BİZ İNSANLAR...

Özgür DENİZ - 29.12.2011

 

Biz insanlar dürüst değiliz. Bedel ödemekten korkuyoruz. Yüreklice ifade edelim, korkuyoruz. Korku insani bir şeydir ama bizler bunu abartıyoruz ve hiç korkulmayacak durumlarda bile korkunun egemenliğine giriyoruz. Başımızdaki kuklalarında korktuklarını görünce, hepten korkunun köleleri oluyoruz. Çalışmaktan, yorulmaktan, mücadele etmekten kaçıyoruz. Sürekli hayal âleminde uçuyoruz. Katı gerçeklerlerle yaşamaktansa, soğuk yalanlarla yaşamayı tercih ediyoruz. Ama eninde sonunda gerçeklere boyun eğiyoruz. Hazırı seviyoruz. Bilgide de, yemekte de, ekonomide de vs. hazırı seviyoruz. İstiyoruz ki, birileri bizler için üretsin, birileri bizler için yapsın, birileri bizler için öğrensin. Oysa böyle düşünmenin; bizleri, o birilerinin köleleri haline getirdiğini hiç akıl edemiyoruz. Bize istediklerimizi hazır olarak sunanlara tapıyoruz. Bu yüzden hayata da yüzeysel bakıyoruz ve olguları çok dar açıdan değerlendiriyoruz. Okuduğumuz yalan-yanlış şeyler temelinde hayata bakıyoruz ve hayatı değerlendiriyoruz. Bu yüzden de çakılıp kalıyoruz. Oysa bu gerçekten sonsuz yanlıştır. Özgürlüğün şahikasına çıkacağımıza, köleliğin diplerini boyluyoruz böylece. Çünkü böyle yaptığımız zaman, sağlam tahliller yapamıyoruz, doğru kararlar veremiyoruz. Kitabın ve Önderin (sav) hakemliğini görmezden, bilmezden, duymazdan geliyoruz. Ama safsatalarla ahkâm kesmeyi çok seviyoruz. Her durum karşısında, öz ve kök kaynağa müracaat edeceğimize, şundan bundan öğrendiğimiz yalan-yanlış bilgilere müracaat ediyoruz ve bildiğimiz yoldan gidiyoruz ama hep kendimize ediyoruz. Son olayda bile bu minvalde hareket ettik maalesef. Gerçek kaynağa müracaat edeceğimize, şunun bunun bilgisine başvurduk ve savrulduk. Kendi yaktığımız ateşte kavrulduk.

 

Asıl kitabı okumuyoruz. Hayatı okumuyoruz. Doğayı okumuyoruz. Gökleri okumuyoruz (Şehit Dr. Üstat Ali Şeriati, Önderimize (sav) isnaden şunu söyler; ‘’eğer insanlar arasına karışmam emredilmeseydi, bir taşın üzerine oturur öylece gökyüzüne bakardım.’’) Yine galiba Goethe diyor ki; ‘’gökyüzü imansıza dehşet ve ürperti, imanlıya ümit verir.’’  İnsanı okumuyoruz (Her insan bir kitaptır. Hacı Bektaşi Veli.) Tarihi okumuyoruz. Samimi olalım, okumuyoruz. Okuyormuş gibi yapıyoruz. Bir iki bilgi kırıntısına ulaştık mı, kendimizi allame-i cihan olduk sanıyoruz. Gerçekliği olmayan bilginliğimize kanıyoruz. Cehalet ateşinde yanıyoruz ama farkına varamıyoruz. Çünkü her şeyi bildiğimizi sanıyoruz. Böylece varlık âlemindeki basitliği keşfedemiyoruz. ‘’Yücelik basitliktedir’’ der Arthur Schopenhauer. Öyle değil mi sahiden? Kur’an çok basit gibimize gelir ama en yüce o’dur, bilginin, ilmin membaı o’dur. Yalanlanamayan, yok edilemeyen, değerden düşürülemeyen, eskitilemeyen yegâne hakikat kaynağıdır. Hayatın özünde ki basitliği keşfedemeyince de, yaşamın içinde kayboluyoruz. Yaşamı, bilmeden zorlaştırıyoruz. Böylece en yaşanabilir şeyleri yaşanmaz kılıyoruz. Yaşayamamamızı, zorlaştırdığımız yaşama bağlıyoruz. Yaşanması gerekenlerden uzak kalınca da, yaşamın lüzumsuzluklarına dalıyoruz. Yapay kitaplarda boğuluyoruz. O kadar çok okuyoruz ki bunları; okumaya yabancılaşıyoruz, fakat okuduğumuzu sanıyoruz. Oysa cehaletin ateşinde yanıyoruz. Beşer tarafından üretilmiş her bilgiyi sorgusuzca yutuyoruz. Bunları yuttukça, gerçeğin ne olduğunu unutuyoruz. Olguları yanlış algılıyoruz. Sürekli zehir salgılıyoruz. Zihnimiz daralıyor ve bakış açımız küçülüyor. Nihayet aldanmak ve aldanışlarımızın yangınlarında yanmak kaderimiz oluyor.

