Ülkeler de tıpkı insanlar gibidir
Hüseyin ŞİNASİ - 02.02.2012
Türkiye İstatistik Kurumu tarafından dış ticaret rakamları açıklandı. 2010 ve 2011 yılında gerçekleşen rakamların birlikte kullanıldığı tabloya göre 2010 yılı ihracatı 113.883 milyon $, ithalatı ise 185.544 milyon $’dır. Yani yurtdışından aldığımız ürünlerin toplamı, sattığımız ürünlerin toplamından 71.661 milyon $ fazladır. 2011 yılında ihracat toplamı 134.954 milyon $, ithalat toplamı 240.833 milyon $ olmuş.
İhracatın ithalatı karşılama oranı % 56’dır. Dış ticaret açığı (105.880 milyon $) toplam ihracatın % 79’una karşılık gelmektedir. Bir başka rakam da 2011 Kasım ayına kadar meydana gelen cari açığın 70,2 milyar $ olmasıdır. Yani dış ticarette 70,2 milyar $ zarardayız. Peki, o zaman bu çark nasıl dönüyor? Çare ne olduğu bilinmeyen sıcak paralar veya yeniden borçlanma, yeniden ağır faiz yükü altına girmektir.
Sanırım bu rakamlar kafanızı karıştırdı.
O zaman konuyu daha basit bir örneklerle açıklayalım.
Küçük kendi halinde bir şirketiniz var. İş yapıyor, alıyor, satıyorsunuz. Ama o da ne, her nedense hep aldıklarınız sattıklarınızdan fazla çıkıyor. Sattığınız malı yerine koyabilmek için daha çok harcama yapıyor, harcama yapmak için eşe dosta, bankalara daha fazla borçlanıyor karşılığında evinizi, işyerinizi, bağ ve bahçelerinizi, arabanızı teminat gösteriyorsunuz.
Eşiniz, çocuklarınızla orta halli bir ailesiniz. Aylık veya yıllık gelir durumunuz belli. Ama nedense harcamalarınız gelirinizden çok fazla. Bu durumda ne yaparsınız? Çok basit, annenizden, babanızdan, yakınlarınızdan destek almaya çalışırsınız. Olmadı evdeki hanımın altın bilezik, kolye, gerdanlık gibi ne varsa satılığa çıkarsınız. Bir arabanız varsa onu satarsınız. Bütün bunlar da yetmiyorsa, tefeci veya bankaların kapısına dayanır kredi açmalarını istersiniz.
Tefeci takımı ve bankalar böylesi durumlardan çok hoşlanırlar. Size aklınızdan bile geçiremeyeceğiniz kadar borç verir, kredi açarlar. Ama küçük bir şartları vardır. Elinizde paraya dönüşebilecek ne varsa teminat göstermeniz isterler. Bu aşama yapılacak fazla da bir şey yoktur. “Denize düşen yılına sarılırmış” misali ileri sürülen bütün şartları boyun büker, kabul edersiniz.
Bir süre daha harcamaya, gününü gün etmeye, yiyip içmeye devam edersiniz. Ama bir sabah bakmışsınız borçların ödeme günü gelip çatmış. Ama biriken borcu ödeyecek elde avuçta hiçbir şey kalmamış. Bir süre çare arar, bulamazsınız. Alacaklıya yalvar yakar borcun vadesini uzatmalarını rica edersiniz. Geri çevirmezler bir kere daha, bir kere daha uzatırlar. Ama borç bu defa biraz daha katmerleşmiş, içinden çıkılmaz hale gelmiştir.
Bir gün bakmışsınız, yine borçların ödeme günü gelmiş, yine ödeme yapılamamıştır. Bu defa hiç ummadık kişilerden nazik uyarı telefonlar gelmeye başlar. Bir süre sonra bu nazik uyarı telefonları küfürlere, tehditlere dönmeye başlar. Arkasından postacılar kapınızı aşındırmaya ve size ihbar mektupları imzalattırmaya çalışır. Alacaklı tefeci ve banka avukatları kapınızı çalmaya, hukuk diliyle tehdit ederler. Olmadı davalar, mahkemeler, icralar peş peşe sıralanır. Ama yine de bir çıkış umudu yoktur.
İşe gidip geldiğiniz arabanız bir trafik ihbarıyla bağlanmış, yediemin deposuna teslim edilmiştir. Oturduğunuz ev, ekip biçtiğiniz tarla, işinizin bir parçası makinelerinize el konulmuş veya icra yoluyla satışa çıkmıştır. Aradan geçen zaman içince eşiniz, çoluk çocuğunuz sizinle yollarını çoktan ayırmış, huzurunuz kalmamış, sağlığınız bozulmuş, sinirleriniz altüst olmuş, hayatınız kararmış, yaşamak haram olmuştur.
İşte tam bu noktada yaşamakla yaşamamak arasında gidip gelirsiniz. Elbette her şeye rağmen yaşamak en güzeli. Ama bunun tersini tercih edenler oluyor ve işin günah olan tarafı bir yana yazık oluyor.
Biliyorum, ele aldığımız konu içinizi kararttı. Ama günümüz insanın acı gerçeği bu. Elbette insanın içini karartacak böyle can sıkıcı şeylerden kurtulmanın yolları da var.
Ayağını yorganına göre uzatmak. Gelirin ne ise o kadar harcamak. Tasarruf, tasarruf, tasarruf yapmak. İşte altın kural bu.
Tarih: 02.02.2012
Okunma: 754
YORUMLAR
Yorumunuzu ekleyin.