İlk evvelde şunları net olarak ifade edeyim ki, kimse yanlış anlamasın ve sonra da işkembeden sallamasın; kesinlikle kimliğime sadakatliyim, ülkeme sarsılmaz bağlarla bağlıyım, dinime tutkunluğum katıksız hakikattir. Tabi bu arada günahsız, hatasız ve kusursuz bir insan değilim. Ama bu demek değildir ki; adaletsizliğe ve kan, ter, yaş emiciliğe prim vereceğim, vermem icap ediyor. Hayır gözüm, hayır. Kesinlikle böyle algılanmaması gerekir. Ben insanım gözüm. Bu ülkede yaşıyoruz birlikte ve bu ülkenin nimetlerini de paylaşmamız gerekiyor birlikte. Sen benden bir kat fazla insan değilsin. Sen benden üstün değilsin. Sen benden biraz daha ayrıcalıklı değilsin. Hz. Ali (ranh) diyor ki; ‘’zenginin harcadığı oranda yoksul açtır’’ ve yine diyor ki; ‘’elimde olsa yoksulun hakkını zenginin midesinden çıkarır teslim ederdim.’’ Biz böyle biliriz ve böyle anlarız gözüm. Bu yüzden de hakkımızı almak için direniriz. Direnmek; ülkeye, devlete, kimliğimize ve dinimize ihanet olarak telakki edilmemelidir ve aykırı görülmemelidir; ahlak ve adalet için direnmeyi ve haklarımızı almak için isyan etmeyi ihanet telakki edenler ve bu değerlere aykırı görenlerde kimin çocuğudur bilemem. Geçelim!
Maalesef bütün duyarlılık merkezlerimiz iptal olmuş durumdadır. İdraklerimiz kilitlenmiş, bilinçlerimiz körelmiş, vicdanlarımız nasırlaşmış, gövdelerimiz yorgun düşmüş, direniş gücümüz kırılmıştır. Kuzu gibi büyütüldük, koyun gibi güdülüyoruz. Her şeye tepkisiziz. Adeta sessizliğe mahkûm edilmiş kuzularız ve kanımızı, terimizi, yaşımızı emenlerde başımızda birer canavar. Kodamanlar terimizi, kanımızı, yaşımızı emiyorlar; politik şebekeler onlara bu namussuzluğu yapacak kanuni yolları açıyorlar; şaklaban ve sahtekâr şeyhlerde onlara karşı direnecek gücümüzü kırıyorlar, bizleri suni sabra ve şükre yöneltiyorlar. Kırıntılarla karnımız doyuyorsa sorun kalmıyor. Halimize şükretmeyi marifet sanıyoruz. Ulan şükür bu mudur be? Seni aldatıyorlar da haberin yok. Sabır da senin katlandığın hal değildir. Gerçek sabır direnmektir, gerçek şükür direnmektir. Direndikten sonra sabret, şükret ve gerekeni gerektiği yere bırak, işte budur olması gereken. Aldanıyorsun ve aldatıyorlar gözüm. Seni kuşatmışlar ve birlikte, terinin, kanının ve yaşının başına çömelmişler emiyorlar. Sen de bakınıyorsun, ya sabır, ya şükür çekiyorsun. Oluyor mu bu gözüm? Bu şekilde mi insanca yaşamı düşlüyorsun? Bu şekilde mi, yaşamın zevklerini tatmayı düşünüyorsun?
