şerefsiz oğlu şerefsiz, işte eline fırsat geçmiş, karşı çıktığın ahlaksızlık ve adaletsizlik için gerekeni yapsana. Bu neye benzer biliyor musunuz? Şimdi, bir adam trafikte göz göre göre yanlış yapıyor, o adamla bir gün aynı araba da olsanız ve karşısında kendisinin yaptığını yapanı görse, hemen ahkâm kesmeye başlar; işte bu şerefsiz evladı bunu yaparken hiç aklına kendisinin yaptığı itliği getirmez. Her şeyde aynen böyle olmuşuz. Yalan söyleriz ama yalancı pezevenge kızarız. Sömürü kötüdür deriz ama sömürürün bitmesi adına namusluca bir mücadele vermeyiz, sadece veriyormuş görüntüsü çizeriz, yani sadece konuşuruz. Sürekli başkalarından bir şeyler umarız. Ulan mal, önce kendin vazgeçsene işte milleti eleştirip duracağına. Sen vazgeç ve bu yolda mücadele et, gerisi zaten gelir. Ve ahlaksızlığa, adaletsizliğe karşı çıkanlarda birlik olsunlar, karşı çıkmayan itlere karşı. Hem bireysel olarak gerekeni yap hem de gerekeni yapanlarla birlik ol, ondan sonra gör bak gerisi nasıl da geliyor.

 

Topluma çıkın bakın. Herkes konuşurken paraya küfreder ama öbür yandan para için şerefini satacak duruma düşer. Yalan söyleyene küfreder ama her fırsatta yalan söyler. Adaletsizlik kötüdür der ama tam adaletli olacağı an gelip çattığında köpekleşiverir. Kıskançlık kötüdür der, ama güzel olanı kıskanır ve yok etmeye çalışır, üstelik güzel olanın kendi hayrına da olacağını bildiği halde. Faiz bataklığında çırpınır ama ülkenin çöktüğünden, sömürüden ve ahlaksızlıklardan dem vurur. Söyleyin bu insan ne kadar samimi olabilir? Olamaz arkadaşım, olamaz. Eğer sen ahlaksızlıklardan, sömürüden şikâyet ediyorsan önce ferdi bir hamle yapacaksın. Paranı faize vermeyeceksin. Kaybederim düşüncesinde olmayacaksın. Kaybet, kirli kazançtansa kaybetmek daha iyi değil midir? Eğer kaybetmekten korkup faize paranı yatırıyorsan, ahlaksızlıklardan da, sömürüden de şikâyete hakkın yoktur. Yapıyorsan da sahtekârın tekisindir. Bizler süslü laflara hayallerimizi, umutlarımızı feda ediyoruz. Resmen kandırılıyoruz. Birbirimizle birleşip güç birliği edemiyoruz. Herkes bir ideolojidir, partidir, liderdir, şeyhtir tutturmuş gidiyor. Oysa Allah’tan başka otorite yoktur ve kabul etmek imanı yok eder. Ama bizler para otoritedir diyoruz. Peki, bizler hangi hakla kurtuluş arıyoruz? Ve utanmadan nasılda ahlaksızlıktan ve adaletsizlikten şikâyet ediyoruz. Hem paraya tapacaksın, hem pastadan pay kapacaksın hem de gidip adaletçilik, ahlakçılık satacaksın. Bu ayıptır ve kahpeliktir.

 