 

Aslında başımıza ne gelirse okumamaktan ve bilmemekten geliyor. Okumadığımız halde okuduğumuzu sanmaktan, bilmediğimiz halde bildiğimizi sanmaktan geliyor. Korkmaktan geliyor. Tembellikten geliyor. Okumayan ve bilmeyen, yaşamın dehlizlerinde kaybolur, cehaletin gecesinde kişiliğini kaybeder, kayalara çarpar ve ufalanır gider. Hayat denizi onu yutar. Şunun bunun kölesi olmaktan kurtulamaz. Şeyhlere tapar, politikacılara tapar, şairlere tapar, bilginlere tapar. Hakikate giden yoldan sapar. Gerçek yaşamdan kopar. Korkan, yaşamdan haz alamaz, gerçek zevklerin zümrüt bahçelerine dalamaz. Koklanmaya layık çiçekler bulamaz. Ve olması gereken insan olamaz. Bizim halimiz pür melalimizde harbiden budur. Allah’a (cc) tapmıyoruz, haricindekilere taptığımız kadar. Önderin (sav) izinden gitmiyoruz, hariçtekilerin izlerinden gittiğimiz kadar. Kur’an’a inanmıyoruz, haricindekilere inandığımız kadar. Ve üstüne üstlük yaşamı da öyle bir zorlaştırıyoruz ve karmaşıklaştırıyoruz ki, her şeyi berbat ediyoruz. Bilmediğimiz halde ahkâm kesiyoruz. Okumadığımız halde okumuş havalarına giriyoruz.

 

Harbiden, yalan-yanlış bilgilerle dolu kitaplardan ne öğrendik? Saçma sapan teoriler ne verdi? Kitaplar avuttu. Teoriler uyuttu. Papağanlaştık, sloganlaştık, sıradanlaştık. Okuduk, yuttuk, uyuduk. Öğrenmedik, sindirmedik, uyanmadık. Herkesin bir kitabı oldu. Bulduğumuz kitabı kucakladık. Her birimiz bir teoriyi sahiplendik. Meydana fırlatılan her teorinin peşinden koştuk. Böylece parçalandık. Hakikati göremedik bile. Hakikatin kaynağında buluşup birleşeceğimize, yalanın karanlığında yanlış yollara saptık. Karanlık gecelerde, günah tohumları ekildi topraklarımıza ve cehalet boy verdi. ‘’Günah, cehaletin anasıdır.’’ Kitabı kötüye kullandık ve hakikatin ışığını söndürdük. Yakılan yapay ışıklarla yanlış yollara düştük. Asıl kitabı çok istismar ettik. Yanlışlarımıza ondan dayanak bulmaya çalıştık hayâsızca. Ve kitabı hep başkalarından öğrendik, kendi irademizi ortaya koymadık. Kitabı kendi gayretlerimizle öğrenip bilmeliyiz oysa. Hakikatin bilgisi olmayan bilgilerle, hakikatin bilgisini karıştırdık. Şairler yanlış okudular, bilginler yanlış söylediler, politikacılar yanlış konuştular. Felsefik kalıntılarla, kitap anlaşılmaz hale getirildi. Filozoflarla peygamberler arasında seçim yapmaya zorladılar. Tarihten süzülüp gelmeyen ve ecdattan tevarüs etmeyen uyduruk töreler ve geleneklerle kafalarımız karıştırıldı. Baştan çıkarıcı şairlerin, riyakâr bilginlerin, yalancı politikacıların, düzenbaz şeyhlerin kurbanları olduk. Hatalarda boğulduk, gerçeğe uzaklaştık. Yapmamız gereken hiçbir şeyi yapamadık, tapmamız gereken hiçbir şeye tapamadık. Alışkanlıklarımızdan bir türlü kopamadık.

