EN ULVİ EYLEM: OKUMAK

Özgür DENİZ - 19.07.2008

            En başta ‘’okumak’’ eyleminin ciddi bir süreç ve yürek işi olduğunun bilinciyle yola çıkılmalıdır. Gayenin gerçekleşebilmesi için bu mutlak koşuldur. Bilakis umutsuzluk girdaplarında naçar kalırız. Okumak gerçeğin dağına tırmanmakla eşdeğerdir. Nietzsche diyor: ‘’gerçeğin dağlarına umutsuzlukla çıkılmaz.’’ Akabinde ise derin bir sabır gereklidir. Zira sabırsız eylem hüsranı intaç eder. Çünkü okumak en mukaddes eylemdir. Ama bir o kadar da zorlu ve çetindir. Bir bilge diyor: ‘’bir kitap okumak bir adam öldürmekten zordur.’’ Olay bu kadar ciddidir yani. Derin sabır işidir. Bilinmeli ki, sabrın zaferi keskin olur. Mahiyeti derin seminerler düzenlenerek muhtelif fikirlerin ortaya çıkması sağlanır ve uygulanacak bir okuma programında bu fikirlerden istifade edilir. Bu konuda sivil toplum kuruluşlarından destek talep edilebilir. Hem bu olayı genelleştirmek olur ki, faydası maksimum düzeyde olur. Muhakkak ciddi ve görkemli taltifler olmalıdır. Toplumda servet ve şöhret müptelaları değil ilim sevdalıları itibara layık görülmeli ve bu, somut adımlarla desteklenmelidir. En derin motivasyon gizi buradadır. Zira günümüzde okuyanın zavallı ve mecnun olarak telakki edilmesi insanları bu soylu eylemden uzaklaştırmıştır. Okumanın para etmediği fikri, beyinleri iğdiş etmiştir. Beyinler bu vesileyle çoraklaşmıştır. Yusuf Has Hacip diyor: ‘’ilim takdir edilmediği yerden göç eder.’’ Binaenaleyh, tahsil edilen ilim takdir görmelidir ve ilim talim eden kişi taltif edilmelidir.

 

           

Okumak eylemi aynı zamanda bir ‘’özgürlük’’ işidir. Kitaplara ‘’yasak meyve’’ muamelesi yapılmamalıdır kesinlikle. İnsanların okuması tahdit edilmemelidir. Yani okunacak nesne tayin edilmemeli, takdire bırakılmalıdır. Birey istediği kitabı seçmekte ve okumakta özgür bırakılmalıdır. Bilinmeli ki okumak işi zorlamaya gelmez. Baskıya tahammül edemez. Bizim düşüncemize ters gelen bir kitabı taşıyabilir, okuyabilir okuyucu. Kesinlikle müdahale edilmemelidir ve farklı yaklaşımlar sergilenmemelidir. İşin ciddiyeti yok olur ve hedef akamete uğrar. Zira hiçbir fert kendisine kişilik belirlenmesini tensip etmez. Yol seçilmesini uygun bulmaz. Bu öz benliğin seçimine ve karakterin oluşturulmasına müdahaledir ki, fıtrata münafidir. Lakin olayın olumlu ve olumsuz yönleri izah edilmekle iktifa edilmelidir. Zira bir fert beslendiğidir. Dolayısıyla müdahaleyi hissettirmeden ve onuru zedelemeden korunmalıdır bu mukaddes eylemin iştirakçileri. Hatta bu ulvi eylemin bünyelerde kök salması için tüm eğitim müesseselerimizde (ilköğretimden yükseköğretime kadar)  haftalık ders programlarına bir saatlik okuma programı mutlaka konulmalıdır. Şayet kitaplı bir toplum husule getirmekte ciddi isek. Bir süreç işi demiştik malum. Ve sürece en dipten start verilmelidir. Ama bu sessiz eylem sesli eylemle takviye edilmedikçe yine başarı hâsıl olmaz. Bu da okunan kitapların izah ettirilmesi, hülasa edilmesi ve münazaralar tanzim edilerek fikir teatilerinin gerçekleşmesi ve bu soylu kulvarda ileri olanların görkemli şekilde taltif edilmesi ile olur. 

