Müslümanlık nerde, bizden geçmiş insanlık bile...
Âlem aldatmaksa maksat, aldanan yok, nafile!
Kaç hakiki Müslüman gördümse: Hep Makberde'dir
Müslümanlık bilmem amma, galiba göklerdedir!
İstemem dursun o payansız mefahir bir yana...
Gösterin ecdada az çok benzeyen bir kan bana!
İsterim sizlerde görmek ırkınızdan yadigâr!
Çok değil ancak! Necip evlada layık tek şiar.
Varsa şayet, söyleyin bir parçacık insafınız:
Böyle kansız mıydı -hâşâ-kahraman eslafınız?
Böyle düşmüş müydü herkes ayrılık sevdasına?
Benzeyip şirazesiz bir mushafın eczasına,
Hiç görülmüş müydü olsun kayd-ı vahdet tarumar?
Böyle olmuş muydu millet can evinden rahnedar?
Böyle açlıktan boğazlar mıydı kardeş kardeşi?
Böyle adet miydi, bi- perva, yemek insan leşi?
Irzımızdır çiğnenen, evladımızdır doğranan!
Hey sıkılmaz ağlamazsan, bari gülmekten utan!
"His" denen devletliden olsaydı halkın behresi:
Payitahtından taşmazdı bu gün sarhoş na'resi!
Davranın haykırmadan nakuus-i izmihlaliniz.
Öyle bir buhrana sapmıştır ki, zira haliniz:
Zevke dalmak şöyle dursun, vaktiniz yok mateme!
Davranın, zira gülünç olduk bütün bir âleme,
Bekleşirken gökte yüz binlerce ervah intikam;
Yerde kalmış, naşa benzer kavm için durmak haram!
Kahraman ecdadımızdan sizde bir kan yok mudur?
Yoksa: İstikbalinizden korkulur, pek korkulur!
BİR:
İnsanlığı gerçekten unuttuk. Ve insanlığı uyuttuk. Dünyanın bütün pisliğini yedik, içtik, yuttuk. Ecdadımıza ihanet ettik. Bıraktıkları mirası rezilce harcadık. Bütün değerlerimizi, dünya nimetlerine feda ettik. Karanlık çehrelerimizi, nurlu simaların ardına gizledik. Kirli tebessümler sunduk insanlara. Camilere uğramamız insanları daha kolay aldatmak içindir. Nutuklarımız insanları daha kolay uyutmak adınadır. İnsanları aldattığımızı sanıyoruz ama aldanan kimdir? Aldanan varsa da, kemik kırıntısı bulacağına inananlardır, arka sırada hizaya geçenlerdir. Çok kazanıyoruz, daha çok kazanmak adına çırpınıyoruz. Paylaşıyoruz sanıyoruz ama yanılıyoruz. Dar çerçevede pay ediyoruz, çaldıklarımızı. Makam, şöhret, servet sahibi oluverdik mi kendimizi toplumdan soyutluyoruz ve her şeye hakkımız olduğunu sanıyoruz. Yapmamız gerekenleri yapmıyoruz, sonra da olanları kendi namussuzluklarımıza payanda kılıyoruz. Misal; toplumda, adaleti sağlamak görevimiz olduğu halde bunu yapmıyoruz, ama kendi sömürümüzü haklı göstermek adına, uygulamadaki haksızlıkları örnek gösteriyoruz hiç yüzümüz kızarmadan. Oysa adaleti ikame etmek için çabalasak ve adaleti uygulasak, ne mağdur olacağız ne de mağdur edeceğiz. Bürokratik soygunları ve adaletsizlikleri yok etmek senin işinse yok edeceksin arkadaşım, bürokratik soygunları, kendi soygunlarını haklı çıkarmak için malzeme yapmayacaksın. Yemezler ve sen de haklısın demezler. Çünkü haklı olamazsın. Düzelteceksin. Adam olacaksın, adam edeceksin ve doğru yoldan gideceksin.