Bu vatanın, zenginlerin ve onların kuyrukçuluğunu yapan politikacıların çiftlikleri olduğu inancıyla yoğrulmuşuz. Ortak hazinenin, zenginlerin ve politikacı maşalarının yemliği olduğuna inandırılmışız, ortak hazine üzerinde istedikleri gibi tasarruf yetkilerinin olduğunu var sanıyoruz. Zenginlerin kuyrukçusu olan politikacıların ve sefil beyinli veletlerinin her şeye hakkı olduğunu düşünüyoruz da, kendimizin haklarını hiç aklımıza getirmiyoruz. Mesela, devletin en tepesinin bir ayda otuz milyarı almasını çok normal, doğal bir hak telakki ediyoruz da, kendimizin aldığımız ücretin hakkımız olup olmadığını sorgulamıyoruz bile. Tamam, devletin temsil makamına saygımız gerçekten sonsuzdur, ama o makam da oturan birinin bu ücreti hak edip etmediğini sorgulamakta en tabi hakkımızdır. Hayır yani o ücreti hak edecek ne yapılmaktadır? Her şey zaten bedavadır. Yaşam zaten her daim bahardır orada. Yani orada oturan kim olursa olsun fark etmez, hangi bedelin karşılığında o kadar ücreti almaya hak kazanmaktadır? Bir memurun bir yılda aldığını, bir asgari ücretlinin üç yılda aldığını bir ayda almak hangi ahlakla, hangi adaletle, hangi vicdanla ve mantıkla bağdaşır Allah, insanlık, vatan ve namus aşkına? Bunun neresinde vatanseverlik, neresinde dindarlık ve neresinde ahlakilik-adillik vardır, saklıdır? Bunu tolere edebilen vicdan, nasıl bir vicdandır insanlık aşkına, adalet aşkına?
Politik şebeklerin adeta kulları olmuşuz. Onların her dediklerini onaylamayı marifet addediyoruz. Onların peşinde yaltaklanmayı adamlık telakki ediyoruz. Onlardan gelecek bir ihsana gözlerimizi dikiyoruz ve bunun için her türlü dalkavukluğu meşru görüyoruz. Bunların yanlarında görünmeyi yükselmek telakki ediyoruz. Gözlerine girmek için yarışıyoruz. Bizlere bir menfaat sunacaklar diye, hakikati ters yüz ediyoruz ve her şeyi bunlardan yana yontuyoruz. Hiçbir ahlaksızlıklarına ve adaletsizliklerine tepki vermiyoruz, veremiyoruz, çünkü yanlarından kovarlar ve bizlere ihsanda bulunmazlar diye korkuyoruz. Vatana, dine, ahlaka ve adalete vurdukları darbelere karşı kör ve sağır oluyoruz. Yazıklar olsun bize, sonsuz kez yazıklar olsun! Birisini dindar sanıp peşine düşüyoruz, birisini vatansever sanıp peşine düşüyoruz, birisini de sosyal adaletçi sanıp peşine düşüyoruz. Oysa bu algılamaların hepsi seraptan ibarettir, yalandır, kuru avuntudur. Onların her yaptıklarını hemen kanıksayıveriyoruz. Onlar ne yaparsa boyun büküyoruz, bir hikmeti vardır diyoruz. Tıpkı şeyhlerimize yaptığımız gibi. Hikmetin ne ve nerede olduğunu unutunca, hikmetsizlerin ve yüzsüzlerin otağında hikmet arar olduk. Bu mudur izzetlice yaşamak? Bu mudur vatanseverlik? Bu mudur dindarlık? Bu mudur adalet aramak iştiyakı?
Allah’ı (cc) unuttuk, Kitaptan uzaklaştık, Öndere (sav) zaten mesafeliyiz, tarihimiz bir maceradan ibaretmiş gibi algılanmaktadır, ecdadımızın itibarı yerlerde sürünüyor. Böyle olunca şarlatanların ağına yakalanmaktan kurtulamıyoruz. Önüne gelen bizleri aldatıyor. Kimisi vatan diyor aldatıyor, kimisi Allah diyor aldatıyor, kimisi Atatürk diyor aldatıyor. Yalan, yalan, yalan. Vallahi yalan, billahi yalan, tallahi yalan. Şerefsizim attıkları nutukların tümü boş, tümü lüzumsuz. Sözleri, doğru makyajlı yalandan ibaret. Bunların geneli de dünya nimetlerinin peşinde olan kan emicidirler. Oysa hizmet etmek için acı çekmek gerekir. Bunların kaç tanesi acı dolu bir hayatın içinden süzülüp gelmektedir Allah aşkına? Hadi diyin ki, işte şu adam acıların çocuğudur! Diyemezsiniz, diyebileceğiniz tek kişi bulamazsınız. Çünkü acılar adamı olgunlaştırır, insan eder. Peki, sırf kendini düşünen insan mıdır ve hangi acıyı tatmıştır? Yalan. Bir millet kan ağlarken, gülen insan olabilir mi? Bir çocuk çöplükten ekmek toplarken, milyarları götürmeyi vicdanına yediren insan olabilir mi? Gülmek, eğlenmek, giymek, yemek, gezmek, sadece bu kan emici düzenbazların ve rezil veletlerinin hakkı mıdır insanlık aşkına? Veletleri, bir gecede, bir memurun bir üç aylığını harcayanlar insan olabilir mi?
