TEMEL SORUNLAR VE ÜLKE GÜNDEMİ...

Özgür DENİZ - 14.01.2012

BİR:

 

Yoksulluk tezgâhının en önemli sebeplerinden biride, neslin çoğalmasına darbe vurmaktır. Çünkü yoksulluk yoğunlaşınca doğum oranı azalacaktır. Zira ortaya geçim derdi çıkacaktır. Bu da geçim korkusuna sebep olacak ve dolayısıyla doğumları engelleyecektir. Hakeza evlilikler azalacaktır. Mevcut aileler de yıkılacaktır. Nihayet genç nesil azalacaktır. Türk-İslam dünyasının yoksullaştırılmasının arka perdede ki sebeplerinden biri de budur, belki de en önemli sebeplerinden biri. Bir kaidedir; mutlak düşmanların azalmasına, muhtemel dostların çoğalmasına çalışır şeytan daima!

 

 

İKİ:

 

Herkes makam, servet ve şöhret peşinde koşuyor ve bu yolda satmadık değer bırakmıyor. Koskoca adamlar bile bunu yapıyorlar. Din, devlet, vatan, millet umurlarında bile değil. Bir koltuk uğruna ne güneşler batıyor ya Rabb! Maalesef, kadim ve kök değerlerin yaşatılması uğruna harcanmayan mesailer, dünyalıkların elde edilmesi uğruna feda ediliyor, hatta misliyle. Ama meydanlara inilince, kadim ve ortak değerlerden dem vuruluyor. Ülke deniyor, millet deniyor, adalet deniyor fakat bu yalandan ibaret olan laflar, isteklere vasıl olunca yeniyor. Ama buna da bahane buluyorlar; rüzgâr burada bildiğiniz gibi esmiyor, bir şey yapamıyoruz deniyor. Şarlatan pislikler. İnsanlık düşmanları, adalet katilleri, haram düşkünleri, tümünüze veyl olsun! Makama ulaşmak ve servete, şöhrete kavuşmak için verilen onca mücadele vatan için, adalet için verilseydi ne olurdu sanki?

 

 

Makam, servet ve şöhret acemisi olanlar, hep uzak bırakıldıkları şeylere kavuşunca bir şaşkınlık yaşarlar ve biraz alıştıktan sonra bunların tadını almaya çalışırlar ama bu arada nice kayıplar vardır fakat farkına varılamamaktadır. Sonradan görmüşlük kötüdür. Oysa böyle bir duyguya kapılmanın âlemi yoktur. Doğallık her zaman asilliktir, insanı yüceltir. Ama acemi görüntüler ve acemice yaşamlar insanı utanca mahkûm eder! Ey zalimler! Ey kan emiciler! Gerçeğin ifadesi olan her söz, sizleri utanca boğacaktır.

 

 

ÜÇ:

 

İnsanlar, doğruyu yazmıyorlar, söylemiyorlar. Hakem olarak Kur’an’ı tanımıyorlar. Peki, bu insanlar gerçekten şerefli ve adil bir nizam isteklerinde ne kadar samimidirler? Kur’an’ı hakem bilmeyenler, doğruyu nasıl bilecekler, doğru nizamı nasıl bulacaklar? Toplumdaki kaosun da, isyanın da gerçek sebebi budur. Çünkü herkes kendi kafasına göre bir nizam kurma peşinde. Geneli kuşatan muazzez ve mukaddes değerler temelinde bir nizam tesis etme derdinde değil. Yaptıkları icraatlarda kafadan icraatlardır, verdikleri kararlar rastgele alınmış indi kararlardır. Bu yüzden de milli bir direnişle karşılaşılmaktadır. Zira birinin kararı, diğerine yanlış gelebilmektedir. Ama herkes için mutlak doğru olan temeller üzerinden kararlara varılsa herkesin gönlü sükûna erecektir ve isyan ateşleri sönecektir. Tabi mutlak hakikatlere, gözü, gönlü, kulağı kör olanlara diyecek bir şeyimiz yoktur ve onları memnun etmek gibi bir lüksümüz de olamaz. Onlarda hakikate taraf olmasalar da, milli mekanizmaya uygun şekilde yaşamak zorundadırlar. Zira hiçbir millet, gayri insani yaşamlara ruhsat vermez, vermemelidir de. Bilakis varlığı tehdit altında olur.

