Söyleyeceklerim kimseye ağır gelmesin. Ağır geliyor ise şayet sağır olmasın. Zira sağır olupta, bağırtmak zorunda kalmasın. Bağırtanın kendisi olduğunu biliyorsa da alınmasın. Ve söylediklerim yanlış ise, hodri meydan, tümünüze birden. En kelli fellinizden başlayarak, en sefilinize kadar buyurun işte meydan, hodri meydan. Zerre şerefiniz varsa, küfretmez, tecziye yoluna başvurmaz, meydana gelir ve ezersiniz. Tabi kafanız varsa ve kafanıza güveniyorsanız. Çünkü ben yumurtayla savaşmaktan çakmam, benim işim kafalarladır. Geçelim!
Günümüz politikacıları, fahişeler gibidirler. Çağdaş fahişeler gibi. (Ağır olabilir ama ağır olanı söylemedikçe, birileri hep sağır kalmaya devam edeceklerdir ya da yumuşaklık onlara ninni gibi gelip uyumaya gideceklerdir. Bunu Aristo’da ifade ediyor aslında.) Yoksa zorla kötü yola düşürülüp ve sonradan bu vasıfla anılanlar gibi değil. Çünkü metazori bu yolu seçmiş bulunanlar, en azından bu yolu kendi iradeleri ile seçmiş olanlardan daha onurludurlar. Zira bir yolu bilerek ve isteyerek seçmekle, zorla seçtirilmek arasında dağlar kadar fark vardır, tabi fark ve idrak edebiliyorsak. Zaten bu yolu kendi iradeleri ile seçmiş olanlara fahişe de demezler, onlar hanımefendidirler, fakat diğerleri fahişedirler. Çünkü diğerleri genelde yoksullar safından olanlardır, ama hanımefendi olanlar ise genelde zengin takımının saflarından süzülüp gelenlerdir. Aslında süzme fahişedirler ama hanımefendi olarak itibar görürler. Tıpkı süzme pezevenklerin toplumda beyefendi olarak itibar gördükleri gibi. Erkekseniz yalan deyin. Ve bunlarda onurun zerresini göremezsiniz. Aynen bunlar gibi, politikacılar da genelde onursuzdurlar. Erkekseniz hayır deyin. İktidarda değilken çulsuzken, iktidarda ipeklere bürünmek hangi onurla bağdaşmaktadır acaba? Hep kuzu gibi büyütüldüğümüz için, şimdi koyun gibi gütmeye çalışıyorlar bizi. Önümüze ne atarlarsa yiyeceğimizi biliyorlar. Ve birileri, önümüze atılanın zehirli olduğunu söyledi mi, hemen onu yalancılıkla itham ediyoruz. Hiç sormuyoruz, sorgulamıyoruz. Her partiden birer ikişer olarak toplam 30 kişi kanun dışı olarak Meclis’e alındı mı, alınmadı mı? Peki, bunun onurla bağlantısını bana izah edebilecek şerefli biri var mı? Kendi adamı da alınacağı için, bu ahlaksızlığa ve adaletsizliğe karşı durmayanların hükmü nedir? Böyle bir harekette onurun zerresi var mıdır?
