İlk evvelde bir girizgâh yapmak niyetindeyim: Şeytan bize özelleştirmeyi dayatırken, kendisi bütün yeryüzü mülkünü merkezileştirme peşindedir. Özelleştirme bir kumpastır. Lanetli bir kumpastır. Sonradan tek elde birleştirmesi kolay olsun adınadır. Zira şu bir zamane gerçeğidir ki; siyaset daima ekonomiyi takip etmektedir. Ekonomik gücü elinde bulunduranlar siyasi gücü de ellerinde bulundurmaktadırlar. Ülkelerdeki, mülkiyetleri alanların kimlikleri çok iyi tetkik edilmelidir. Aslında bu, bütün mülkleri, zımnen ele geçirme oyunudur. Ama milletler aldatılmaktadır. Zira mülkün özele geçmesi demek, egemenliğinde özele geçmesi demektir. Aslında bu, emperyalizmin çok ileri bir aşamasıdır. Ama gözler perdelidir ve gerçek görülememektedir. Yahudi, sosyalizmden, her yönden karlı çıkmaktadır. Hem özelleştirmeleri haklı göstermektedir, hem milletleri parçalamaktadır, hem de egemen güç olma yolunda sosyalizmi bir araç gibi kullanmaktadır. Bir taşla bin kuş vurmak diye buna denir. Ama bizler olaya kabalama ve kalıpsal olarak baktığımız zaman arka plandaki tuzakları algılamakta zorlanıyoruz. Şeytanın oyunu asla bitmez ve bitmeyecektir. Bu yüzden özelleştirmeler derinlerde çok büyük tehlikeler barındırmaktadır. Bütün milletleri kendine uyruk yapmayı ve bütün mülkü kendi inhisarına almayı Tanrı’nın verilmiş bir vaadi olarak gören Yahudi, bu uyruk olma durumunu nasıl sağlayacaktır acaba? Tabiî ki bütün mülkü kendi inhisarına alarak. Zira geçim araçları düşmanın eline geçmiş bir millet, ya köle gibi yaşayacaktır ya da ölmeyi kabullenecektir. Bütün filozofların satır aralarına bakınız bu gerçeği bütün çıplaklığı ile göreceksiniz. Özelleştirme demek varlığın imhası demektir. Zira özelleşen ve özellikle devletin otokontrolünden tamamen azade olan mülkiyetler, daha ileri aşamada devletlerin iflası ve milletlerin imhası adına kullanılacaktır.
Düşünseniz ya bir; mülkünüz özele geçtiği zaman, evlatlarınız kimin yönetiminde çalışacaktır? Evlatlarınızın yaşamlarını kimler tayin edeceklerdir? Yarın mülkünüzü özele devretseniz ve özel kendi alanında çalıştırdığı insanlarınıza namaz kılmasını, oruç tutmasını yasaklasa ne diyebilirsiniz? Ya da aldığı mülkü, bir yabancıya satsa karışmaya hakkınız olabilir mi? Ya da sizin evlatlarınızı çıkarıp yerine kendisine dikte edilen kişileri alsa söyleyebilecek sözünüz olabilir mi? kusura bakmayın özelleştirme mutlak anlamda ihanettir. Varlığınızı iptal etmektir, egemenliğinizden vazgeçme anlamına gelmektedir. Hiçbir şey teorilerle olmuyor gözüm. Ya da binlerce sayfalık kitapları yutmakla olmuyor. Bazen, gerçek, çıplak olarak gözünüzün önünde duruyor olabilir ama görecek göz lazımdır. Sen egemenliğini eline almazsan, sen kurumların üzerinde etkin olmazsan, sen insanlarını yönetme sanatını bilmezsen, sen egemenliğini paylaşmaya yeltenenleri layığı ile tecziye etmezsen, bütün saçma uygulamalara bir kılıf bulursun. Ama uygulamalarının ne gibi sonuçlar doğuracağından bihaber yaptığını marifet sanırsın. Daha kendi kitabını algılayamamış ve özünü idrak edememiş bir millet, acaba neyin yanlış, neyin doğru olduğuna nasıl karar verecektir? Geçelim!
Eğer bir devletiniz yoksa ve egemen güç değilseniz, hoşunuza gitse de gitmese de egemen olan güce boyun eğmek zorunda kalırsınız. Bizim yakın tarihe dair hikâyemiz budur aslında. Zira yer üzerinde toprak parçaları vardır. O toprak parçalarının her birinde milletlerden bir millet yaşar. Her milletin bir devleti vardır. Her devlet üzerinde de egemen bir güç vardır. Eğer kendi devletinizi kurmamış ve egemen güç olmamışsanız, kendi topraklarınızda başkalarının istediği şekilde yaşamak zorunda kalırsınız. O egemen gücün yasaları çerçevesinde yaşamak kaderiniz olur. Asla özgürce yaşayamazsınız. Size ait olan ne varsa geri planda kalmaya mahkûmdur. Yargının ihaneti normaldir, ordunun ihaneti normaldir, teşkilatın ihaneti normaldir, dinin baskı altında tutulması ve kimliğin yozlaştırılması normaldir, birilerinin gücüne güvenerek sana meydan okuması normaldir, neslinizin soysuzlaştırılması için her yolun kullanılması normaldir. Ve egemen gücün kötülüklerinden şikâyete hakkınız olmaz. Egemen gücün melanetlerini öne sürerekte, kadim temellerinizi sarsamaz, yok edemezsiniz. Mühim olan egemen güç olmak ve kadim temellerinizi sağlam zemine oturtmaktır ve sahip çıkmaktır.