 

 

DÖRT:

 

Kur’an ile uyanmayan hiçbir fert, hiçbir aile, hiçbir topluluk, hiçbir millet, gerçek anlamda uyanmış sayılmaz. Aksini düşünüyorsa, uyanık olduğunu sanan uyurgezerdir o. Uykuyu, uyuşukluğu öldüren yegâne kitap; Kur’an’dır. Tabi idrak edebiliyorsak, bu bilince sahipsek. Yoksa lafla peynir gemisi yürümüyor aslanım. İdeolojiler nasıl uyutuyorlarsa, İslam da uyandırmaktadır. Bu yüzden, gerçek uyanışın ne olduğunu bilmek istiyorsak, bize bu duyguyu tattıracak derinlerden gelen yüce sese kulak vermemiz gerekir. Bilakis asla uyanamayacağız ve uykuda iken geberip gideceğiz. Herkes kendi kaderini kendisi çizer bir yerde aslanım. Kader çizecek birilerini aramayacaksın, beklemeyeceksin ve hemen şimdi kaderini çizmeye başlayacaksın. Çünkü her verdiğin karar ve o karar doğrultusunda attığın her adım senin kaderinin ağlarını örer. Zira ebedi yasa der ki; herkes cennetini de, cehennemini de sırtında taşır.

 

 

BEŞ:

 

‘’Kadınlar anlaşılmazdır’’ lafı kadınlara tuzaktır. Oysa bu sözün geçerliliği yoktur. Kadınlar üzerinde bu sözle oyun oynanmaktadır. Kadınlar komplekse itilmektedir. Bu laftan yola çıkarak, kadınlar, anlaşılmamak ve farklı görünmek adına psikolojik sıkıntılara düçar olabilirler ve nihayet ailelerin yıkımına kadar gidebilir bu. Anlaşılmamak adına saçma sapan hareketler yapmaya yönelirler. Zira toplumda örnekleri de yok değildir. Kadınlar bilerek kendilerini kasmaktadırlar ve absürt davranışlar ortaya çıkmaktadır. Oysa doğallık ne de güzeldir ve güzelleştiricidir. Ki kadınlar farklı yaratıklar mıdırlar ki anlaşılmasınlar? Bu tez hangi temele oturmaktadır? Hiçbir temele oturmamaktadır. İndi mülahazadan başka şey değildir. Kısmi farklılıklardan başka, erkekle kadını ayıran ne vardır ki?

 

 

ALTI:

 

 Bu toplum din ile aldatılmaktadır. Din ile uyanacağına, din ile uyutulmaktadır. Milli varlığımız tehdit ve tehlike altındadır. Bizlere din damarından girip her türlü ihaneti yaptırtmaktadırlar. İşte İslam hoşgörü dinidir falan gibisinden saçmalıklarla, bizleri, milli varlığımıza darbe sayılacak işler yapmaya yöneltmektedirler. Osmanlı nasıl ayakta kaldı gibisinden sorularla kumpasa getirilmekteyiz. Bu tür yollarla bizlerden her türlü tavizi koparmaya çalışmaktadırlar. Ülkemiz kuşatılmakta, devletimiz çökertilmekte, ordumuz pasifize edilmekte, milli varlığımız darbelenmeye çalışılmaktadır. Tehlikeler sezdirilmeden bize yanaşmaktadır ve bizi çökertecektir. Belki aklımız başımıza gelecektir ama iş işten geçmiş olacaktır. Bir an önce önlemimizi almalıyız. Evet dine uygun hareket et, adil ol ama kumpasa da gelecek kadar ahmak olma. İslam, hoşgörü dinidir desinler ve durmadan seni yesinler ama sen bakın dur ahmakça, bu olacak şey midir aslanım? Milli varlığımız yok edilmek isteniyor. Dini varlığımız handiyse yok oldu zaten. Ahmakça yaşamayalım!

 

 

YEDİ:

 

Malum şahsın tüm rütbelerini sökün. Tek bir payesi kalmasın necip Türk-İslam Ordusuna ait. Türk-İslam ordusu ile aidiyet bağı olacak zerre yönü olmamalıdır, kalmamalıdır. Bir sağdan bir soldan astırmanın bedeli çok ağır ve acı şekilde ödetilmelidir. Gerekirse kahrından mukadder sonu yaşamalıdır. Bu ülkenin gencecik fidanlarını daha baharında kıran, bu ülkenin baharlarını kışa döndüren birisinin o canların üzerinde mutlu ve kutlu yaşamaya asla hakkı yoktur ve olamaz. Ama bu ve bu tür kişileri yargılamaya çalışırken de, onlarla kol kola girmek, onları şahikalarda ağırlamak gayr-i ahlakidir ve riyakârlıktan başka şey değildir. Hem suçlusun ve bedelini ödemelisin de, hem de taltif et; bu nasıl bir ahlaki duruştur? Bu ülke-millet-din-devlet için, doğru ya da yanlış, canlarıyla bedel ödemiş insanlara vefa borcumuzu ödemek istiyorsak şayet, o güzel insanları katledenler de bedellerini layığı ile ödemelidirler, ödetmeliyiz. Ayrıca o dönemin kara laneti silinmelidir artık ve tutuklu olanlar bir an önce özgürlüklerine kavuşmalıdırlar.