 

Oysa açık ve net sorular sormalıydık, basit gördüğümüz ya da öyle algıladığımız yüce hakikatlere kulak vermeliydik. Çünkü kurtuluşumuz bu soruların ucundaydı. Kimiz? Nerden geldik? Niçin varız? Ne yapmalıyız? Nereye gidiyoruz? Bütün bu soruların cevaplarını bulmalıydık ve bilmeliydik. Kimdik? İnsandık. Nereden gelmiştik? Bildiğimizi sansakta, bilincinde olmadığımız bir bilinmezlikten gelmiştik. Tabi bildirilenlere de iman ediyorduk. Niçin vardık? İnsanca yaşamak için vardık, var olmamız gerekirdi. Ne yapmalıydık? İnsanca yaşamak için mücadele etmeliydik, etmemiz gerekirdi. Hakkımızı aramalıydık, bulmalıydık ve almalıydık. Nereye gidiyorduk? Bildiğimizi düşünsekte, bilincinde olmadığımız bir bilinmezliğe gidiyorduk. Tabi ki, bizlere bildirilenlere de iman ediyorduk. Evet, basit sorular, basit cevaplar ve basit çözümler. Karmaşıklığa hiç lüzum yok. Boğulmanın anlamı yok. Kaynak belli, yol belli, iz belli, söz belli, amel belli, emel belli.

 

 

AYRINTILAR:

 

BİR:

Hayatımızı kışa döndürdüler, baharlar gelmiyor. Ateşimizi çaldılar, ocaklar tütmüyor. Dert durağı olduk, dertler bizi terk etmiyor. Gözlerimizde yaş, yüreğimizde sızı, sırtımızda ter eksik olmuyor. Doğ ey güneş! Aydınlansın yuvalarımız, tütsün ocaklarımız, serinlesin sırtlarımız, dinsin yaşlarımız, bitsin dertlerimiz, bahar gelsin dünyamıza. Kahrolasıca zalimler yüzünden acıyı bal eyledik, derdimizi bol eyledik, patikaları yol eyledik. Geldik bugüne ve gidiyoruz yarınlara. Oysa bizler insanız ve insanı severiz. İnsanız ve insanı sayarız. İnsanız, bir dilimle doyarız. Fazlasını bulsak, kardeşimizin torbasına koyarız. Yanar yanarız, ateşten doğarız. Gücenmek değil güvenmek isteriz, sevmek ve sevilmek isteriz. Ama seven kim, kim sevilecek bilmeliyiz? Güvenecek kim var görmeliyiz? Adalettir tek derdimiz, insanca yaşamaktır tek emelimiz. Biliyoruz ki, zalimlere inat, yarınlarda sevmek var. Mutlu olmak var yarınlarda, adalet var, paylaşmak var, barışmak var yarınlarda ve yarınlar bizimdir, bizim olacaktır. Ve o yarınlarda bütün zalimler belalarını bulacak, ateş kuyularını boylayacaktır. Elbet bizim hanelerimiz de o gün neşe dolacaktır. Ama önce birlik olmak gerek. El ele vermek gerek. Yollarda birlikte yürümek gerek.