Eğer politikacılar onurlu olsalardı, kendi omuzlarında yükseldikleri, kendi oyları ile beslendikleri bir millete ihanet etmezlerdi. Ama hep ettiler ve hala da ediyorlar. İzzeti, zenginlerin yanında arıyorlar. ‘’İzzet, şeref ve güç; Allah’ın, peygamberlerin ve müm’in’lerindir.’’ Allah. Onursuz zalimleri yoldaş ediniyorlar. "Şüphesiz kâfirler, sizin apaçık düşmanınızdır." Allah. Bugün verdikleri sözden yarın dönüyorlar (Münafıklık alametidir.) Bugün gösterdikleri erkekliğin, yarın kaybettireceğini bildikleri için erkeklikten feragat edip günah çıkarıyorlar. Dün hayır dediklerine, bugün evet diyebiliyorlar. Halkın hayır diyeceği şeyleri halka götürmekten tırsıyorlar ama halkın evet diyeceği şeyi halka götürmekte bir beis görmüyorlar, aslında bu büyük namussuzluktur fakat halk farkında değildir. Olmayacak şeyler konusunda meydanlarda kükrüyorlar ama olacak şeyler konusunda köşelerine siniyorlar. Millete hizmet edeceklerine, zalimlere hizmet ediyorlar. ‘’Zenginin karşısında eğilen, dinin yarısını kaybetmiş demektir.’’ Önder (sav). Hakk’ı savunup ayağa kaldıracakları yerde, Hakk’a ihanet edip yere düşürüyorlar. Toplumun içine karışıp bir balık gibi süzüleceklerine ve toplumun halini bizatihi gözlemleyerek tetkik edeceklerine ve toplumun çektiği acılara yerinde şahitlik edeceklerine, kuruldukları kıyı şeridinden toplumu gözetliyorlar ve kabalama tahlillerle toplum hakkında karara varıyorlar. Toplumun geçim kaynaklarını, özelleştirme adı altında zenginlere peşkeş çekiyorlar.
Allah’a (cc) tapacaklarına zenginlere tapıyorlar, Önderin (sav) izinden gideceklerine, liderciklerin paçasına yapışıyorlar bilmem ne gibi. Hakikati haykıracakları yerde, boş ve lüzumsuz nutuklarla milleti kandırıyorlar. Düşman bildiğimiz kâfirleri, dost olarak sunuyorlar bizlere. Kâfirlerin kuyrukçuluğunu yapıyorlar. Kendi medeniyetlerinin dili ile konuşacaklarına, kendi dinlerinin kelimeleri ile söz edeceklerine; kâfirlerin dili ile konuşuyorlar, kelimeleri ile politika yapıyorlar. Ahlak ve adalet konusunda, örneklik ve önderlik edeceklerine; ahlaksızın ve adaletsizin önde gideni oluyorlar. Erkekseniz yalan deyin. Milleti bozuyorlar, sonra da düzeltmeye çalışıyorlarmış gibi sahtekarlık yapıyorlar ve buradan rant üretiyorlar. Toplumun alınterini çalıyorlar ve özel zevkleri için harcıyorlar. Milletin çocukları yiyecek ekmek bulamazken, bunların çocukları bir gecede milyarları savuruyorlar, acaba bu nasıl olabilmektedir? Milletin nice evlatları binecek araba bulamazken, bunlar ayda milyarları bulan ücretlerle araba kiralıyorlar ve bunu da milletin sırtına yüklüyorlar. Milletin evlatları toprak damlı evi bile bulamazken, bunlar deniz manzaralı şatolarda âlem yapıyorlar. Milletin evlatlarının namusu pazarlara düşerken, bunların evlatları kahkahalarla yiyip içiyorlar. Sözün, bilginin, şerefin itibarını artıracaklarına? Paranın, gücün ve şerefsizliğin itibarının katmerleşmesine yol açıyorlar. Erkekseniz yalan deyin. Kamu harcamalarına ayrılan payın kaçta kaçı eğitime ayrılmaktadır? Kendilerinin konforlarını düşündükleri kadar eğitim üzerine kafa yorduklarını kim iddia edebilir? Kendi evlatlarının mutluluğu için sarf ettikleri çabanın kaçta kaçını, milletin evlatlarının mutluluğu için sarf etmektedirler?