Bunlar hangi hakla milyarları hak etmektedirler? Hangi hakla, iki yıllık hizmetin mukabilinde (ki yaptıkları hizmet mi yoksa ihanet mi o da tartışılır) bir ömür emekliliği hak etmektedirler? Hangi kutsal vazifeyi yapmışlardır ya da yapmaktadırlar? Hangi bedeli ödemişlerdir? Meydanlarda birbirlerine düşman olurlarken ve sizleri birbirinize düşman ederlerken, nasıl oluyor da milyarları cukkalamak ve bedavadan emekli olmak işinde hemencecik bir araya geliveriyorlar? Kendileri milyarları cukkalamayı bir hak olarak telakki ederlerken, sizlerin haklarını niçin düşünmüyorlar? Daha memur maaşlarını tanzim edemezlerken, nasıl oluyorlar da gece yarısı operasyonu ile kendilerine yüzde yüz zam yapabiliyorlar ve iki yıllık bir vekil için kıyak emeklilik hakkını yasallaştırabiliyorlar? Bu mudur vatan sevgisi? Bu mudur dindarlık? Bu mudur sosyal adalet iştiyakı, yoksulları düşünmek? Lanet bunlara, yazık bizlere! Böyle dindarlığında, böyle vatanseverliğinde, böyle yoksul düşünmenin de içine tüküreyim be. Bir memurun bir yıllık maaşını, bir asgari ücretlinin iki yıllık maaşını nasıl oluyor da bir ayda alıyorlar, alabiliyorlar? Bu hakkı kim vermiştir onlara? Hiç düşünüyor muyuz Allah aşkına?
Allah aşkına bu nasıl iştir? Bu nereye gidiştir? Kimdir bunlar? Nereden gelmişlerdir? Ne yapmaya çalışmaktadırlar? Bir avuç çapulcu nasılda bizleri sömürebilmektedirler, bizleri aldatabilmektedirler? Bizleri birbirimize düşman ederlerken, nasılda kendi ortak menfaatleri için birleşebilmektedirler? Bizler kan ağlarken, bunlar nasıl gülebilmektedirler? Bunlar mı vatansever? Bunlar mı dindar? Bunlar mı sosyal adaletçi? Eğer bunların bir teki bile, vatanseverse, dindarsa, sosyal adaletçi ise; ben vatan hainiyim, ben dinsizim, ben kan emiciyim. Yalan, yalan, yalan. Bunlar hangi vatanın çocuklarıdırlar ve hangi vatanı savunmaktadırlar? Bunlar hangi dinin müntesibidirler ve hangi dini yaşamaktadırlar? Bunlar hangi adaletin havarisidirler ve hangi adaletin sözcülüğünü yapmaktadırlar? Ne yani, vekildirler diye her şeyi yapmakta serbest midirler? İstedikleri gibi hazineyi soymak hakları mı vardır? Yaşamlarımızı zehirlemek adına istedikleri gibi hareket etme hakkını bunlara kim vermiştir? Birileri, dinsizler geliyor diye oyunuzu çalmaktadırlar; birileri, vatan hainleri ortalığı sarmış diye oyunuzu çalmaktadırlar; birileri de, emekçilerin hakları gasp ediliyor diye oyunuzu çalmaktadırlar. Sahtekârlar, düzenbazlar. Gerçek vatan hainleri, gerçek din düşmanları, gerçek adalet katilleridir oysa bunlar. Ulan madem dindarsın, din sana zalim olma hakkı mı veriyor? Ulan madem vatanseversin, vatan çocuklarının haklarını çalmak hangi vatanseverlikle bağdaşır? Ulan madem yoksulları, emekçileri düşünüyorsun, niçin o yoksulun hakkını bir ayda çalacak kadar alçalıyorsun? Sahtekârlar, düzenbazlar, zalimler, kan emiciler. Sizlerde insansınız ha? Sizlerde vicdanın kırıntısı var ha? Sizler asla insan olmazsınız ama ne olduğunuzu bilmiyorum?