 

 

SEKİZ:

 

İstanbul’un tarihi silueti her ne pahasına olursa olsun korunmalıdır. Hiçbir zengin itine yol verilmemelidir o görkemli silueti bozacaksa şayet. Gökdelenler yerle bir edilmelidir. Çekinilmemelidir. Çekinen layık olduğu yere bilmem ne olup gitmelidir. Korkakların yürüyecekleri bir yol yoktur. Makam, servet ve şöhret uğruna bir güzelliği yok etmeye müsaade edenler insanlıktan nasiplenmemiş pisliklerdir. Evinin içine pislenmesine müsaade eden insan mıdır? Yoksa hayvan mı evinin içine pisler ve evinin içini pisletir? Bu millet, artık, şehirlerini ve çocuklarını kirleten mikroplardan, pisliklerden, domuzlardan arınmalıdır. Ve İslam ahlak ve adaleti ile bütün bünyesini pir-ü pak kılmalıdır.

 

 

DOKUZ:

 

Bu milletin evlatlarının katili ve siyonistin zavallı, sefil bir maşası olan Apo ile ilgili iyimserlik peşinde olanlar ve bunu ranta çevirmek isteyenler olabilirler. Bu vatan hainleri bilmelidirler ki; bu millet her şey karşısında sabreder ama ihanet karşısında asla. Hiç kimse haddini aşmamalıdır ve yolunu şaşırmamalıdır. Durduğu yeri, duracağı yeri iyi bilmelidir. Millete haddi olmadan kader biçmeye çalışanlar, milletin kendilerine nasıl bir kader biçebileceğini düşünmelidirler ve her daim dikkatli hareket etmelidirler. Hiçbir kimse, milletin ortak malı olan bir yerde bulunmasını, her şeye hakkının olduğu anlamında algılamamalıdır. Bilakis hatalardan hatalara sürüklenir ama yanlış yapar. Hülasa; her hareketimizde, milli tavrın ne olacağını iyi düşünmeliyiz ve rastgele kararlar almamalıyız. Bilakis, aldığımız kararlar, kader kalemimizin kırılmasına neden olabilir!

 

 

ON:

 

Bir kişi çıkmış soykırımı reddetmelerin cezalarını ben ödeyeceğim diyor. Burada sanki gizli bir oyun var gibime geliyor. Belki basit bir düşünce ama insanın aklına geliyor işte. Sanki burada, soykırımı red cezasının daimi olmasının ve içselleştirilmesinin önünü açmak gibi bir gayret seziyorum. Zira bu kişi verilecek cezaları sonsuza kadar ödeyecek diye bir şey yok. Ama bu bir alışkanlık haline geldi mi bunun bedelini gelecek nesiller ödeyecektir. Zira ceza bir defa kesilmiştir ve millet alıştırılmıştır. Peki, burada tehlikeli bir durum yok mudur şimdi? Yani belayı toptan def etmek varken, ahmakça yolları çare diye kabullenmek kesinlikle yanlıştır. Devlet olarak gerekeni yapmak zorundayız. Sözlerimiz balon gibi olmamalıdır. Bilakis ne değeri olur, ne de dikkate alan bulunur. Rezil oluruz. Her dayatılanı sindirmek zorunda kalırız. Soydaşlarımızın ve dindaşlarımızın indinde de küçük düşeriz. Bir ağabey nasıl olması gerekiyorsa, öyle olmak zorundayız!

 

 

ON BİR:

 

‘’Küfür milleti’’nin alçak yüzüne bir defa daha şahit olduk. Ölülerin üzerine de pisliklerini kusarlarmış vahşi Batı’nın mikrop yüklü çocukları. Aşağılık, alçak, hayvani yaratıklar. Ama burada asıl kızılması gereken yer; bizatihi kendimiziz. Zira biz istemesek, o barbarlar bizlere bunu yapamazlardı. Ama yaptılar, çünkü biz müsaade ettik. Tabi bunu idrak edecek beyin gerek. Bizler birbirimizi boğazlarken, başkası gelip ölülerimize pislesinler. Bizler, ümmetin, milletin, ülkenin sorunlarıyla, dertleriyle ilgilenip, çareler arayacağımıza, yaralarımızı saracağımıza servet, şöhret ve makam peşinde koşarsak böyle alçalırız, bakınır kalırız. Utanç içinde yaşarız ama umursamayız; çünkü insan olduğumuzu unutmuşuzdur. Yazıklar olsun! Her şeye sahip olmak ama it gibi yaşamak mı yoksa bir şeye sahip olma derdinde olmadan bir bütün uğruna erkek gibi kavga etmek ve icap ederse ayakta ölmek mi? Hangisi daha şereflice?

