Bismillahirrahmanirrahim.
İstiklâl Marşı’nın ölümsüz müellifi. Hakikatin şaşmaz müdafii. Yalanın, mukallitçiliğin, bukalemunluğun, cehaletin, ahlaksızlığın, tembelliğin, esaretin amansız düşmanı. Bu milletin gönlünde taht kurmuş vatan ve iman şairi. Uzun zamandır üzerinde yazmayı düşünüyordum ama bir türlü kendimi toparlayıp yazamıyordum ve bu yüzden çok acı çekiyordum. Çünkü yazmam gerekenlerin hepsi hakkında yazmıştım, geriye bir tek gönlümde bir bayrak gibi, dilimde bir türkü gibi taşıdığım Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy kalmıştı. Elhamdülillah bu arzumda gerçekleşiyor. İnşaallah ikmal edebilirsem deruni bir huzura gark olacağım.
O’nu anlatmak zor. Gerçekten zor ve bizde bunun bilincindeyiz ama aklımızın elverdiğince, gönlümüzün yol verdiğince sözümüzü söyleyeceğiz. Mehmet Akif denince, bendenizin aklına ilk gelen iki aziz kelimedir; iman ve vatan. Çünkü O, imanının gereklerini hakkıyla ifa etmeye çalışan destansı bir yürekti. Vatanı için ve vatanı vatan yapan değerler için çarpışan bir beyindi. Bu uğurda, kalemini ve ulvi kelimelerle yüklü kelamını bir kılıç gibi kullandı tabir caizse. Karda, tipi de geldi O ve coşkun akan bir seldi O. Sözleriyle, adeta karanlığı deldi O. Bağımsızlık savaşında sıcak, sımsıcak bir yeldi O. Kamil manada Milli bir şairdi O.
Yalansız yaşadı. Sözleri belki sertti ama doğruydu. Özü doğruydu, sözü doğruydu, yüzü doğruydu. Hasbiydi, hesabi değil. Ümmetini, milletini, dinini ve vatanını yürekten seviyordu. Merhameti vardı ama mülkiyeti yoktu. Bu yüzden çok üzülüyordu. Ama mülkiyeti olmadığına değil, vatanı için yaptıklarını kifayetsiz gördüğünden üzülüyordu. Ya hamiyetim olmasaydı ya da himmetim olsaydı diye acı çekiyordu. O, milletin sorunlarıyla yakından ilgilendi. Sanatını bir kılıç gibi kullandı bu minvalde. Çünkü O, sanatın, millete hizmet etmek için vasıta olduğuna inanan bir şairdi, mütefekkirdi. Akif, ahlaksız edebiyata düşmandı. Taklitçiliğe karşıydı. Şiirlerinde hürriyet vardı, samimiyet vardı, iman ve vatan vardı. İstiklâl içindi kavgası. Milleti çürüten, parçalayan, miskinleştiren ve nihayet izzetini yitirmesine sebep olan ahlaksızlıklarla, tembellikle mücadele ediyordu. Bütün vatan ve iman düşmanlarının karşısında dümdüzdü, dimdikti ama Hakk’ın ve Halk’ın karşısında eğikti O. Bütün mevcudiyeti, Hak ve Halk içindi.
Tefrikaya düşmandır. Ve bu vebaya karşı milletini uyarır. Çünkü ümmeti ve milleti bu yüzden çok acılar çekmiştir, çekmektedir. Birliğin iksirine inanır. İstiklâl, birliğin en mukaddes meyvesidir, bunu bilir. Cehaletin düşmanıdır. Okumayan bir millet düşer ve nasıl kalkacağını, hangi eli tutacağını bilemez. Bu yüzden okumak çok önemlidir ve okumanın yüceliğinden söz eder. Bilen ile bilmeyenin asla bir olamayacağını haykırır. Riyakârlığı ve çift kişilikliliği yerer. Çünkü bu ahlaki zafiyetler insanı düşürür ve insanın düşüşü milletinde düşüşüdür, milletin düşüşü ise ümmetin düşüşüdür, nihayet düşen bir medeniyettir. Üslubu ve sözleri beliğdir, sadedir, akıcıdır. Milletin içinden biridir, milletine yabancı kalmış biri değil. Milletini tanımayanın, milletinin dertlerini anlayamayacağını bilir. Diline hassasiyetle yaklaşmıştır. Çünkü dil, iletişimin ve doğru anlamanın, anlaşmanın, anlaşılmanın belkemiğidir. Geri kalmanın nedenleri üzerinde düşünmüş ve yazmıştır. Bu konuda gayretsizliğin, uyuşukluğun ve tembelliğin birincil nedenler olduğunu bizatihi fark ve idrak etmiş ve ümmetini, milletini uyarmıştır. Yoksulluğun ve cehaletin nedenlerini tahlil etmiş ve çareler aramıştır. Bu konuda sürekli ihtarlarda bulunmuştur. Edebiyatını bu yönde kullanmıştır. Asla bencil olmamıştır, asla kendini düşünmemiştir.