Meclis çalışanlarına yüzde yüz yetmiş zam, iki yıllık vekillere kıyak emeklilik, emekli vekillere yüzde yüz zam, doktora zam, bürokrata zam, herkese zam, yaşamaya zam, peki memura nerede zam? Yok. Çünkü memur zavallı, memur kuzu, memur salahiyetsiz bir küçük adam, memur açlıktan nefesi kokan adam, memur üç kuruşun peşinde sürünen adam. Allah aşkına, yaşamak, sadece makam, servet ve şöhret sahiplerinin hakkı mıdır bu ülkede? Memur söz konusu olunca sağır olanlar, kendilerine gelince nasıl da gecelik seanslarda iş bitirmektedirler? Bu nasıl iştir? Hiç düşünmüyor musunuz? Yoksa hala bunların her hareketinde hikmet arayanlardan mısınız? Yazık size, binler yazık. Ulan bende bu ülkenin evladıyım. Bende ülkemi seviyorum, milletimi savunuyorum, yoksulları düşünüyorum. Ulan benim kaderim hep ezilmek midir? Hep bakınmak mıdır? Hep şarlatanların her hareketinde bir hikmet aramak mıdır? Sahte şeyhlerin boş sözlerine kulak kabartmak mıdır? Nasıl insanlarız biz be? Hep mi susacağız? Hep mi kan kusacağız? Hep mi bizi emenlere gülücük saçacağız? Hiç tepkimizi koymayacak mıyız? Kan emicilerden hesap sormayacak mıyız? Hep mi oy vereceğiz, yollarına güller dereceğiz, ayaklarına kırmızı halılar sereceğiz bu zalimlerin?
Kendini düşünmeyeni kimse düşünmez gözüm. İçim acıyor be gözüm. Vallahi içim acıyor. Yüreğim yanıyor. Dayanamıyorum. Nasıl dayanayım? Nasıl yanmayayım? Nasıl bir haldeyiz? Nasıl olupta bir araya gelemiyoruz? Nasıl olupta sadece adalet için meydanlara dökülemiyoruz? Bunların bizleri sömürmesini göz göre göre nasılda izliyoruz be gözüm? Bunlarda utanma, arlanma duygusu yoksa bizlerde had bildirme yürekliliği de mi yok gözüm? Bizleri nasılda bölmüşler be gözüm? Gözlerimizi nasıl da kör etmişler be gözüm? Tepkimizi nasılda kırmışlar, duyarlılıklarımızı nasılda yok etmişler be gözüm? Bizleri nasıl kuzulaştırmışlar be gözüm? Bizleri nasılda bizden çalmışlar be gözüm? Vakit isyan vakti değil mi be gözüm? Vakit, bizleri sömürmede ortak olanlara, bir araya gelenlere karşı; sömürülenler ve ezilenler olarak bir araya gelmek, ortak akılda buluşmak, adalet kavgasında dayanışmak ve isyan etmek vakti değil midir be gözüm? Sen hakkını aramazsan, kim arayacak senin hakkını? Sen kuzu gibi olursan, senin etini elbet kemiren olacaktır be gözüm? Yapma be gözüm! İyi düşün be gözüm! Gör oyunları, parçala tezgâhları be gözüm?