Fili besleyip büyütüyorlar sonra da öldürmeye çalışıyorlarmış gibi numara yapıyorlar haysiyetsizce. Sürekli, bina ve zina medeniyetine yol veriyorlar. Paylaşımın erdemini değil, zenginliğin görkemini zerk ediyorlar zımnen. Haksız yoldan servet sahibi olanlarla savaşacaklarına, onların safına katılmakta acele ediyorlar. Kendi çocuklarını yaşatmak adına her bedeli ödemeyi göze alırlarken, yoksulların çocuklarını bilerek ölüme göndermekte bir beis görmüyorlar. Ülke ve değerler için ölenlere itibar göstermiyorlar da, hainlerin önünde diz çöküyorlar. Yaşatmak için değil de, yaşamak için yaşıyorlar. Milletin alınterini, göz göre göre israf ediyorlar. En tepesinden, en altına kadar, ortak hazineyi soyarlarken ve milyarları ceplerine utanmadan koyarlarken hiç rahatsızlık hissetmiyorlar. Erkekseniz yalan deyin. Kıyak emeklilik gibi bir pisliğe bulaşmaktan imtina etmiyorlar. Sürekli haramla beslendiklerinin bir türlü idrakine varamıyorlar. Milletin alınterini, özel arabalara, özel şoförlere, hizmetçilere, yardımcılara dağıtmaktan hicap duymuyorlar. Bir ülkenin, milletin ve medeniyetin mihenk taşı olan muallimlere para bulamazlarken, kendilerine çokta rahat bulabiliyorlar. Üç kuruşluk beyne sahip olmayan veletleri krallar gibi yaşarlarken, bu milletin ve medeniyetin temeli olan muallimlerin sefalete mahkûm olmalarından zerre utanç duymuyorlar. Bundan daha büyük namussuzluk ve onursuzluk olabilir mi acaba? Sonra da hayâsızca eğitimin öneminden dem vuruyorlar. Ormanları gasp edenlerden şikâyetçi oldukları zamanları unutup, kendi yoldaşlarına ormanları talan ettiriyorlar. Kaçak villalardan muzdarip olduklarını söylerlerken, kendi yandaşlarının aynı şeyi yapmasında bir sakınca görmüyorlar.
Ülke için, millet için, ümmet için siyaset üreteceklerine, kendi menfaatlerini temin için siyaset üretiyorlar. Adalet için değil, güç için yarışıyorlar. Bu yolda, dini, kimliği, ülkeyi ve bütün değerleri tahrip ve tahrif etmekten zerre gocunmuyorlar. Mazlum ahlakına sahip olmaları gerekirken, zalim ahlakı ile hareket ediyorlar. Bütün bir millet yoksulluğun pençesinde can çekişirken, bunlar haram servetlerle keyif içinde yaşıyorlar. Her gittikleri yer için devleti emiyorlar. Çevrelerini zengin etmekten başka şeyi dert edinmiyorlar. Hakkı söylemekten bilmem ne gibi korkuyorlar. Zalimlere karşı dik durmaktansa; eğik durmayı, makamlara kurulmayı ve kasalarını doldurmayı düşlüyorlar. Peki, bunlarda insanlığın, şerefin, hayânın, ahlakın, adaletin zerresini göstrebilir misiniz? Derinlere bakınız gözüm, yüzeylere değil; yüzeyler aldatıcıdır. Maskeler uyutucudur. Maskeleri kaldırınız, işte gerçek oradadır!
Kendilerinin, milyarlar ile geçinemediklerini, yüzleri zerre kızarmadan topluma karşı haykırırlarken; nice insanların, milyonları bırakın, yüz binlerle geçimlerini sağladıklarını düşünmezler bile. Ve bir zamda, aldıkları zammın, kendi ücretlerine, yüz binlere verdikleri toplam ücret kadar yansıdığını görmezlerde; o insanlara verdikleri yüzde bilmem kaçlık zam gözlerine batar gözleri çıkasıcaların. Sonra da utanmadan, ahlak ve adaletten dem vururlar. Paylaşımdan dem vururlar. Sanki paylaşmak ve paylaştırmak kendi görevleri değilmiş gibi. Bizlerde safça aldanırız bunlara. Yazıklar olsun. Hani ‘’komşusu açken tok yatan bizden değildi’’, hani ‘’işçinin ücreti alnının teri kurumadan verilecekti’’, hani ‘’kardeşinin derdiyle dertlenmeyen bizden değildi’’. Sizlerde insansınız ha? Sizlerde ahlak ve adalet sahibisiniz ha? Ben olsam varya, bu toplumun yerine, karşıma geldiğiniz zaman, hiçbir ayrım yapmadan topunuzun suratına okkalı şekilde tükürürdüm. Şerefsiz evladıyım tükürürdüm. Bana kızmayacaksınız anladınız mı? Kafanızı iki elinizin arasına alıp, bu insanımız, bu kardeşimiz, bu vatandaşımız, niçin böyle isyan etmektedir diye soracaksınız. Sormuyorsanız, hesapta soramazsınız. Haddiniz bileceksiniz. Bu topraklar sizin babanızın çiftliği değil, bu hazineler sizin yemliğiniz değil. Bu sözlerimi edebiyat olsun babından da söylemiyorum, yazmıyorum. Elimde imkân olsa varya sizlere kan kurutmazsam namerdim, namussuzum.