 

           

Yapacağımız işte içtenlik ve samimiyet mayası fevkalade mühimdir. Bilakis tesirsiz kalması mukadderdir. Yani bu ulvi eylemi realize edenler taltif edilirken ve itibar görürken tatmin olmalıdırlar. Ruhlara inmektedir giz. İnsan ruhunu doyurmayan, onu cebren ve hile ile yönlendirmeye tevessül eden herkes yenik, her eylem hüsrandır.  Bedende duyulan acı ve sevinçler namütenahi değildir ama ruhta hâsıl olan acı ve sevinçler namütenahidir. Binaenaleyh muhakkak surette ruha dokunulmalıdır. Ruha bir dokunuş bedene bin dokunuştan evladır. Ruha dokunmayan her ne olursa olsun akim kalmaya mahkûmdur. Niye maddeler yok olup gidiyor da manalar hep sonsuzlukta yankılanıyor? Çünkü manalar ruha dokunuyor, ruhu doyuruyor. Maddeler ise ancak varolduğu müddetçe anlam ifade ediyor. Yokoluşuyla birlikte her şeyiyle unutulup gidiyor. Yüce Yaratıcının da ilk emrinin ‘’Oku’’ olduğunu ruhlara tesir edecek şekilde beyinlere nakşetmeliyiz. Zira bunu idrak eden genç, derin düşüncelere dalıp ‘’okumak’’ eylemini gerçekleştirmek adına ciddi bir adım atabilir. Din’in motivasyon gücü her zaman her şeyden daha güçlüdür bilelim. Her sistemde kitleleri manipüle etmek için dinsel seremonilere ihtiyaç duymuyor mu? Bu dinin kitlelere tesirinin derin gücünün ifadesidir.

 

           

Okunan kitaplar bir seminer ortamında okuyucuya anlattırılabilir ve okuyucu görkemli bir şekilde övücü sözlerle taltif edilerek onore edilir. Bu izleyiciler üzerinde şok etkisi yaparak onlarında bu yola çıkmalarını tetikler. Zira görkemli bir seremoni bu kutsal eylemi tetikleyici bir unsurdur. ‘’Okuma’’ eylemi ‘’yazma’’ eylemini doğuracağı için ve yine ‘’yazma’’ eylemi de dönüşümlü olarak ‘’okuma’’ eylemini koşullandıracağı için ‘’kitaba’’ teveccüh yaygınlaşacaktır. Bu gerçek bilinerek hareket edilmelidir. Okumayı kültür haline getirmeliyiz. Yaşayan ve yaşatılan kültürel bir faaliyet. Yoksa başarılı olmak muhaldir. Bugün kitapsızlık kültürleşmiştir. Çünkü yaşamlar kitapsızlık üzerinde şekillenmektedir. Bu bilinçli olarak yapılmaktadır haddizatında. Çok derin bir mevzudur. Okumayla cehalet zincirleri kırılacak, zincirler kırılınca tefrika yerini tevhide bırakacak, tevhit esaret zincirlerinin kırılmasını doğuracak. Özgürlük ve bağımsızlık türküleri söylenmeye başlayacak. Sefaletin çığlıkları son bulacak. Son tahlilde de iş emperyalizme varıp dayanacaktır. Yani toplumsal hayata egemen olan ve insanlığı manipüle eden bütün araçlar emperyalizmin ve işbirlikçilerinin tekelindeyken zor işleri becermek yürek ister, ödünsüz bir bilinç, keskin bir şuur, vahşi bir isyan ve kesintisiz bir mukavemet ister. İşte okumak işi en zor olandır. Zira bedeli bir yerler için çok ağır olacağı için bu oyunu oynatmakta handikap teşkil ederler.

 

           