Maaş senin hakkın, makam senin hakkın, şöhret ve servet senin hakkın, tamam anladık. Sen güçlüsün, sen seçilmişsin ve bu yüzden her şeye layıksın(!). Peki arkadaşım, yoksulun hakkını söyler misin bana, nedir yoksulun hakkı? Yoksulun hakkı sürünmek midir? Ezilmek midir? Evet, utanmayın söyleyin! Konuşacağız, eğer yüreğiniz varsa konuşmaya. O yoksul olduğu için yaşamayı hak etmiyor mu? Gezmek ona göre değil mi? Şöyle ailesiyle güzel bir tatil yapmak, güzel ve mutlu anlar yaşamak yoksulun da hakkı değil mi? O kurulduğunuz makamlar da oturmaya layık değil mi yoksullar? Peki, bu kahrolasıca (!!!) yoksullar niye varlar ki? Bunları sürelim gitsin, bunları fırınlara dolduralım ve bidaha başınızı ağrıtmasınlar olmaz mı? Öyle ya, olmadık zamanlarda başınızı ağrıtıyorlar. Hiç olmazsa, her şey artık sizin hakkınız olur. Nasıl olsa yoksullar olmayacak ya, sorunda kalmaz. Sizden para isteyen olmaz. Rahat şekilde istediğiniz ücreti alırsınız. Sorunsuz koltuklara kurulursunuz. Yoksul sürünmeye, sizler yürümeye alışıksınız nasılsa! Bu yüzen yoksul sürünmeye devam edebilir ama sizler düşmeye gelemezsiniz! Olmuyor mu bunlar? Meclise sizin veletleriniz kurulur ve karşılığında imzalar alırsınız. Maaşlar sizler içindir. Maaşlar için, geçim zorluğu dediniz; peki Meclise torpille alımlara ne diyeceksiniz? Sizde yüz kalmamış arkadaşım! Konuşacak tek kelimeniz yok ama hala konuşabileceğinizi düşünüyorsanız, ben sizlere kâfir bile demem! Sizler katıksız münafıklarsınız!
Biriniz çıkar, maaşlardan utandığını söyler ama arka taraftan eşini, evladını daha yüksek mevkilere çıkarıp maaşını artırmak için çalışır. Biriniz çıkar, maaşlarınızın yollarda tükendiğini söyler. Ama yoksulların parası olmadığı için, ömrü boyunca evinin dışına bile çıkamadığını düşünmez. Biriniz çıkar, maaşların çokta fazla olmadığını hatta yetmediğini söyler ama evladı trilyonluk köşklerde konaklar. Yoksulsa girecek ev bulamaz ve sokaklarda donar ölür. Yoksulun çocuğu da paralı yaşayanların (yani sizlerin, veletlerinizin ve halkın alın terini peşkeş çekerek zenginleştirdiklerinizin) hayatını gördükçe kahrolur, düşkünleşir ve gider bedenini satar. Ve sizler konaklarınızda Müslümanca yaşarsınız! Alkışlıyorum sizleri, bravo! Ne de çok benziyorsunuz ecdadınıza! Yaşamlarınız ne de çok benziyor inandık dediğiniz Peygamberinize (asm)! Eminim, damarlarınızda akan kanda çok temizdir ve ecdada layıktır! Sahi Hz. Ömer kimdi? Fatih sultan Mehmet kimdi? Ve siz kimsiniz?
İKİ:
Vatanımızı seveceğiz ve koruyacağız. Her ne olursa olsun bu düşüncemiz sabitemizdir. Hiçbir şey bunu değiştiremez. Ve bu tartışılamazda. Vatanımıza yönelen tehditleri ve tehlikeleri gerektiği takdirde en şiddetli şekilde bertaraf edeceğiz. Bu vatana düşmanlık edenleri çok iyi tespit edeceğiz ve asla unutmayacağız. Yüreğimizde vatan sevgisinden üstün bir sevgi olmayacak. Elbette, dinsiz ve adaletsiz vatan olmadığını ve olamayacağını biliyoruz. Elbet Allah, Önder ve Kitap sevgisini tartışacak değiliz. Bunlar zaten insan olmaklığımızın ilk ve tek şartıdır. Vatan savunmasında çelikten kaleler olacağız. Sevgimizde sarsılma olmayacak. Sağlam durmanız kâfi. Ama daha güzel yarınlara hazırlamak içinde elimizden geleni yapacağız. Yine bu devleti seveceğiz ve koruyacağız. Bu düşüncemizde sabitemizdir. Devletsiz yaşamadık, yaşamayız ve yaşamayacağız. Devletimizin temellerini sarsanları sarsmakta tereddütlü davranmayacağız. Devlet düşmanlarını çok iyi tanıyacağız. Ama devletimizi iyileştirmek adına da elimizden geleni yapacağız. Bu dini de seveceğiz, koruyacağız ve yaşayacağız. Tahrif ve tahrip edilmesine fırsat vermeyeceğiz. Bu düşüncemizde sabitemizdir. Hatta diğerlerinin hepsini koruyabilmenin ilk şartı, dinimizi koruyabilmekten geçer, bunu asla nisyana terk etmemeliyiz. Dinin, gizli ya da açık düşmanlarına karşı (tahrifçilere ve tahripçilere karşı) tetikte olacağız. Aynı şekilde bu milleti de seveceğiz, savunacağız ve kendisine yönelik tehlikeleri bertaraf etmek adına mücadele vereceğiz. Bu milletin, insanlığın son limanı olduğunu unutmayacağız. Bu milletin tarihsel görevini idrak etmekte zorlanmayacağız. Ama bu milletinde mazisine layık olması adına çalışacağız. Hiçbir olumsuzluk bizleri yıldırmamalıdır. Hiçbir tehdit bizleri kokutmamalıdır. Dikkatli olacağız, uyanık olacağız. Şeytani gülümsemelere aldanmayacağız. Tatlı dilli yılanları iyi tanıyacağız. Bizden olmayan ama bizdenmiş gibi görünen yılanları çok iyi tanıyacağız ve gerektiği zaman ilk ezeceğimiz baş, bu yılanların başı olacaktır. Çünkü en tehlikeli yılan, senin suretine bürünen yılandır.