Toplumu parçalamışsınız. Her bir parçanın başına bir kukla dikmişsiniz. Gerçi sizlerinde kukladan farkınız var mı onu da bilmiyorum. Sizler birileri için çalışırken, birileri de sizler için çalışıyorlar. Şu sendikalar falan varya, ulan elimde olacak o sendikaları da yakarım be. Aslında sendika üyeleri güçleri yetiyorlarsa, sendika ağalarının saltanatlarını sarsmalıdırlar ve adam gibi adamları başlarına getirmelidirler. Bölücülük yapanı değil, birleştirici rol oynayabilecek başkanları seçmelidirler. Birlikte hareket edebilecek, ortak akılda buluşabilecek adam gibi adamları başlarına getirmelidirler. Yoksa birbirlerini yiyerek zamanlarını öldürecekler ve tek bir hakta elde edemeyeceklerdir. Papağan gibi ötüp duracaklardır. Lüzumsuz sloganlarla iştigal edeceklerdir.
Son tahlilde; artık yalancılara ve yalanlarına karnımız toktur diyebilmeliyiz. Ve bizleri aldatanların suratlarına tükürmesini bilmeliyiz. Uyuşukluğu bırakıp, silkinip kendimize gelmeliyiz. Karanlığı sert darbelerle delmeliyiz.
EKSTRA:
BİR:
Bizdendir diyerek, asla, birilerinin sömürü çarkı kurmalarına fırsat vermemeliyiz. Kemalistlerin yaptıklarını yapacaklarsa şayet birileri ve yapmayı düşünüyorlarsa onların pis mikrop suratlarına tükürmek kutsal bir vazifedir. Herkes haddini ve hududunu bilmek zorundadır. Bizler koyun değiliz, olmamalıyız, öyle görenlere de öyle bir cevap vermeliyiz ki feleklerini şaşırtmalıyız.
İKİ:
Muallimler, sendika ağalarının çarklarını paramparça ediniz. Sizi bölerek, sizlerin sömürülmenizi tevlit eden bu onursuz yoldan çıkınız. Kardeşlik hukuku dâhilinde buluşunuz. Sizlerin emeklerini arka perdelerde satanlardan hesap sorunuz. Sizleri görmeyenleri sizde görmeyiniz. Sizleri görmeyenleri, illede görmek isterseniz, sefilce yaşamın mahkûmu olmaktan şikâyet edemezsiniz, ediyorsanız da onurdan yoksunsunuz demektir. Şu ana kadar kimler görülmedi ki, bir tek sizlerden başka? Herkese yüzde yüz elli zam verilirken, sizlere zırnık verildi mi? Sizlerin hakkı, en az ama en az 250 Türk Lirası bir zam değil midir? Peki, sizlere bu hakkı çok görenlere, sizlerinde çok görecekleri bir şeyleri olmayacak mıdır? Daha ne diyeyim ey muallimler sizlere! Benim sizleri savunduğum kadar sizlerde kendinizi bir savunsanız keşke!