Terör olayı da aynıdır. Terör nedir? Nasıl çıkış yapmıştır? Kimler, kimlerin desteğiyle bu olayı başlatmıştır? Bütün bunları bilmiyorlar mı, politik şebekler ve köşe kadısı denilen şerefsizin evlatları? Bal gibi de biliyorlar ama ödleri patlıyor namussuzların, gerçekleri haykırmaktan. Ondan sonra da çıkıp dürüstlükten, ahlaktan ve adaletten dem vuruyorlar. Peki, bizler nasıl olur da inanırız bu şarlatanlara? Dürüst olsanız ya, namusluca yazsanız ya. Saf gerçekleri ortaya koysanız ya. Gerçek çözüm yolu nedir söyleseniz ya. Yoksa konforunuz mu bozulur, rahatınız mı kaçar, çarkınız dönmez mi olur, rantlarınız kesilir mi? Siz de, insansınız ha? Siz de, ahlak ve adalet adına mücadele vereceksiniz ha? Siz de, ülkeyi, devleti ve milleti düşüneceksiniz ha? Siz de insanlıktan, şereften, namustan zerre varsa ben bunların tam tersiyim. Hayır, yani buyurun bütün gerçekleri olabildiğince saf olarak ve doğal olarak ortaya koyunuz, çok mu zor? Vallahi değil. Ama şeref gerek, insan olmak gerek! Bütün hücreleri vatan sevgisiyle dolu olmak gerek. Bütün damarlarında kan gibi, millet sevgisinin dolaşması gerek. Bütün organlarının, devlete hizmet aşkıyla yanması gerek.

 

Bütün otoriteleri reddedeceğiz. Bütün sahte davaları reddedeceğiz. Parti, ideoloji, dini yapı, lider, şeyh, ideolog, filozof vs. reddeceğiz. Tek otoritenin Allah (cc), tek önderin Hz. Muhammed (sav) olduğunu, tek kitabın Kur’an-ı Kerim olduğunu ve üç temel davanın da vatan-ahlak-adalet davası olduğunu kabul edeceğiz ve bunda toplum olarak hemfikir olacağız ve dahi hem fikir olanlar olarak ittifak edeceğiz. Ve bütün otoritelere başkaldıracağız. Kuyruklarında dönüp durmayacağız onursuzca. Onlar için yalan söylemeyeceğiz, onların yanlışlarını örtmek adına onursuzca kavga vermeyeceğiz. Tabi bu üç yegâne otorite temelinde siyaset edenleri de desteklemek şeref icabıdır. Eğer bir yerde bulunursakta, oradaki yanlışları dile getirmekten korkmayacağız. Herkes kendi yerinde dursa da şereflice durmalıdır. Sorunlar, soyut ya da teorik düzlemde felsefi tartışmalar yaparak, eften püften çıkarımlarda bulunarak ya da saftirik kitaplar yazarak, lüzumsuz köşe kadılığı yaparak çözülmez beyler. Sorunlar, çözüme ulaşmak için, sorunla yüzleşerek ve problemi anlayarak çözülür. Var olanları fark ederek ve bütün yönleriyle tahlil ederek ve köklü çözüm yöntemleri üreterek çözülür. Malayani ile iştigal etmeyeceğiz. Gerçekçi olacağız.

 

Buyurun size bir gerçek bilgi sunayım: lütfen pür dikkat okuyunuz ve üzerinde derince tefekkür ediniz. Zira burada mutlak bir kurtuluş yolu görünmektedir. Tabi samimi isek!

 

‘’Bedir harbinde Ahnes bin Şerik, Ebu Cehil’le (günümüz de torunları yaşayan ve kendi yolunu takip eden Ebu Cehillerin babası) karşılaşır ve ona: ‘’Benden ve senden başka sözümüzü duyacak kimse yoktur. Bana haber ver: Muhammed sözünde sadık mıdır yoksa yalancı mıdır?’’ Dedi. Ebu Cehil: ‘’Vallahi Muhammed elbette sözünde sadıktır ve asla yalan konuşmamıştır hiçbir zaman’’ dedi.’’

 

Yine birgün Ebu Cehil, yegâne Önderimize (sav): ‘’Biz, Seni yalanlamıyoruz ancak getirdiklerini yalanlıyoruz’’ diye söylemiştir. Bunlar, İslam tarihimizin saf hakikatleridirler güzel dostlarım. Kafadan üfürme şeyler değildirler. Keşke tarihimizi bilebilseydik! Keşke ecdadımızı tanıyabilseydikte, düşman olsak bile öyle olsaydık. Ama maalesef ne biliyoruz ne de bilmediğimizi biliyoruz ve bilmekte istemiyoruz ama laf etmekte de üstümüze yok, şehvetle laf söylemeye meftunuz. Ne de acı bir durum değil mi? Ayrıca burada bir dakika durunuz lütfen ve sözü iyice idrak ediniz: ne diyor? ‘’Biz seni değil, getirdiklerini yalanlıyoruz.’’ Lütfen sonsuz dikkat buraya. Çünkü canımız Önderimizin (sav) getirdikleri, bu zalimlerin, kâfirlerin, müşriklerin çarklarını paramparça ediyordu, edecekti. Hani demiştik ya, ‘’MÜSLÜMAN-TÜRK DEVLETİ YENİ KURULACAK’’ yazımızda işte aynen o durumun somut ifadesidir bu. O kâfirin bugün kü torunları da aynı şeyi söylemektedirler. Buyurun yeniden okuyalım, ne demişiz o yazımızda.