 

 

ON İKİ:

 

Artık, şu, daha bilmin ne olduğundan bihaber sefillere de hadlerini bildiriniz ve bu toprağın asıl sahibi olan çocuklarına zulüm etmelerine engel olunuz. Hiçbir kimsenin, bu toprağın mazlum kızlarının, elde ettikleri haklarını kullanmalarına engel olmaya hakkı da, haddi de yoktur. Böyle bir görevi yoktur, böyle bir görev de üstelenmez. Eğer böyle bir şeye yeltenecek kadar sınırı aşıyorsa, o sefile haddini bildirmek, bu ülkenin siyasi iradesine düşer. Bu zulüm son bulsun artık temelli olarak. Yeltenen bilmem neye de haddi öyle bir bildirilsin ki, rezil rüsva edilsin.

 

 

ON ÜÇ:

 

Milletvekili dokunulmazlığı kaldırılmalıdır. Çünkü dokunulmazlık vekil denilen tipleri kirletmektedir. Ayrıca, bu ülkeye de suikasttır. Zira dokunulmazlık bahanesiyle, her türlü ihanete yelken açılabilmektedir. Temiz olana leke işlemez ve temiz olan suça bulaşmaz. Bulaşanda bırakalım cezasını çeksin aslanım. Ne yani, bunların ne ayrıcalığı vardır ki, kendilerini seçenlerden, kendilerine adamlık payesi verenlerden farklı konumlarda yaşamaktadırlar? Aha gördük, kadın ihanete bulaşacak, sonra da vekilim diye kıyıma sebep olacak malzemeleri saklayacak, kimseye dokundurtmayacak. Adam ihanet edecek ve payesine sığınıp yırtacak. Yok öyle yağma aslanım. Dokunulmazlık kesinlikle ilga edilmelidir ve herkes gerektiği takdirde dokunulur hale gelmelidir. Dokunulmak istemiyorsan haddini bileceksin, yolunu şaşırmayacaksın aslanım. Ya da zırh ardında rezilce yaşamayacaksın. İnsan gibi, erkek gibi mücadele vereceksin zulmün ebediyen kalkması için. Zırh ardına geçip, gevşemeyeceksin, yavşamayacaksın. Birileri acı çekecek, sen güleceksin ve zırh ardına geçip sırıtacaksın. Bu insanlıkta değildir, adilde değildir, ahlaki de değildir.

 

 

ON DÖRT:

 

Beyimize parası yetmemiş olacak ki ek hesaplara yönelmiş ve trilyonluk anlaşma imzalamış. Herhalde artık geçinebiliyordur beyimiz! Öyle ya, daha dün kendisi ve abileri geçinemediklerini haykırıyorlardı, acı şekilde bağırıyorlardı! Yazık. Para peşinde koşan ve para diye can atan şahısların insanlığa bir şey verebileceklerini düşünmek ne kadar da acı. Para her şeydir diyen, para için her şeyi yapandır. Sizler, yüreği vatan diye atanların; gecelerini, insanlık, ümmet ve millet için uykusuz geçirenlerin, bizler açız diye haykırdıklarını duydunuz mu hiç? Siz aç kalın ama bize verin diye yüzsüzlük yaptıklarına şahitlik ettiniz mi hiç? Ve bunların insanlığa zerre bir şey verebileceklerini, vatanı koruyabileceklerini, izzetlice yaşam sürebileceklerini düşünebiliyor musunuz? Çok yazık!

 

 

ON BEŞ:

 