Vatanımız, zımni bir kuşatma altındadır. Ordumuz, yıpratılmak istenmektedir. Müslüman Türk milleti; dostu olabildiğince az, düşmanı olabildiğince çok olan bir millettir. Bu kuru bir safsata değildir, mutlak gerçekliktir. Bu tür sözleri güya tiye alanlara, asılsız görenlere ve komplo deyip etkisiz kılmak isteyenlere asla inanmayacağız. Bunlar senin duyarlılığını ve tetikte olma durumunu yok etmek içindir. Onlar melek maskeli şeytanlardır. Çünkü bu söz tarihsel gerçekliğe sahiptir ki; şu zamanlarda da bizatihi şahidiyiz bunun. Bu kuşatmayı birlik olarak yarabiliriz ancak. Devletimiz tehlike altındadır. Tehlikeleri sonuçsuz kılmak adına dayanışma içinde olacağız, suni tefrikalardan korunacağız. Milletimiz tehdit altındadır. Milletimize yönelik tehditleri boşa çıkaracağız. Sağlam duracağız, direneceğiz ve kazanacağız. Yeni bir dünya kurmayı elbet başaracağız. İnanırsak ve çalışırsak, bunu yapabiliriz. Korku yok, kararlılık var. Yılgınlık yok, inat var. Tembellik yok, mücadele var. Bunlar varsa bizde varız ve daima da var olacağız. Hiçbir liberal pisliğe inanmayacağız. Bu isterse İslami yönelimli biri olsun. Takılan maskeler gerçeği değiştirmez, sadece örter ama pislik yine pisliktir. Hiçbir demokrasi tapara inanmayacağız. İsterse İslami yönelimli olsun. Artık katı gerçekleri görmek, algılamak ve anlamak zorundayız. Zira sınırdayız, önümüz uçurum.
ÜÇ:
Acıtmadan yaşanılan bir hayat, şerefsizce bir hayattır. Şerefli hayat, muhakkak acıtır. Çünkü şerefli hayatın ilkeleri vardır, sorumlulukları vardır, bedelleri vardır. Ve şerefli hayat bir yerde dardır. Bu yüzden yoksulların yaşadıkları hayat, şerefli bir hayata misaldir. Ama servet, şöhret ve makam faşistlerinin hayatları şerefsiz bir hayattır. Şerefsizce yaşadıkları içinde şerefli olanların hayatlarını asla anlamazlar ve umursamazlar. Ama yaşadıkları şerefsiz hayatların garantisi, şereflice yaşayan yoksulların varlıklarıdır. Şerefli hayatın yaşayıcısı olmak, çetin yollara talip olmayı gerektirir. Çünkü şerefli hayatın yolcusu patikaların adamıdır. Düz yollar ona göre değildir. Çünkü şeytan demir disiplinle emir vermektedir kullarına. Ve şerefli hayatların yolcuları her adımda tuzaklarla karşı karşıyadırlar. Şerefsiz ise tuzaklardan pek hoşlanmaz ve bu yüzden de şerefini çiğnemekten çekinmez tuzakları bertaraf etmek için. Sömürüsüz bir dünya istiyorsak, insanca yaşamak istiyorsak, güneş doğsun istiyorsak ve şerefimizi korumak istiyorsak zer-zor-tezvir şebekesine yüreklice direnmek şarttır. Çünkü şerefini kaybedenin, kaybedecek başka bir şeyi kalmamıştır! Kaynaklarımızı zalimlerin tasallutundan kurtarmalıyız ve millileştirmeliyiz. Kula kulluk düzenini payimal etmeliyiz. Münafıkların saltanatlarını sarsmalıyız. Melek yüzlü şeytanları ifşa etmeliyiz. Pirincin içi beyaz taşlarla doludur. Gözlerimizin sağlığına dikkat etmeliyiz.