 

‘’İslam’a, bilerek düşmanlık edenlere gelince; evet onlar bilerek düşmanlık etmektedirler. Ama yukarıda ki söylediklerimizi yapabildiklerinden değil. Yani İslam’ı, bilgileriyle, kültürleriyle, fikirleriyle çürütebildiklerinden değil. Vallahi de, billahi de, tallahi de değil. Ve işte olayın bam teli burası ki; asıl çürütemediklerinden düşmandırlar. Kinlerinin büyüklüğü, bilgileriyle doğru orantılıdır. Ne kadar iyi biliyorlarsa, o kadar kin duymaktadırlar. Onlar, İslam’ı çok iyi bildikleri için, İslam’a düşman olmaktadırlar. Bu detay asla kaçırılmamalıdır ve üzerinde ince bir dikkatle düşünülmelidir. Bu düşmanlar, neye ve niçin düşman olduklarının farkındadırlar, idrakindedirler. ZİRA DÜŞMAN OLDUKLARI ŞEYİN, KENDİLERİNE NELER KAYBETTİRDİĞİNİN VE KAYBETTİRECEĞİNİN BİLİNCİNDEDİRLER. Bu yüzdende düşmanlıkları çok şiddetlidir. Ama düşmanlıklarını topluma farklı şekilde yansıtmaya çalışmaktadırlar, şöyle ki; İslam’ı çürüttüklerinden dem vurmaktadırlar, İslam’ın çağa uygun olmadığı gibi saçmalıkları ahmakça fikirlerle ileri sürmektedirler. İslam’ın bilimsel olarak geçersiz olduğunu ifade etmektedirler. İslam’ın şiddet içerdiğini ve terör ürettiğini söylemektedirler. İslam’ın, Önderimizin (sav) sözleri olduğunu yumurtlamaktadırlar. Ve böylece, güya fikirsel temelde çürüttüklerini göstermektedirler. Zira böyle yaptıkları zaman, insanları kolayca aldatabileceklerini ve İslam’a düşman edebileceklerini düşünmektedirler. Yoksa insanların; bunların, attıkları oltalarına, kolayca takılmayacaklarını çok iyi biliyorlar.’’ Ah dostlarım ah!

 

Bir tarihi gerçek daha, buyurun; Ebu Süfyan Müslüman olmadan evvel, Rum Kayseri Heraklius kendisine şöyle sordu: ‘’Siz, Peygamber olduğunu söylemeden önce Muhammed’i hiç yalancılıkla itham ettiniz mi?’’ Ebu Süfyan kendisine şöyle cevap verdi: ‘’Hayır.’’ Bizler gerçekten garip insanlarız. Gerçekten dürüstlükten dem vurupta, dürüstlük sokağından yana yönelmeyen insanlarız.  Hem yalan kötüdür deriz ve bize neler kaybettirdiğinden yakınır dururuz. Hem de hayatında yalanın zerresi olmayan Önderimize (sav) sırtımızı döneriz de, hayatının tümü yalanlarla kaplı olanların kölesi olmaktan hicap duymayız ve bir de sahtekârca şikâyette bulunuruz. Bizler böyle düzelemeyiz dostlar, bizler böyle düzelemeyiz. Siz Allah’ı (cc), Önderi (sav) ve Kitabı size kötü tanıtanlara değil, kendi kafanıza güvenin ve araştırın, kendiniz keşfedin yalın hakikati.