Memurlara ihanet edildi. Hem verilen sendikal söz tutulmadı ve istenilen şekilde düzenlenmedi hem de ilk defa zamsız maaşa mahkûm edildiler. Ama ben müstahaklar diye düşünüyorum. Zira görünen köy kılavuz istemez. Kendine değer vermeyene kimse değer vermez. Özellikle muallimler el çocuğu oldular adeta. Atılan, vurulan, kovulan zavallı ve biçare varlıklar oldular. Samimi söylüyorum şu olay gerçekten olmuş, bana bir muallim dostum anlattı ve doğru olduğunu söyledi; şimdi bir idari amirin görev alanında muallimler varmış, toplanmışlar muhabbet ediyorlarmış galiba, idari amir makamından çıkmış ve yolu oradan geçiyormuş, giderken oradaki topluluğa kızmış ve çekilin şuradan vs. gibisinden laflar etmiş ve elini sallamış ama idari amirin yardımcısı sayın amirim demiş; o kişiler gazeteciydi, amiri bir telaş almış ve biz ne yaptık, git çağır gel demiş yardımcısına, yardımcısı gitmiş ve sizi amirim çağırıyorlar demiş. Ama gazeteciler; biz bekliyoruz, kendisi gelsin demişler ve mecburen ayaklarına kadar gitmiş ve arkadaşlar kusura bakmayın sizlerden çok özür diliyorum, ben sizleri öğretmen zannettim demiş, lütfen buyurun gelin demiş ama gazeteciler de onur varmış, teklifi reddetmişler. Maalesef günümüzde muallimlerin durumları tam manasıyla budur. Kimse aksini iddia edemez. Ama bizim muallimlerimizin bir şeyi eksik; dik duruşları. Böyle bir durumda, hala kıyak emekliliği, vekil sayısını, vekil denilenlerin maaşlarını makul gören muallimler var ne yazık ki! Ben muallim dostlarım adına utanç duyuyorum böyle tipler olduğu için aralarında. Bir insan kendini ancak bu kadar düşürebilir. Sen kendine değer vermezsen, elbette başkalarının vermediği zamanda bir halt yapamazsın.

 

 

ON ALTI:

 

Süryaniler gelsin, Rumlar gelsin ve okul açsınlar. Hoşgörü altında her türlü tavizi verelim. Kendi insanımıza vermediğimiz tavizleri yahudilerden sonra bunlara da verelim. Kendi topraklarımız da, bizler köle gibi yaşayalım, yabancılar efendi gibi hayat sürsünler. Beyler, aldatılıyorsunuz. Gelecekte vahim tehlikeler oluşturacak icraatlara imza atıyorsunuz. Milli varlığı tehlikeye sokuyorsunuz. Dikkat etmelisiniz. Ordu zaten handiyse göçertildi. Yarın siyasi alanda, milli varlık düşmanı olan başkalarının eline geçerse bu ülkenin ve bu milletin hali nice olur hiç düşündünüz mü? Bari Müslüman-Türk milletini sürelim gitsin ki, zaten oraya doğru gidiyor sanki her şey. Bu gidiş iyi bir gidiş değil gibime geliyor! Zımnen işgal ediliyormuşuz gibi bir kuşku var içimde. Allah korusun! Âmin.

 

 

ON YEDİ:

 

Madem Erevizyon diye abuk sabuk bir yarışmaya dâhil oluyorsunuz, bari şöyle okkalı birini seçseydiniz kardeşim. Her şeyiyle bu toprağa ait olan birini seçseydiniz. Ulan sanki ülke gizli siyonist kuklası gibi, her alanda siyoniste yarayacak işler yapılıyor gibi. Yani bula bula müzik kabiliyetinden yoksun birini mi buldunuz? Üstelik şaibeli birini. Hayır yani, madem böyle bir saçmalığın içindesiniz bari KIRAÇ gibi bu topraklara özgü olduğu her halinden belli olan bir vatan evladını niye seçmiyorsunuz? Yoksa KIRAÇIN, ben Türkçe’den başka dilde şarkı söylemem lafı birilerine dokundu da, sizlere talimat mı geldi; bu kişi olmasın diye? Hem bir milletin ortak malı olan bir kurum adına yapıyorsunuz hem de kafanıza göre karar alıyorsunuz. Bari bir eleme yapsaydınız, millete sorsaydınız. Hangi cüretle böyle bir şeye tevessül ediyorsunuz anlaşılır gibi değil. Herhalde TRT kurumunu babanızın çiftliği sanıyorsunuz? Yapmayın beyler, böyle şeyler yürekleri gücendirir ve zaman içinde bir ateşe sebebiyet verebilir. Benden kestiğiniz ve TRT kurumuna aktardığınız paraların nereye kullanılacağına da ben karar verebilmeliyim. Benim para rezil ve iğrenç şeylere aktarılmamalıdır. Benim param, benim toprağıma bütün ruhuyla, gövdesiyle bağlı olan vatan çocuklarına verilmelidir verilse bile.

 

 

NOT:

 

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin kadim cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın vefat ettiğini öğrendik. Allah rahmet eylesin. Taksiratını affetsin. Mekânını cennet kılsın. Her nefis ölümü tadacaktır elbet. Ve her nefis geldiği yere geri dönecektir elbet.

 

 

 

 

Tarih: 14.01.2012 Okunma: 646

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?