DÖRT:
Bu millet, perde önünde güya cesur, arka planda ise uzlaşmacı ve korkak sendika ağalarının sefil beyinlerinden fışkıran kirli düşüncelerin gönüllü kurbanı olmayı bırakmalıdır. Aynı şekilde, dini tahrif etme mukabilinde, küresel baronların himayesinde palazlanan efendilerin ürettikleri bozuk dinin eşekleştirilmiş müntesipleri olmayı da bırakmalıdır. Bir araya gelip, birlik olup, direnmeyi becermelidirler. Dinlerini, asıl kaynağından öğrenmelidirler. Sendika ağalarının peşlerine takıldığımız an, yıkıldığımız andır. Parayla ayakta duran din, paraya hizmet edecektir ve yine parayla yıkılacaktır. Ne kürsel lordaların beslediği ve gölge olduğu şeyhlere ne de şarlatan politikacıların kuyrukları olan sendika ağalarına asla inanmamalıyız. Artık bir şeyleri görmeliyiz, bilmeliyiz ve kendimize gelmeliyiz. Bu devran böyle gitmez ve gitmemeli. Sonumuz acı bir şekilde bitmemeli.
Toplumun temel yaralarına neşter vuran bir cerrah marifetiyle, milli yaralarımızı teşhis etmeli ve acilen tedaviye gitmeliyiz. Kendimizi ve tarihimizi gözden geçirmeliyiz. Oyuna gelmemeliyiz. Tezgâhları parçalamalıyız. Kendi aramızda birlik olmalıyız ve büyümeliyiz mütemadiyen. Meselelerimize duyarsız kalmamalıyız. Adaletsizliği asla unutmamalıyız ve sürekli gündem yapmalıyız. Melek yüzlü şeytanları fark edebilmeliyiz. Doğru gibi görünen yanlışları tefrik etmesini bilmeliyiz. Nurlu gibi görünen simalara asla aldanmamalıyız. Kimlikte İslam yazıyor diye, o kişinin peşinen Müslüman olduğunu kabul etmemeliyiz. Çünkü İslam, kimlikte değil, yürekte yazmalıdır.
Kitabın safi ve berrak mahiyetini idrak etmeliyiz. Adalet olmadan hiçbir şeyin yerli yerine oturmayacağını bilmeliyiz. Adalet temelli diskurlar üretmeliyiz ve halka inmeliyiz. Davamızı, tevhit ve şirk temeline yerleştirmeliyiz. Böylece büyük birliği gerçekleştirmeliyiz. Muhammedi olduğunu söyleyip Ebu Cehillerin sofrasında malı götüren, İslam olduğunu haykırıp Karunların gölgesinde kimliğini yitiren, Hüseyin’e sevgi beslediğini seslendirip yezitlerle iş bitiren ve milletin alın terini sırça saraylarda dostlarıyla eriten soysuzlara hadlerini bildirmeliyiz. Öğrendiklerimizi unutmalıyız. Bilincimizi tazelemeliyiz. Yeni bir düşünce tarzı geliştirmeliyiz. Karanlığı delmeliyiz. Aydınlığın meşalesini alevlendirmeliyiz.
BEŞ:
Sayın Başbakan, bizatihi vekil maaşlarını savundu. Meclis Başkanının söylediklerini aynıyla tekrarladı. Belki de Meclis Başkanının söyledikleri, kendisinin söyledikleriydi. Şimdi de ilk ağızdan ifade etmiş oldular. Milletvekillerinin geçim zorluklarından bahsetti. Bunu bizatihi kendilerinin ağzından duymak çok iyi oldu. Şimdi Sayın Başbakandan çalışanlara ve üretenlere en az 250 Bin lira (gerçekte 500 bin lira olması gerekir) bir artış yapmasını beklemek en doğal haklarıdır çalışanların ve üretenlerin ve yapmadığı takdirde bittiğinin resmi olacaktır bu. Çalışmanın hakkını verenleri ve asıl üreticileri savunmak benim kaderim oldu artık. Tıpkı bu ülkeyi, bu devleti, bu dini, bu orduyu ve bu milleti savunmanın kaderim olduğu gibi. Çünkü adalete inandım ben ve hep adalet için mücadele verdim, acı çektim. Evet, belki ciddi düzeyde maddi acı çekmedim (tabi mücadele pratiği yönünde yoksa yaşamsal yönde hesabı bile yapılamaz) ama manevi acıların tarifini yapmak şerefim üzerine temin ederim kabil değildir. Neyse bizler insan değiliz ve acılar kaderimizidir! Geçelim!