Okuma eyleminin yücelticiliği muhakkak beyinlere nakşedilmelidir. Haddizatında ‘’bireysel’’ bir eylemsel faaliyet olan ‘’okumak eylemi’’ toplumsal desteğe ihtiyaç duyar. Kendini belli etmez ama ihtiyaç duyar. Okuyan bir birey yalnız kaldığı zaman ya da ilgi alanından toplumsal baz da bahsedilmediği zaman sıkılır, boğulur. Bu yüzden muhabbet ortamlarında kitaplar konuşulmalı, tartışılmalı ve değerlendirilmelidir. Okuyucular taltif edilmelidir. Topluluklarda okuyucular itibar görmelidirler. Bu kesinlikle ihmal edilmemesi gereken bir sırdır işte. Bahusus bu konuda toplumunda bilinçlendirilmesi gerekir. Devlet erkânı okuyana sevgi ve muhabbet duymalıdır. Güce sahip olana değil. Servet tapıcılarına değil. Aslında en temel sorunda burada saklıdır. Zira bugünlere hep böyle geldik. Sözün gücüne değil gücün sözüne itibar ettik. Kitaba değil paraya teveccüh ettik. Okuyucuya değil sermayeciye itibar gösterdik. Binaenaleyh insanlar peyderpey kitaptan uzaklaştı. Kitapsızlık kültürel yapıya dönüştü. Belirleyicilik ve tayin edicilik ölçüsü sermaye oldu. Ne acı bir hata. Hâlbuki dikkat edilmeliydi. Her türlü sefaletin kitapsızlıktan tevlit ettiği gerçeği sarf-ı nazar edilmemeliydi.

 

           

Bir bilgin diyor: ‘’yetişmiş zekâlarını kitaplarla beslemeyen toplumlar yok olmaya mahkûmdur.’’ Ve yine bir bilgin diyor: ‘’kitapsızlığın olduğu yerde sefalet hâkim olur.’’ Marifet iltifata tabidir. İltifat görmeyen, desteklenmeyen beceriler zaman içinde sönmeye mahkûmdur. Zira tekrarsız bilgi unutulmakla maluldür. Müşterisiz mal zayidir. Siz ürettiğiniz mala müşteri bulamazsanız hem devasa zarara uğrarsınız hem de bunalımlara duçar olursunuz. Bu yüzden alıcısı olmayan malı üretmemeye gayret edesiniz. Haddizatında değer görmeyen, müşterisi olmayan, ihtiyaca cevap vermeyen bir mal üretmek ve onun için alın teri döküp, emek sarf etmek akıl karı değildir. Ve bilinçli bir tüccar böyle bir işe tevessül de etmez zaten. O zaman taltif ve takdir edilmeyen, toplum içinde itibara layık görülmeyen, devlet kurumlarının yönetici erkince değer verilmeyen ilim sevdalıları ve kitap müptelalıları da mukaddes eylemlerini faydasız telakki edecek ve bu yüce eylemi realize etmeye tevessül etmeyecektir tabiatıyla. Söz söylemek kolaydır ama örneklik teşkil etmek zordur. Devlet ricali ulvi faziletlerde öncülük ve örneklik teşkil etmelidir. Tıpkı bir öğretmen ve öğrenci ilişkisi gibi. Filhakika devlet büyükleri de halk kitlelerinin bir nevi öğretmeni değil midir? Ziya Paşa diyor: ‘’ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz.’’ Sadi diyor: ‘’amelsiz söz gevşek dayanaktır ve tanıksız dava utançla biter.’’ Atatürk diyor: ‘’laf değil iş yapınız beyler.’’ Atalar diyor: ‘’lafla peynir gemisi yürümez.’’ Lenin diyor: ‘’teorisiz pratik olmaz.’’ Huxley diyor: ‘’hayatın gerçek amacı bilgi değil eylemdir.’’ Ben de diyorum: ‘’pratiksiz teori iflasa mahkûmdur ve teoriler mutlaka pratikle desteklenmelidir.’’ Hz. Muhammed(sav) diyor: ‘’iman amel ister.’’

 

           