Son tahlilde; yumuşaklıkla olmuyor, kuzulukla karın doymuyor. Sert olman gerekiyorsa olacaksın, kurt olman gerekiyorsa olacaksın. Sen hayvan değilsin ki, birileri insanım diyerek seni gütmeye çalışsın. Kendi bil gözüm, kendine gel gözüm. Gücünü hisset ve hissettir gözüm. Bunu muhakkak yap gözüm! Gücü senden alıpta, kendilerini güçlü sananlara ve senin emeğine konanlara, sofrana davet edilmeden hayâsızca dalanlara öyle bir darbe vur ki; yer sarsılsın haşyetinden, gök çöksün şiddetinden. Kendini tanımayanı, bilmeyeni, kimse ne tanır ne de bilir, bu böyle biline gözüm! Yaşam, cesur insanların tadabileceği bir şölendir gözüm. Konuşan ve direnen ülkelerde zafer, susan ve pusan ülkelerde utanç vardır gözüm. Unutma bunu gözüm!
En son tahlilde; İsyan ahlakını kuşanmak kaçınılmaz olmuştur.
Aziz ve kıymetli münevverimiz, haysiyet ve mesuliyet abidesi, sadakatli, asaletli, necabetli vatan çocuğu NURETTİN TOPÇU üstadımızın ‘’İSYAN AHLAKI’’ isimli bir kitabı vardır, lütfen okuyunuz, Allah rızası için okuyunuz. Sonsuz istifade edeceğinizden mutlak olarak eminim.
EKSTRA:
BİR:
Sevgili memurlar zümresine, bahusus muallim sınıfına, sesleniyorum: Lütfen gücünüzün ve sayınızın bilincinde olun. Lüzumsuzlukları bir kenara bırakın ve adalet arayışında ortak olun. Gücünüzü hissetmezseniz, başkasına da hissettiremezsiniz. Ve sizleri hep şamar oğlanı olarak telakki ederler. Sizleri sefil ve zavallı olarak algılarlar. Asla partici olmayın. Adaletçi olun ama partici olmayın. Adalete tapın ama partiye tapmayın. Sizi düşünmeyeni düşünmek ahmaklığın dik alasıdır. Sizlerin haklarınızı acımadan, vicdanları sızlamadan çalanların sahte nutuklarına zerre itibar etmeyin. Sizler mevzubahis olunca yan gelip yatanların ve kendi menfaatleri olunca servetlerine servet katanların, sizden beklediklerini onlara vermeyin. Umduklarını boşa çıkarın ki, hadlerini bilsinler. İşte, kendileri gelmezlerse, her şey tekrar tehlikeye girecek martavallarına kesinlikle ama kesinlikle tükürün geçin gidin. Böyle zırvalıklara asla itibar etmeyin. O zaman kendilerini düşündüklerinin binde biri kadar sizleri de düşünsünler. Ne yani, hem sizin sırtınızdan geçinecekler, hem krallar gibi yaşayacaklar, hem servetlerine servet katacaklar hem de sizi satacaklar. Ama malum zaman gelince sizlerin kutsal şeylerinizin üzerine yatacaklar. Yaşamaksa birlikte yaşamak, nimetlerden tatmaksa birlikte tatmak. Bilakis, yok öyle tek başına keyif çatmak. Bu ne lan, sizler şamar oğlanı mısınız? Sizler sağılacak inek misiniz? Sizler bunların ayakları altında kırmızı halı mısınız? Herkes haddini ve hududunu bilecek gözüm. Sen de gücünü bileceksin ve elinde ki en büyük kozu heba etmeyeceksin.
