Ben, basit gerçeklerle iştigal ederim dostum. Yani pratiğe dökülen hayat gerçeklerine odaklanırım. Öyle, teoride kalmaya mahkûm gerçeklerle işim olmaz benim. Ki hayatta zaten basit gerçeklerle yaşanır, öyle süslü laflarla ve görkemli teorilerle değil. Bunu ‘’İNSANI TANIMADAN ASLA’’ başlıklı yazımda da daha detaylı olarak izah etmiştim. Ya da unutulmaya mahkûm sözlerde kalacak gerçeklerle değil. Bu yüzden de, insanların pratiklerine bakmaya çalışırım olabildiğince. Başkalarına küçücük bir iyilik yapmak için binlerce tatlı söz söylemeye, cennet vaadinde bulunan teorilerden bahsetmeye lüzum yok. Bir selamın, bir tebessümün nutuğa ve teoriye ihtiyacı yoktur. Çünkü teoriler ve tatlı sözler karın doyurmaz ve hiçbir zaman doyurmamıştır da ama pratikler doyurur. Çünkü pratikler umut verir, ama nutuklarda ve teorilerde gizli bir umutsuzluk vardır. Bir politikacının, adalet üzerinden nutuk atmasına lüzum yoktur, benim teorilerim adaleti getirecektir martavallarına hiç gerek yoktur, adil olsun ve adalet için erkekçe dövüşsün kifayet edecektir. Daha açık söylemek gerekirse; aldığı maaşı reddetsin, kıyak emeklilik denilen alçakça sömürüyü reddetsin, parti yardımı adı altında ki aşağılık ve lanet sömürüye karşı çıksın, kamu malını kodamanlara peşkeş çekmesin kâfi, öyle binlerce nutuk atmasına ve lüzumsuz teorilerden dem vurmasına ihtiyacımız yoktur. Adalet mevzuunda nutuk atan ve teorilerden dem vuran şarlatanların pis mikrop suratlarına tükürünüz, o şarlatana deyiniz ki; erkek ol adi adam, laf üreteceğine iş üret! Zira mutlak olarak bilmeliyiz ki; adaletin teorisi olmaz. Adaletin tek teorisi vardır; vicdanlı bir insan olmak!
Zaten bu yüzden de insanlar, anlatılanlara ve nutuklara göre değilde, ortaya koyulan icraatlara göre siyasi partilere oy vermekte değil midirler genelde ya da insanlara, sözlerine göre değilde eylemlerine göre değer vermekte değil midirler? Bir adam öyle güzel dillidir ki, size öyle güzel şeyler anlatır ki, ya da öyle muhteşem teorilerden bahseder ki, bu adamı melek sanırsınız ama bu yanlıştır. Siz o adamın pratiğine bakacaksınız, yarın o adam bir makama oturmuştur ya da servet sahibi olmuştur veyahut şöhrete kavuşmuştur ve bir de bakmışsınız; kibrinden, havasından geçilmiyordur, sizlere bir selamı bile esirger hale gelmiştir ya da daha dün alçakgönüllülük pozları sergileyen adam adeta kan kusturan bir zalim olmuştur. Şimdi ben, o adamın, o güzel sözlerini, o muhteşem teorisini ne yapayım dostum? Bal sürüp yesem yenilmez ki, altıma serip üstüne otursam oturulmaz ki, kış günü giysem de korunsam giyilmez ki. İşte, iş eyleme gelince, o melek bildiğim kişi bir pislik çıkmıştır, bir ayı çıkmıştır. Peki, ben ne yapayım bu ayıyı? Yani, yanlış mıyım dostum Allah ve vicdan aşkına?