ÜÇ:
Hakikati, örtmekte, gizlemekte, zımni kâfirlik etmektir. Birden fazla doğru olabilir, yargı olabilir ama hakikat olamaz. Birden fazla hakikat olduğunu iddia etmek, İslam’ın tek hakikat olduğunu yok saymak, tartışılır duruma getirmek demektir, dolayısıyla kâfirliğe dalalettir. Bazı Müslüman olduklarını söyleyen gazete paçavralarında, bu milletin evlatlarının akıllarını çelmeye çalışan Liberal pisliklerin marifetleridir bu namussuzca fikirler. Söyleyin bana, kendilerinin Müslüman olduklarından dem vuran bir gazete, sayfalarında, kendini Liberal olarak tanıtan bir sefile İslam’ın tek hakikat olmadığını söyletecek kadar özgür olabilir mi? Bu haysiyetsizlikten ve kâfirlere yoldaşlık etmekten başka nedir? Ve bu millet üzerinde, bu Müslüman görünümlü yarasaların egemen olduklarını düşününüz hele, nasıl bir manevi karanlığın mahkûmu olurduk acaba? Cihat ruhunu yok etmeye çalışan, kâfirlerin yoldaşıdır; İslam’ın tek hakikat olduğundan şüphesi olan kâfirlerin yoldaşıdır, belki de kapı kuludur!
DÖRT:
Şehirlerde insanlar gibidirler, birbirlerine benzerler. İnsanlarda ki yetenek farklılıkları gibi bir farklılıkları vardır sadece. Ama genelde aynıdırlar. Bu yüzden, bir şehrin yüzünde, binlerce şehrin yüzünü görebilirsiniz. Tıpkı bir insanda kendinizi görebileceğiniz gibi. Çok özel nüanslar haricinde.
BEŞ:
Bir ağaç nasıl gövdesiyle ayaktaysa ve dallarıyla anlamlıysa bu millette gövde mahiyetinde olan Türk Milletiyle ayaktadır ve dal mahiyetinde olan diğer unsurlarla anlamlıdır. Bu kesinlikle ayrımcılık ve önemsememezlik değildir. Bu gerçek idrak edilmelidir. Bu yüzden gövdeden dallarını ayırmaya çalışan hainlere aldanmamalıdır. Kimsenin bu insicamdan şikâyet etmesine lüzum yoktur. Bu asırlık bir hakikattir ve asırlardan beri de şikâyet edilen bir mevzu değildir, olmamıştır. Bu gerçeği, insanlığa yön vermiş olan büyük fikir devleri de ittihaz etmişler, bu minvalde düşünce beyan etmişlerdir. En azından dünyaca ünlü sosyolog olan şehit Doktor Ali Şeriati üstadımızı, canımızı, öğretmenimizi burada örnek gösterebiliriz. Bu millet bütün unsurlarıyla bir bütündür, kardeşlik bağlarıyla perçinlenmiştir. Hiçbir kardeş bundan şikâyetçi değildir, birilerinin tahriki ve yönlendirmesiyle de hiçbir kardeşimiz şikâyetçi olmamalıdır. Ne gövde olan biri, ne de gövdeye bağlı unsurdan olan biri, birbirinden üstünde değildir, alçakta değildir, birbirinin kardeşidir ve eşitidir. Yeter ki, kadim ve kök temel değerlere ihanet olmasın.