Misal; 2012 yılının Ocak ayında, sizlere en az ama en az, eski parayla net olarak 250 milyon Türk Lirası (aslında 500 olması gerekir ama hadi neyse) zam vermedikleri takdirde, sizin bazı şeylerinize muhtaç oldukları zaman, o şeyinizden milyarlar adedince hatta sonsuz sayıda olsa da bir tekini bile vermeyiniz. Zaten verirseniz, sizden yana şüphe ederim ve sizlere verdiğim desteğe de acırım. Kendi kendime küfrederim. Ulan kendilerine yüzde yüz zam yapıyorlar ve sen akıllarına bile gelmiyorsun, gelince de nasıl geldiğin belli. Kendilerine yüz de yüz, sana yüzde üç. Bu mu lan adalet? Ve sen böyle bir durumda hala particilik yapıyorsan yuh olsun sana! Sen her türlü zilleti hak ediyorsun demektir bu. Hadi haksız de bana ve beni haksız çıkar güçlü delillerinle. Yapamazsın gözüm. Asil olmalısın, cesur olmalısın ve hesap sormayı bilmelisin gözüm. Sen hesap sormazsan, hesapsızca hareket edilmesine laf edemezsin gözüm! Artık sen bilirsin bundan böyle gözüm! Seçim senin, karar senin, kader senin.
İKİ:
Kimlik bilincimiz dumura uğradı, İslami duruşumuz dünya nimetlerine feda edildi. Git gide çökmekteyiz. Prangaya vuruluyoruz zımnen. Bütün değerlerimiz handiyse unutulmak üzere. Bizleri birbirimize bağlayan bağlar kopmak üzere. Tedbir gerekiyor ama alacak kim? Öleceğiz ama ağlayanımız bile olmayacak! Yemin ediyorum yazık oluyor her şeye. Nereye gidiyoruz bilemiyorum. Bir istikamet gösteriliyor ama muhtemelen yanlış olduğunu düşünüyorum. Gemi batarsa, batıranların serencamı nice olur tahmin edemiyorum. Sanki birilerinin bir şeyleri çalınmış gibi, verilecek şeyler olduğu söylenmektedir. Bu vahim bir hatadır. Karanlığa hizmettir ve sonu hezimettir. Saflığı, akıllılık sanmak, bilinçsizlik ve şuursuzluk alametidir. Çok büyük ve tehlikeli bir oyun oynandığını seziyorum. Ruhumun gizli ajanları bu yönde alarm veriyor. Allah korusun! Âmin.
ÜÇ:
Camilerimizde ki, ‘’Allah katında din İslam’dır’’ yüce buyruğu niçin yasaklandı acaba? Yalan demeyin, çünkü yalan değil. Ya duymadım, ya da duyurulmadı. Bidahasına bizatihi kulak vereceğim inşaallah. Bu, Allah’a (cc), Öndere (sav), Kitaba, insanlığa, ülkeye ihanettir beyler. Bu suçu işlemeyiniz. Bu vebalin altından kalkamazsınız. Sizler bunu söyletmekten niçin gocunursunuz? Kimden korkarsınız? Sahi bunu yasaklayan hangi dindendir? Hangi ülkenin, milletin ve ümmetin evladıdır? Ya siz gerçekten şaşırdınız mı? Allah’ın sözünü yasaklıyorsunuz be, utanmıyor musunuz hiç? Kim cüret edebiliyor buna vallahi pes doğrusu? Türk yurdunda, İslam dininin mihenk taşını söküp atmak, kimin haddine be bu? Ya sizler İslam değilsiniz ve bu milleti aldatıyorsunuz, ya da hâşâ gerçeği Allah’tan daha iyi biliyorsunuz? İslamı tahrif ve tahrip gayreti içinde olan ‘’Ilımlı’’ların tezgâhına getiriliyorsunuz bilesiniz. ‘’Ilımlı’’ların görevi budur. Bunu öyle ya da böyle yapmak, İslamı tahrif etmek onların vazifesidir, bu vazife onlara verilmiştir, yapmadıkları takdirde, siyonist bütün olan biteni ortaya saçacaktır ve bu korku ihanete sebep olmaktadır. Onlar kendi kendilerini prangaya vurdurmuşlardır. ‘’Benden başkasından korkarsanız, korktuklarınızı başsına musallat ederim’’ diyor ya Rabbimiz, işte o hesap. Korktukları başlarına musallat edilmiştir bunların. Allah kurtarsın! Âmin. Ama sen kurtulmak istemezsen, Allah seni kurtarmaz ki! Ahmaklık başa beladır. Bunların bu topraklarda ki, yaptıkları her şey emperyalizmin ekmeğine yağ sürmek olacaktır. Din bunların inisiyatifine bırakılamaz ve bırakılmamalıdır. Bunların varlıklarına bir diyeceğimiz olamaz, her türlü hak sahibidirler ve bu konuda söz etmek, bizim namertliğimiz olur ama bunların bozuk düşüncelerinin bu topraklarda hâkim olmasına asla müsaade edilemez ve edilmemelidir. Edilmesi demek, emperyalizme geçit verilmesi demektir. Bu milletin ve ülkenin çocukları bu mevzuda sonsuz dikkatli ve uyanık olmak zorundadırlar, bu milli ve dini bir sorumluluktur, vazifedir. Umarım anlaşılırım ve gerektiği şekilde hareket edilir.
