Oy gizli, haber kutsal, yorum hürdür.
Dünyada öyle bir “muhteşem Amerika” propagandası var ki, bundan etkilenmemek, Amerika’ya hayranlık duymamak neredeyse imkânsız...
İlk okula başladığım 60’lı yıllarda bu etki daha da korkunçtu...
Zihnimize şöyle bir Amerika sokuluyordu:
Dünyanın en güçlü ülkesi... Ondan büyüğü yok... Her şeye kâdir...
Türkiye mi? Minicik... Her şeye, bilhassa Amerika’ya muhtaç... Geri kalmış, fakir... İlerlemesine, zenginleşmesine imkân yok...
x x x
Bu psikolojiye ve ruh haline nasıl gelmişiz?
Bizim daha doğmadığımız yıllarda, ülkede bir Demokrat Parti iktidarı varmış...
O iktidarın Başbakanı Adnan Menderes “Küçük Amerika olacağız” dermiş...
x x x
Amerika, o kadar büyük ki, binlerce yıllık tarihe sahip bir devlet için bile onun “küçüğü” olabilmek bir “millî ideal” haline gelebiliyor!
Ve tabii “Amerika büyük – Türkiye küçük” diye diye kendimizi aşağıladıkça aşağılamışız... Kendimizi küçülttükçe küçültmüşüz...
x x x
Cuma akşamı bir tiyatroya gittik...
Oyunun adı; “Rosenbergler Ölmemeli”...
Bir Amerikan yazarının eseri... 1950’leri anlatıyor... Konusunu gerçek bir hadiseden alıyor...
Özeti şu:
Masum bir karı-koca, yapmadıkları eylemlerle suçlanıp, o suça göre “deliller” üretilmiş... İsnat edilen suç; atom bombası sırlarını Sovyetler Birliğine vermek!
Avukatlarının ve kendilerinin masumiyetlerini ispat çabaları, “kanıt”ları boşuna... Çünkü karar baştan verilmiş...
O günün medyası olan radyo ve gazeteler, her gün, masum karı-kocanın işlemediği suçların “uydurma” haberlerini veriyor...
Ve genç çift idama mahkum ediliyor... Bebek yaştaki iki çocukları öksüz ve yetim kalıyor.
“Küçük Amerika” olacağız sözlerinin Türkiye’de dillere pelesenk olduğu yıllarda, meğer Amerika’da “hukuk cinayetleri” işleniyormuş...
x x x
Aradan 60 sene geçmiş!
Artık “Küçük Amerika olmak” gibi bir derdimiz yok!
Artık Amerika’yı gözümüzde o kadar da fazla büyütmüyoruz... Ona hayranlık duyanlarımız, oraları “Rüya memleketi” olarak görenlerimiz azaldı...
1965’ten itibaren Başbakan olan Süleyman Demirel, millete “Büyük Türkiye” idealini hediye etti... Ondan sonra gelenlerin çoğu da bu ideali sahiplendi... Üstelik, “Büyük Türkiye” kavramı milletin de hoşuna gitti... Bunda, Ülkücü, rahmetli Dündar Taşer’in “Büyük Türkiye” sevdasının da payı olduğununa inanıyorum.
Evet, hedefimiz “bağımsız büyük bir ülke” olmak! Zenginleşmek, ilerlemek, gelişmek...
x x x
Fakat son yıllardaki bazı yargılamalar ve medyanın bir bölümünün o yargılamalar hakkında takındığı tavır, 60 sene önceki Amerika’ya ne kadar da çok benziyor!
Bir vakitler, “Küçük Amerika olmak”la yatıp kalkan bir memleket medyasıyla, “ideal” sayılan ülke medyası arasındaki, 60 yıl sonraki bu benzerlik nasıl bir “tesadüf”tür.
Medyanın bir bölümündeki bu “hastalık”; “küçüklük virüsü”nün “artçı” etkisi midir, nedir?
x x x
NOT: Büyük Türk Milliyetçisi Rauf Denktaş’a Allah’tan rahmet diliyorum. Türklük âleminin başı sağ olsun!