Yine bir soru sormak istiyorum Sayın Başbakana; trilyonluk Hakan Şükür mü zorluklarla mücadele etmektedir? Sattığı kitaplardan bir trilyona yakın para kazanan ve çiftlikte yaşayan Şamil Tayyar mı geçim sıkıntısı içindedir? Oğulları birer buçuk trilyonluk ev sahibi olan Abdülkadir Aksu ve Muammer Güler Beyler mi yokluk içinde kıvranmaktadırlar? Ömrünü vekillikle hatta bakanlıkla geçiren ve bu zaman içinde trilyonları kazanmış olan Cemil Çiçek ve diğerleri mi yokluklarla, zorluklarla boğuşmaktadırlar? Bir ara basında, üstelik İslami bir basında, Salih Kapusuz’un politik yaşamı boyunca trilyonu aşan para kazandığı ifade edilmişti. Bence söylediklerinizden hicap duymalısınız Sayın Başbakan. Bu ülkede ucu delik ayakkabıyla yaşamak zorunda kalan insanlar var ve hala böyle yaşayan insanlar var. Bunu bizatihi biliyorum. Bu ülkede bir gününü sadece çorba içerek geçiren insanlar var. Bunu da bizatihi biliyorum. Sizlerin gerçekten Müslüman olduğunuzu düşünüyordum.
Sayın Başbakan yaptığınız açıklamaların derin hayal kırıklığı doğurduğunu bilmelisiniz. Sizi kırdığımı sanmıyorum ve bunları da söylemek vicdani vazifem. Ama şimdi milletvekillerine çok acıdım, kabul edilirse yardımcı olmak isterim, en azından çorba ya da et paralarını verebilirim. Hatta kiralarına da destek çıkabilirim. Yazık. Size olan inancımı darmadağın ettiniz Sayın Başbakan. İçimde hep bir umut vardı. Yemin ediyorum hep bir umut taşıdım vicdanınızın sesinin sönmediğine dair. Bunu sesli ifade etmiyordum ama bir umut hep vardı. Fakat bu umut filizlerini yaktınız Sayın Başbakan. Size garip bir güven duymuştum. Size ülkemin selameti adına destekte vermiştim, bazı yazılarımda. Tabi bu sizinle mutlak olarak aynı minvalde buluştuğumuz anlamına gelmezdi. Ama bu fark etmezdi. Ülkeye hizmet ettiğiniz varsayımıyla sizlerin hüsrana uğramamanızı dilemiştim. Bunu ilk defa açıklıyorum kamuoyuna yönelik olarak Sayın Başbakan. Ama artık size karşı içimde bir sevgisizlik birikiyor. Yazık ettiniz. İnşaallah bu milletin Cumhurbaşkanı olmanız mümkün olmaz. Buna bütün gönlümle âmin diyorum. Olsanız da asla benim cumhurbaşkanım olamayacaksınız. Artık başbakanım olmadığınız gibi. Ama bu durum, saygı da kusur edeceğim anlamına gelmez. Herhalde bu düşüncelerimi ifade etme özgürlüğüme sahip çıkacaksınızdır. Zira saygısızlık yapmıyorum ama sizi de kabul etmiyorum. İnsanlar çöplükten ekmek topluyor, insanlar açlıktan ölüyor, insanlar parasızlıktan bedenlerini satıyor, insanlar parasızlıktan piyangoya koşuyor ama sizler aldığınız milyarların yetmediğini söylüyorsunuz böyle bir âlemde. Üstelik zaten trilyonluk insanlar olduğunuz halde. Bunu nasıl diyebildiniz gerçekten anlamakta ve algılamakta zorlanıyorum. Ben daha ömrümde bir kere bile tatil yapabilmiş insan değilim Sayın Başbakan. Belki ben insanda değilim değil mi? O yüzden tatil benim neyime değil mi? Her insan kaderini bir yerde kendi çizer! Elveda Sayın Başbakan! Belki de duysanız bile umursamayacaksınız, gülüp geçeceksiniz. Ama bir de diğer taraf var Sayın Başbakan!
SON SÖZ:
‘’Sayın lord! Bu kadar serveti ve varlığı elde etmek için doğma zahmetinden başka ne zorluk ve sıkıntı çektin?’’ Russel.
Aynı soruyu seçtiğimiz vekillere sorsak çok mu haksızlık etmiş oluruz acaba. Misal sorsak; ‘’Sayın Tayyip Erdoğan! Bu kadar serveti ve varlığı elde etmek için doğma zahmetinden başka ne zorluk ve sıkıntı çektiniz?’’