Lütfen sözlerim ağır gelmesin, zira insanlığa sağır olanlar bu sözleri hak etmektedirler. Bahusus, bu karakterdekiler kesinlikle hak etmektedirler ve ben, hak edene hak ettiğini söylemekten imtina etmem. Zira böylelerine yüz vermeyeceksin, bilakis bu ayıların mikrop suratlarında gerçekleri bir kırbaç gibi şaklatacaksın ki; utanca boğulsunlar, geldikleri yeri ve insanlığı hatırlasınlar. Yoksa bu ayılardan bir nane olmaz. Bu yüzden, ne kuru kuruya İslamcıyım diyene inanırım; ne binlerce söz söyleyerek sosyalist olduğunu anlatmaya ve sosyalizmin güzelliğinden dem vurmaya çalışana inanırım; ne de vatan şöyledir, millet böyledir, devlet öyledir diyen ve milliyetçiliğin ayrıcalıklarından bahseden milliyetçiye inanırım. Yani partilerin ya da particilerin anlattıklarına ve programlarına değil uygulamalarına bakarım. Çünkü hayal âleminde ve dilde her şey çok güzeldir ama asıl güzel olan yere basan gerçeklerdir, pratiklerdir. İster bu düşüncelerden birine mensup olayım, isterse olmayayım yine de böyle bakarım. Çünkü ben hiçbir kimsenin kulu değilim. Kulluğunun şuurunda ve bilincinde olan bir bireyim. Ve aldatılmaktan, yalanlarla sömürülmekten hazzetmem asla. Sırf teoriye, süslü sözlere odaklanmak sömürüyü intaç eder ama pratiğe odaklanmak, insanların gerçeği görmesini ve uyanmasını sağlar. Nihayetinde, bizleri, devletimizi ve vatanımızı mahveden de sırf tatlı görünen ama içinde zehir gizli olan sözler ve cenneti vaat ettiği söylenen ama hep cehennemi bir hayat sunan teoriler değil midir?
Ben, hayatın karmaşıklığından dolayı gizli kalmış basit gerçekleri ortaya koymayı severim. Öyle akademik saçmalıklardan anlamam. İlle akademik olacak diye gerçeklere göz kapayamam. Ya da ille bilimsel olacaka diye gün kadar aşikâr olan hakikati yalan sayamam. Çünkü hayat; akademik yaşanan bir süreç değildir, çok basit gerçekler temelinde yaşanan bir süreçtir dostum. Bu yüzden olabildiğince hayata uygun şeylerden bahsederim. Ve bahsettiğim şeyler genelde hayatın yalanlayamayacağı ve dolayısıyla kullarında yalanlamakta zorlanacağı şeylerdir. Tabi yalanlamak ya da doğruluğunu çürütmek için fikirler serdedenler olacaktır elbet ve bu doğaldır ama elbet bizde mukabelede bulunacağızdır. Ki gerçekler, fikir teatileri neticesinde ortaya çıkarlar. Namık Kemal diyor ya hani; ‘’Barika-i hakikat müsademe-i efkârdan doğar’’ diye, aynen öyle. Ama fikirlerin, fikrlerle çürütülmesini isterim. Fakat çürütülmek istenen fikirlerinde derinlemesine idrak edilmesini isterim. Zira sığlık, felakettir. Kargaşaya ve komplekse, oradan da nefrete yol açar. Ki şahsen bu örneği, ‘’MEÇHULE CEVAP 1-2’’ yazılarımda bizatihi icra ettiğim vakidir. Çünkü fikre fikirle cevap vermeyipte, olayı şahsileştirmeye çalışmak acizliktir, zavallılıktır. Ve insan derindir asla basitleşmemelidir. Ayrıca bizim görevimiz, yazanın şahsına odaklanmak değil, fikrine odaklanmak ve fikrine cevap vermektir. Zira herkesin şahsiyeti kendisini alakadar eder, ama fikri bir yerde toplumla ilgilidir ve toplum içindeki kişileri ilgilendirir. Nihayetinde, ya doğruda ittifak edilir ya da herkes kendisinin doğru olarak bildiğinde sabit kalır.
