Maalesef, bugün içinde bulunduğumuz hal çok acıdır. Adeta yüreğimizden kan damlamaktadır. Makamının ağırlığını taşımakta zorlanan zayıf tabiatlı kişilerin ve devlet adabını idrakte zorlanan haysiyetten beri karakterlerin, zaafları ve kaprisleri yüzünden ne hallere düşüyoruz. Adeta çocuklar gibiyiz. Milletin temsil makamında, koca koca adamlar kavgaya tutuşurlar; kurumları temsil eden kişiler, toplum önünde birbirilerine karşı üstün gelme mücadelesi verirler. Ne derin bir ahmaklıktır bu Allah’ım. Devletimizi, yüksek düzeyde mücessem kılan kurumlarımızın hali, hiçte iç açıcı değildir. Kurumlarımız, kendi içinde kavga ederek enerjilerini tüketirlerken, dışarıyla mücadele etmeye enerjileri kalmadığından, hep hüsranla karşılaşmaktadırlar, taviz vermektedirler. Milletimiz birbirine düşmüş ve taraflar halinde parçalanmıştır. Herkes bir ikbal kavgası peşindedir. Koltuk kapma yarışı, vahdet rüyamızı tarumar etmektedir. Oysa koltuklar muvakkat, devlet ve vatan muhakkak olandır. Lakin bu gerçeği idrak edecek beyinlerden yoksunuz. Siyaset yapılması gerekirken, politik kumarbazlıklarla geleceğimiz karartılmaktadır. Bunu fırsat bilenler de, ortamı çok iyi kullanmaktadırlar. Emperyalizm, küresellik maskesiyle bizleri kuşatmaya çalışırken; bizler, iç kavgalarla birbirimizi yemekteyiz adeta. Kadim tecrübeleri gözden geçiren ve oradan istifade etmeyi düşünen ne de az. Yenidünyanın kuralına göre oynamaya çalışan ve küçükte olsa bir yerler edinme gayretinde olan ne de çok. Oysa aklı besleyen, hareketlere yön veren ve güneşli bir geleceği sunacak olan, tecrübelerdir, hatıralardır, hafızadır, maneviyattır.
Maddeye hâkim olma düşüncesi, manevi sahayı iptal noktasına getirmiş ne yazık ki. Maneviyat gidince, samimiyet gitmiş, duygular gitmiş, hizmet bitmiş ve hezimet baş göstermiştir. Maneviyat, varlığın mayasıdır. Varlık, maneviyatla birlik olur, bütünleşir ve korunur. Maneviyat, çatlayan toprağa rahmettir. Kuruyan kalbe sevgidir. Buzlanan dünyaya güneştir. Maneviyat, ruh gibidir. Nasıl ruh bedeni ayakta tutuyorsa, maneviyatta dünyayı ayakta tutmaktadır. Bir milleti, bir arada tutan, yaşatan, aynı ideal ufkunda birleştiren yegâne şey; maneviyattır. Şöyle bir misalle olayı izah etmeye gayret edelim inşaallah; düşünelim, süt normalde nasıldır? Sıvıdır değil mi? Dökseniz ortalığa yayılır, dağılır gider ve heder olur. Ama sütü pişirip içerisine maya koysanız ne olur? Süt donar, katılaşır ve yoğurt olur değil mi? Ve dökülmüş olsa bile tekrar toplanması kabil olur. Yani mutlak olarak israf olmaz. İçerisine maya kattığınız zaman, süt güçlenmektedir tabir caizse. Hakeza, ruhsuz beden ne anlam ifade eder? Her parçası adeta tel tel dökülmez mi? Bir anda anlamsızlaşıvermez mi? Ama ruh, bedeni, bir bütün olarak ve işlevsel olacak şekilde ayakta tutmaktadır. İşte maneviyatta böyledir. Sütün içindeki maya gibidir, bedene anlam katan ruh gibidir. İnsanları, birbirilerine bağlayan kopmaz bir bağdır. Maneviyat sahasında güçlü olan bir millet, muhakkak ama muhakkak maddiyat sahasında da güçlüdür. Çünkü maneviyatın güçlü olduğu milletlerde, fertler hesabi değil hasbidirler. Hizmeti, kutsal bir vazife olarak addederler. Hakkaniyete riayet ederler. Ahlak ve adalet temelinde yaşarlar. Her şeyi Allah rızası için yapmaya gayret ederler. Allah rızası için yapılan bir şey; aynı zamanda, ülke, millet, din ve devlet içinde yapılmış demektir. Peki, böyle bir milletin, geri kalması, güçsüz olması ve düşmana uyması olabilecek bir şey midir Allah aşkına? Böyle bir milletin fertleri; bireysel akıllarına da, güçlerine de güvenmezler. Ortak akıl ve güçte buluşurlar. Akıl ve güç birliğine giderler. Dağınıklık işleri bozar çünkü!