Güce önem verildiği, gücün önünde diz çöküldüğü bir toplumda, bireylere kitabı sevdirmek ve onları okumaya kanalize etmek dünyanın en zor işidir. Zira ciddiyetten nakıstır. İçtenlikten ve samimiyetten yoksundur böyle bir iş. Kadim devirlerde münhasıran ‘’söz’’ sahibi kişilerin önünde eğilinirmiş. Lakin yaratılan yeni zamanlarda bu gelenek tersine dönerek ‘’para’’ sahibi kişilerin önünde diz çökülür olmuş. Ve insan maddeye yenilmiştir. Bu çürümüşlüğün en keskin göstergesidir. En bedihi resmidir. Okumak insan öldürmekten daha zor ve çetin bir iştir. Bu gerçeğin bilinciyle hareket edilmelidir. Kesinlikle yürekli olmalıyız. İçtenlikli ve samimi olmalıyız. Öyle natürel, öyle masum hareket etmeliyiz. Zira kompleksli olmak, kıskançlık etmek bu kutlu eylemin en acımasız düşmanlarıdır. Okumak bir paylaşım işidir. Paylaşarak birlikte çoğalma işidir. Kıskanma ve kompleks duyma işi değil. Ancak kendi varlığından emin olmayanlar başkalarının varlığından rahatsız olurlar ve bir iş beceremeyenler iş becerene tahammül edemezler. Kıskançlık ve kompleks tükenişin ve gerilemenin müsebbibidir. Basitliğin, yozluğun, sığlığın ve sefilliğin dalaletidir. Olgun, akıllı, kendinden emin, işinin ehli insanların işi değildir bu süfli davranışlar ve duygular. Hz. Süleyman diyor: ‘’aşk ölüm kadar güçlü, kıskançlık mezar kadar acımasızdır.’’ Atatürk diyor: ‘’cumhuriyet, fikri hür, vicdanı hür yüksek seciyeli karakterlere ihtiyaç duyar.’’ İşte bu karakterlerin yapıcısı, oluşturucusu kesinlikle ‘’kitap’’tır.

 

           

Okumak zor ve çetin bir süreç işidir dedik. Zira bedel ister okumak. Hayat, hiçbir insanoğluna bedelsiz ödül sunmaz. Başarılar derin acıların çocuğudur. Ve kalıcı başarılar keskin acılara sabırla katlanmayı iktiza eder. Filhakika kitap okumak eylemi eğitim işinden bile daha zorludur. Başlı başına bir zevk işidir okumak. Ancak yalnız yaşamayı başarabilecek kadar da güçlü olmayı koşul kılar bu soylu eylem. Zira okuyanlar birazda yalnızlığın tutkunu olurlar sonunda. Yalnızlık tekâmül ettiricidir haddizatında. Sorumluluk işidir de aynı zamanda okumak. Zira sorumluluk duygusu taşımayan, sorusu olmayan kişiye kitap okutamazsınız. Çünkü bilgiye ihtiyacı yoktur sorusuz ve sorumsuz olduğu için. Ama sorumluluk mutlaka bilgiye ihtiyacı şart koşar. Sorumluluğunu yerine getirecek tesiri, bilgisiyle doğru orantılıdır zira. Atatürk diyor: ‘’sorumluluk yükü çok ağırdır, ölümden bile.’’ Evet, bu ağır yükü kolaylaştıran yegâne unsur ‘’kitap’’tır. 

 

           

Gençliğe düşünerek dövüşmenin yücelticiliği ve asilleştiriciliği anlatılmalıdır. Buna inanan genç hem şiddetin alçaltıcılığından kaçınacak hem de okumayı en ulvi erdem bilerek kitapla iç içe olacaktır. Ahlak ta çok önemlidir. Zira okumaya temayül gösteren tipler ekseriyetle belli ahlaki normlara sahip olanlardır. Mutlaka ‘’milli ahlak’’ oluşturulmalıdır. Ziya Paşa diyor: ‘’milli ahlakını oluşturmayan toplumlar yok olmaya mahkûmdur.’’ Ahlaklı bir fert ahlaktan yana kusurlu olan bir fertten daha meyyaldir okumaya. Şunu kesinlikle idrak edelim: en zalim sistemler bile var olmak ve varlığını idame ettirmek için bir ahlak manzumesine ihtiyaç duyar. Ayakta kalması buna bağlıdır. Ahlaksızlığın öcü keskin ve acı olur. Tolstoy diyor: ‘’ahlak kurallarını çiğnemeyin, zira öcünü çabuk alır.’’ Kadim zamanlara bir göz atmak kifayet eder bu derin hakikati idrak için. Zira yaratılacak yeni zamanlar için bu şarttır.

 

           

Zamanın insanı maddeye yenilmiştir mateessüf. Maddeye yenilmiş ve iflas bayrağını çekmiş insanlığı uyandırmak, diriltmek ve kendine getirmek ancak ve ancak kitapla mümkün olabilecek bir işse de bunun çok zor ve azami sabır gerektiren bir iş olduğu bilinmelidir. Teorisiz pratik muhalse de pratiksiz teoride iflasa mahkûmdur ve işlevsizdir. Bu yüzden ölümsüz gerçeği tekrar edelim: bireysel bir faaliyet olan okumak eylemi muhakkak toplumsal desteğe ihtiyaç duyar ve bu desteği görmediği takdirde kendi kendini imha eder. Geriye kuru, sığ, sloganik, sıradan ve papağanlaşmış bir kalabalık kalır. Bu yüzden en başlarda da ifade ettiğimiz gibi okuyucular toplum tabanında destek bulmalıdırlar. Taltif ve teveccühe mazhar kılınarak.