Akif, hissiyatın, hassasiyetin çocuğudur. Hayatı baştan sona dopdolu manadır. O’nun, lüzumsuzluklarla, gevezeliklerle, cerbezeyle geçirecek saliselik anı yoktur. Hesap yapacak zamanı yoktur. Bükülecek boynu, sökülecek dişi yoktur. O, gerçekten de başlı başına bir kavgadır, manevi bir kavga, maddi bir kavga. Maddi kavgası, öyle hesap kavgası değildir. Bir milletin varoluş kavgasıdır, bir ümmetin uyanış kavgasıdır, bağımsızlık kavgasıdır. Tek dişli canavarla olan kavgasıdır. Kavga meydanlarında mütemadiyen koşmuş, milletiyle birlikte coşmuştur. Tek yürekte, tek fikirde buluşmuştur. Adeta bir vatan olmuştur, bir bayrak gibi dalgalanmıştır mücadele meydanlarında, bir şiir olmuştur, bir şarkı olmuştur. İmandır Akif, ameldir. Yazdığı şiiri milletine hediye etmiş, teklif edilen ücreti reddetmiştir. Bu, derin hissiyatının ve hassasiyetinin en güzel alametidir. Yazdığı marşın, yazılışı gibi kabulü de, tamamen İlahi takdir icabıdır indi mülahazama göre.
Hizmet etmek için acı çekmek gerekir. Çünkü hizmet etmek bir yerde mahrumiyeti şart koşar. Zevkten, eğlenceden, nefsin arzuladığı lüzumsuzluklardan mahrum kalmayı gerektirir. Zira zevke dalan, eğlenceden eğlenceye koşan ve nefse hoş gelen lüzumsuzluklarla iştigal edenler hizmet edemez. Ali Şeriati’nin de dediği gibi; acı, aydın insanın kaderidir. Tabi aynı zamanda yalnızlıkta. İşte buradan yola çıktığımızda Mehmet Akif gerçek bir hizmet adamıdır. Acı ve yalnızlık kaderi olmuştur. Malayani ile asla işi olmamıştır. O, kendi vatanında adeta bir sürgün gibi yaşamıştır. Başlı başına gurbet olmuş bir vatan şairidir O. Haykırmış, durmadan haykırmıştır. Milli Mücadele zamanlarında, milleti gayrete sevk etmiş, cihada yönlendirmiş ve birlik içinde olmaya davet etmiştir. Okumuş, yazmış, anlatmış ve yaşamıştır. Diline ve dinine karşı hassastı. Dilini, vatanına ve dinine hizmet için kullanmıştır.
O, sadece kendi milleti için değil koca bir ümmet için çırpınmıştır, ızdırap çekmiştir, haykırmıştır. Şark’ın ayağa kalkmasını, kendine gelmesini, silkinmesini, dirilmesini ve direnmesini istemiştir. Çünkü Şark’ın durumunu bizatihi müşahede etmiştir. Şark’ın durumundan dolayı deruni acılar çekmiştir. Şark’ın, Garp’ın karşısında ki ezikliğine, meskenet ve mezellet içinde bulunuşuna isyan etmiş, içsel acılarını dışsal haykırışlarla ve ihtarlarla dindirmeye çalışmıştır. Çünkü O, bir milletin bir fertle bağlantısını, bir ümmetle bir millet arasında kurmasını bilmiştir. Nasıl ki, fertlerin sağlıklı olması milletin sağlıklı olmasını netice verirse; milletin sağlıklı olması da ümmetin sağlıklı olmasını netice verirdi, Akif ise bunu çok iyi bilirdi.