DÖRT:
İlk evvelde şunu ifade edelim; adalet varlığın özüdür, canıdır, temel taşıdır. Adaletsiz her şey yok olmaya, yıkılmaya, mahvolmaya mahkûmdur ve layıktır. Şimdi de gelelim sadede: Devlet adaletli olmalıdır ve karşısında ‘’devletleşmeye’’ gidenleri tecziye etmelidir, bilakis devletin hükmü kalkar. Devletleşmeye giden gruplar çökertilmelidir. Böyle durumlar iç kargaşayı tetikler. Zira devletten ayrı, bir güç savaşını tetikler ki, bu çok vahim bir durumdur. Üstelik adaletsizliği de tevlit etmesi mutlaktır. Adam kayırmacılık kol gezer. İnsanlar güven sorunu yaşarlar. Rahatsızlık bütün toplumu sarar ve sarsar. Bu malum cemaat olabilir, Koç, Doğan vb. bir sermaye yapılanması olabilir. Hiçbirisine devlet karşısında güç olma ayrıcalığı tanınmamalıdır. Kesinlikle tanınmamalıdır. Hadlerini aşarlarsa hadlerini bildirmekte tereddüt edilmemelidir. Tanındığı takdirde, devletin hükmünün kalmaması muhakkaktır. Devlet bunların devletleşmesine müsaade ederse ve bunları tanırsa, kendisini tanıyan olmaz. Bu mevzu çok önemli bir mevzudur. İyi tetkik, tahlil edilmelidir, üzerinde derince düşünülmelidir, ondan sonra yargıya varılmalıdır.
BEŞ:
Fransız kahpesine, Sarkozy züppesine yaptırımlar sözde değil özde olmalıdır ve gereken kesinlikle tavizsiz şekilde yapılmalıdır. Yoksa sürekli oyuncak gibi algılanırız ve şamar oğlanı olmaktan kurtulamayız. Artık kendimize gelmeliyiz ve tepkilerimizi layığı ile vermeliyiz. Ve bu tepki mutlaka makes bulmalıdır gereken yerlerde. Yoksa cızırtı çıkaran radyo gibi algılanırız, anlaşılmayız ve önemsenmeyiz. Dahasını söylemeye lüzum yok. İnşaallah ülkemize ve milletimize layık bir tepki veririz ve kendilerine getiririz Müslüman-Türk katili Fransız alçaklarını ve alçağını. Cezayir soykırımcısı, soysuz pislikleri adam yerine koymamalıyız bundan böyle. Batının, toptan bir necaset olduğunu bilmeliyiz artık! Ve ülkemizde ki, her tepki vereninde (siyasi ya da grupsal, bireysel) gerçekten ve yürekten tepki verdiğini sanmayalım! İçimizde Ermeni’den daha Ermenici, Fransız’dan daha Fransız olanlar vardır kesinlikle bilelim. Ve uyanık olalım. Olayları derinlemesine tetkik ve tahlil edelim.