 

           

İlim sahiplerinin fevkaladeliği, asilliği, büyüklüğü genç dimağlara nakşedilmeli ama bu somut olarak ta desteklenmelidir. Hz. Ali diyor: ‘’bilgiyle dirilenler ölmezler.’’ Bu ulvi hakikat beyinlere ve ruhlara kazınmalıdır. Ama sunduğumuz teorileri görkemli pratiklerle de muhakkak desteklemeliyiz. Zira akim kalması mukadderdir. Çünkü genç bu sahteliğe ve yüzeyselliğe kolay aldanmayacaktır. Ve bir aldanma, aldananı ebediyen aldatılan konudan uzaklaştıracaktır ve bu felakettir. Sakının bundan.

 

           

Ailelere ve eğitimcilere yönelik seminerlerde düzenlenmelidir. Zira çocuğun kişiliğinin şekillenmesinde belirleyici olan yegâne iki unsur aile ve okuldur. Medyaya da büyük görevler düşmektedir. Gençliğe okumayı sevdirecek ve okumaya özendirecek yayınlar yapması telkin edilmelidir. Ama bu konuda medya ne acı ki, sonsuz duyarsızdır. Haddizatında bu işlerde en büyük organizatör devlettir. Toplumsal bir işbirliğini iktiza etmektedir bu eylem. Ancak kapsamlı bir dayanışma ile başarıya ulaşılabilinir bu konuda. Aileden başlayarak bütün eğitim kademelerinde bu ulvi ve kutsal eylem yüceltilmeli. Eylemciler taltif ve onore edilmeli. Görkemli törenlerle ödüllendirilmelidir. Yani toplumsal seferberlik gerekir mutlak başarıya ulaşmak için. Süreç aile ortamında başlar ve devlet desteğiyle başarıya ulaşır. Zira her şey tatlı bir düştür. Bundan gayrısı angaryadır. İçtenlikli ve samimi olmalıyız.

 

           

Bir önemli husus ta kitabın devlet eliyle ucuzlatılmasıdır. Kitabın değeri fiyatında değil okunmasındadır ama insanımızda maddeci olduğu için buna yanaşmamakta ve fiyatı bahane etmektedir. Devlet gücü bu işe mutlaka el koymalıdır. Devlet gücü istediği takdirde el koyduğu bir işi ikmal etmekte mutlaka başarılı olur. Ve her durumda en güçlü el devletin elidir. Devlet süfli eylemleri değil ulvi eylemleri kutsamalı ve desteklemelidir. Zira idamesi de buna bağlıdır. İnsanını yaşatmayan bir devletin yaşaması imkânsızdır. İnsanı da yaşatan kitaptır ve ahlaktır. Ve devlet varoluş kodları olan bu iki ulvi erdeme olabildiğince önem vermelidir.     

Tarih: 19.07.2008 Okunma: 696

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?

Necmi Uçar

27.05.2008 - 10:31

Bir ülkede emniyet güçleri hırsıza, ipsize, yolsuza, namussuza, vurguncuya, talancıya, yalancıya ve benzeri kötülere ve kötülüklere karşı desteklenmiyorsa, nasıl anlatayım bilmiyorum yani polis hırsızdan, namussuzdan hatta öğretmen öğrenciden korkar olmuşsa kötülerin nasıl bayram edeceğini ve semirip çoğalacağı bir gerçek olduğu halde neden suç işleyenlerin sırtı sıvazlanır anlamak mümkün değil. Yazınızda anlattıklarınıza aynen katılıyor ve adaletin işlemesi noktasında yargıçların kimsenin etkisinde kalmadan yasaların verdiği yetki ile, yasaları uygulayarak, yine yasaları koruyacakları ümidini taşıyorum.Saygılarımla.