ALTI:
Bazı şeyleri dine motomot uyarlamaya çalışmak ve bu yönlü gayret gösterenleri anlamamak gaflet örneğidir. Dini, bu yönlü kullananlara dikkat etmeliyiz. Adam vatanı bölmeye çalışır, milletin hürriyetini satmaya yeltenir ama hemen dini bir kılıf bulur ve işin içinden sıyrılmaya çalışır. Mesela, adam dini öne sürerek, milli bilinci, şuuru ve direnişi kırmak ister. Bu milletin kardeşliğine darbe vurmayı arzular. Ya da köpekliğini yaptığı kâfirin oyunlarını gerçekleştirmek adına, kimlikle dini ayırmaya ve bu yoldan toplumu parçalamaya çalışır. Dini kullanarak, hainlere yol verilmesini sağlar. Oysa bu tehlikeli bir oyundur. Misal, Ahmet Altan denilen hainin izlediği yol budur. Sürekli dindarlar bunu nasıl yapar, şunu nasıl yapar diyerek dini kullanır ve dindar kesimler nezdinde vatanseverliğin yok sayılmasını sağlamaya çalışır ve dini kesimi ihanet etmeye sürükler. Oysa bunlar çok vahim tuzaklardır. Vatana ihanet edenin hükmü bellidir. Bunun dinde de yeri vardır. İlle, açık bir dini hüküm aramaya koyulmak ahmaklıktır. En basit misal; bir şerefsiz çıkarda, milletin gözlerinin içine bakarak, bu milletin Yahudilere, Ermenilere ve Kürt kardeşlerimize yönelik katliam yaptığını iddia etmesini hangi dini kıstasla değerlendireyim ve hoş göreyim? Bu şerefsizin hükmü, sallandırılmak değilde nedir?
YEDİ:
Benzeyerek, benzetmeye çalışmak kabil midir? Yani düşmanına benzemek ama aynı anda düşmanını kendine benzetmek, peki bu harekette aklın zerresi var mıdır? Namussuzluk yapıyoruz. Düşman gördüklerimizi taklit ediyoruz ama istiyoruz ki düşmanlarımız bize benzesin. Behey sahtekâr, düşman zaten senin olmak istediğin durumdadır, niçin sana benzesin? Sen şerefli ol ki, sen düşmanın yaptığını yapma ki, düşman sende bir güzellik görsün ve benzemek istesin. İşte bizim muhafazakâr diye bildiğimiz kesimin geneli böyledir. Hem namussuzluk yapar, hem de düşmandan şikâyetçi olur.
SEKİZ:
Yok etmek mi, yönetmek mi? Yok etmek isterseniz bu kabil değildir, ama yönetmek daha akıllıcadır fakat bu da birlik olmayı koşul kılar. Yani akıllı olmayı. Düşmanı yok etmeye çalışacağınıza, egemenliği elinize almaya çalışınız ve düşmanlarınız üzerinde geçerli olacak kanunları siz tanzim ediniz. Çünkü Müslümanların düşmanlarının idaresinde olması zillettir. Bunu becerebilmek içinde, akıllı olmanız, birlik olmanız, ittifak etmeniz elzemdir. Öyleyse varsa şayet, aklınızı kullansanız ya! Birbirinizi yiyeceğinize, düşmanlarınız gibi olmaya çalışacağınıza, kenetlenseniz ve egemenliğinizi ellerinize alsanız ya.
DOKUZ:
Neyi kurtaracağımızı biliyor muyuz? Kendimizi mi, vatanı mı? Kendimizi kurtarırsak, bir tek kişiyi kurtarmış oluruz ama vatanı kurtarırsak milyonlarca insanı kurtarmış oluruz. Hatta kendimizi kurtardığımızı sanırız ama kendimizi bile kurtarmadığımızı daha sonradan kahrederek öğreniriz. Çünkü vatanı kurtarmayanın kendisini kurtardığını sanması ahmaklıktan başka şey değildir. Zira vatan ana gibidir, yar gibidir, vatan namustur. Namusunu kurtarmayanın, kendisini kurtardığını düşünmesi nasıl bir zekâ ürünüdür?
ON:
Sürüyle insan, insanlar adedince bakış ve algı var, yaşam var. Peki, böyle bir âlemi tek tipleştirmek kabil midir? Elbette ki, kabil değildir. Bizim yapmamız gereken, insanlığı tek tipleştirmek değildir, insanlığı insicam içinde yaşatabilmektir. Herkesin birbirinin değerlerine saygı duymasını sağlayarak. İnsanlığı tek tipleştirmeye çalışmak, insanlık âleminin ahengini bozmaktır, yaratılışa ihanettir. Herkes birbirinin sınırına hesapsızca dalmayacak ama herkeste kendi rengiyle yaşayacak. Tabi kök ve kadim değerlere de uyulacak. Zira ferdin menfaati, amme menfaatinden üstün tutulamaz.