 

İKİ:

Bu politikacılar gerçekten ne de sahtekârlar. Ne utanmaz, arlanmaz ve yüzsüzler. Önce çarkı birlikte döndürüyorlar ve emeklerimizi öğütüyorlar, sonra da biz yokuz diye yan çiziyorlar, başka başka söylemlerle geziyorlar. Yani insanda hayâ duygusunun kırıntısı da olmaz mı be? Madem karşısın, madem geri dönsün istiyorsun, öyleyse niçin gönderiyorsun, niçin destekliyorsun? Sonra da yüzsüzlük yapıyorsun. Her şeyde grup kararı almasını biliyorsunuz, madem bunda da alsaydınız, sizi zorlayan mı oldu? Şimdi işlediğiniz suçtan pişman olmuş gibi tavırlara girmenize inanacak kadar mal mı sanıyorsunuz bizleri? Hiç olmazsa diğerleri kadar erkek (!) olun be. Lanet bir günah işlediler ve işledikleri günahı savunmaktan da çekinmiyorlar. En azından bir tutarlılık var tavırlarında. Sonrada muhalefet olacaksınız siz ha. Sizden ne köy olur ne kasaba gözüm. Eğer gerçekten ilkeli siyaset etmek arzusunda iseniz ve alternatif olmak gibi bir derdiniz varsa, bu emellerinize uygun davranmak zorundasınız, ilkeli olmak ve yaşamak zorundasınız.

 

Hayır yani söyleyin dostlarım! Bir iktidar ki, ‘’bedelli’’ çıkarıyor ve muhalefeti de destek çıkıyor. Bir iktidar ki, ‘’şike’’ yasası çıkarıyor kişiye özel ve muhalefette destek çıkıyor. Bir iktidar ki, ‘’yüzde yüz zam ve kıyak emeklilik’’ gibi durumlar için, hem de milletti uyuttukları bir gece vaktinde, iğrenç ve lanet bir yasa çıkarıyor ve muhalefette destek çıkıyor. Şimdi siz olsanız, bu muhalefetin alternatif olma gibi bir derdinin, iktidar olma gibi bir emelinin olduğuna inanır mısınız? Ben, hem vallahi, hem billahi, hem tallahi inanmam. İnanmam, çünkü iktidarın yanlış yolundan giderek halka dost olunamaz. Ve halkta iktidarla aynı durumda olan muhalefetten yana seçimde bulunmaz. Bunu göremeyen mutlak körlüğe mahkûm olmuş demektir, bakar körlüğe. Böylelerin kaderi, meydanlarda oraya, buraya çarpmaktan ve dağılıp ufalanmaktan başka şey olamaz. Kusur bakmayın, gerçek budur ve böyle olduğunuz müddetçe de sürünmeye mahkûmsunuz. Bizlerin karşısına çıkıpta ahkâm kesmeyi de bırakınız. Önce üzerinizde ki yüzsüzlüğü atınız, sonra geliniz. Merak etmeyiniz, temiz geldiğiniz zaman, layık olduğunuz gibi karşılanacaksınız.

 

ÜÇ:

Ey politikacı zalimler! Yaptıklarınızla halka zulmettiğinizin, halka kan kusturduğunuzun farkında mısınız? Ve halkı hiç olmayacak şeylere zorladığınızın farkında değil misiniz? Bakınız, bu millet, bir susar, iki susar ama sonunda öyle bir kan kusar ki, o kan denizinde lanetliler olarak boğulursunuz. Ve bunun olmayacağını düşünüp rahat şekilde yaşamayınız, emin olunuz bu eninde sonunda olacaktır. Çünkü yaptıklarınız insanların burunlarına geldi dayandı. Ve sizler bu milletin başını belaya sokmak derdindesiniz sanki. Bu ülkeyi yok etmek için yaşıyorsunuz, yarışıyorsunuz sanki. Zira her hareketiniz, her söyleminiz buna yönelik algılanmaktadır. Keşke yanlış olan biz olsak ama maalesef değiliz. 