 

Son tahlilde; bizi kurtaracak olan yol; Allah’ın (cc) gösterdiği; Önderimizin (sav) gittiği; Kitabımızın, ilkelerini ve işaretlerini sunduğu temiz yoldur yani sırat-ı müstakimdir. Gayrısı yemin ederim laf-ı güzaftır. Yalandır, sahtekârlıktır, namussuzluktur. Sizleri karanlığa tutsak edecek yoldur. Hepimiz saf, temiz, berrak ve mutlak muhkem ve kurtarıcı olan yolda buluşmalıyız, ittifak etmeliyiz ve hayata bu yolda durarak bakmalıyız. Yol işaretlerini takip etmeliyiz. Ve gerçek yolcu ile sahte yolcuyu, bu temeller üzerinde tefrik etmeliyiz ki, aldanmamalıyız. İslam ahlakı ve İslam adaleti, bizleri kurtaracak, zalimlerin sultasından azade kılacak ve bizlerin zincirlerimizi kıracak yegâne temellerdir. Bu derin ve saf gerçeği ifşa etmeyenler ve kurtuluşun yegâne yolunun bu olduğunu söylemeyenler, mutlak sahtekârdırlar ve yalancıdırlar, bizlerin ezilmemizden sıkıntı duymayanlardır hatta bizleri ezenlerdir ve ezenlere yardakçılık yapanlardır.

 

Allah (cc) için söyleyin dostlarım ve lütfen dürüst olalım. Hayatında yalanın zerresi olmayanla, hayatı yalandan ibaret olanlar bir olurlar mı? Hayatında, ahlaksızlığın ve adaletsizliğin zerresi bulunmayanla, hayatı adaletsizlik ve ahlaksızlık üzerine bina edilmiş olanlar bir olurlar mı? Vicdanlı olalım lütfen. Kendimizi ve istikbalimizi düşünelim lütfen. Çözüm gözümüzün önündeyken, onu taaa uzaklarda aramanın ne âlemi var ve bu ne kadar dürüstçedir? Tabi sorumluluktan korkuyorsak o başka! Ama sorumluluktan korkarak ve gerçek çözüm yolunu görmezden gelerek yaşamak bize ne kazandırır? Bedelsiz hayat olur mu? Emeksiz yemek var mıdır? Çalışmadan kazanmak kabil midir? Sefersiz zafer olur mu? Daha yazacak çok şey var, ama zaman ve yer dar maatteessüf dostlarım!

 

‘’Düşmana karşı zaaf göstermeyin, gevşemeyin, mağlup olduk diye mahzun da olmayın. Hâlâ siz yüce, üstün kişilersiniz. Siz samimi mü’minler olduğunuz sürece, sonunda galip geleceksiniz.’’ ÂLİ İMRÂN – 139

Tarih: 22.11.2011 Okunma: 650

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?

Abdurrahman Ersen

30.08.2011 - 20:49

Bugün bayram ve ilk gün akşamı,şekerlerde yeni yenmişti ve tadı daha ağzımızda idi ki genelhaberler.coma hemen girdim ve ilk okuma yerim şeker tadında bir yazı oldu.Güzel tesadüf. Yazıyı o kadar zevkle okudum ki ,hele sonundaki hikayeyi...ben bu yazıların daha yüksek tirajlı gazetelerde de yazılır olup daha geniş kitlelere hitap etmesini arzu ettim.ya da en azından alt kısmında facebook da yayınlanabilmesi için hazır ikonların yerleşik olmasını düşündüm ki burada da izinli olarak yayınlayabileyim.

Abdurrahman Ersen

30.08.2011 - 20:49

Bugün bayram ve ilk gün akşamı,şekerlerde yeni yenmişti ve tadı daha ağzımızda idi ki genelhaberler.coma hemen girdim ve ilk okuma yerim şeker tadında bir yazı oldu.Güzel tesadüf. Yazıyı o kadar zevkle okudum ki ,hele sonundaki hikayeyi...ben bu yazıların daha yüksek tirajlı gazetelerde de yazılır olup daha geniş kitlelere hitap etmesini arzu ettim.ya da en azından alt kısmında facebook da yayınlanabilmesi için hazır ikonların yerleşik olmasını düşündüm ki burada da izinli olarak yayınlayabileyim.