Kendi devletinizi kurmak ve egemen güç olmak gibi bir derdiniz yoksa da, zaten yaşadığını sanan ölülersinizdir. Bu yüzden kendi devletinizi inşa etmek ve egemen güç olmak zorundasınız. Eğer insanca yaşamak, kendi dininizle ve kimliğinizle yaşamak istiyorsanız bunu yapmak zorundasınız. Bütün Türk-İslam âleminin en büyük nakısası budur. Çünkü bütün Türk-İslam dünyası kendi devletlerine sahip değildir ve kendi topraklarında egemen güç değildirler. Bu yüzden de kendi topraklarında sürgün hayatların mahkûmlarıdırlar. Ne dinlerini yaşayabilmektedirler, ne kimliklerini koruyabilmektedirler, ne de nesillerini sağlıklı olarak yetiştirebilmektedirler. Türk-İslam illeri kaostan bir türlü kurtulamamaktadırlar. Kaynakları sömürülmektedir, birbirlerinin kanlarına girmektedirler, her alanda geri kalmışlardır. Eğer bugün bütün Türk-İslam illeri kendi topraklarında egemen güç olmuş olsalardı, şu anki bulundukları halde olurlar mıydı? Asla olmazlardı.
Asıl vazife, çalınan egemenliğin geri alınmasıdır. Özellikle ülkemiz ve milletimiz bazında konuşacak olursak, egemenliğimiz çalınmıştır ve geri alınması şarttır. Geri almadıkça da, bir milim ilerleme kaydetmemiz kabil değildir. Bu kesinlikle böyle bilinmelidir. Evet, gerçek manada, saf durumda, egemenlik Allah’ındır. Ama bir millette kendi egemenliğine sahip olabilir ve bu egemenliği ilahi kaynaklı egemenlik temlinde kullanabilir ki, asıl maksatta budur zaten. Eğer bir millet, kendi topraklarında egemen güç değilse, o topraklarda yaşayan milletin tabi olduğu yasaları düşmanın yapması mukadderat olur. Ve toprağın sahibi olan millet, kendi topraklarında köleleşir. Ki halimiz bunun en güzel örneğidir. Başörtüsü nasıl yasaklanabilmektedir? Kur’an öğrenmek nasıl engellenebilmektedir? Kimliğine sahip çıkanlar nasıl faşist olarak damgalanabilmekte ve baskı altında tutulabilmektedir? Dinini yaşamaya gayret edenler nasıl ansızın baskınlar yemekte ve toplum önünde tahkir edilebilmektedir? Mehmetçiklerimize nasıl ihanet edilebilmektedir? Kaynaklarımız nasıl yağmalanabilmektedir? Kurumlarımız nasıl millet adına konuştuğunu iddia edebilmekte ama millet aleyhine kararlar verebilmektedir? Kızlarımız nasıl sermaye olabilmektedir? Peki, egemen güç olmuş olsa idik ve yasalarımızı kendi irademizle yapmış olsa idik, kaynaklarımızı kendimiz kullanmış olsa idik, neslimize çalışmanın önemini izah etmiş olsa idik ve eğitim yuvalarımızda İslam ahlakını ve ahkâmını öğretebilmiş olsa idik, bu haller başımıza gelir miydi? Asla gelmezdi ve bizlerde bozukluklar var diyerek, safça kendi temellerimizi yok etmeye çalışmazdık. Bilakis temellerimizi daha da sağlamlaştırmak ve üzerinde egemen olmak adına çalışırdık. Yazık bize, binler yazık!
Son tahlilde; bir an önce malayani ile iştigal edeceğimize, kendi topraklarımızda egemenliğimizi tahkim etmeliyiz, kendi yasalarımızı ilahi yasalar temelinde kendimiz yapmalıyız ve egemenliğimize göz dikenleri hiç acımadan tecziye etmeliyiz. Kaynaklarımıza sahip çıkmalıyız ki egemenlik adına çok büyük bir destekçidir kaynaklarımız. Kurumlarımızın işlemesini sürekli kontrol etmeliyiz, ihanet eden soysuzun canını almalıyız. Zira bir devletin çöküşü ve bir egemenliğin zayıflamasında en büyük kusur, yanlış işleyen yapılarındır. O yapılardaki idarecilerin ve çalışanlarındır. Bir kurumu bilerek zayıflatan ve zarara uğratan soysuz it acınmadan gebertilmelidir. Bilakis faturası ağır olacaktır. Ki manzara malumdur. Bizi bu hale getirenler, bu tür soysuz itler değil midirler? Bir devlet, kendi karşısında devletleşmiş bir yapıya müsaade edemez. Şayet varsa o yapıyı imha eder. Çünkü egemenlik paylaşılamaz. Paylaşıldığı vakit, egemenlikten söz edilemez. Ama devlette adil olmalıdır. Zira varlığı ayakta tutan adalettir ve adalet ilahi bir yasadır yani doğal bir yasadır. Adalete uymayan egemen güç kendi varlığını şaibeli hale sokar. Çünkü devletler, yapılarının doğası gereği, onlara hayat veren insanlık veya doğa yasaları veya adaletin kendisi yaşadığı sürece yaşarlar. Hülasa; devletler, eğer dış şiddet yokken çöküşe düçar oluyorlarsa, bu kusurlu yapıların ve o yapılar üzerinde etkin olan insanların suçudur ve egemen güç o suçluları tecziye etmekte tereddüt etmemelidir.
Bu mevzuya, kısa kısa devam edebilirsek etmeye gayret edeceğiz inşaallah. Zira çok derin ve uzun bir mevzudur. Bir o kadar da hayati bir mevzudur.
Umutla, gerçekle, imanla, Önderle (sav), ahlakla, adaletle, vatanla, Kitapla, milli devrimle, egemenlikle.