 

Ben, bu arada, sürekli ahlaktan ve adaletten dem vuran ve olur olmaz her konuda ahkâm kesmeye çalışan bazı âlimciklerinde bu mevzuda niçin sus pus olduklarını anlamış değilim. Acaba küresel baronlar bu konularda konuşmaya ruhsat vermiyorlar mı? Yoksa ses ta ötelerden buralara ulaşasıya kadar gücünü mü kaybediyor? İnsan utanır be! Bir âlimin susmaması gereken esas mevzu budur. Hem ahlak ve adalet deyip duracaksın hem de azim ve şedit ahlaksızlıklar ve adaletsizlikler karşısında sus pus olacaksın. Bu tavırda insaniliğin, İslamiliğin zerresi var mıdır Allah (cc) aşkına? Ve sonra da size inanmamızı isteyeceksiniz. Yapmayın Allah aşkına. Bizler kör, sağır ve vicdansız mıyız?

 

Yine bu arada, bu azim ve şedit adaletsizliğe ve ahlaksızlığa meydan okumak adına meydanlara çıkma zamanı gelmedi mi ey sendikal zorbalar, zalimler, ter, yaş ve kan emiciler? Ne duruyorsunuz? Yoksa umduğunuz bir şeyler mi varda, bizim haberimiz yok? Meydanlar sahibini bekler bilesiniz ve silkinip kendinize gelesiniz ve kahramanca direnişinizle karanlığı delesiniz. Hadlerini bilmeyen küstahlara, hadlerini bildiresiniz. ‘’Konuşan ülkelerde zafer, susan ülkelerde utanç vardır.’’ Georges Demenceou. Ve ‘’Yaşam, cesur insanların tadabileceği bir şölendir.’’

 

DÖRT:

Aziz ordumuzun bünyesinde bulunan bazı subaylarımıza yönelik kasetler ortada gezmektedir. Bu kaset durumları ya kasıtlıdır ve orduyu yıpratmak amaçlıdır ya da gerçekten ordumuzun bünyesinde şereften ve ahlaktan yoksun, askerlik ruhundan mahrum, kimliğinden ve değerlerinden nasipsiz sefiller barınmaktadır ve yaptıkları hareketlerle orduya asıl darbeyi indirmektedirler ve yine gayeleri orduyu yıpratmaktır. Bu ihanetlere bir son verilmelidir artık ve alçak hainlere dur denilmelidir artık. Orduya iftira atılıyorsa da, ordu içinde gerçekten böyle düşük karakterliler varsa da bu ihanettir ve kesinlikle dur denilmelidir. Ve hainler acımadan tecziye edilmelidirler. Böyle bir zamanda orduyu yıpratmak soysuzluktur, kansızlıktır ve darağacında sallandırılmayı hak eden bir harekettir. Bu ordu yıpratılamaz arkadaş! Evet, içinde hainler olabilir ve bu doğaldır, çünkü kimsenin ruhu bilinemez. Ama bu hainler tespit edildikleri anda tedip ve tenkil edilerek ordu bünyesinden def edilmelidir. Fakat ordumuz asla yıpratılmamalıdır ve bulunması gereken yerden geri çekilmemelidir. Bu ordu yıpratılmak ve geri planda durması istenmektedir. Ama bu olacak iş değildir. Herkes haddini ve hududunu bilecektir, bilmez ise şayet bildirilecektir. Bu mutlak gerçektir. Oyun ve eğlence değildir.