Şöyle bir düşünelim, basit gerçeklerle ilgili olarak; diyelim adam Prof. olmuş onca bilgiyi yalayıp yutmuş. Ama bir üniversitenin giriş kapısına oturmuş ve başörtülü kız avında. Ne kadar derin bir basitlik, zavallılık. O gariban kızların onca yıllar alın teri dökerek ulaştıkları hedeflerinin tadını çıkarmalarına darbe vurmakta. Şimdi bu adam kim olursa olsun, ne anlatırsa anlatsın, isterse dünyanın en güzel teorilerine sahip olsun, isterse ağzından bal damlasın benim indimde bir hiçtir, sefil ve bomboş biridir. Bu adam kendini bilmeyen ve yaşamaktan zevk almayan bir mahlûktur. İnsan haysiyetine saldıran, insanın en tabi özgürlüğünü kısıtlayan ve ahlaktan zerre nasibini almamış bir faşisttir. Daha insan kavramını idrak edememiş bir zavallıdır. Ya da bir adam, İslam’dan dem vurup duruyor, sürekli ahlaktan ve adaletten bahsediyor ama adaletten yana nasibi yok, millet açlıktan kıvranırken, o trilyonları aldığı halde parasının yetmediğinden dem vuruyor, hakkı olmadığı halde aldığı parayı helal görüyor hatta daha fazlasını istiyor. Şimdi ben bu adamın anlattıklarına ne değer veririm, ne de anlattıklarını dikkate alırım. Bu adam mutlak bir şarlatandan, haysiyetsiz bir kan emiciden başka bir şey değildir benim gözümde. O adam, istediği kadar dinden bahsetsin bana. Çünkü onun anlattığı din değildir, kendisi de dindar değildir. Onun anlattığı dinleştirilmiş masallardır, kendisi de profösyönel bir dincidir. Veyahut bir adam düşünün, milletten, vatandan dem vurup duruyor ama vatana ve millete karşı ihanet olan hareketler karşısında sus pus olmuş, kendi derdine düşmüş, ölümden korkuyor ya da vatana ihanet edenlerle kol kola bir vaziyette, şimdi ben bu adamın nesine inanayım? Bu adam benim gözümde, o vatan haininden daha hain bir alçaktır. Ve işte hayatın en basit ve yalın gerçeklerdir bunlar.
Bizler, hayatın özünde ki; doğal ve masum gerçekleri göremedik. Hep boş nutukların ve hayali teorilerin peşinden koştuk durduk ve yorulduk. Her daim can evimizden vurulduk. Hala da kendimize gelmiş değiliz. Gerçeklere körüz, sağırız, hissiziz. Hala teorilerle ve nutuklarla iştigal etmekteyiz. Makyajların cazibesine dayanamıyoruz. Alttaki gerçekleri bir türlü görmek istemiyoruz, korkuyoruz. Niçin bu halde olduğumuz üzerine kesinlikle kafa yormuyoruz. Umutlarımızı çalanlardan, yaşam zevklerimizi zehirleyenlerden hesap sormuyoruz. Parti manyağı, ideoloji manyağı olmuşuz. Başımıza dikilen sırıkların dibinde yer bulabilirsek şükrediyoruz. O sırıkların mahiyetinin ne olduğu hakkında hiç düşünmüyoruz. Onların ellerindeki havuçlara koşuyoruz mütemadiyen. O havuçların zehirli mi, tatlı mı olduğuna bakmadan yiyoruz. Onlara adeta Tanrılarımızmış gibi tapıyoruz, ibadet ediyoruz. Her sözlerini kutsal metin cüzleriymiş gibi telakki ediyoruz. Biri gidiyor, biri geliyor ve bizler bakınıyoruz, onlar adına birbirimizi yiyoruz. Arada malı götürenler onlar oluyorlar ve dalkavukluklarını yaptıkları kodaman züppeler oluyorlar. Bu ülkeyi babalarının çiftliğiymiş gibi kullanıyorlar. Bizlerde buna müsaade ediyoruz. Her yaptıklarını meşru görüyoruz, haklarıdır diyoruz hatta daha fazlasını hak ediyorlar diyoruz. Ve bunu bir şey bildiğimizi sanarak söylüyoruz, oysa ahmaklığın dik alasını yaptığımızın farkına bile varamıyoruz. Geçelim ve esas mevzuya gelelim!