Ahmet Süreyya

27.05.2008 - 17:30

Değerli dostumun ve meslektaşımın bu irdeleyici, aynı zamanda düşündürücü yazısını okudum. Parmak bastığı acı gerçeklere üzülmemek elde değildir. İnsan haliyle " Ne oluyoruz be yahu? Nereye gidiyoruz?" sorususuyla başbaşa kalıyor. Geçmişte, arabamı çalan hırsızları 7 ay sonra yakalandıklarında tanımak istediğimde "savcılığın anında serbest bıraktığını ve ceza-i müeyyide uygulayacak bir suç görülmediğini... Kasıtlı değil de, hırsız efendilerin belki de pazardan aldıkları yüklerini evlerine taşımak için böyle bir teşebbüse geçmiş olabileceklerini..." emniyet müdürlüğünden öğrendiğim de başımdan bir kova kaynar suyun döküldüğünü hissetmiştim. Adalet mekanizmasının şu merhametine ve şu tecellisine bakınız!!! Madur edileni değil de madur edenin bin de bir ihtimali düşüncesini, baz alarak serbest bırakıyor. Neymiş efendim neymiş?!. Bir daha tekrar edeyim: Pek muhterem hırsızlarım, pazardan aldıkları yükleri taşımak için benim arabayı evimin önünden düz kontak yapıp lütfen çalmışlar. (pardon) düzeltiyorum,çalmamışlar efendim medenice almışlar... Haydı geliniz de şu olaya içten bir sizde düz kontak yapıp vay anasını... demeyiniz. Tebrik ediyorum İsmail Hakkı Cengiz beyi. Yüreğimle kutluyorum.

Osman Yıldız

27.05.2008 - 17:56

...

İsmail Hakkı Cengiz

27.05.2008 - 21:39

Anlaşıldı Osman Bey. Selâmlar...

Necmi Uçar

27.05.2008 - 10:31

Bir ülkede emniyet güçleri hırsıza, ipsize, yolsuza, namussuza, vurguncuya, talancıya, yalancıya ve benzeri kötülere ve kötülüklere karşı desteklenmiyorsa, nasıl anlatayım bilmiyorum yani polis hırsızdan, namussuzdan hatta öğretmen öğrenciden korkar olmuşsa kötülerin nasıl bayram edeceğini ve semirip çoğalacağı bir gerçek olduğu halde neden suç işleyenlerin sırtı sıvazlanır anlamak mümkün değil. Yazınızda anlattıklarınıza aynen katılıyor ve adaletin işlemesi noktasında yargıçların kimsenin etkisinde kalmadan yasaların verdiği yetki ile, yasaları uygulayarak, yine yasaları koruyacakları ümidini taşıyorum.Saygılarımla.

Ahmet Süreyya

27.05.2008 - 17:30

Değerli dostumun ve meslektaşımın bu irdeleyici, aynı zamanda düşündürücü yazısını okudum. Parmak bastığı acı gerçeklere üzülmemek elde değildir. İnsan haliyle " Ne oluyoruz be yahu? Nereye gidiyoruz?" sorususuyla başbaşa kalıyor. Geçmişte, arabamı çalan hırsızları 7 ay sonra yakalandıklarında tanımak istediğimde "savcılığın anında serbest bıraktığını ve ceza-i müeyyide uygulayacak bir suç görülmediğini... Kasıtlı değil de, hırsız efendilerin belki de pazardan aldıkları yüklerini evlerine taşımak için böyle bir teşebbüse geçmiş olabileceklerini..." emniyet müdürlüğünden öğrendiğim de başımdan bir kova kaynar suyun döküldüğünü hissetmiştim. Adalet mekanizmasının şu merhametine ve şu tecellisine bakınız!!! Madur edileni değil de madur edenin bin de bir ihtimali düşüncesini, baz alarak serbest bırakıyor. Neymiş efendim neymiş?!. Bir daha tekrar edeyim: Pek muhterem hırsızlarım, pazardan aldıkları yükleri taşımak için benim arabayı evimin önünden düz kontak yapıp lütfen çalmışlar. (pardon) düzeltiyorum,çalmamışlar efendim medenice almışlar... Haydı geliniz de şu olaya içten bir sizde düz kontak yapıp vay anasını... demeyiniz. Tebrik ediyorum İsmail Hakkı Cengiz beyi. Yüreğimle kutluyorum.

Osman Yıldız

27.05.2008 - 17:56

...

İsmail Hakkı Cengiz

27.05.2008 - 21:39

Anlaşıldı Osman Bey. Selâmlar...