 

BEŞ:

NOEL-YILBAŞI denilen ne idüğü belirsiz günün bizimle ilgisi yoktur ve bu saçma sapan günle ilgili söz eden vatan çocuklarına yönelik sözler, hareketler artık çok olmaktadır. Herkes haddini bilecek ulan. Eğer bu ülkeye sadakatli olmakta zorlanıyorsanız defolup gideceksiniz. Eğer bu milletin tarihine, dinine, ecdadına saygılı olmakta zorlanıyorsanız defolup gideceksiniz. Yetti be. Her şeyin bir hududu vardır. Hudut aşıldı mı, aşan için zarardır. Vallahi zarardır, billahi zarardır. Bu milletin çocuklarının sessizliğine asla aldanmayın. Sevgi olur olmaz yerde gösterildi mi değerden düşer ve kıymetsiz bir şey gibi algılanır ama gösterileceği yerde de gösterildi mi olması gereken olur. Ama olması gereken olduğu gün, bazı şeyler son bulur! Can tatlıdır!

 

ALTI:

Asgari ücrete verdiğiniz zammı keşke hiç vermeseydiniz. Hiç utanmadınız mı? Hiç yüzünüz kızardı mı? Yazıklar olsun size. Hem vallahi yazıklar olsun, hem billahi yazıklar olsun. Lütfetmişsiniz beyim, aslında 700 bin lira da çoktu, hiç vermeyecektiniz. O insanlar zaten sürünmeye alışmışlardı. Sizler gibi saraylarda yaşayanlar değillerdi, sürekli havyar ve bal yiyen insanlardan değillerdi. Yani ne olurdu ki, bir paket sigara az içerlerdi. Sizler gerçekten insanlığı çoktan unutmuşsunuz. Zaten İslam olduğunuza kesinlikle inanmıyorum.

 

Birileri bir hafta et yememiş. Yuh olsun sana be adam. Yazıklar olsun. Sen insanlar arasında dolaşma bence. Birisi de tamı tamına bir muallimin bir buçuk maaşına ev tutmuş. Sana da yuh olsun be adam. Yazıklar olsun. Sende insanlar arasına çıkıp dolaşma. Gerçekten sizler kimsiniz, nasıl varlıklarsınız anlamıyorum. Be utanmaz adam, sen bir hafta et yemiyorsun, asgari ücretli bir yıl et yemiyor. Be utanmaz adam, sen onca parayı kiraya verirken, asgari ücretli senin aldığın haram paranın dörtte biriyle aile geçindiriyor. Bu millet senin kiranı ödemek zorunda değildir. Sana her gün et yedirmek zorunda değildir. Zehir zıkkımdır o emdiğiniz terler, yaşlar, kanlar, emekler bunu asla unutmayınız. Şahsen ben kendi adıma asla helal etmiyorum ve inşaallah burnunuzdan fitil fitil gelir ve sizlere zehir zıkkım olur aldıklarınız, çaldıklarınız. Sizler Müslümansınız, sizler vatanseversiniz öyle mi? dönünde mazinize bir bakın bakalım yüzsüzler. Bir vekilin beden ne üstünlüğü olabilir? Yaşamak onun hakkımı olmaktadır seçildiği için ve benim hakkım değil midir seçen olduğum için? O insanlar gerçekten üstün meziyetli insanlar mıdır? Ürettikleri değerler nelerdir? Hangi terin, kanın, yaşın karşılığıdır yaşadıkları hayat? Vekiller daha fazla almak için değil paylaşmak için kavga vermelidirler. Sonra da yüzsüzce bürokratların durumlarını örnek göstermemelidirler, zira onların durumunu tanzim edenlerde kendileridirler, o zaman adam gibi tanzime din ve sömürüyü engelleyin, adaleti sağlayın.