Ümmet geneldir, millet özel. Ümmet kapsayandır, millet kapsanan. Yani ümmet koca bir denizdir, millet ise o denizde bir ada. Tıpkı İslam ve Milliyet gibi. İslam daha geniştir, milliyet ise dardır. Bu yüzden ümmeti düşünürken milleti de düşünürsünüz ama münhasıran milleti düşünen ümmeti göz ardı edebilir. Fakat bu doğru bir yaklaşım değildir. Ne gövdesiz kol işe yarar, ne de kolsuz gövde işlevsel olabilir. Ümmeti koruyan milletini de korumuş olur ama sadece milletini koruma derdine düşmüş olan ise ne ümmetini ne de milletini koruyabilir. Şöyle ki; millet olarak tekliği ifade edersin ama ümmet olarak çokluğu ifade edersin. Çünkü o ümmetin içinde farklı farklı milletler vardır. Ama bir araya geldikleri zaman okyanus kadardır. İslam bir şemsiye misalidir, bütün milletleri altında toplayan, bir araya getiren, birleyen. İslam sensiz de vardır ama sen İslamsız asla olamazsın.
İfade ettiğimiz gibi, Akif sadece kendi milletinin derdiyle dertlenmemiş, bütün ümmetin derdini dert edinmiş, sevincini sevinci bilmiştir. Ümmetinin ızdıraplarına ağlamış ve çareler aramıştır. Servet nedir bilmemiş, şöhret nedir tanımamış, makam nedir tatmamış, asla yan gelip yatmamış, yalan bataklığına batmamış gerçek bir mesuliyet ve haysiyet abidesidir. O, daima, yangınlarda, kurtaracak can arayan can simidi olmuştur. Kavga meydanlarında yorulmuştur. Günahsız mıdır? Günahsız kul var mıdır ki? Kışta, tipide geldi O, yarınların bahar olması umuduyla koştu O, bağımsızlık için coştu O. Ama O ve O’nun gibilerin kıymetini bilemeyen ahfad rüzgârlara yakalandı. Onların bıraktıkları emanetleri rüzgâra kaptırdı. Bizler ihanet etik. O, iman ve vatan uğrunda hesap yapmadı ve bağışlanan hesapları hemen kapmadı, O asla nefsine tapmadı ama bizler sürekli hesaplar içinde olduk, her durumda hesaplara ulaşacak bir yol bulduk, nefsimizin peşinde koşarken yorulduk. Nihayet tam yüreğimizden vurulduk.
Kıymetli olanı fark edemeyen ve kıymetli olana gereken önemi veremeyen bir millet olduk maalesef. Yaşantımız baştan sona sığlıklarla dolu. Sevgimiz sığ, dostluğumuz sığ, nefretimiz sığ, vefamız sığ, cefamız sığ, kardeşliğimiz sığ, görmemiz, okumamız, konuşmamız, hissiyatımız sığ, merhametimiz sığ, kavgamız sığ. Oysa derin bir medeniyetin çocuklarıyız biz. Derin kavramların, derin türkülerin, derin acıların ve zaferlerin çocuklarıyız. Ama derinliklerimizi kaybettik. Sığlıklarımızda tükendik, bittik.
Son tahlilde; değerlerimizi yeninden hatırlama zamanıdır zaman, değerlerimize yaslanarak ayağa kalkma zamanıdır. Ecdadımızın ellerinden tutarak yürüme zamanıdır. Bize bırakılan mirası, emaneti sahiplenme ve yarınlara taşımak adına çalışma zamanıdır. Cehaleti yenme, tefrikayı terk etme, tembelliği bırakma, taklitçilikten sakınma, hürriyetin peşinden koşma, ruhumuzu kemiren ahlaksızlıklara bir son verme zamanıdır. Tek can ve tek yürek olarak dünyaya meydan okuma zamanıdır. Dini ve milli varlığımızı kurtarma ve layık olduğumuz yerimizi alma zamanıdır.
‘’Şudur kâinatta en beğendiğim meslek; sözüm hakikat olsun, odun gibi olsun tek.’’
‘’Kim kazanmazsa dünya da bir ekmek parası; dostunun yüz karası, düşmanının maskarası.’’
‘’Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu? Olmaz tabi ki; biri insan, biri hayvan.’’
‘’Sahipsiz vatanın batması haktır, sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır.’’
‘’Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez; toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez.’’
Elhamdülillahirabülalemin.