ON BİR:
İdare etmek mi, değiştirmek mi? Hangi seçimin bedeli ağır? Politikacılar kurnaz. Çemberi koruyorlar ama çember dâhilinde bencil oluyorlar ve sömürüyorlar.
ON İKİ:
Egemen ya da egemen kuyruğu değilseniz yaşam çok ağır. İsyan et ve bağır. Ne fayda? Herkes kör ve sağır. Oysa geneli temsil eden ve mutlak yetki sahibi olan bir egemenlik altında, herkesin mutlu ve müreffeh yaşamı temin edilmelidir. Bilakis ağrılar artarsa, isyanlar da daha ağır yıkımları tevlit edecektir.
ON ÜÇ:
İnsan ne kadar çoksa, talepte o kadar çoktur. Talep ne kadar çoksa çeşitte o kadar çoktur. Yani arz talebe göredir. Talep daha önemlidir. Üretim talebe bağlıdır. Tıpkı kendini dikkate aldırtmanda, talebine bağlıdır. Misal, muallimlerin durumu. Muallimler talepkar olmadıkça, kendilerine spontane bir arzın olması kabil değildir. Bu yüzden duruşlarıyla ve filleriyle taleplerini muhataplarına bildirmelidirler.
ON DÖRT:
Olayları ve olguları kendi beynimizle tahlil etmeliyiz. Bir masum yanlış vardır, bir de taammüden yanlış vardır. Bu yüzden olayları, başkalarının bakış açılarıyla tahlile tabi tutmamalıyız. Bizatihi kendimiz muayyen değerler temelinde tahlil ve tetkik etmeliyiz. Bazıları, bilmeyerek, yaptıklarının doğru olduğunu sanarak bir iş yaparlar ama sonuçta o işin yanlış olduğunu görürler fakat iş işten geçmiştir. İşte bu tür insanları mutlak suçlu sayamayız. Ama bir de zaten zihniyeti bozuk olanlar vardırlar ve ne yaptıklarının bilincindedirler, işte bu tipler hakkında ise iyi niyetli düşünmek yanlıştır. Misal; Kemal Gürüz denilen şahıs bir şey yapsa, bizim burada iyi niyetli düşünmemiz kabil değildir ama Yusuf Ziya Özcan bir şey yaparsa ve sonuç olumsuz olursa yine de mutlak suçlama yapmamalıyız. Çünkü bu kişinin şahsiyeti zaten bellidir. Tarihten örnek verecek olursak, Enver Paşa olayı buna bir örnektir. Enver Paşa idealist kişiliği ile bazı şeyler yapmıştır ama asla yanlış olmadığını düşünerek yapmıştır fakat sonuç olumsuz olmuştur. Burada Enver Paşa hakkında mutlak olumsuz düşüncenin hâsıl olmaması icap eder.
ON BEŞ:
Yerli değerler, geneli kuşatan değerlerdir, yani genel kabul gören değerlerdir. Bu yüzden, bu değerlere ihanet etmek, bütün bir millete ve ülkeye ihanet etmek demektir.
ON ALTI:
Doğu bölgemizde ki mahpushanelere dikkat edilmelidir. Bu ülkede alttan alta bir hazırlık vardır. İç savaş hazırlığı. Teslim olanların niçin teslim oldukları düşünülmelidir. Genel affın arka planı düşünülmelidir. Ayrıca mahpushanelerdeki PKK’lıların içeride ne konuştukları hakkında bilginiz var mıdır? Dağdan, içeriye gireceğini bildiği halde inenler vardır, acaba bunlar hangi halet-i ruhiye içindedirler ve içeriye hangi bilgileri taşımaktadırlar? Yarın muhtemel bir isyanla hepsi kurtulmayı mı düşlemektedirler? Ayrıca mahpushanelere silah sevkiyatı var mıdır, yok mudur? Ahmaklık ve aptallık başa beladır. Çok dikkatli olmak gerekmektedir. Su uyur, düşman uyumaz!