 

İnşaallah, memurlara da böyle iğrenç şekilde davranmazsınız. Şimdiden söyleyeyim; ben olsam memurların, muallimlerin yerine, eğer yüzde üçlük falan bir zam verilirse kesinlikle toplu olarak reddederim, almam ve meydanlara inerim hem de milyonlarla hem de tek fikir ve tek yürek olarak. Sadece adalet için. Hem de pervasızca, korkusuzca ve layığı ile gerekeni yaparım. Aslında askerlerimizin ve polislerimizin yerinde olsam, böyle bir durumda çalışan ve üreten insanların yanında, safında yer alırım ve onlarla birlikte hareket ederim. Memurlar en az ama en az 250 bin lira olan bir zamma eyvallah çekmeliler ama yine de bunların aldıkları maaşı asla tolere etmemeliler. Çünkü bunların aldıkları maaşta, kıyak emeklilik hakkı da zalimliktir, zulümdür, haramdır.

 

YEDİ:

Herkes dönemsel sürecin bilincinde olacak, dikkatli olacak. Bu yüzden hareketlerine dikkat edecek. Bir şey yaparken, ederken bin düşünüp bir yapacak. Öyle gece yarılarında dağlarda gezmeyecek. Gündüz öldü mü? Ovalar yok mu oldu? Evet, çok üzücü bir durum ama arka planında neler gizli bilemeyiz. Kirli kokuların çıkmakta olduğu belli. Ya onlar PKK’lı olaydı ve Mehmetçiği şehit edeydi ne olacaktı? Ve bu olmazdı diye bir şey de yok. Olduktan sonra da olabilecek şey de yok. Geriye kalacak olan yürek yangınıdır. Kimse köpeklik yapmasın. Önüne gelen Mehmetçiğe vurmaya yelteniyor. Ulan dün her şeyde yaltaklanan sizdiniz, ne oldu da birden böyle dönüverdiniz alçaklar, namertler? Ama maalesef o günlerde de demiştim, şimdi de diyorum: sizler, siyonist köpeği medyalar, asla bu ülkeyi de, bu milleti de, bu devleti de, bu dini de, bu orduyu da, bu emniyeti de, bu MİT’i de sevmediniz ve sevemezdiniz de, fakat hep yaltaklandınız çıkarlarınız için. TSK geriye çekilsin ve meydan PKK’ya kalsın istenmektedir. Operasyonlar dursun istenmektedir. TSK üzerinde psikolojik baskı uygulanmak istenmektedir. Bunu yiyecek kadar ahmak olmamalıyız. Herkes dikkatli olmalı, haddini bilmeli, yerini, zamanını bilmelidir. TSK her zaman da ve zeminde dimdik ayakta durmalıdır. Asla geri çekilmemelidir. Yapması gereken işi layığı ile yapmalıdır. Ama orduya zarar verecek hareketlerden de kaçınılmalıdır. Ve tezgâhların arka yüzleri de açık edilmelidir. Ama gizli görüşmeler ortaya çıkarılsa, bu kirli tezgâhın altından hangi BDP lilerin ve PKK lıların olduğu gerçeği çıkar ki? Merak bu!

 

SEKİZ:

İslamcı diye bilinen gazetelerde köşe sahibi olan ve sürekli temel ve kök değerlere saldıran yüzsüz ve utanmazların, hainlerin, orada bulunmalarının gerçek gayesi nedir acaba? Gerçekten merak ediyorum. Yoksa Müslüman gençliğin dönüştürülmesi mi? ülkeye, dine, devlete, millete ihanet edecek kişiliklere dönüştürülmesi mi? Zira zıpçıktı sözde İslami duyarlılığa sahip gazetelerin içlerinde bulundukları acınası hal malumdur. Düşmanın yapmayacakları ihanetlere yol vermektedirler. Sefilliğin bini bir paradır.

 

‘’Olayı gördüler de nedenini göremediler.” Blaise Pascal

Tarih: 29.12.2011 Okunma: 691

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?