Her kafadan bir sesin çıkması, herkesin kendi gücüne güvenmesi çok tehlikelidir. Bu hem ittifakı muhal kılar hem de derin bir hezimeti intaç eder. Zira seslerin ortak bir noktada birleşmesi, güçlerin aynı hedefte buluşması, istikbalimiz adına mümkün kılınmalıdır. En azından, ortak, temel, kadim ve kök değerler bazında bu mümkün olmalıdır. Tek tek bilgide, güçte sınırlıdır ama toplu olarak bilgide, güçte sınırsızdır. Her bir ferdin bilgisi, Allah’ın bilgisinden bir parça; her bir ferdin gücü, Allah’ın kudretinden bir parçadır. Bilgilerin ve güçlerin vahdeti, mutlak zaferin sigortasıdır. Geneli kuşatan değerleri ele geçirilecek bir meta gibi algılamak tehlikelidir. Misal, devlet gibi. Devlet birilerinin ele geçireceği ve top gibi oynayacağı bir şey değildir. Devlet, temel ve genel olandır ve devlette devamlılık esastır. Hiç kimse, devleti ele geçirip, istediği gibi şekillendireceği bir tablo olarak göremez ve görmemelidir. Evet, o tabloda, ufak tefek değişiklikler yapabilir belki, ama o tabloyu kaldıramaz, o tablonun kendisinde bir tesviyeye gidemez. Bu yüzden, atacağımız her adıma, yapacağımız her hamleye dikkat etmek zorundayız. Bilakis, yıllarca gövde üstünde duran ve gövdeyi yönlendiren bir baş iken, gövdeyi üzerinde taşıyan ve yönlendirilen bir ayak olursun. Nihayet; tükenir, unutulur, yok olursun. Ne izin kalır, ne de sözün kalır ruy-i zeminde.
Bizler, ne hazindir ki, asırlarca başı ezilmeye çalışılan bir milletiz. Zira başımız hiç eğilmemiş. Baş eğdirmişiz ama baş eğmemişiz. Bu yüzden hep başımızı hedef almışlar. Zihnimizi boşaltmaya çalışmışlar. Hatırlarımızı silmeye, hafızamızı kurutmaya yeltenmişler. Geçmişimizi unutturmaya, unutmazsak inkâr ettirmeye niyetlenmişler. Geçmişsiz bir gelecek inşasının muhal olduğunu bilenler, geçmişimizi biden çalmaya niyetlenmişler. Bu yüzden de, ülkemizi, kiraladıkları adamları eliyle idare etmeye yönelmişler. Bakmışlar ki, bu millet, düşmana esir olmaz, kemente vurulmaz. O zaman, belli çomarlar bulmuşlar ve dikmişler başımıza. Her gelen bir şeyler götürmüş bizden ama tek bir şey bile getirmemişler. Bu milletin ruhunu zayıflatmak için mücadele etmişler sürekli. Bu milletin hafızasını boşaltmaya çalışmışlar. Hatıralarını unutturma gayretine girişmişler. Geçmişten geleceğe uzanan köprüsünü infilak etmeye yeltenmişler. Geleneklerinin izini silmeye, kültürlerini yozlaştırmaya tevessül etmişler. Dilini katletme yoluna gitmişler. Bütün bunlar başarıldığında, ancak o zaman bu milletin başının ezilebileceğine kanaat getirmişler. Biteviye planlar yapmışlar, oyunlar tertip etmişler, kirli ittifaklara girişmişler.
Bilmeliyiz ki, geçmişsiz bir gelecek kurmak muhaldir. Geçmiş demekte; bir yerde, dil, kültür, hatıralar, hafıza, gelenek, töre, tarih ve ecdat demektir. Geçmişini unutan nesiller, rüzgâra tutulmuş yaprak gibidirler. Ne yönleri vardır, ne de istikametleri. Geçmiş; bir pusuladır, sana, gitmen gereken yeri gösteren ve o yere nasıl gideceğini bildiren. Geçmişini şaşıran, feleğini şaşırır. ‘’Mazisiz bir milletin atisi olur mu?’’ Mehmet Akif Ersoy. Mazi hayatımızın lambasıdır adeta, karanlık geçitlerde bize ışık verir. Mazi; tecrübedir, hafızadır, hatıradır. Mazi; dil ile, kültür ile geleceğe taşınır. Dil en önemli köprüdür bu konuda. Geçmişi, geleceğe bağlar. Hafızalar, hatıralar, dille yaşarlar. Dilde yazıyla payidardır. Çünkü dil, yazıda taşınır. Yazı, dilin taşıyıcı meleğidir sanki. Bizim başımızı ezmek isteyenler, ilk evvelde bizleri dilsizleştirdiler. Dilimiz gidince, hafızamız da gitti, hafızamız gidince hatıralarımız da gitti ve nihayet koca bir medeniyet gitti, görkemli bir çınar devrildi ve bizlerin de başları eğilmeye başladı. Biz kaybettik, kazanan düşmanlarımızdı! Şu anki resmimiz, yaşadıklarımızın sonucudur. Hafızamız dirilmediği müddetçe, hatıralarımız canlanmadığı müddetçe; bizlerde ne diriliriz ne de canlanırız. Başımız eğik, perişan halde yaşar gideriz, kalan bir şeylerimiz varsa onları da kaybederiz. Nihayet, derbederiz!